Can Şenliği Romanının Özeti

Nail Bey, şehrin güney yamacındaki bağı için Hamamcı Mustafa’dan bir bekçi bulmasını ister. Mustafa Ağa, seksen yaşında gariban bir adam olan Hüseyin Ağa’yı getirir. Bağ sahibi Nail Bey, Hüseyin Ağa ile aylık yüz yirmi liraya anlaşır. Hüseyin Ağa, karısını yıllar önce kaybetmiş, hayırsız iki oğlunu da yaklaşık otuz yıldır görmeyen, yalnız yaşayan, yoksul bir adamdır. Kulağı azıcık ağır duyar, fakat gözleri sağlamdır. Nail Bey’in bağındaki üzümleri, elmaları çocukların talanından koruyacaktır.
can şenliği, can şenliği abbas sayarHüseyin Ağa bekçilik yapacağı bağa gider. Bağda kendisi gibi yalnız ve kimsesiz bir haymelik vardır. Bağa yakın evlerden çul çuval ister, kendisine yatak yapacaktır. Ancak sudan başka bir şey vermezler. Birkaç gün kuru toprağın üzerinde yatar.

Sponsor Bağlantılar

Nail Bey üç gün sonra bağa uğrar. Bekçiye yiyecek ve sigara getirmiştir. Hüseyin Ağa hayat hikâyesini anlatmaya başlar; hayırsız oğullarını, sıkıntı dolu hayatını… Nail Bey, uzadıkça uzayan, ucu bucağı görünmeyen konuşmaları bir bahaneyle keser, bağdan ayrılır. Hüseyin Ağa, her seferinde kaldığı yerden anlatır.

Hüseyin Ağa, çocuklarını okutmak istemiş, ancak çocukları okumaya heves etmemişlerdir. Bir meslek öğrensinler diye büyük oğlunu semercinin, küçük oğlunu da kalaycının yanına verir.

Yukarı mahallenin çocukları, bekçinin yaşlılığından, kulaklarının ağır duymasından ve dalgınlığından faydalanarak bağa girip meyveleri talan ederler. Önceki yıllarda Nail Bey’in bağına bekçilik edip birkaç kuruş kazanan İhsan Ağa, biraz sitemkâr bir tavırla bağın yeni bekçisini şikâyet eder. Nail Bey, bu şikâyetin asıl nedenini bildiğinden söylenenlere kulak asmaz.

Hüseyin Ağa, sigarasını keyifle tellendirerek hayat hikâyesini anlatmayı sürdürür. Yıllarca eşekçilik yapmış, eşeklerle meyve sebze, odun kömür taşımış. Türlü cephelerde yıllarca savaşmış. Büyük oğluna bir semerci dükkânı açmış, işleri ilerletmişler. Oğul, bir süre sonra babasını bir uşak gibi çalıştırmış. Hüseyin Ağa, oğlunu evermiş. Gelin kısa süre sonra homurdanmaya başlamış, evi dirliğini kaçırmış. Birkaç yıl bu zehirli aşı yemişler, karısı bu duruma fazla dayanamamış, kahrından ölmüş. Karısının dolduruşuna gelen oğul, babasını evden kovmuş, kendisine bir kadın bulup iç güveysi gitmesini söylemiş. Hüseyin Ağa bir süre küçük oğlunun evinde kalmış. Oğluyla beraber köylere kalaycılığa gitmiş. Önceleri kayınbabasına güler yüzlü davranan gelin, sonradan surat asmaya, homurdanmaya başlamış. Karısının dolduruşuna gelen küçük oğul, babasına biraz da ağabeyinin yanında kalmasını söylemiş, yani kibarca kovmuş babasını.

Nail Bey, bağa sessizce gelir. Hüseyin Ağa’nın kulaklarının ağır duymasını fırsat bilerek bir süre onu gizlice gözetler. Kötü bir niyeti yoktur. Hüseyin Ağa kendisiyle dalga geçen üç beş korkusuz, haylaz çocuğa küfürler savurur. Yaşlı olduğu için çocukları yakalaması mümkün değildir. Yaşlı bekçi, hayat hikâyesine kaldığı yerden devam eder.

Hüseyin Ağa, küçük oğlunun evinden kovulduktan sonra Hoşet’in hanında kalmış, handaki eşeklerin bakımıyla ilgilendiği için de hancı, kendisinden para pul istememiş. Bir gün hancı, “bu handa adam da beş kuruş eşek de beş kuruş” ilan çıkarmış. Hüseyin Ağa bu aşağılayıcı sözlere gücenmiş ve hanı terk etmiş. Aradan iki üç yıl geçmiş, çocukları ne aramış ne de sormuş. Bir süre Etem’in hanında kalmış.

Hüseyin Ağa, bir gün bağda Nail Bey’le sohbet ederken, yalnızlıktan sıkıldığını söyler ve Nail Bey’den kendisine bir eşek almasını ister. Hüseyin Ağa’nın aslında bekçilik yaparken bir eşeğe ihtiyacı yoktur, ancak kendisine “can şenliği” olacağını düşünür. Nail Bey, yaşlı adamın bu isteğini geri çevirmez, Salı Pazarı’ndan kendisine bir eşek almasını söyler. Hüseyin Ağa’ya seksen liraya bir eşek aldırır. Çok mutlu olur. Sokak aralarından bir komutan edasıyla geçer. Kendisine çul çuvalı çok gören komşu kadına eşeğiyle hava basar. “Can Şenliğim” diye sevip okşadığı eşek, Hüseyin Ağa’nın yaklaşık otuz yıllık yalnızlığını unutturur, ona taze bir soluk, içten bir arkadaş olur.

Yaşlı bekçi, hayırsız oğulları aklına geldikçe kederlenir. Kendisine ait olan evden kovulmuş olmak ağırına gider. Er geç evi satıp parasını alacak, büyük oğlu Salim’e evsizliğin ne demek olduğunu gösterecektir.

Hüseyin Ağa, bağın yakınlarında oturan güleç yüzlü genç bir kadından tuz ister. Genç gelin, yaşlı bekçiye gayet saygılı ve kibar davranır, çay demler. Genç gelin, kocasının kara yollarında çalıştığını, haftada üç gün gece bekçiliğine kaldığını, yalnız kaldığı için çok korktuğunu, kocasının nöbette olduğu gecelerde yanında kalması ve kendisine can şenliği olması için anasına yalvardığını, ancak yaşlı anasını bir türlü ikna edemediğini anlatır. “Can şenliği” sözünü duyan Hüseyin Ağa’nın yüreğinde hafiften bir titreme olur. Genç gelinden anasını uygun bir dille ister. Durumunun iyi olduğunu, evini satınca eline iki üç bin lira geçeceğini söyler. Ayrıca Nail Bey’le konuşup genç gelinin kocasını gece bekçiliğinden kurtaracaktır.

Hüseyin Ağa, Nail Bey’den ricada bulunur. Nail Bey’in gerekli kişilerle görüşüp genç gelinin kocasını gece bekçiliğinden kurtaracağından adı gibi emindir. Öyle de olur. Hüseyin Ağa bir süre sonra genç geline müjdeli haberi verir.

Eylül ayı gelmiş, Hüseyin Ağa’nın bağ bekçiliğinde iki ay geride kalmıştır. Meyvelerin toplanma zamanı gelmiştir. Meyveler toplanır, Hüseyin Ağa iki aylık bekçilik ücretini alır. Kendisine can şenliği olan eşeğin parasını bağ sahibine vermek ister. Nail Bey, seksen liraya aldığı eşeği yaşlı adama hediye eder, ondan para pul istemez. Can şenliğim dediği eşeğinden ayrılmamak Hüseyin Ağa’yı çok mutlu eder.

Hüseyin Ağa, bağ sahibi Nail Bey’le vedalaştıktan sonra şehre iner, Hamamcı Mustafa’nın yanına gider. Ondan, oğluyla konuşmasını, kendisine ait olan evin hiç olmazsa yarı parasını almasını ister. Hamamcı Mustafa, yaşlı adamın hayırsız oğullarından hiçbir fayda gelmeyeceğini bilir, ancak yaşlı adamın hatırını kırmaz. Büyük oğul, eski tandırlığa üç göz daha ilave ettirmiş, arsanın tapu kaydı olmadığı için tescil davası açıp evin tapusunu kendi üzerine almıştır. Büyük oğuldan zırnık dahi koparamayacağını anlayan Hamamcı, öfkesinden kudurmuş bir halde döner. Hüseyin Ağa’ya moral vermeye çalışır. Düğün işinde kendisine birkaç yüz lira destek çıkacağını söyler. Yaşlı adamın iki aylık bekçilik parası da vardır. Bir şekilde durumu idare etmeye çalışacaklardır. Berbere gider, on yaş genç görünmek hevesiyle saçını kısacık kestirir. Hamama gider, bir güzel paklanır. Çarşıya iner, yeni giysiler alır.

Hüseyin Ağa, genç gelinin anasını görür, pek beğenmez. Fadik Hatun’un yaşı yetmişe gelmiş, güzelliği uçup gitmiştir. Aynı şekilde Fadik Hatun da Hüseyin Ağa’yı beğenmez, çok yaşlı bulur. Komşu kadınlar, Fadik Hatun’u evlenmeye ikna ederler. Hüseyin Ağa,
arkadaşı Hamamcı Mustafa’ya işin olduğunu söyler. Hamamcı’nın karısı Esma Hatun, sevip saydığı, kimsesizliğine acıdığı Hüseyin Ağa’nın düğün alışverişini yapar. Ne gerekiyorsa fazlasıyla alır, yaşlı adamın ezik düşmesini istemez.

Hüseyin Ağa ile Fadik Hatun’un nikâhları kıyılır. Hamamcı Mustafa bir cip kiralar, yaşlı adamı şanıyla şerefiyle köye uğurlar. Eve vardıklarında Hüseyin Ağa, heyecandan ne yapacağını bilemez, eli ayağına dolaşır, iyice sersemleşir. Geceleyin yaşlı çifti baş başa bırakırlar. Hüseyin Ağa, ölmüş karısını hatırlar; on sekiz yaşında, ilk gecelerini… Fadik Hatun’a da sarılır, bir şeyler duymaya çalışır, ancak seksen yaşın yorgunluğu buna engel olur. Fadik Hatun’un hevesi kursağında kalır. Yaşlı adamdan bir iş çıkmayacağını anlar. Sırtını dönüp yatar.

Köyün meraklı kadınları, sorup soruştururlar; Hüseyin Ağa’nın kimsesiz, çulsuz bir adam olduğunu öğrenirler. Bu parasız pulsuz adamı başına bela ettiğini, bu adamdan kimseye hayır gelmeyeceğini söyleyerek Fadik Hatun’u fişeklerler. Hüseyin Ağa, karısını cinsel yönden tatmin edememiş olmanın verdiği eziklikle boynu bükük bir halde dolanır.

Evlilik işleri nedeniyle emanet bıraktığı eşeğini getirtir. Eşeğini, can şenliğini görünce Hüseyin Ağa’nın gönlüne bir güneş doğar. Eşeğini özlemle öpüp koklar. Hüseyin Ağa, camiye gitmiyor, namaz kılmıyor diye köyün içinde laf ederler. Karısı Fadik Hatun da kendisine bu yüzden surat asar. Camiye gitmeyip sürekli eşeğiyle ilgilendiği için gıcıklanır. Bu arada köyün dedikoducu kadınları boş durmazlar. Yaşlı adamın var olduğunu iddia ettiği parasını nereye koyduğunu merak ederler. Kadınların dolduruşuna gelen Fadik Hatun, kocası tuvalette iken, ceketinin ceplerini karıştırır. Yırtık bir zarfın içinde iki ellilik ve birkaç onluk vardır. Yaşlı kadın hayal kırıklığına uğrar. Konu komşuya reklam olduğunu, kendisi yetmezmiş gibi bir de eşeğine baktığını, parasız pulsuz bir adamı uzun süre taşıyamayacağını düşünür.

Kasım ayı gelmiş, havalar buz gibi soğumuştur. Fadik Hatun yine dırdırcı komşularının gazına gelir, kocasının birkaç bin lirasının gerçekten olup olmadığını merak eder. Kocasını sıkıştırır. Adamakıllı köşeye sıkışan Hüseyin Ağa, parasının bankada olduğu yalanını uydurur. Cebindeki paraların kendilerini birkaç ay idare edeceğini, ihtiyaç duyduğunda şehre inip parasını çekebileceğini söyler. Ancak Fadik Hatun ikna olmaz. Komşu kadınların dırdırından usandığını söyleyerek kocasından hemen yarın şehre inip bankadaki parasını çekmesini ister. Fadik Hatun hem içini kemirip duran merak duygusundan kurtulacak hem de kocasının getirdiği binlikleri dedikoducu kadınların gözlerine sokarak çenelerini susturacaktır.

Hüseyin Ağa kapana kısılmıştır, yolun sonuna geldiğini, buradan kaçış olmadığını anlar. Ertesi sabah sözde bankadaki birkaç bin lirasını çekmek, gerçekte ise bir daha dönmemek üzere evden ayrılır. Şehre varır, havada şiddetli bir ayaz vardır. Büyük bir fırtına kopmak üzeredir. Hüseyin Ağa, bir hana girer, eşeğini bağlar. Handa ayak işlerine bakan bir çocuğa, büyük bir şişe gaz yağı alması için para verir. Karanlık mı karanlık bir gece başlar. Fırtına yeri göğü allak bullak eder. Hüseyin Ağa, doğru ahıra, can şenliğinin yanına gider. Bir kovaya su doldurur. Kovayı eşeğin önüne koyar. Eşeğine, can yoldaşına sarılır, onu öpüp koklar, onunla vedalaşır.

Hüseyin Ağa gaz yağı şişesini şalvarının cebine koyar, otuz kırk yıldır uğramadığı evinin yolunu tutar. Kar, fırtına ortalığı allak bullak eder. Dere kenarından evinin tandırlığına gelir, omzuyla pencereye yüklenir. Camlar, çerçeveler büyük bir şangırtıyla yere iner. Şangırtılar, dışarıdaki fırtınanın gürültüsüne karışır, kaybolur gider. Oğlu Salim ve karısı yan odada uyumaktadırlar. Kışlık odunlardan birkaç tanesini tandır ocağına koyar. Odunları tutuşturur, keyifle alevlerin seyrine dalar. Bağdaki haymeliğin önünde yaktığı çer çöp gelir aklına. Alevleri, ışık oyunlarını tutkuyla, heyecanla, keyifle seyre dalar. Geçmiş günlerini acı ve hüzünle hatırlar: sıkıntı ve haksızlıklara boğulmuş bir yaşam, hayırsız oğullarının ilgisizliği, otuz yıldır çocuklarından ayrı yalnız, kimsesiz ve sefil yaşamak, yoksulluk… Tüm bunlar yaşlı adamın yüreğindeki kin ve öfkeyi iyiden iyiye kabartmıştır. Babasından kalan ve kendisine ait olan bu evi oğluna bırakmayacak, küstüğü, öfkelendiği, kin beslediği herkesten, her şeyden, tüm yaşamından öcünü alacak, kimsede ahı kalmayacaktır.

Hüseyin Ağa, cebindeki gaz yağı şişesini çıkarır, oğlunun bir kış boyunca yakacağı odunların üzerine döker, kibritleri çakar; odunlar çatırdamaya, alevler yükselmeye başlar. Alevler yükselir, tandırlığın orta direğine ulaşır. Direğin yanmasıyla tandırlığın üzeri kar ve toprakla kaplı damı çöker. Hüseyin Ağa, çöken damın altında kalır, ölüm uykusuna dalar. Alevler önce tandırlığın bitişiğindeki kiler odasına, daha sonra da Salim’le karısının uyudukları odaya ulaşır. Dışarıdaki fırtına, alevleri şiddetlendirir. Komşular ve itfaiyeciler, yangını söndürmeye çalışırlar. Salim, yangının neden çıktığına bir anlam veremez. Hüseyin ağa’nın evi yanıp kül olur.

Kış geçer, bahar gelir. Salim, borç harç edip iki üç gözlük bir ev yaptırmayı düşünür. Yangının nereden çıktığını, böyle bir felaketle cezalandırılmak için nasıl bir suç işlediğini kış boyunca düşünür. Çok kafa yorar, fakat Tanrı’nın kendisine böyle bir bela vermesine bir anlam veremez.

Bir nisan sabahı Salim Ağa’nın tuttuğu ameleler, yangının enkazını temizlemeye başlarlar. Amelelerden birinin küreği, yumuşak bir şeye dokunur. Hüseyin Ağa’nın cansız bedeni, üstü kar ve buzla örtülü toprağın altında taptaze kalmıştır. Salim Ağa, babasının cesedini görünce her şeyi anlar.

CAN ŞENLİĞİ ROMANI “ABBAS SAYAR”

− S O N −