Yazar: kaaader

İstiklal Marşı

Şarkılarıyla ülkemizin tanınmasına katkıda bulunan ve 2009 yılında Eurovision’da bizi başarılı bir şekilde temsil eden Hadise’yi yaptıklarından dolayı kutlamamak mümkün değil. Ancak onun İstiklal Marşı’nı kendi yorumuyla okumasına kesinlikle anlam verebilmiş değilim. Hadise’nin, İstiklal Marşımızı, Milli Takım’ın Çek Cumhuriyeti’yle yaptığı maç öncesinde pop – arabesk karışımı bir ezgiyle okuması çeşitli kesimler tarafından çeşitli şekillerde, zaman zaman ağır olumsuz yorumlarla eleştirildi. Bana göre de orada yapılan şey Milli Marşımıza karşı bir saygısızlıktı.İstiklal Marşı, Türk Milleti’nin Milli Marşıdır. Her kelimesine yüzlerce vatan evladının canını feda ettiği özgürlük marşımız, Mehmet Akif Ersoy’un kalemiyle en güzel ifade tarzını bulmuştur. Yüreğinde vatan ve millet aşkından kocaman bir alev taşıyan bu büyük insanın yazdığı millî marşımız her okunuşunda, mavi göklerin beyaz ve kırmızı süsünü dalgalandırıyor. Bu yüzden coşkuyla, o günleri yaşayarak, hissederek, yaşatarak ve hissettirerek okunması esastır. Nasıl ki okullarda hep bir ağızdan okunuyor ve okuyanları bırakın yoldan geçenler bile marşı duyduğunda hazır olda duruyor; maçlarda daha büyük coşku ve heyecanla okunması, dinlettirilmesi gerekir bence. Herkes tam olarak makamını, notalarını bilerek okuyamayabilir elbette ama aslolan coşkunun yaşanması ve yaşattırılmasıdır. Dolu bir beyinden çıkıp dolu bir dille okunmasıdır. Tok ve yüksek bir ses, en azından doğru yerde doğru vurguların yapılması gereklidir okurken. 4 yaşındaki minicik yüreklerin 10 kıtasını ezberleyip gözlerinden yaşlar dökülerek okuduğu marşımızı doğru ezgiyle söyletmek için nice öğretmenler çaba gösterirken; Milli bir maç öncesi bu şekilde okunması okuyana da okutana da yakışmamıştır. Bu hatanın...

Devamını Oku

Tebrikler Bursaspor

Bursaspor, 16 Mayıs 2010 / 23:21 itibariyle 1 saat 36 dakikadır şampiyon. Tarihinde ilk şampiyonluğunu yaşayan Bursaspor, Anadolu takımları arasında bu başarıya ulaşan ikinci takım olmanın da gururunu yaşıyor.  Bir Bursalı olarak; şampiyonluğa inanan ve azimle bu başarının peşinden koşan Bursaspor’u gönülden tebrik etmeyi bir borç bildim. Bu şampiyonlukla Bursaspor, Bursa’nın yeşiline yeşil, beyazına beyaz kattı. Güzel şehrimin insanları şampiyonluğu doyasıya yaşarken ben de duygularımı buradan paylaşmak istedim.Bursa’da yaşayanlar bilir; Bursaspor, bu güzel kentin en önemli değerlerinden biridir. Çarşı esnafı, futbol coşkusunu ve taraftarlığı tam tadında yaşar Bursa’da. Normal zamanda bile yeşil – beyaz bayraklarla süslü olan çarşıda, bundan...

Devamını Oku

Büyümek…

Ne zaman büyüdük? Ne zaman büyüdük de geçmişi gülümser bir yüzle hatırlar olduk? Ne zaman büyüdük de daha dün seyretmişiz gibi aklımızda olan çizgi filmlerin, arşivlerde, tozlu raflarda kalakaldığını anlar olduk? He-man’in, Clementine’nin, Uçan Kaz’ın, Susam Sokağı’nın yerini Ben 10’ler, Bernard’lar, Pepee’ler ne zaman aldı? 90’lı yıllarda çocuk olmak güzeldi: ‘Nereye cufcufluyoruz?’ diye soran bir yol arkadaşımız vardı. Lambada isimli şarkıya Türkçe sözler uydurmaya çalışanlar, troll bebeklerin uzun ve renkli saçlarıyla saatlerce oynayanlar, Macarena dansı yapmayı marifet sayanlar, kim olduğu bilinmeyen Corç’tan borç isterken Hakan Peker gibi dans edenler… Tetris’imizle oynarken güzel bir Pazar akşamında, annemiz banyo zamanının geldiğini hatırlatırdı. Ertesi gün okulda ‘Bandıra bandıra ye beni’ şarkısını hızlı söyleme yarışması yapılırdı. Küçücük Sarelle’yi minicik plastik kaşığıyla yemeye çalışmak müthiş keyif vermiştir bir çok kişiye. Bütün bunlar ne zaman anılarda kaldı? Ne zaman??? Geçen gün bir nostalji yaptım ve büyümeme eşlik eden çizgi filmleri, anıları şöyle bir gözden geçirdim. Gözlerimin parıltısı, kalbimin uzun ‘ahhh’ sesiyle izledim geçmişten videoları. Eminim birçok kişi aynı duygularla anıyordur geçmişini. Geçmişten anılarla bahsederken, geleceğe ümitlerle bakabiliyorsak yaşamanın tadını çıkarıyoruz demektir. Yarınlarımız ‘dün’ olduğu zaman hayallerimizin gerçekleşmiş olması ümidiyle… Kader...

Devamını Oku

Kadınız Biz…

Hayatın odak noktasında yer alan biz kadınlar; üstlendiğimiz her görevi layıkıyla yerine getirmekte, tüm zorluklara, engellere rağmen yılmadan çalışmaktayız. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında emeği geçen ninelerimiz gibi, modern ve çağdaş Türkiye’nin varlığını sürdürmesinde rol alan gizli güçleriz. Ben kadınları dünyayı dengede tutan mekanizma olarak düşünüyorum. Şöyle ki; Başının üstünde ailesi durur kadınların, elleriyle çocuklarını, ayaklarıyla da ev işlerini ve mesleğini dengede tutar her kadın. Başını, ellerinden ya da ayaklarından birini azıcık oynatsa, biraz kıpırdatsa tüm dengeler alt üst olur gibime geliyor. Zaten bizlerden biri hasta olup bir süre dinlenmeye kalksa hiç bir şey yolunda gitmiyor, yanılıyor muyum? O yüzdendir ki hasta bile olmayız kolay kolay biz. Çünkü biliriz ki bizim hasta olmamız, çevremizdeki insanların sarsılması, dolayısıyla da dengenin bozulması demek. Kurtuluş Savaşı’ında cepheye mermi taşıyan; dünyanın en değerli varlıkları olan çocukları yetiştiren, büyüten; evlerinde ev hanımı, iş yerlerinde patroniçe olabilen; her işin üstesinden gelen; bütün bunları yaparken kimi zaman kendi varlığını unutabilen vefakar hanımlarız biz… Tüm bunlara rağmen istatistikler çok acı rakamlar sunuyor önümüze: Kadınlara karşı şiddet dünyada en yaygın, ancak en az cezalandırılan suçtur. Tahminlere göre 113 ile 200 milyon arasında kadın demografik olarak “kayıp” görünmektedir. Ya doğar doğmaz öldürülmüşler (erkek çocuğun kız çocuğa tercih edilmesi) ya da erkek kardeşleri ve babalarıyla eşit derecede gıda ve tıbbi olanaklara ulaşamamışlardır. Fuhuşa zorlanan ya da bunun için satılan kadınların sayısı yılda 700.000 ila 4.000.000 arasındadır. Cinsel kölelik düzeninden elde edilen kazançlar yılda tahminen on iki milyar...

Devamını Oku

Karlar Düşer

Kayseri’ye dün kar yağdı. Komşum ve 2 yaşındaki oğluyla çıkıp kartopu oynadık. Çok üşüdük ama müthiş eğlenceliydi. Öğrencilik yıllarım geldi aklıma. Deli dolu ve zıpır zamanlarımın geçtiği Konya’da karın her yağışı farklı anılara sebep oluyordu bende; tıpkı güneşin her doğuşu gibi… Bazen derslerimden süper notlar almayı ümit ederek karşılardım her mevsimi ve her doğa olayını. Bazen de okulun bir an önce bitip de hayata atılmayı… Ben karı, soğuğu, ayazı çok seviyorum. Üşüdükçe titreyerek kendime geldiğimi ve hayata gülümseyebildiğimi görüyorum, çok hoşuma gidiyor. Ellerimi cebime sokup, soğuk havayı içime çeke çeke yürüyorum, ağır ağır… Siz de öyle yapmayı deneyin. Emin olun, yazın sıcak havada terleye terleye gezmekten daha iyi gelecek, daha çok zindelik verecektir. İliklerinize kadar üşüdükten sonra da sımsıcak evinize girin. İçiniz ısınacak ve günlük aktiviteleriniz daha çok keyif verecektir. Evde oturup televizyonun esiri olmaktan daha iyi değil mi? Denemesi bedava… Bazen lapa lapa, bazen tipi gibi yağan kara inat içinizin sımsıcak olmasını diliyorum. Sevgiyle kalın… Kader...

Devamını Oku

Gelişim Raporu

2009 – 2010 eğitim öğretim yılının 1. dönemi sona ermek üzere. İlköğretimdeki minik yavrularımızın, liselerdeki genç delikanlıların karnelerini almalarına yalnızca 5 gün kaldı. Hepsi heyecan içinde Cuma gününün gelmesini ve derslerinde hak ettikleri notları görmeyi bekliyorlar. Şüphesiz tüm öğrenciler içinde en heyecanlı olanlarsa ya anasınıfı ya da ilköğretim 1. sınıfta okuyan ve de ilk karnesini alacak olan öğrencilerdir. Hal böyle iken; anasınıfı zümre öğretmenleri arasında, “Gelişim Raporu’ nu nasıl hazırlayalım” telaşı aldı başını gidiyor. E-okul sistemine kayıt edilecek olan bu raporlar için hazır şablon var zaten sistemde. Biz öğretmenlere düşen, o alanları doldurmak ve çıktısını almak. Heyecanlı zümre arkadaşlarım kendi şablonlarını oluşturmuşlar, fakat sistem ayrı bir şablon kabul etmiyor. Bu alanlara kazanımları yazıp da karşısına +, yarım + ya da – koymak isteyen arkadaşlar da var. Bu da mümkün değil maalesef. Bu raporlarda çocukların başarılarını işaretlerle değil açık açık cümlelerle ifade etmek gerekiyor. Böylesi öğrenci velilerine çocuklarını daha iyi anlama fırsatı tanıyor. Öyle olmasaydı, velilerin çocuklarının başarı ya da başarısızlıklarını anlaması kolay olmazdı. Tüm öğretmenlere kolaylıklar diliyorum. Öğrencilere de hayal ettikleri notları hak ettiklerini...

Devamını Oku

Hayatın Önceliği

Hayatta ne önemlidir sizce? Manevi olmayan her şeyi satın alabilecek kadar çok PARA? Başka hiçbir şeye muhtaç bırakmayacak ölçüde bir SEVGİ? Ayakları yerden kesecek güçte bir AŞK? Her aradığınızda ya da ihtiyaç duyduğunuzda yanınızda olabilecek bir ya da birkaç ARKADAŞ? Her şeyi ama her şeyi bilmeye yetecek dozda alınan bir EĞİTİM? Torunlarınıza miras bırakabilecek ölçüde fazla MAL – MÜLK? Diyar diyar dolaşmanıza yarayacak SEYAHAT özgürlüğü? Yoksa canınız her istediğinde zincirlerinizi kırıp deli gibi yaşayacağınız EĞLENCE hayatı mı? Yiyecek bir dilim ekmekten başka bir şeyim olmasaydı ‘para’ derdim herhalde. Sevilmediğimi hissetseydim ‘sevgi’. Ayaklarım yerde olsaydı ‘aşk lazım aşk’ şarkısını söylerdim sanırım. Yalnız olsaydım ‘arkadaş’ isterdim. Diploma her şey demek değil ama ‘eğitim’ de şart… Malı mülkü olmasını kim istemez? ‘Seyahat’ ve ‘eğlence’ ise duyduğu anda insanda bir mutluluk uyandırmaya yetiyor galiba. Akıllara gelebilecek daha bir sürü şey var elbette. Aslında hepsinden biraz biraz olsa ne iyi olur. Ama… Bence bütün bunları sağlayan ya da sağlayabilecek güçte olan yalnızca iki şey var: Birincisi ALLAH İNANCI, ikincisi de SAĞLIK. Bu ikisi olduktan sonra insanoğlunun başaramayacağı, yapamayacağı şey yok bence. Ya sizce? Bana katılıyor musunuz? Kader...

Devamını Oku

Gözleriniz Parlasın

İlkokuldayken yaklaşan yeni yılla ilgili bir şiir yazmıştım ve öğretmenim şiirimi çok beğenip okul panosunda sergilemişti. Şiirim tam 1 hafta panoda kalmış ve ben panonun önünden bir kahraman edasıyla geçmiştim her seferinde. Sanırım 80’li yılların sonuydu. O yıllarda yeni yılları, gelecek yılları seviyor ve özlemle bekliyordum. O yüzdendi şiir yazışım yeni yıla dair. Sonra 90’lı yıllar ve olanca hızıyla seyreden zaman akışı… 2000’li yılları merak eder olduk hep birlikte. Öyle ya; milenyum, yani ‘yeni bin yıl’ diyorlardı 2000 yılı için. Geldi ve geçiyor 2000’li yıllar da su gibi… Takvim yaprakları değiştikçe hayatımız da değişti aynı hızla. Şimdi yıl 2009. Aralık’ın sonları… Bir zaman sonra takvimler 2010’u gösterecek. Geride bırakacağımız yıl kimine mutlulukları hatırlatacak, kimine hüzünleri; kimine kavuşmaları, kimine hasretleri; kimine kahkahaları, kimineyse gözyaşlarını. Kimi Beşiktaş’ın 6 yıl aradan sonra gelen şampiyonluğunu, kimi Michael Jackson’ın sır dolu ölümünü, kimi cep telefonundan görüntülü konuşma ve 10 kat daha hızlı internete girmeyi sağlayan 3G’yi, kimi Münevver Karabulut cinayetini, kimi DPT’nin kapatılmasıyla devam eden birçok siyasi gelişmeyi anımsıyor 2010’a gireceğimiz şu günlerde. Kimi de ben bunları sayarken, “Bana ne bunlardan” deyip kendi yaşadıklarını getiriyor aklına bir bir. Bir düşünün bakalım: Belki birileri yeni bir aşka başlamıştır 2009 yılında, belki birileri evlenmiştir sevdiği adam ya da kadınla, belki birileri çocuk sahibi olmuştur, ya da çocuğunun bir mutluluğunu paylaşmıştır övünçle… Belki birileri önemli bir sıkıntısından kurtulmuştur, belki birileri borcundan, harcından. Belki de sevdiği insana kavuşmuştur...

Devamını Oku