Benim adım GÜNAHKAR!!! Çok olmadı şu aleme gönderileli… Kimi bunu ömür diye adlandırırken, ben bir arpa boyu yol olarak tarif ediyorum. Dünyaya ilk defa göz kırpmamın hemen akabinde, fısıldandı geçici ismim kulaklarıma, namazsız bir ezanla… Henüz açılmamış, tertemiz ve cennet kokan hayat defterimin ön sözünü; ilk çığlığım ve ilk ezanım dolduruverdi benden habersiz… Her şeyin en cicisi, en temizi, en günahsızının temin edildiği varlığıma ilk ihaneti, belki de o çığlıkla yine kendim ettim. Buna rağmen; mini mini ruhumun, mini bir kusuru olarak görüldü de; çoookkkk uzun bir yoldan gelmişim gibi, hasretle sarmalandı bedenim, sevgi ile beslendi tüm zerrelerim…
Benim adım günahkâr! Beyaz bir bez parçasına sarıldığım gün ki gibi olmadı ne yazık ki tüm geçmişim. Sevenlerimin, henüz benim bir nohut tanesi kadar olan varlığımı haber almalarıyla start verdikleri; ilim, adalet, sevgi, saygı ve illaki arı-duru bir temizlik üzerine bulundukları niyazlar ve mutluluk dolu kramplar eşliğinde beslendim; annemin şefkat, dua ve fedakârlık kaynağından… Bahşiş için açılmış bir cebin seslenmesiyle yuvarlandım ömür ırmaklarımın kollarına… “nur topu gibi…” diyen sese inat; yüzlerde mutluluğun o ilginç hengamesini resmeden fotoğrafta, bir gözüm “nur” olarak vücut bulduğum diğer aleme takılıp kalmışken, bir gözüm ise nurumu söndürecek yeni alemi tanıma telaşına dalıp gitmekten çeviremedi merakını nedense… Yeni gelen yıllar hunharca diğerlerini ezip geçe dursun, yürek geçmişin özlemini nakşetmekten hiç bıkıp usanmadı asla. Ve bedenim büyüdükçe, kalbimde büyüdü, farklı sevdalar peşine düşmekten kendini alıkoyamadı bir türlü.

Sponsor Bağlantılar

Benim adım günahkâr! Hissettiklerim yüreciğime ağır gelmeye başladığı gün bıraktım, ailemin koruyucu ellerini ve gözyaşı dökmeyi. Ayakları üzerinde duran unvanına sahip olmak adına karışlamayı terk edip adımlar attım kendimce doğru, ancak sadece ve sadece nefsime nefer olma yolunda. Merdivenleri teker teker çıktım ama her bir basamakta ayrı bir isyan ve hırs ile tırmandım kariyer denilen arkası görünmeyen dağ yığınını. Ya da görmek istemediğim hazin bir sonu. Unutmadan söylemeliyim ki; O merdivenlere basamak yapmaktan hiç çekinmedim sayısını unuttuğum onlarca mazlum ve mahzunu… Helalinden yediğim yalanını o kadar çok dillendirdim ki; zaman geçtikçe ben bile inanmaya başladım bu uydurmasyon saçmalığa… Sadece o kadar değil benim yalanlarım, işte itiraf ediyorum. En ufağından, en büyüğüne öyle palavralar sıktım ki insanlara; Gözlerde büyürken, iç alemimde ufaldım, ufalandım, paramparça oldum, döndüm tamiri imkansız bir hurdalığa. Renklerle süsledim saçmalıklarımı mesela; pembe dedim bazılarına!

Benim adım günahkâr! Her türlü tenkiti düşman belleyip savaş açtım, önü sonu yaratılmış olana. Kulaklarımın pasını silmek adına dinlediğim her notayı kazıdım beynime kazımasına da; bir nasihati, bir tecrübeyi küpe yapamadım nefsimi yenip de kulaklarıma… O beni mest eden melodilerin büyüsünden sıyrılıp, icabet edemedim, günde beş vakit davet eden randevulara. O kadar dolu ve yoğundum ki; günümün yalnızca bir saatini feda edemedim tekbirlerle süslediğim secdelere, rükûlara, kıyamlara… Feda etmek mi! Benden alınacak değil de; Daimi veriş kapısı olan, sonsuz bir huzur iklimine yol almayı yakıştıramadım gencecik yaşıma. Zamanım değerliydi ya; okul bitiminde, evlendiğimde, işim-gücümü hale yola soktuğumda, emekliliğimde derken ömür defterini dolduruverdim dolu dolu bir boşlukla. Sanki dünyaya gönderilmiştim; ellerime tutuşturulmuş, akdi imzalanmış bir senetle.

Benim adım günahkâr! Karnımı doyurdum doyurmasına da; ruhumun bitip tükenmez açlığına çare bulamadım bir ömür. Gözlerimi dağladım da kör ettim, yokluktan kıvranan bedenlere. Önüme serilen her bir ele “Allah versin” derken, geldiğim hiçliği, hiçe sayarak söylendim durdum; bir kurşunun alıp götüreceği bedenimden ve bir kıvılcımın kül edeceği varlığımdan emin bir şekilde… Nerede lüks bir restoran, bir kafe varsa dağıtmak, huzur bulmak amaçlı arşınladım, arşınlamasına da; mekânların en rahatlacısının huzur koridorlarına sürüklenemedi ayaklarım. Bir servet dökerek edindiğim kitaplar arasında kendimi aradım durdum da; bana, insanlığıma, kulluğuma özel gönderilmiş o eşsiz rehberi elime alıp sayfalarına göz atmak aklıma dahi gelmedi bir türlü… Yalnızlığıma ses ararken, nasıl oldu da duymadım yıllarca gaibin o merhamet kokan bangır bangır sesini?

Benim adım günahkâr! Elimdekilerle yetinmeyi beceremediğimden mi, yoksa nefsimin dur durak bilmeyen aç gözlülüğünden mi bilmem ama; Hep daha fazlası uğruna didinmekle heba ettim ömrümün bahar iklimini. Hırslarımın boyunduruğu altında debelendim, kefenime cep dikilmesi nasihati verecek boyutta! Saygı aşılanan toprağımı susuz bırakarak, boyutlarını zorlamaktan çekinmedim saygısızlığın… Küfürler ağız dolusu, isyanlar boyu aştı, semalarda… Hayat benim  hayatımdı, bir kere geldiğim bu sözüm ona harikalar diyarında ezdiremezdim kendimi. Öyle de yaptım. Ezdirmedim kendimi, çiğnedim önüme gelen her şeyi… Kurunun yanında yaşta yanabilirdi, doğa kanunuydu bu ya; Doğada kanunları kim belirliyordu? Rabbimin kanunlarına kulak kabartmak yerine; kendi kendime kanunlar ürettim, temize çıktım her defasında. Gün gelip o ebedi kanunun yürürlüğe gireceği gerçeğini unuttum da…

Benim adım günahkâr! Bu gün kalu belanın hakikat gözlüğü takılıverdi körelen beynime. Vicdanım aman dilenmeye başladı kısık kısık inlemesiyle… Dua edin bana ne olur, yeter ki Allah versin de; onu bir elektroşokla döndürme kudreti, yine yıllardır açmayı unuttuğum avuçlarımın içerisinde.

Benim adım günahkâr! Gökler ağladı, ben ağladım bugün geçmişimi temizleme niyazı ile. Güneş yine kapandı sonsuz şükür secdesine… Rüzgârlar kelamı seslendiriyor duyuyor musunuz? İçli, yanık ve en hüzünlü bir kıraatle… Bedenim titriyor, yüreğim hazırlanıyor geriye dönüşü olmayan yeni bir hikâyeye. İsrafından sakınmadığım hayat defterimin son sayfalarına, asıl hayatın sevdasını çizeceğim bundan böyle… Emri hak vuku bulmadan, yıllar boyu uzaklığa hapseylediğim ruhum ezansız namazıma yetişsin de; Son bir defa bulsun kendini kıyamın o eşsiz lezzetinde…

 
Öznur Yılmaz Kirenci
14.09.2011