Yazar: oznuryilmaz

Bir Can İsterim Candan İleri

Bir yalnızlık türküsü benimkisi. Notalarında varlık içinde yüzen bir yokluk vardır öyle mahzun, öyle içli… Altın kafesinde çırpınan bülbül misali, yanık yanık dillendiriyor en can yakıcı, iç parçalayıcı melodilerini…   Yalnızlığın sildiği çokluğumun ardından ağıt yakıyor tüm zerrelerim. Saçlarıma düşen aklarım, gözlerimin altına imzasını çakan kırışıklıklarım ve illaki sızım sızım sızlayan pişmanlıklarım. Bir sürünün içinde kalan tekliğimle kıvranıyor kalabalığım. Çoğullarda kayboluyor yalınlığım… Öyle bir el olmalı ki çekip kurtaran; adına hayat dediğim koşturmacanın içinde sımsıkı sarmalamalı yalnızca beni. Elleri ellerimi ısıtırken yüreği ile yoldaş olmalı yüreciğime. Adına dost demişim, yar demişim, ana demişim ne çıkar daralan göğsüme nefes olmalı sadece. Kaldırmalı düştüğüm yerden böğrüme yönelen tekmeleri savurarak ve merhem olmalı yarama, basılan tuzlara inat. Yanlışlarımı horlamak değil, kabullenmek değil, doğruluk abası biçip kuşatmalı cengâver misali.   Bir yaren isterim gözlerimin nemine ağıtlar yakan ve bir can isterim canımın oflamalarına neşeler saçan. Derdimin dermanını kendinde değil de yine kendimde olduğunu bana hatırlatan ve tüm mutluluklarımda bir şükrüme bin hisseli ortak olan. Dualarını ve niyazlarını üzerime siper eden ve dünyasından dünyama ahreti katan… Hayırlarına ortak eylediği beni, şerlerin kıskacından koparmalı usulca ama çaktırmadan. Sözlerin büyüsüne kaptırmak yerine, yeri gediğinde tatlı tatlı tokatlamalı ama her tokadının acısına yine kendi çare bularaktan.   Bir dost isterim, gamıma, kederime boş ver demek yerine doldur bende içeyim demeli. Hayatıma girişinden pişmanlık duymak değil de çıkışından endişe etmeli. Her yediğinde beni anmalı dili ve her ortamında...

Devamını Oku

Korkumla Ümidim Diz Dize…

“Siyah gözlerinde beni de götür, artık bu yerlerde duramıyorum” diye haykırıyordu Bilal-i Habeşi… Ey sevgili ebedi hayatına, ebedi istirahatgahına uğurlamak nasıl da zor gelmişti gökteki yıldızlara eş tuttuğun sahabelere… Oysa seni Medine dağlarının eteklerinde gören habercilerin getirdiği müjdeler ile ne de büyük heyecan, sevinç ve illaki koşulsuz şartsız iman ile karşılamalarının üzerinden ne kadar zaman geçmişti ki?Vefatından üç gün önce yakalandığın hastalıkla hüzne mi boğdun tüm Resulullah âşıklarını? Ateşini düşürmek için su dolu kaba ellerini daldırıp gül yüzüne boynuna sürüşün geliyor sanki gözlerimin önüne. Kıyamıyorum, içim buruluyor kendi halime eyvah diyeceğim yerde… “La ilahe illallah… Ölümün de şiddetlisi var… Allah’ım günahlarımı bağışla, bana merhamet et, beni yüce dosta kavuştur” deyişin kulaklarımda çınlıyor adeta. Sen dahi af dilerken ben başımı hangi taşlara vurayım eyy günahı iman ateşinde yakan sevgili? Kızın Fatıma anamızın gözyaşlarına dayanamayıp; “Üzülme kızım, baban bugünden sonra hiç acı ve üzüntü çekmeyecek” demiştin ya sonra sana ilk kavuşanın o olacağını müjdelemiştin… Bize de yanında yer ayırdın mı sancağının o sonsuz ferahlık gölgesinde Eyy Mekke’nin goncası? Oysa senin yokluğunu fırsat bilen biz kendini bilmezler; kendimizden başka kimseyi bilmediğimiz küfür ve isyan çukurunun bataklık güleriyiz artık. Ne dermeye mide dayanır, ne koklamaya can. Senin yansımana ihanetle doldurduğumuz hayatımızda, neler ettiğimizi bilsen tutar mıydın ellerimizden ya da hüznün yüreğinden taşar, gözlerine dolar ve gözlerinden süzülüp yine yüreğine mi otururdu taş misali? Bizler bitsinde işimize bakalım diye; yemlenen tavuk misali yöneldiğimiz secde...

Devamını Oku

Dikkat!

Geçip giden zamana elden ne gelir?Kendini bilmeyen gafil bunu kaderinden bilirTutmak gerekir kalp yordamıyla ve usulcaDevir artık öyle devir, bunu böyle bilmek gerekirBoşa gidiyorsa şayet kurduğun onca hayalEline geçen vermiyorsa tatmin edici bir moralSineye çekeceksin can yordamıyla ve tevekkülleBudur bu oyundaki en can alıcı kural Sana göre bu dünya gelmiş geçmiş en büyük gayeElin kiri paralar her zorluğun önünde kaleO eli yıkamaya su bulamazsın biraz dikkat etteSana lazım olan tek şey var oda; azıcık irade Sıraladığın bahaneler çok duyuldu adı oldu bayatHiç kimseye yutturamadın, yemiyor da artık hayatYa ayağın doğru bas ya da çek git biraz yer açBilinmez nedir sendeki bu kırılmayan inat Geçim derdi bir yana gönlüne oturmuş darlıkGözün görmez olmuş ne kanaat ne de sağlıkAza kanaat etmeyen bulamazmış bolca varlıkZarar kalır elinde kalmaz olur beş kuruş karlık Sana yanlış yapana etiketin oldu namertDönde kendine bir bak önce nefsini köreltÖzüne dönene gelir en yüceden güzel davetO davetin sahibi hem kerimdir, hem de cömert Gönlünde bir deli rüzgar öyle keskin, öyle serinİçin dolmuş taşmış düşüncelerin fazla derinRuhun uçmuş sanki, solup gitmiş gülden teninBir yok olmakta yatar varlığa vuslatın senin Gittiğin yollar sana olsun bahçe, çiçekHer yolun ortasında bir kasis var, görmek gerekSen doğru olda, bostan olsun acı kelekSon sillesini atmadan kahpe dediğin felek… Öznur Yılmaz...

Devamını Oku

Biliyorum

Biliyorum çok yorgun hissediyorsun kendini. Öyle ki; Ne bacaklarında sorumluluklarını ve yaşanmışlarınla ağırlaşan bedenini, ne de beyninde o geçmişinin getirdiği karmaşayı kaldırabilecek derman kalmadı. Ve sen ne kadar aklından söküp atmak istesen de bir türlü anlayamıyorsun bu dünyaya gönderildiğini mi, yoksa dünyanın sana mı var edildiğini?Gelip-geçen her şey, seni mazide şöyle bir turlatırken ve geleceğinle ilgili bir dolu hayal, gönlünün bir köşesine usulca konuşlanmışken tekrar tekrar kapanıveriyorsun iç dünyanın seni senden eden anlaşılmaz kabuğuna… Günler, aylar, yıllar birbirleri ile yarış içerisine girmişken, bedeninle birlikte büyüyen sorumlulukların kemiriyor metanet kafesini. Daha yeni doğduğunda tek derdin yemek, içmek ve uyumak iken; bir iki sene kademe atlamanın getirdiği talepkarlıklarla tüm onlara ek bir de oyunların, oyuncakların ve sevgi arayışın eklendi öyle değil mi? Sonrasında çıktığın her bir merdiven basamağında yeni istekler ve o isteklerle eşantiyon gibi hayatına kurulan bir sorumluluk döngüsüyle yaşamak zorunda kalman gerekti evet biliyorum. Mesela ilk defa annenin ellerine sımsıkı sarılıp götürüldüğün okulun… Hayatında ilk kez vazgeçilmez koruyucu meleğinden ayrı kalma sorumluluğu ağır geldi belki ama olması gereken buydu ve sen isteksiz bir boyun bükme ile karşıladın yeni görevinin soğuk yankısını. Bir zaman sonra alışmış gibi göründüysen de hep o korunma içgüdüsünün getirdiği “bir başınalıkla” tutundun yeni hayatının günden güne bedenine çöken ayakta durma güdüsüne. Ve yeni arkadaşlar, yeni oyunlar ve dersler derken ilk aşkın acısını duyduğunda içinin daha keşfedemediğin bir köşesinde; eski ağırlıklara çoktan razı olmuştu bedenin ve...

Devamını Oku

Elveda Sevda…

Bugün bir mektup yazmak geldi içimden. Yıllar evvelinden tutunda, günümüzde her şekli mubah kılınan bir gerçeğin acı nidasını aksettirmek istedim, nedense demeyeceğim çünkü belli bir nedene sadık kalarak… Aldatmak, aldatılmak! Artık televizyonlarda dizilerden taşıp, realite şovlara hatta haber programlarına damgasını vuran bu gerçeğin, yüz karası rezaletinin empatiyle dışa vurumundan bahsetmek amacım.Aldatan sapkınların vicdansızlıklarına dem vurup, aldatılan muzdariplerin yarasına tuz basmak olacak belki de ama gönüllere çelme takan milyonlarca aşk hikâyesinin mutsuz sonla noktalanmasını satırlara dökmek istedim içim burularak… Daldan düşmüşün halinden ancak o dalın azizliğine uğrayan anlar elbette ama bir kadınsanız, o kadınlığa bahşedilen duygusallığın rehberliğinde, olayın kahramanının yerine oturmanız pek güç olmuyor aslında. Bende oturdum ve affolunası bir cesaretle karaladım birkaç satır, aldatılan kadın ağzından. Sevgilerin en büyüğü ve en unutulmazı eşim, Bundan on beş sene evvel sessiz bir bakışın yüreğime ılık ılık akışı ile kesildi ayaklarım yerden. Sözlerin hükmü ortadan kalkıp da, gözler ve tebessümlerin rehberliğinde yol almaya başladığımda, hayatımın en çarpıcı romanını yazmak üzere bana gönderildiğin gerçeğine kaptırmam güç olmadı kendimi bu sebeple. Önce birbirimizi tanıma çabasıyla adımladığımız yollar ve belki de ara ara pes etme noktasına getiren didinmeler, sadece romanımın en güzel sonla noktalanması arzusuyla tatlı geldi, yorgunluk ve inatları kırarcasına. Defalarca dillendirilen; “her insanın diğer yarısı” sözlerine dair arayışımı sonlandıran sen olurken; ben diğer yarımı bulmamın verdiği mutlulukla tuttum ellerini bütün olma hevesiyle. Ve sonrasında bir dolu koşturma ve harala gürelerin eşliğinde erdik muradımıza,...

Devamını Oku

Senden Arta Kalan

Bilmem hangi gündü, hangi meçhul zamandıGaliba mevsim kıştı yada belki bahardıSenin yokluğuna dem vurduğum başımda tüten dumandıVarlığına hasret cesedim senden arta kalandı…Gecenin zifirine bandırdığım uykusuzluğuma sırdaş oldu tavanMerdiven dayadığım yıldızlara pranga, sevda dediğin kapanBu gidişin çok ağır bana, öyle çetin, pek bir yamanYollarına bakan gözlerim oldu senden arta kalan… Yer yüzü yeşilden vazgeçeli, gökler mavisinden sıyrıldıGül bülbüle sitemkar, leyla mecnununa darıldıKirpiklerin ince urgan şah damarıma dolandıSon damla kanım senden arta kalandı… Burnumun direğine tütsü oldu özleminGönlümün bam teline vurur oldu sözlerinÖlüm fermanıma mı işler oldu ellerinSon tebessümümdü senden arta kalan… Sevdama geçit vermez önümce sıraladığın mayınRuhuma sarmaladığın kement öyle sıkı öyle kalınOkların yolladığın gergide olan yayınTuz basılmış yara oldu senden arta kalan… Gönlüme hüzün çöktü yokmu sende derde dermanHasretim arşa vurur azat et verde fermanYol aldı seni alıp uzaklara sürükleyen kervanBir virane han oldu senden arta kalan… Gökler feryadıma ağlar ahım bulutlara dolarBir fırtına koparda inceden efkarım yağarSana tuttuğum can yıldızım tutunamaz şimdi kayarBir pufluk dolunaydı senden arta kalan. Sen gidersin yol gider, gitmez oldu bedenimSenin olmadığın satıra varmaz oldu ellerimYa aman eyle ya da kan tutsun şu çırpınan yüreğimBir atımlık kurşun oldu bana senden arta kalan… Öznur Yılmaz...

Devamını Oku

Gün Olur Hesap Döner

İstemek inanmanın yarısı, başlamak ise bitirmeninmiş! Bu sözler rehberliğinde devam ederken rutinlerimize, nefes alıp-verme çabasından sıyrılıp; artık nefes darlığı çektiğimiz gerçeği ile yüz yüze bırakılarak idrakine varıyoruz bir şeylerin…Elimizi attığımız her yer kururken değil de, günümüz bal tutupta parmağını yalayanlar sebebi ile kurutulurken; ileriye dönüşler, çıkmaz sokaklara gebe kalmaktan kurtulamıyor ne hikmetse… İşin gerçek ehli, dışarıda kaldırım mühendisliğinde ihtisas yapa dursun, o işten bihaber çokbilmişler kendilerine basamak kazanma çabasıyla gemileri batırdıklarına; öğrenme, ustalaşma demekten çekinmiyorlar artık… İşin ilginci ise bu yağdanlık görevini hakkıyla üstlenen kişilerin sözüm ona şahsiyet sahibi! olanların egolarına yaptıkları yıkama yağlama ile ayakta durması pekte zor olmuyor nedense… Kendilerine inşa ettikleri suni cennette, artistik patinajları ile göze girmeyi başarıp, vicdanlarında en ufak bir manevradan aciz olan bu gökten inme yalakalar en üstlere ve çaktırmadan üstlerinin de üstlerine kuruluvermeyi başarıyorlar sessizce… Bu iş becericiler, konumları uğruna efendilerini dahi maşa gibi kullanmakta ustalaştıklarından, üçlü iletişim çemberine farkına bile varmadan çekilen biz alın teri savaşçıları oluyoruz da, ayakta uyutuluyoruz haberimiz ola… Kendileri çayı fokurdatan ateş olup demlik yerine koydukları patronlarını yaka dursunlar, onların sıcaklığını çevreye aksettirmeme görevi, bizler gibi nihale sınıfına piyango resmen. Oysa biz bu dünyanın cennet olduğuna ne kadar da kaptırmıştık kendimizi öyle değil mi? Para ve mülkün anlamından bihaber, rahatlığın batmasından muzdarip hıçkırıklar süslerdi boğazlarımızı. İsteklerimiz inatlaşmanın ve iki zırlamanın akabinde yerine getirilirken; geleceğin bizlere müjdelediği sorumluluklardan habersiz nasıl da mutlu oluyorduk dolu dolu… Diplomalar ve...

Devamını Oku

Benim Adım Günahkar!

Benim adım GÜNAHKAR!!! Çok olmadı şu aleme gönderileli… Kimi bunu ömür diye adlandırırken, ben bir arpa boyu yol olarak tarif ediyorum. Dünyaya ilk defa göz kırpmamın hemen akabinde, fısıldandı geçici ismim kulaklarıma, namazsız bir ezanla… Henüz açılmamış, tertemiz ve cennet kokan hayat defterimin ön sözünü; ilk çığlığım ve ilk ezanım dolduruverdi benden habersiz… Her şeyin en cicisi, en temizi, en günahsızının temin edildiği varlığıma ilk ihaneti, belki de o çığlıkla yine kendim ettim. Buna rağmen; mini mini ruhumun, mini bir kusuru olarak görüldü de; çoookkkk uzun bir yoldan gelmişim gibi, hasretle sarmalandı bedenim, sevgi ile beslendi tüm zerrelerim…Benim adım günahkâr! Beyaz bir bez parçasına sarıldığım gün ki gibi olmadı ne yazık ki tüm geçmişim. Sevenlerimin, henüz benim bir nohut tanesi kadar olan varlığımı haber almalarıyla start verdikleri; ilim, adalet, sevgi, saygı ve illaki arı-duru bir temizlik üzerine bulundukları niyazlar ve mutluluk dolu kramplar eşliğinde beslendim; annemin şefkat, dua ve fedakârlık kaynağından… Bahşiş için açılmış bir cebin seslenmesiyle yuvarlandım ömür ırmaklarımın kollarına… “nur topu gibi…” diyen sese inat; yüzlerde mutluluğun o ilginç hengamesini resmeden fotoğrafta, bir gözüm “nur” olarak vücut bulduğum diğer aleme takılıp kalmışken, bir gözüm ise nurumu söndürecek yeni alemi tanıma telaşına dalıp gitmekten çeviremedi merakını nedense… Yeni gelen yıllar hunharca diğerlerini ezip geçe dursun, yürek geçmişin özlemini nakşetmekten hiç bıkıp usanmadı asla. Ve bedenim büyüdükçe, kalbimde büyüdü, farklı sevdalar peşine düşmekten kendini alıkoyamadı bir türlü. Benim adım...

Devamını Oku

… ve İnsanlık Muhtacın Ellerinden Tuttu!

Doludizgin yaşıyorsun hayatı. Her nimet senin için var edildi ya, tadını çıkarıyorsun kendince ama tadında bırakmadan… Yıllar hiç geçmeyecekmiş, ömür tükenmeyecekmiş gibi davranarak kimi kandırıyorsun bilmem ki? Nimet içinde yüzüyor ama yüzü verenden, yüzsüzce astarını sorguluyorsun.Akşamları gittiğin iki saatlik kendini bulma seanslarında; öyle çok yiyor, konuşuyor ve öyle çok gülüyorsun ki, kendini kaybettiğinden bihaber rahatladım diyebiliyorsun. Kıyafetlerini, spor aletlerini, ayakkabılarını vs. sığdıramadığından, evinin küçük olmasına o kadar isyan ediyorsun ki; sığdıramadığın onca şeyi sana verene şükretmek aklına gelmiyor nedense… Kumandayı elinde tuttuğun zamanın onda biri kadar tutmuyorsun, Rabbinin sana hediye eylediği rehberi. Oysa unuttuğun bir şeyler var, beyninin ücra köşelerine sürgün ettiğin. Gözlerin görmez, kulakların işitmez oldu ya, yüreciğinde hissetmez mi oldu bilinmez… Sen tüm bunları yapar ve yaşarken; dünyanın bir yerlerinde açlık ve susuzluktan ölen insanlar var ey kalbine merhamet nakşedilen insan! Bir lokma ekmeğin kırk parçaya bölünüp, tüm aile bireylerinin boş olan midelerine tın tınnn tınlayarak gönderilişi var. Sen işkemben çatlayana kadar tıkınırken, ağzından bir susam tanesi geçtiğinde şükreden kullar var. Formda kalmak adına; yürüyüşten, koşmalara kadar yaptığın aktivitelerin işe yaramadığına veryansın edeceğine, açlıktan eti kemiğine yapışan insanları gör de şükret haline… Aç artık gözlerini ne olur? Kulaklarını tıkama yaşanan gerçek dramlara. Bir anne ağlıyor beslenemediğinden, yavrusunu emzirecek sütünün dahi kalmadığına. Çok uzaklarda değil, bak işte orada. Diğeri ise; dilinde en acı dualar ve yüzünde bitkin gözyaşları, salıverdi daha tazecik kuzusunu buz gibi toprağa. Durumlar zor, gönüller...

Devamını Oku

Elvedası Olmayan Merhaba…

* Kardeş bildiğim dostlara… Merhaba her birinin gözlerinde, gökkuşağının ayrı ayrı tüm renklerini barındıran canlara… Merhaba kalp gözü ile bakıp, candan sevgilerini birbirlerine hibe eden dostlara… Merhaba gönülleri birbirleri için kıyamda olan ruhlara… Merhaba yeni başlangıçlarıma, geri dönüşü olan ayrılıklarıma…Öğrenme arzusu ile kıvrılan yollarımız evvela bir çatı altında birleştiğinde yabancıydık birbirimize… Dilimizde alışılagelmiş iltifatlar, aklımızda cevabını bekleyen sorular… Aynı sıralara yerleştirildiğimizde; hem çocuksu bir sevinç, hem de yetişkinlere mahsus bir endişe ile kabullendik yabancılıklarımızı… Çokta zor olmadı bu gereksiz endişelerimizden sıyrılıp, birbirimizi tanımak, öğrenmek ve sevmek sanırım. Artık arkadaştık… Kim olduğumuzu, neci olduğumuzu bir kenara bırakıp sadece sevdik birbirimizi… Her şeyimiz ile; eğrisi-doğrusu, tamamı-eksiği ile kabullendik ve koridorlar boyu ufak ama kendi dünyamızın maceraları peşine düştük beraberce… Her birimizin diğerlerinin eksiğini ört bas eden özellikleri ile tamam olduk, bütün olduk, bir olduk… Birimiz şakalarıyla ortamı şenlendirirken, diğerimiz ağırlığı ile oturaklandırdı. Birimiz asabiliği ile ayaklandırırken, diğerimiz yumuşak başlılığı ile sükunet oldu… Ancak; Birimiz ağlarken geri kalanımız yüreğinde depremler ve yüreğinin cızır cızır sızlamasına engel olamadı. Ders zili ile derse, tenefüs ile bahçeye koşarken gözlerimizin, arkadaki diğerimizi kollaması ile anlattık dostluk kavramımıza, bir parçam arkada kalmamalı duygusunu… Birbirimize attığımız top değil de sanki sadakatimiz, güvenimiz ve illaki sevgimiz oldu. Ve tekrar derse dönmek üzere yöneldiğimiz merdivenlerin basamaklarında nefes nefese kalışlarımızda; diğerimizin destek eli, darlık çekenimize suni bir tenefüs oldu… Beraber şarkılar söyledik başlar birbirine dayalı. Türküler mırıldandık… Ham meyvayı kopardılar dalından...

Devamını Oku

Cennet Kokulu Annem

* Anneciğime ithafen… Canımı kanıyla besleyen annem… Sanırım bu satırları çook evvel, daha yeni yeni harfleri yerli yerince oturtmaya başlayınca yazmalıydım. Biliyorum yürek kokan kadın, biliyorum çok şey istemezdin… Henüz dört harften müteşekkil ANNE kelimesini allayıp, pullayıp, rengarenk çiçeklerle donatıp sunmam bile, senin için tarifi imkansız bir mutluluk olurdu söylemene gerek yok inan bana.Şimdi oturup düşününce anlıyorum ki; Renk cümbüşü halindeki geçmişin siyah-beyaz kareleriyiz biz. Ve ebruli desenlerin tozpembe hayallerini yaşadık yıllarca… Saçları ak, alnı ak, gönlü berrak anneciğim. Birgün gelecek yavrucağım, bir gün gelecek ve beni çok iyi anlayacaksın derdin ya, işte o gün, bu gün oldu ve şimdi ne demek istediğini gayet iyi anlıyorum… Aynı da senin gibi oldum desem inanır mısın? Aklımın ermediği zamanlarda bizler için taşıdığın endişeyi artık bana emanet edilen ufak bir beden için taşıyorum. Şimdilik o da beni anlamıyor ama adı annelik ya daha ne olsun? Tüm duyguları aranjman etmedikten sonra ne anlamı kalır değil mi? Sevgi emek ister, sabır ister, fedakarlık ister sözü bir aşkın tarifi değilmiş, öğrendim ve haykırıyorum tam tamına senin tarifin anneciğim… Nitekim senin yüreğinle büyük bir özveri ve sabırla suladığın tomurcuk iken, şimdi goncagül oluverdim de bende yüreğimin sızısı ile besliyorum tomurcuğumu. Sana göre en tatlısından dünya meyvesiyken ben, onu besleyen toprak ve deren bahçıvan oldun sen… Hayat seninle daha bir tatlı, daha bir güvenilir ve daha bir kolay oluyor annem. Küçücük ama dört kişilik ailemize yeten evimizin...

Devamını Oku

Küfürden Küf Tutmuş Siyaset…

Yazıya nereden başlayacağımı bilemiyorum ama bu yazıdan sonra bir kısmı en yakınlarım olan birçok kişiden tepki alacağımı gayet iyi biliyorum. Ama olsun… Vicdanımı dinlemekten sıkıldım ve içimde sızlanan Müslümanlık bilincimin verdiği dürtü ile Vira Bismillah diyerek oturdum, evimde oluşturduğum yazma-okuma köşeme…Evet, ruhumu çok derinden yaralayan bazı gerçekleri sizlerle paylaşmayı görev bildim kendime, belki de düşmeden haddime… Hani son zamanlarda mı desem yoksa yıllarda mı karar veremedim yaşadığımız siyasi çatışmalardan ve psikolojik baskılarından konuşalım birazda. Size de rahatsızlık vermiyor mu bazı söylemlerim yıkıcılığı, kırıcılığı ve sizleri Müslüman bile görmediklerini tekrar tekrar dile getiren o siyasi parti fanatiklerinin bu fütursuzca tutumları? Yazımın başında da belirttiğim gibi, yakın çevremde çok olmasa dahi bir elin parmakları adedince var bu tiplerden. Başlarda ne de çok yaralardı beni ve öfkemden deliye dönerdim de yüzüm ala al, mora mor olurdu onları dinlerken. Ama susmayı tercih ederdim neden mi? Gazali’nin de söylediği gibi “Cahillerle tartışmaya girmeyin, ben hiç yenemedim” sözü aklıma geldi geldi yuttum tüm sitemlerimi. Bu, sözüm ona mücahid kimseler ise suskunluğumuzu onların engin bilgilerine!!! olan saygımızdan yahut onaylamamızdan kaynaklandığını sanarak daha da alevli sürdürdüler saldırılarını. Oysa yine Mevlana’nın “Edepli edebinden susar, edepsiz de onu ben susturdum zanneder” sözünün yansıması, işte tam bu noktada söylenecek en güzel sözlerdendir. Bir süre siyasi bir partinin ilçe sekreterliğini yapmış biri olarak, siyaseti az-çok, yakından-uzaktan analiz etme gibi bir fırsatım olduğundan dolayı, işte bu tarz yaklaşımların siyasi psikolojisi her zaman...

Devamını Oku

Nere Gitsem Kurtulamam…

İnadı tutan damarlardan,Vara-yoğa gelen şamarlardan,Haksız yere azarlardan,Nere gitsem kurtulamam… Vakitsiz öten horozlardan,Boyumca kuyu kazanlardan,Yüze gülen nazarlardan,Nere gitsem kurtulamam… Ufkumu örten dumanlardan,Çıplak koyan tumanlardan,Tanınmaya engel boyalardan,Nere gitsem kurtulamam… Yaklaşınca kaçanlardan,Sırtım sıra yanaşandan,Ardım sıra konuşandan,Nere gitsem kurtulamam… Ruhu tenden soyanlardan,Boş bilinmeze sokanlardan,Yarı yolda koyanlardan,Nere gitsem kurtulamam… Kadınlaşan adamlardan,Adamlaşan kadınlardan,Sahteleşen asıllardan,Nere gitsem kurtulamam… İyiliğe ağıt yakanlardan,Kötülüğe göbek atanlardan,Yas tutup,zil çalanlardan,Nere gitsem kurtulamam… Türlü tezgah kuranlardan,Şeytana çanak tutanlardan,Şefkati sinesinden vuranlardan,Nere gitsem kurtulamam… Yusuf gibi kuyulardan,Eyüp gibi sabırlardan,Bilal gibi sahralardan,Nere gitsem kurtulamam… Sil sil bitmez çamurlardan,Esip giden boranlardan,Gereksizken bedduadan,Nere gitsem kurtulamam… Musallaya uzanmaktan,Topraklara sarılmaktan,Ömrü de çalan son bahardan,Ne yapsam da kurtulamam… 11.04.2011Öznur Yılmaz...

Devamını Oku

Sen Gibi Olamam ki Ben…

Oturmuşsun köşene; kibirde, süste, püstesin.Sorsalar şahsını günde, şanda, ündesin!Gelip-geçen yolcu derki; handa, zanda, dündesin,Senden gelen namla şeref kazanmam ki ben… Yürüdüğün yollar; dağlar, taşlar, patika.Zannediyorsun gül bahçesi bırakırsın ardında.Küçük dağları boşuna sen yarattın sanma,Senin  bozkırında çiçek açamam ki ben… Söylediğin her sözde; kalite,caka ya da para,Çalıştım diyorsun kalmazmışsın asla darda!Bedenin eğreti durmuş sırtındaki markada,Seninle uyamam ki vazgeçmediğin modaya… Başında boyan boyan üç tel kalmış sırma saçın,İnce bileğinde sallanır varın-yoğun tüm takın,Bir parmak daha çıkmış gibi sırıtıyor, tek taşın,Senin malınla ruhumu satılığa çıkaramam ki ben… Yazık ki kendini vazgeçilmez sanırsın.Nerde zengin görsen soy sop bilir,tanırsın.Fakirle işin olmaz,asaletinden utanırsın.Senin çevre dediğinden dost kazanamam ki ben… Avrupa görmüş gibi pekte dirilip,dikilirsin.Gelinlik kız gibi;süzüm süzüm süzülürsün,Leydilere, lordlara büklüm büklüm bükülürsün.Senin Avrupa’n için Türk kanımdan geçemem ki ben… Odandaki aynada sanki görürsün güneş,Güneşin ışığı; endamına,güzelliğine eş.Kaptırmışsın kendini, kayıp ruhun gariptir, serkeş.Senden geleceğe ümitle, perde kapayamam ki ben… Say say bitmiyor hayrına yaptırdığın şadırvan,Bilmem kaç kişiyi kurtarmışsın acından,İbadetin gizlisi makbul ya; elinden düşmezmiş Kur’an!Senin tefsirinle amel işleyemem ki ben… İş adamı, manken, artis çıkmaz olmuş evinden,Bir lafına bakılırmış; süzülecek tatlı dilinden,Bir kaçan kurtulurmuş, bir de uçan elinden!Tenezzül edip de, önün sıra koşturamam ki ben… Misafirin sormuş; Hani kıble neresi?Diyorlar ki;altın işlemeli örtüsü, seccadesi.Önlerinde sırıtırmış boy boy resim karesi,Senin ecdadına dönüp secde edemem ki ben… Hayvan hakları diye bangır bangır bağırırsın.Sokakta kalmış aça tiksinerek bakınırsın.Bu gün göklerdesin, yarın düşmeyecen mi sanırsın?Senin çığırtmalarına, kulu hiçe sayamam ki...

Devamını Oku

Ölümden Dirilişe…

Gönül vuslatına hasret yanıp kavrulurken; davet ettin, konuk etmeyi lütfeyledin ve sana cevabım zaten belliydi; ”Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” (Buyur Allah’ım buyur…)Geldim ikram evinin kerim olan sahibi. Tokmağına sürmeye nasıl cesaret ettim bu günahkar elleri bilmem ama; Beyti gümüş, kapısı pırlanta olan güzeller güzeli, sen duydun bakırdan tıklamalarımı. Ve o An… Güneşin altın vuruşlarıyla parlayan dere misali yüzüme pişmanlığımı çizgi çizgi resmetti gözyaşlarım. Şimdi ateş böceği gibi; elimde tespih, yüzümde bir mahzun sel, üzerimde kefenim, ardımda ise tren vagonu gibi ahlarla-vahlarım… Nurunun etrafında dört dönüyor cesedim… Her bir şavtta kalbim damarlarıma kan yerine bin bir pişmanlık pompalıyor. Pişmanlığımın yuhalamalarıyla bedenim kaskatı dikiliyor. “Affetmeyi seven olmanın” verdiği ümitle; bu derbeder halet-i ruhiyeden sıyrılan gönlüm, tekrar tekrar sana sevda kesiliyor. O ana kadar gelmiş geçmiş bütün vakitlerimi, şimdiki zamanımla harmanlayıp, tadına doyulmaz bir zaman bileşiminde buluyorum kendimi. Cismim döndükçe, gönlüm mantığıma daha net temas ediyor. İşte o vakit idrak ediyorum ki; kahrı da lütfu da hoş olan seni sevmek,  tüm dünya zorluklarına meydan okumak oluyor. Beytine yönelip de açtığım el, ya uzun uzadıya bir sessizlik, ya da çenesi düşük bir çaresizlik gibi… Derken; Çaremin, ilacımın hemen yanı başımda olduğunu görüp, yüreğime imkansız bir huzur serpiliyor. Senden dilemesine nasıl utanmadım, isminle süslemediğim dili bilmem lakin; her “Aman Yarab!” dediğim niyazımın sonunda büktüğüm boynum gibi, cümleler öksüz kalıp, kelimelerin boynu bükülüveriyor. Ve ben söyledikçe sesim bağrı yanık bir köşeye çekilip içli içli ağlıyor. Secdeye...

Devamını Oku

Ruhumun Nefsimle Mücadelesi

Dokunmayın bana ne olur, dürtmeyin uykuya dalmış hayallerimi. Sessizliğe gömmeliyim bütün duygu ve düşüncelerimi… Anlatmak istesem de; kesilen viyaklamasıyla, boşa çırpınıyor isteklerim. Bir bebek misali; nazlanmak arzusuyla ovuşturuyor düşlerini serkeş gönlüm. Kılıç-kalkan oynuyor ruhumla nefsim. Yenilen yok, galip yok… Tutup kaldıramazsınız havaya birinin yumruğunu. Ortada kalır kendi elimde sandığım kaderim.Ruhumun kapısını araladım bugün. Çeyiz sandığı misali; serdim önünüze simli emellerimle, rutubet almış ahlarımı. Motif motif gözyaşlarımı, ilmek ilmek vahlarımı… ”Tıpkı ben” dedirtecek sözler var satırlarda. Armağan olsun buda benden, okuyup da anlayana… Benliğimi gıdıklayan nefsim her daim baş ucumda, o vakit sanki alem parmağımın ucunda… Dünya boş ve yalan gerçeği hep dilimin ucunda, bir gözümün ucu da malda, mülkte, parada… Nede güzel söylüyorum “güzeldir gül dalında”. Tezatlıklar benim işim; o gül şimdi süsüm odamdaki vazomda… Başımı secdelerden kaldırmak istemem ben! Sopa yutmuşum sanki, bir türlü belimi bükemem ben! Ellerimi arsızca açıp ta cennet, Kevser dilenirim. İşlediğim günahlarla sevaplarımı kemiririm. Beş vakit kıyamda çok çabuk yorulurum! Sağlığımı düşünür fır fır döner dolanırım. Zaman gelir kaybolurum et yığınları arasında. İllaki bir ben bulurum her birinin simasında. Varlığıma yakıştırmam bir bir sönen ışıkları, hırçınca karşılarım yüzümü tokatlayan bakışları. Mendilimin kıyısına oyaladım sessiz sulu çığlıkları. Çok mu ciddiye alıyorum yoksa şu tadına doyamadığım hayatı? Neden geride bırakamıyorum ben dünya telaşını? Hergün tekrar tekrar akıyor ona doğru gönlümün haz pınarı. Ama oda iyi biliyor kan alacağı damarı… Dilimin sustuğu yerde açılır yüreğimin çenesi, dilim...

Devamını Oku

Yıkılmaz Çınarım Babam

*Babacığıma ithafen… Cismimi ömrümün en güzel yerine kazıyan adam…Harfler sana kopup gelsin bugün. Alfabem inlesin her bir dokunuşumla. Kifayetsiz kelimeler seni tarif etmeye. Boğazıma kat kat dizilen hıçkırıkları söküp önümde sürüklesin kalemim.Canımın dünyaya teşrifime vesile olan, yüzündeki her bir çizgide yılların hikayesini taşıyan babam…söze nerden başlamalıyım yardım et dondum kaldım. Soracak olursan bir sıkıntım yok İyiyim, bahtiyarım ama nedir bu yaşantıma tuz katan doyulmaz tadın. Artık her daim yanı başında, çekyatının bir ucunda, gözlerinin önünde değilim. Hayatımın belli bir kısmını geçirdiğim baba ocağından alınıp da bambaşka bir yere, bambaşka insanlarla, hiç bilmediğim yeni bir tarza adım attım. Her yavru kuşun gün gelip de yuvasını terk ettiği gibi bende araladığın ellerinden kayarak uçuverdim  yeni bir maceranın peşine. Sense belime bağladığın kurdelenin rengiyle yarışırmış gibi ağlayan yüreğindeki kan pıhtıları, belki de tarifsiz bir sızının eşlik ettiği gözlerindeki mutlulukla kucaklaşmış hüzün yaşları ve dilinle yüreğinin hemfikir olduğu en güzel dualarla uğurladın beyaz güvercinini çıktığı kapının ardından boynu bükük ve gururla. İçimde kendime ait bir yuva kurmanın mutluğunu yaşarken, geçmişimi karşıma aldım; yüzüme iç çekişli gülümseme konduran geride bıraktıklarımın büyüsüne daldım. Zihnimde fotoğrafladığım her bir karenin en merhametli köşesinde ben seni ve yine seni buldum. Az buz bir zaman değildi kalplerimizin aynı evde attığı. Adı belki aydı, belki yıl ama bize aitti ve saniyesi  asırlara bedeldi. Şimdi bana sevmelerin değil, kaş çatmaların bile bir başka kıymetli. Hani sıcacık avuçlarının içerisine alırdın da ellerimi...

Devamını Oku

Minik Mucize

*oğluma ithafen… Uzun bir bekleyişin ardından gelen mini mini bedenli, koskoca yürekli mucize… Korku dolu bir çığlıkla başladı hayatın. Doğumhanenin soğuk duvarlarının endişe kokan havasında, seni heyecan ve 9 ay 10 günlük bir sabırla bekleyen insanlara yaygaracı tavrınla verdin ilk selamını.Bir başkası olsaydı bu tantanayı kopan fellik fellik kaçacak olan kişiler sabırlarının meyvesi olan senin etrafını sevgi çemberiyle donattılar. Zaten nazlı ve kaprisli tutumundan kaçamazdı kimse, tabi ki sen istemedikçe… Sıcacık ortamından koparılıp buzlar ülkesi olan şu aleme çekilmek işine gelmedi beklide… Sana özel hazırlanmış cicilerinin arasında kaşık kadar suratınla getirildin, ömrünün en azından bir kısmını geçireceğin Müşvik anne kucağıma. Ufacık vücudun kaybolurken kollarımın arasında, sıcak nefesin karışında iç çekişlerime ve her şeyden bihaber, tertemiz, pırıl pırıl bakan gözlerin buluşunca; dünyanın türlü hallerinden sönmüş, kiriyle matlaşmış gözlerimle gönlüme akan, pınarlarımdan çağlayan bir duygu seli oldun bana. Ve daha içimde ilk kıpırtısını hissetmeye başladığım andan itibaren hayranlığını yüreğimin en derininde hissettiğim varlığı karşımda görmenin heyecan, şaşkınlık ve sevincini yaşamaya başladım kıpır kıpır. Ruhumu dünyadan sıyırıp da yalnızca sana yönelttiğimde şefkat denen mefhumun en koyusuyla baş başa kalıverdim. Seni bana verene şükrederken, yaşamını suni bir cennetteymişçesine geçirmen için niyazda bulundum Rabbime… Ömür dediğin neydi ki zaten küçük varlık? Senin için tadil ettiğim duvarları sevgiden, pencereleri sabırdan, zemini merhametten oluşan koskoca bir şatodasın şimdilik. Yıllar bedenini eskitirken, seni yer yer kucaklayıp sarmalayacak, yer yer kapısının önüne koyacak, bir ömür neye benzediğini dahi...

Devamını Oku

Hayatla Anlaşma

Saatler gecenin bir yarısını gösterirken, aldım yine dostum olan kalemi elime, çiziyorum karalıyorum, oynuyorum sadık bekçim kağıdımın üzerinde… Kalemim kayarken, mürekkep damla damla desen desen damlarken satırlar arasında, dans ederken kelimelerin anlamında daldım derinden bir tefekküre; Yaşadığımız hayatı düşünmeye…Kimine gülücüklerin, kimine içinden çıkılmaz dertlerin kapısını aralayan şu dünya haline… Zamanı geriye almak gibi bir lüksüm olsaydı, hangi noktada bulurdum ki acep kendimi diye… İçlerinden birini seçemedim geride bıraktığım anılarımın, koparamadım birbirinden. Anladım ki acısı bile tatlı geliyor insana üzerinden zaman geçtikçe. Hayat sen bize neler sunmuşsun öyle? Hak veriyorum sana içinde koşturmamalı sadece. İnsan uzaktan bir bakmalı, taa yüreğinde hissetmeli, binbir aromanı ciğerlerine çekmeli bir de. Yıldız yıldız parlamışsın, yağmur olmuş, şimşek çakmışsın gökte. Çiçek olup açmışsın, böcek olup gezmişsin yerde. Damla damla coşmuşsun gözde ve hasret olup düşmüşsün dilden dile… Acısıyla tuzlusuyla senin tadını çıkaracakmışız sözde. Çözemedik bu işi nasıl olacakmış sen bize söyle. İpleri gevşettin, coşkuya yol verdin ardı sıra dört bir koldan sıkıştırdın köşelerden köşelere. Özgürlüğe kapı oldun da ne oldu sanki? Sınırı olmayan sınırlar koydun önümüze. Hayat, arsız kıskacından daha kurtulamadı kimse. Alimini de, cahilini de  ölüme sürükleyeceksin neticede. Her bir sesin, görüntün getirir bizi zevke. Sevgin var, sabrın var, zulmün var esen yelde. Dağın taşın durmaksızın çağırır bizi zikre. Kurtulmak isteyene yol olursun dolanırsın çepeçevre. Başına buyruğa bir tekmede sen atarsın düştüğü yerde. Huşu süzülür, huzur dolanır sevinç çoğalır… Ama illaki sarmalar hepsini bir...

Devamını Oku

Prangalı Özgürlük

Sözlerin tükendiği yerde başlar gözyaşları. Asıl ise; sözlere anlam katan da onlardır bilinmez. Acizlik olarak görülür, bazen çaresizlik… Oysa sessiz çığlıklardır yavaşça süzülen gözlerden ve dile vururken anlam kazanan. İçe atılır ara ara… İşte başörtülü oldukları için suçlanan, kapılara sürülen, bekletilen, itilen, hor görülen kızlarımızın dili oldu her daim bu gözyaşları.Alfabenin A’sı oldu B’si oldu yer yer. İstenene, dileklere odaklanma oldu, motivasyon oldu. Neydi ki günahı onca kız kardeşimizin de bunca gözyaşına mahkum bırakıldılar??? Dillerine vurulan kelepçelerle, okumak isteyişlerine, çalışmak, yer edinmek isteyişlerine vurulan prangalarla dibe doğru çekildikçe semaya yükselen pırlanta gençlik. İstedikleri atla, deve değildi. “Oku” emrine itaat etmek, belki kariyer, belki faydalı olacağı bir yer ve belki de evde aş bekleyen ahalisine bir lokma ekmek götürebilmek savaşıydı onlarınki. Ne isteniyor başörtüsü gençliğinden? İç dünyalarında pembe düşlerinde gezen çetrefilden uzak insanımı neden koyu renklere mecbur bırakmak, kaos ortamının merkezine sürüklemek? “Siyasi bunlar” derken siyasetin ta kendisine alet edilmek ne büyük bir haksızlık. Hey sen örtülü müsün; yerin evdir… Sen bir anne, bir eş, bir ev hanımı belki de bir hizmetçi olabilirsin ötesine hacet yok (!!!) Okumak, çalışmak senin neyine be kızım. Yer mi edinmek istiyorsun? İşte televizyon karşısındaki koltuk, işte bulaşık dolu tezgah, işte çamaşırlar ya da ütü masası başı. Senin yerin evindir. HAYIR… Bütün gücümüzle, sesimizle ve varlığımızla HAYIR diyoruz bunlara. Başı örtülü arkadaşım tüm bunların yanı sıra okur, araştırır, bulur, çalışır ve aklınızın alamayacağı en olağanüstü,...

Devamını Oku