Her ne kadar eylemler bu kadar şaha kalksa da bunlar arasında ortak bir bağ kurulamıyordu. Kimisi işçi – burjuvazi ayrımını içine sindiremiyor kimi eylemlerde de özgürlük isteniyordu.
Türkiye’de sistemli mücadeleye dönük ilk belirtiler 1968 yılında ortaya çıkmaya başlamıştı. Amerika yanlısı Adnan Menderes’e karşı ilk sistemli ayaklanmalar gerçekleştiriliyor ve öğrenci hareketleri amacına ulaşıyor ve Adnan Menderes ise dar ağıcına mahkum ediyordu. 1961 Anayasa’sının nispi özgürlükçü ortamında darbeden sonra 1974 yılına kadar hapiste yatan gençler dışarı çıkıyor ve onlara yeni beyinlerin katılımıyla Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF), DEV-GENÇ, Ülkü Ocakları Teşkilatı ve Türk Halk Kurtuluş Ordusu gibi yeni oluşumlar tek tek vücuda geliyordu. Öğrencilerin teşekkülüyle ortaya çıkan bu örgütler birbirinden ideoloji bazında ayrılsa da teşekkülü meydana getiren gençlerin ortak bir özelliği vardı; bunlar OKUYAN, YAZAN ve ÜRETEN genç beyinlerdi.
Öyle günün magazinine kendini bulaştırmadan kendi düşünceleriyle Türkiye’nin daha aydınlık ve ileri bir ülke olması ülküsüyle teoriler üzerinden tartışıyorlar, hatta kendileri yeni teoriler ortaya koyarak onun üzerinden iktisadi ve sosyal analizleri rapor ediyorlardı. Türkiye’nin sahip olduğu ve özlediği gençlik hareketlerini yönlendiren genç adamlar, hiçbir zaman konferansa gelene ‘yumurta’ atmamış bilakis karşıt görüşlü hocalarını dinleyerek onlarla ateşli tartışmalara girerek kendilerinin aslında ne kadar donanımlı olduklarını ortaya koymuşlardır. Gerektiği yerde şiddete de başvurmuşlar ancak bu yol onların susturulması için idama götürülmeleri ya da polisin sıktığı mermilerin arkadaşlarını öldürmesi yüzünden hasıl olmuştu. Hatta biri idam ağacına giderken son dakikalarında Türkiye’de yeni çıkan Toprak Reformu’nu beğenmeyerek önce onu eleştirel bir yazı yazmış ve bu dünyadan ayrılmasına saatler kala Toprak Reformunun olması gereken şeklini teoriye dökmüştü. Bir diğeri atıldığı hapishanede Nispi Refah Teorisi’ni ortaya koyarak Sosyalizmin ekonomik refah kuramını güçlendirmişti. Bir başkası ise ileri görüşlülüğüyle dağılacak Sovyetlerin bağrından kopacak olan Türk Dünyasının bir çatı altında birleştirilmesi için yapılabilecekleri siyasi, ekonomi ve uluslar arası düzey bazlı hareketler ile girişimleri kaleme alıyordu.
Peki ya şimdi. Yazmayan, teori üretmeyen ve en önemlisi de kulaktan dolma bilgilerle kraldan çok kralcı olan gençler…
Kendilerinden bilgi ve tecrübe bakımından kat kat üstün, Sebour Üniversitesi Hukuk Fakültesi Liyakat Nişanına sahip sayılı Türk akademisyenlerden birisini dinlemeden susturuyor hem de alelade sivil demokrasinin öngördüğü protesto şekliyle olmamakla beraber son derece lakayt bir şekilde bunu icra ediyorlar. Hem de bunu gündeme bomba gibi düşmek için yapıyorlar, kendi egolarını da sahte mülkiyeli ruhuyla tatmin edip, üniversitelerine gelen bir hukuk üstadını sırf aktif siyasette olduğu için manevi açıdan yaralıyorlardı.
Acaba hangisi Marx’ın sistematik teorisini ya da Das Kapital’ini okudu ya da Mahir Çayan’ın yazdığı nispi refah teorisini. Ya da kaçı Alpaslan Özmol’un Turan ütopyasını okudu veya Hitlerin Kavgam dediği şeyi idrak edenler var mıydı aralarında. Aslında en önemlisi de bir araya gelip bir teori tartışmışlar mıydı uykusuzca.
Bunları yapmış olsalardı önce kalemle savaşmayı tercih ederlerdi. Araştırmadan, kulaktan dolma bilgilerle, siyasi kimliği yüzünden bir bilim adamına yumurta atmazlardı en azından. Bir genç olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliyorum ki, Evet bu gençler o gençlerden değildi. Bu gençler aydınlık Türkiye’nin değil kaos devriminin birer sahte neferleriydi.
Son olarak iyi ki Yüce Önder Kemal Atatürk bu çirkinliği görmedi.
Ve Yunus Emre’nin de dediği gibi;
İlim, ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Eğer kendin bilmezsen,
Bu nice okumaktır.
Gökhan Çayan
Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi
gerçekten güzel bir yazı elinize yüreğinize sağlık. devamını bekleriz…