TÜRKİYE’NİN VE MEDYANIN HALLERİ
ERDEN ÖZKANT
 
İlk duruşması 2008 yılının sonlarında yapılan Ergenekon davasında, Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, esasa ilişkin mütalaasını 18 Mart’ta mahkemeye sundu.Savcı, 64 sanık için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istedi, tutuksuz yargılanan sanıklar hakkında ise yakalama kararı talebinde bulundu. Ağırlaştırılmış müebbet istenen paşaların arasında İlker Başbuğ ve Hasan Iğsız da yer aldı. Türkiye’de bir dönemin daha sona gelindiğini gösteren ve bundan sonra darbe yapmaya kalkacak olanlara da uyarı niteliği taşıyan bu gelişmenin ardından, Ergenekon’u yıllardır sulandırmaya çalışanlar, savcının istediği cezaları yüksek bulduklarını dile getirerek adeta “Alt tarafı darbe yapacaklardı” şeklindeki düşüncelerini yansıttılar. Darbe severlerin, darbe sever medyaları da “Ama bu kişiler bu kadar uzun süre içerde yatarlarsa, kızları bir daha onları göremeyecek” türünden “göz yaşartıcı” haberler yaptılar, eğer bu ülkede bir darbe yapılsaydı ülke nüfusunun büyük çoğunluğunun babasını göremeyeceği gerçeğini utanmazca görmezden gelerek. Bu arada, “Yahu darbe olmamış bu kadar ceza verilir mi” diye düşünenler de zekalarıyla göz dolduruyorlar! Yahu darbe olmuş olsaydı bırakın bu istenen cezaları böyle bir dava ve ortamı mı olurdu? Tabii ki de, tam tersi, darbeciler, milyonlarca insanı kendi anti demokratik yöntemlerince askeri mahkemelerde yargılarlar, daha doğrusu, yargılıyormuş gibi yapıp milyonlarca insana işkence edip, yüzlercesinin ölümüne sebep olurlardı. O halde, “Ama ortada darbe bile yok ki” diyenlere “Ee bi de olsaydı” deyip, “Zaten darbe olursa, hepimize geçmiş olsun” diye ekleyelim.
 
***
 
Ergenekon davasındaki bu gelişmeye bakıp “Türkiye, demokrasiye doğru adım adım ilerliyor” diye düşünürken, yaklaşık 45 yıllık gazeteci olan ve 15 yıldır Milliyet gazetesinde yazan duayen gazeteci-yazar Hasan Cemal, son dönemde basın üzerindeki baskısını iyice artıran, gazetecileri patronlarına aymazca şikayet eden, muhabirleri fırçalama hakkını kendinde gören AKP iktidarının Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hışmına uğradı. Hasan Cemal, 23 Şubat tarihinde İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan ile üç kişilik BDP heyeti arasındaki görüşmeye ait tutanakların bir kısmını yayınlayan gazetesine tepki gösteren Başbakan Erdoğan’a “Gazete yapmak ayrıdır, devlet yönetmek ayrıdır. İkisi birbirine karıştırılmasın. Kimse de kimsenin işine öyle karışmasın” cümlelerinin de içinde olduğu harika bir yazıyla yanıt vermiş ve gazeteciliğin ne olduğunu, hem siyasi iktidarlara hem medya patronlarına hem de genel yayın yönetmenlerine hatırlatmıştı. Daha sonra Cemal’in iki hafta yazısı yayınlanmadı. İki hafta aranın ardından Cemal yine gazetecilik kurallarını hatırlattığı bir yazı yazdı ancak gazetede yayınlanmadı. Ve ardından Milliyet ile Hasan Cemal’in yolları ayrıldı. Ve birileri çıkıp, “Hükümet, Hasan Cemal’in yazmasını istiyor” hikayeleri anlatmaya başladı. Ancak unutulmamalı ki, bizzat başbakandan ve/veya hükümetten “Bu kişiyi gazeteden atın” şeklinde bir talimat gelmesine gerek kalmaksızın, bir başbakan çıkıp halkın, basının önünde bir gazeteciyi eleştirirse, asıl işi ticaret olan ve bu yüzden siyasi iktidarla arasını iyi tutması gerektiğini düşünen patron da o gazeteci-yazarı kovar. AKP ve Başbakan Erdoğan’ın basına tahammülsüzlüğü ile yılların gazetecisi Hasan Cemal artık yok (Aynı Ahmet Altan ve Mehmet Altan gibi demokrat isimlerin olmadığı gibi). Cemal, aynı bu hafta T-24 adlı sitede yayınlanan PKK’nın Kandil’deki bir numarası Murat Karayılan röportajında olduğu gibi, yine okurlarının karşısına çıkar ancak şu gerçekler unutulmaz: Başbakan Erdoğan, bir dönem kendisini destekleyen kişilerin bir süredir kendisine ve partisine yönelik eleştirilerini bile büyük bir kinle karşılıyor. Erdoğan, basın özgürlüğünü çiğniyor, eleştirilmek istenmiyor, hep alkışlanmak istiyor yani büyük bir ego patlaması yaşıyor ve bunu yaşamaya devam etmek istiyor. Gazete patronlarının asıl işleri ticaret olduğu için hükümetle ilişkilerini iyi tutmak istiyorlar, hükümetle karşı karşıya gelmek istemiyorlar ve dolayısıyla, omurgalı bir duruş sergileyemeyip çalışanlarına sahip çıkabilme cesaretini gösteremiyorlar. Ve basın özgürlüğü ve bağımsızlığının bu kadar kötü olmasında en büyük paya sahip olan medya… Medya ve basın örgütleri, eğer bir başbakanın, bir parti liderinin, bir partinin sınırlarını aşarak bir gazeteci ve yazarı hedef göstermesine sessiz kalmasaydı bugüne kadar, bugün bu demokrasiye aykırı durumları yaşamıyor olacaktık. Maalesef bir gazete düşünün ki, en çok okunan, yazılarıyla büyük bir etki yaratan 15 yıllık yazarına bile sahip çıkamıyor, “Vefa”dan eser göstermiyor.
 
***
 
Ve bize de sormak düşüyor: Türkiye 30 yıldır süren çatışmalardan barışa doğru ilerliyor, peki ya demokrasi?
 
Demokrasisiz barış olur mu?

Sponsor Bağlantılar

Basın özgürlüğü olmadan barış olur mu?