İnsanlık tarihi yüz yıllardan beri sürekli güçlü zayıf, burjuva proletarya, ilerici gerici, sağcı solcu, evetçi hayırcı olarak kamplara ayrılarak  bir çatışma ve bezende bir savaşın kısır döngüsünde hırpalanarak, sarsılarak insanların birbirlerine karşı güçlerini sınadığı vahşi hayvanlara özgü iç dürtülerle günümüze kadar devam eden bir buhran dönemi yaşamış ve yaşamaya devem da edecektir.

Sponsor Bağlantılar

Adını demokrasi koyduğumuz bir sistem içerisinde yaşayan biz yaratılmışlar, maalesef inandığımız yaratıcının(hangi dinin veya inancın mensubu olduğumuzun hiç önemi yok) bizi diğer tüm insanlardan üstün yarattığına inanarak (Yahudi ve Hitlerin Ari ırk anlayış yanlışlığı) yaşadığımız evi, mahalleyi ve gücümüz el verdiğinde ülkeyi kendi arzumuz ölçüsünde bazen bir baba şefkatiyle bazen de cebirle şekillendirmek istiyor ve buna karşı  gelenleri demokrasinin(!) el verdiği ölçüde saf dışı bırakacak eylemlerde bulunabiliyoruz. Halka rağmen halk için nihai kararları vererek halkın düşüncelerine de tercüman olduğumuzu düşünüyor ve nedense bu verdiğimiz kararların uygulama esnasında halktan yeterli desteği ve ilgiyi alamıyoruz. Bunun örnekleri tarihin tozlu raflarında tüm berraklığıyla  durmaktadır. Halka rağmen aldığımız bu  kararlar maalesef kadük kalmaktadır. Bundan tam 87 yıl önce vermiş  olduğumuz ulusal mücadele neticesinde kurduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu andan itibaren kendilerini devletin gerçek sahipleri zanneden devletçi seçkincilerin boyunduruğu altına girerek, adete dediğim dedik çaldığım düdük anlayışıyla, gelişememiş ana rahminde erken doğum neticesinde uzuv eksikliğiyle doğan bir bebek gibi  günümüze değin topallaya topallaya sancılarıyla gelmiştir ki bu devletçi seçkinler dediğim ve hala günümüzde kendilerini devletin sahibi ve Atatürk’ün gerçek mirasçıları olarak kabul eden CHP ve aynı paradigmayla dünyayı algılayanlar  Türkiye de demokrasinin asla ama asla bir milimetre dahi ilerlemesini istememektedirler çünkü demokrasi gelişir ülkemiz refaha kavuşursa insanlar artık karınlarını doyurmuş olmanın vermiş olduğu rahatlıkla entelektüel düşünmeye kendileri sevk edecekler ve geçmişte bu devletçi seçkinlerin yapmış oldukları 12 eylüllerin, 27 mayısların, 1937, 1938 dersim olaylarının, Maraş katliamın, geri kalmışlığın, şimdiye kadar süren fakirliğin, ezilmişliğin hesabını soracaklardır. Bunlar sürekli ülkeyi karıştırarak ülkede kaos ortamı yaratarak insanların özgürce düşünmelerine imkan tanımamışlardır. Bugün 12 Eylül referandumuna karşı çıkarken hangi gerçekçi düşüncelerle karşı çıkmaktadırlar hangi mantıklık açıklamalarla bunu izah ediyorlar. Sayın CHP genel başkanı Malatya da kayısıdan Ardahan da hayvancılıktan bahsederek bunların üzerinden referandumda milletten hayır oyu istemektedir. Sanırım anayasanın kayısı hayvancılık üzerine yapılan değişiklikleri kapsadığını düşünüyot. Neden Ardahan da Malatya da Ereğli de diyemiyor ki arkadaş ben ve benim gibi düşünenler sizlerin daha fazla demokrasiye kavuşmanızı istemiyoruz çünkü sizler eğer demokrasiye sahip olursanız her şey sizin için daha güzel olacaktır, eğer ülke barış ortamına girerse Ardahan’a da Malatya’ya da Mardin’e de Diyarbakır’a da yatırımcı gelecek tarlada kayısınız kalmayacak hayvancılığınız değerlenecek hak ettiğiniz gibi insanca yaşayacaksınız ve bu sefer düşünmeye başlayacak, benim geçmişimle hesaplaşmak isteyeceksiniz ki ben bunu istemiyorum dolayısıyla referandumda hayır oyu vermelisiniz alın bakın bende sizdenim alın duygu sömürüsü cümlesi ‘Hayır da hayır vardır’.

Evet CHP ve Ordumuz devletimiz kuruluşunda kurucu aktör olarak yer almışlardır ve sonuna kadar da minnet edilecek onurlu davranışlarıyla herkesin kalplerinde altın kafes içerisinde yer alacaklardır fakat bu iki aktör halktan bağımsız yapmamıştır tüm bu kahramanlıklarını. Büyük asker Mustafa Kemal Atatürk ülkemizi bağımsızlığa kavuşturduktan sonra büyük asker olarak hayatını devam ettirmiş artık o 1923 ten sonra büyük devlet adamıdır. ve yaşamı süresince ülkemizi arzu ettiği batı demokrasisine yakınlaştırabilmek için çırpınmış ülke konjönktürü buna maalesef engel olmuştur. Fakat 1947 de yakaladığımız demokrasi özlemimiz kısa sürmüş 1960, 1971, 1980, 28 Şubat, 27 Nisan da farklı nedenler bahane edilerek demokrasi bekleyişimiz engellenmiş ve her müdahaleden sonra bize rağmen üzerimize dar gelecek elbise gibi ucube anayasa örnekleriyle ülkemiz Atatürk’ün özlediği demokrasiye yaklaşmaktansa onun şiddetle karşı çıktığı Rusya Lenin, Stalin dönemine Çin Mao dönemine Humeyni İran dönemine daha bir yaklaşmıştır. Akli selim herkesin artık şapkasını önüne alıp tüm ideolojilerinden sıyrılıp şunu düşünmesi lazım şimdiye kadar Türkiye de Anayasa ve anayasa değişiklikleri  hep zorlamalar ve olağanüstü durumlarda yapılmış ve adeta sağcıların solcuların, popçuların. topçuların üzerinde demokles’in kılıcı gibi durmuştur. 12 Eylül’de referanduma sunulacak anayasa değişikliği elbette ki yeterli değildir, elbette ki hepimizin arzu ettiği düzeyde değildir ama bu bir başlangıç  ve ben inanıyorum ki bu başlangıç sonucunu da getirecektir. Güzel günler çok uzaklarda değil bugün eskiden konuşulması değil düşünülmesi bile insanı idama götürecek fikirler günümüzde açıkça tartışılır hale geldi. Ülkemizin sorunlarını çözebilmesi öncelikle ekonomiden değil yerleşmiş bir demokrasi anlayışından geçmektedir ve şunu çok iyi bilmek(görmek)  gerekiyor ki artık dünya ideolojiler savaşımını bitirmiştir sağ ve sol artık tarih olmuştur sağcı gördüğümüz parti daha solcu, solcu gördüğümüz parti daha sağcı olmuştur.

Devletin gerçek sahibi ne devletçi seçkinler nede fil dişi kulelerde yaşayan bir avuç zevat; gerçek sahipleri olan biz özgür düşünen kendimizden başka hesap veremeyeceğimiz biz şerefli insanlar şerefli davranarak, tüm kimliklerimizden sıyrılarak, yarınlarımızı düşünerek sandığa giderek sahipliğimizi ilan edelim.

ÖZGÜR BARIŞ POLAT