Yargıtay başkanı  Sayın Hasan GERÇEKER’in yapmış olduğu “yargı, yürütmenin kuşatması altında” sözüne Başbakanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN çok sert bir tepki gösterdi. Erdoğan “Bu ülkede 411 milletvekilinin verdiği oy yok sayılıyorsa yasama ve yürütmenin yargıyı kuşattığından bahsedemezsiniz.

Sponsor Bağlantılar

Aynı şekilde yerindelik kararı yürütmeye ait olduğu halde, yargı yerindelik kararını yürütmenin elinden alıp kendi uygulamaya koyuyorsa; siz yargının, yürütme ya da yasama tarafından kuşatıldığından bahsedemezsiniz….  En güzel , en verimli olmamız gereken dönemlerde hep ön kestiniz. Artık bunları anlatmak durumundayım, anlatacağım. Bedeli ne olursa olsun anlatacağım.”

Yakın tarihimizde yaşadıklarımız ve halen yaşamakta olduğumuz süreci göz önüne aldığımız zaman Sayın Başbakanımızın pekte haksız olduğunu söyleyemeyiz. Verilmiş olan bazı kararların Anayasal açıdan , bu işe gönül vermiş en değerli Anayasa Hukuku  Profesörlerinin bile anlam vermede güçlük çektiği hepimizin malumu. Çoğu anayasa hukukçusu verilen bu kararların tamamen ideolojik olduğu kanısında olmaları, Başbakanımızın yapmış olduğu söylemlerin ne kadar da haklı sebeplere dayandığını gün yüzüne çıkarmıyor mu? Tartışma yaratan bazı yargı kararlarını irdeleyecek olursak;

367 Kararı : Anayasa Mahkemesi’nin 1 Mayıs 2007’de almış olduğu ‘367 kararı’ tarihte örneğine az rastlanır bir samimiyetsizliktir. Resmi Gazete’nin 27 Haziran 2007 tarihli sayısında yayımlanan kararın gerekçesi, zaten haftalardır kararı savunanlarca öne sürülen sözde argümanları devralmış ve kararın hukukî tutarlılığını izahtan yoksun kalmıştır. Zaten bu kararın hukuk metodolojisi açısından izahı mümkün de değildir

367 kararı’da aynı bu şekilde, metodolojik kurallarla açıklanması  mümkün olmayan, hukuk sistemini ters yüz eden bir hükümdür. Anayasa mahkemesi adeta ‘2+2=7’ demiş, kurumun itibarını ve toplumun adalete olan güvenini onarılması zor bir biçimde, derinden zedelemiştir

Şu an yürürlükte olan anayasa gereğince seçilen üç Cumhurbaşkanı da ilk iki turda gerekli olan üçte iki çoğunluk oyunu alamamıştı. Hiç birisinde üçte iki çoğunluğu sağlamak için herhangi bir uzlaşı aranmamış, sözkonusu adayı teklif eden partiler uzlaşı arama çabasına bile girmemiş ve salt çoğunluğun yeterli olduğu üçüncü turda kendi adayını seçtirmişti. Örneğin Özal 263, Demirel ise 244 oy ile seçildi (vekil toplam sayısı o dönemde daha azdı). Sayın Sezer 330 oy ile çıktı köşke. Abdullah Gül ise ilk turda 357 oy almıştı ve aslında diğerleri gibi üçüncü turda seçilebilmesi gerekirdi. Eğer salona girmeyerek, seçim sürecini tamamen durdurma gibi bir imkân olsaydı, o dönemlerin muhalif partileri de bunu yapardı. Nitekim Özal’ın da seçimini protesto amacıyla muhalifler salona girmemişti ve ilk iki turda salonda vekillerin üçte ikisi yoktu. Fakat bu sebeple seçimi tamamen iptal ettirmek, kimsenin aklına bile gelmemişti. Çünkü anayasada böyle bir kural yok. Salona girmemek sadece siyasî bir protesto niteliği taşımaktaydı.

411 Kararı : Anayasa Mahkemesi, TBMM’nin 411 milletvekilinin oyuyla çıkardığı kanunu, anayasanın 148. maddesine göre sadece şekil bakımından inceleyebileceğinin açıkça belirtilmiş olmasına rağmen, esasla ilgili bir karar verdi. Anayasa değişikliğinin içeriği başka bir şey; ancak yüksek mahkemenin 148. maddeye göre yetki kullanması, yahut yetki aşımını kullanması ayrı bir şeydir. Böylece Yüksek Mahkeme, ilgili anayasa maddesini yorumlayarak bir sonuca varma yetkisinin ötesine geçmiştir. Bu kararla kuvvetler ayrılığı ilkesi sorgulanabilir hale gelmiştir. Yapılan yorumlar ve eleştiriler dikkate alındığında, Yüksek Mahkeme’nin yetki alanını genişletme kararının ilerde başka konularda da sorunlar yaşanabileceği kaygılarının ağır basmakta olduğudur.” Anayasanın 148. maddesi bu konuda gayet nettir. Nedir bu 148. madde;

“Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin, ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımından uygunluğunu denetler. Anayasa değişiklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasa aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.”

Bu iki kararla alakalı Emekli Askeri hakim Bahri YAĞCI Aksiyon Dergisinde yayımlanan söyleşisinde” Uzun yıllar bu sistemde çalıştınız. Kanaatiniz nedir, tarafsız mı hakimlerimiz?” sorusuna yanıt olarak şu yanıtı vermiştir.

“Onu bana sormanıza gerek yok. İşte 367 ve 411(başörtüsü konusu) hakkında verdikleri kararlar. Bunlar ortada , benim söylemem gerekmez ki. Bana göre Türkiye hukuki bakımdan 1960’tan beri kaos içindedir. Hukuki bakımdan bir gelişme yok. Yani hukuk aynı yerinde saymış, hatta daha geri gitmiş. Geçenlerde Osman CAN ile Sabih KANADOĞLU tartıştılar T.V’de. Orada bilenle bilmeyen arasındaki fark o kadar güzel göründü ki. Yani KANADOĞLU’nu düşünün, Cumhuriyet Başsavcılığı yapmış, Başsavcı olarak büyük bir adam diye düşünüyorsunuz. Osman CAN , çocuğu yaşında bir adam. Buruşturdu attı çöp sepetine. Kıpkırmızı oldu KANADOĞLU, bir şey de söylemedi. Bu iş böyle. Her zaman kaos. Rahmetli (Ali Fuat) BAŞGİL 61 seçimlerinde aday oldu, adamı zorla bindirdi gönderdiler geri.”

Katsayı  Kararı : 2005 yılında Ankara Aydınlıkevler Ticaret Meslek Lisesi öğrencisi İlknur ÖZTÜRK’ün katsayı düzenlemesinin iptali için Danıştay’a başvurduğu dava sonucunda ilgili 8’inci daire “1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun ilgili maddeleri gereği yükseköğretim kurumlarına, ortaöğretim kurumlarını bitirenlerin  nasıl gireceğinin Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği yapılarak Yüksek Öğretim Kurulu tarafından saptanacağı” kararını vererek “YETKİSİZLİK” hükmüne vardı.

Mart 2008’de Avukat İbrahim SERDAROĞLU tarafından müvekkili adına , Danıştay 8. Dairesi’ne meslek liselerine yönelik katsayının kaldırılması için dava açtı. Bir buçuk yıl süren davanın sonunda 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası’nın ‘Yükseköğretime giriş’ başlıklı 45’inci maddesinde yer alan “Yükseköğretim kuruma girecek öğrencilerin ne şekilde o kurumlara kabul edileceğiyle ilgili gerekçeler YÖK tarafından belirlenmektedir.” İfadesini gerekçe gösteren Danıştay , katsayı düzenlemesi ve yeni bir sistem getirme yetkisinin açıkça YÖK’te olduğuna dikkat çekti. Gerekçeli karar şu şekilde açıklandı :

“Dolayısıyla yeni bir katsayı belirleme, sınav sistemi değiştirme yetkisinin ancak YÖK’te olduğu Danıştay 8. Dairesi’nce hüküm altına alınarak , YÖK’ün 2010 için yaptığı katsayı düzenlemesinin iptali için açılacak davaların hukuk gereği ve mahkeme kararlarındaki bağlayıcılık gereği red edilmesi gerekecektir.”

Danıştay ilgili dairesinin içtihat niteliğinde kararları gözümüzün önündeyken, YÖK’ün yapmış olduğu düzenlemeye İstanbul Barosunun iptali için yaptığı başvuruyu kabul edip , YÖK’ün almış olduğu kararı iptal etmeyi hukuksal açıdan izah edebilmek mümkün görünmüyor. Kaldı ki Yükseköğretim Kanunun 45. maddesi gayet açıktır.

“Öğrenciler Devlet Yükseköğretim Kurumlarına,esasları Yükseköğretim Kurulu tarafından tespit edilen sınavla girerler. Sonuçların değerlendirilmesinde adayların ortaöğretimdeki başarıları dikkate alınır. Ortaöğretim kurumlarını birincilikle bitiren adaylar
kendileri için yükseköğretim kurumlarında ayrılacak kontenjanlara, tercih ve puanları gözönünde tutularak yerleştirilir.

Yükseköğretim kurumlarına öğrenci seçiminde, adayların ortaöğretim süresindeki başarıları  Yükseköğretim Kurulunun uygun göreceği  şekilde Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından geliştirilecek bir yöntemle ek bir puan olarak tespit edilir ve yükseköğretim kurumlarına giriş sınav puanlarına eklenir.

Bir mesleğe yönelik programlar uygulayan liselerin mezunları, Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenecek aynı alanda bir yükseköğretim kurumuna girerken, başarı notları ayrıca tespit edilecek bir katsayı ile çarpılmak suretiyle değerlendirilerek giriş sınavı puanlarına eklenir.

Durum böyleyken Sayın Başbakanımızın anlatmaya çalıştığı Yargı Reformu artık elzemdir. Avrupa Birliği kapısındaki ülkemizin yargı sisteminde köklü değişiklikler yapılarak demokratik ülkeler seviyesine çekmek kaçınılmaz hale gelmiştir. Avrupa’da belli başlı bazı yargı sistemlerini örnek verecek olursak;

İngiltere : Yüksek hakimlerin atamaları, hükümetin önerisiyle kraliçe tarafından yapılıyor. Diğer hakimleri ise Adalet Bakanlığı atıyor.

Almanya : Yüksek Mahkeme üyelerinin tamamı meclis tarafından seçiliyor. Hakimlerin bağımsızlığının , sistemin en temel ilkelerinden biri olarak görüldüğü Almanya’da , Anayasa Mahkemesi üyelerinin meclis tarafından seçilmesi de, güçler ayrılığı ilkesine aykırı görülmüyor. Almanya Federal Milletvekili Mehmet KILIÇ : “Burada tamamen siyasi irade belirler yüksek hakimleri. Anayasa Mahkemesinin 16 tane hakimi ve iki senatosu vardır, sekizer hakimden oluşan. Alman Anayasasının 94. maddesine göre bunların seçimini federal parlamento ve eyalet meclisi yapar”

İtalya : Hakimlerin ataması , 23 üyeden oluşan Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu tarafından gerçekleşiyor. Kurulun 16 üyesi yargı mensuplarınca, 7 üyesi ise parlamento tarafından seçiliyor. Kurul başkanlığını ise Cumhurbaşkanı yapıyor.

Fransa : Hakimler ve Savcılar Konseyi’nin disiplin kararları yargıya açık. İki kısımdan oluşan Konsey’de , üyeleri Cumhurbaşkanı, Senato, ve Milli Meclis atıyor. Vatandaşlarda, hakimlerle ilgili şikayetlerini Konsey’e taşıyabiliyor.

Tüm verilerden sonra Başbakanımız Recep Tayyip ERDOĞAN’ın yargı reformuyla alakalı ne kadar da haklı olduğu açıkça görülmektedir. Bakalım ilerleyen günler neleri getirecek bizlere, hep birlikte yaşayıp göreceğiz.

ALLAH YAR VE YARDIMCIMIZ OLSUN