Gazete ya da dergilerin belirli sütunlarında yayımlanan, güncel, siyasal ve toplumsal sorunların ele alındığı yazılara “fıkra” denir.

Sponsor Bağlantılar

 

Fıkra türündeki yazılara “köşe yazısı” da denir.

 

Fıkralar güncel olaylar üzerine yazılan günübirlik yazılardır. Fıkra türündeki yazıların ömrü kısadır, birkaç günlüktür. Kalıcılığı yoktur. Saman alevi gibi bir anda parlar, kısa sürede etkisi geçer.

Fıkra yazarı güncel bir olayı, herhangi bir toplumsal sorunu konu olarak seçer. Bu konuyu çeşitli yönlerden ele alır, önemli yerlerine dikkat çeker, çözüm önerileri sunar. Öne sürdüğü görüşlerini kanıtlama yoluna gitmez. Sıradan bir gözün göremeyeceği şeyleri görür, görünür kılar fıkra yazarı. Okuyucuları bilgilendirir, onların gözlerini açar.

 

Fıkra yazarlarının okuyucuyu sıkmayan, güler yüzlü, samimî bir tavırları vardır. Yazılarında yer yer espriler yaparlar, nüktelere yer verirler.

 

Fıkra yazarlığı gerçekten zor bir uğraştır. Gündemi yakalayabilmek, her gün yazılacak değişik konular bulabilmek, bunu yaparken tekrara düşmemek kolay değildir. Fıkra yazarının zengin bir bilgi ve kültür birikimine sahip olması gerekir. Kendini hemen her konuda yenileyebilmeli, gündemi yakından takip etmelidir.

 

Fıkra yazarlarının ömrü de tıpkı yazdıkları gibi kısadır. “Fıkra yazarlığı, kelebeğin yaşamına çok benzer. Kelebek gibi renkli, parlak, göze çarpan bir şeydir, ama yine kelebek gibi yaşamı ancak bir günlüktür… yirmi yıl hiç aksatmadan her gün yazmış bir fıkra yazarı bile, kalemi elinden bırakınca çok çabuk unutuluverir.” (Aziz Nesin)

 

Fıkra Türleri

 

Genel anlamda üç tür fıkra vardır.

 

1. Güncel Fıkralar: Güncel olaylar üzerine yazılan, kalıcılığı olmayan, kısa sürede etkisini kaybedip unutulan fıkralardır.

 

2. Edebî Fıkralar: Güncel bir konudan hareketle yazılmış olsa da dilin kullanımı ve üslûp yönlerinden kalıcılık gösteren fıkralardır. Bu tür fıkralar, güncelliğin sınırını aşar. Bu yazılar bir araya getirilerek kitap halinde yayımlanabilir. Yıllar sonra da keyifle okunabilir. Edebiyatımızda edebî fıkralarıyla tanınmış yazarlarımız şunlardır: Ahmet Rasim, Ahmet Haşim, Nazım Hikmet, Yusuf Ziya Ortaç, Falih Rıfkı Atay, Şevket Rado, Oktay Akbal, Haldun Taner, Çetin Altan…

 

3. Makaleye Benzeyen Fıkralar: Bu tür fıkralarda yazar, yine güncel bir konuyu ele alır, ancak ileri sürdüğü görüşlerini kanıtlama yoluna gider.

 

Güldürü Fıkraları

 

Halk arasında, insanları güldürmek, eğlendirmek amacıyla anlatılan kısa öykücüklere de “fıkra” denmektedir. Bu tür fıkralar gülüp eğlendirmenin yanı sıra insanlara birtakım mesaj ve dersler de verir. Bunlara örnek olarak şunları verebiliriz: Nasrettin Hoca fıkraları, Karadeniz fıkraları, Bektaşi fıkraları…

 

 
Fıkra Türü Örnek Metinler
 

Yanan Biziz

Oktay Ekşi HürriyetTÜRKİYE’nin ciğerini bu defa Antalya’da dağladılar.

Gazetelerde yayınlanan rakamlara göre 31 Temmuz günü çıkan orman yangınında binlerce hektarlık alandaki ağaçlar kül oldu. Sadece ağaçlar değil, böceğiyle, bitkisiyle, karıncasından tavşanına kadar orada doğmuş tüm hayatlar söndü.

Sebebini henüz bilmiyoruz.

Bir yıldırım düşmesi de olabilir, bir alçağın sabotajı da… İki ayaklı bir hayvanın attığı izmarit de buna yol açabilir, kırılmış bir şişe dibinin mercek görevi yaparak ateşlediği kuru otlar da…

İster o ister öteki… Sonuçta -bizim Ekonomi servisindeki arkadaşların hesabına göre- en az 1 milyar YTL değerinde maddi zarara uğradık. Sayıca 10 milyon ağacımız kül oldu. Bunların 2 milyon 500 bin kadarı, her biri ortalama 400 YTL değerindeki Kızılçam idi.

Zararın maddi bölümü öyle veya böyle telafi edilebilir. Asıl, o yöredeki “hayat” bitti.

Taa ki tabiat kendini yenileyip de böcekleriyle, kelebekleriyle, yılanıyla, kuşuyla, otuyla, bitiyle avdet edene kadar…

Bizim anlayamadığımız bir şey var:

Özellikle Akdeniz ve Ege bölgesindeki ormanlarımızın her yılın yaz aylarında büyük bir yangın tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bilinir.

Sadece maddi açıdan bakacak olsak, bu yangınlar yüzünden her yıl en az 1 milyar ABD doları tutarında zarara uğradığımız da bellidir.

O halde bu zararı asgari düzeye indirmek için gerekli yatırımı neden yapmayız?

Veya bugüne kadar yaptığımız yatırımların yetersiz olduğu ortada olduğuna göre neden ek yatırım ve önlemlerle soruna etkili bir çare bulmayız?

Öyle ya… Dört yılda kabaca 5 milyar dolar zarar edeceksek, bu işe 500 milyon dolar yatırmak akıllıca olmaz mı?

Neler yapılabilir?

Öncelikle “yangın ihbar sistemi”ni olabilecek en etkili noktaya çıkarmak gerekir. Özellikle cep telefonunun bu kadar yaygın olduğu Türkiye’de orman yangını nerede çıkarsa çıksın ilk 5 yahut 10 dakika içinde 177 No’lu yangın ihbar merkezine bilgi gelmesinden kolay bir şey olmamak gerek.

Acaba Orman İdaresi bu numarayı herkesin hafızasına yerleştirecek kadar tanıtmadı mı?

Sadece numarayı ezberletmek hiçbir şey çözmez. Asıl önemlisi halka, yangın çıkaran yanlışları yapmamayı öğretmektir. Bu okulda, evde, TV’de, her yerde, her an karşımıza çıkan yoğun ve sürekli propaganda kampanyasıyla alınabilecek bir sonuçtur. Yılda birkaç kez yapılan uyarıyla değil.

Üçüncüsü, Orman İdaresi’nin, orman yangınlarını söndürecek personeli sayıca ve eğitim yönünden yeterli mi?

Yetkililerin “yeterli” demesi yetmez. Bunlar o konuda gelişmiş ülkelerdeki personelin eğitim düzeyine çıkarılmadıkça amaca ulaşılmış sayılmaz.

Yangına duyarlı bölgelerdeki sivil halktan iyi eğitim verilmiş “gönüllü” birlikleri kurulmadıkça ve onlar zaman zaman tatbikat yapılıp gereğinde devreye sokulmadıkça yine yetmez.

Geriye teknolojiyi devreye sokmak, onun altyapısını hazırlamak kalır.

Tabii sorumlulara zahmet olmazsa!

 

(Oktay Ekşi, Hürriyet, 5 Ağustos 2008)

 

 

Kene ve Orman

YANAN her ağaç, iyi bir “ormancı” yani orman mühendisleri başta olmak üzere o idareye bağlı insanlar için bir evlat kaybetmek gibidir.

İyi olmayan ormancı zaten ağaç düşmanı aşağılık bir mahluktur.

Son orman yangınları “iyi” ormancılarla “kötü”lerini ayırdı.

İyiler -gelen haberlere göre- Manavgat-Serik ormanları alev alev kavrulurken canları pahasına mücadele verdiler.

Kötüler, -yine haberlere göre- yanı başlarındaki köyler yangın tehdidi altındayken karpuz yiyip keyiflerine baktılar.

Sonuç olarak en az 4 bin 500 hektar büyüklüğünde yeşilimiz 6 gün içinde kül olup gitti.

Şimdi yetkililerin değerlendirmelerini okuyoruz:

Orman ve Çevre Bakanı’nınyangın söndürme amacıyla 300 milyon dolar yatırım yaparak her biri yaklaşık 30 milyon dolar değerinde 8-10 uçaklı bir filo kuracaklarını açıkladığı bildiriliyor.

Orman Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Kurtulmuşlu ise yangının bölgeye atom bombası atılmış gibi zarar verdiğini, ekosistemi bozduğunu belirtmiş.

Ancak Kurtulmuşlu orada kalmamış. Yangının, bitki örtüsünün kaybına neden olduğunu, orman yolları ve köprüler gibi altyapıya zarar verdiğini ve bölgenin ağaçlandırılması için çok ciddi ekonomik kayıp olduğunu belirttikten sonra;

“Yangının bir tek iyi tarafı, bu ormanlarda kene kalmadı. 1940 ve 1950’li yıllarda bölgede çıkan bazı büyük yangınların kenelerden kurtulmak isteyen köylüler tarafından çıkarıldığı anlaşılıyor” demiş.

İnsanın aklına Osmanlı döneminin “Ah şu mektepler olmasa Maarif Nazırlığı kolay yapılırdı” diyen sözde devlet adamı geliyor.

İsterseniz o Maarif Nazırı’ndan çok, meşhur Karadeniz fıkrasındakine benzetin:

Hani, bir türlü yakalayamadığı sinek bir yakınının alnına konunca çekip tabancayla sineğe nişan alan ve hem sineği hem de yakınını öldüren Karadenizlinin, “Bir senden bir benden” diyerek ödeşmesi hikáyesi var ya ona…

Sayın Genel Müdür Yardımcısı’nınatladığı bir nokta daha var:

Nasıl AIDS hastalığı 1980‘den önce bilinmiyor idiyse “kene”nin sebep olduğu “Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi” denen hastalık da en azından Türkiye’de 2002 yılından önce bilinmiyordu. İlk olarak 1944-45 yıllarında Kırım‘da karşılaşılmış, daha sonra 1960‘lı yıllarda Kongo‘da görülmüştü.

O nedenle Türkiye’de büyük orman yangınlarının yaşandığı 1944-45 yıllarında halkımızın “kene öldürmek” amacıyla orman yaktığını söylemek doğrusu hayli yersiz görünmektedir.

Tamam kırsal alandaki halkımız hem o yıllarda hem de özellikle 1950‘li yıllarda bilerek hayli orman yakmıştır. Ama onların nedeni “Bize oy verir de partimizi iktidara getirirseniz, ormandan açacağınız alanı devlet size tarla olarak bırakacak” diyerek oy isteyen alçak siyaset adamlarıdır.

Zaten 1961 Anayasası’nın 131′inci maddesine “Orman suçları için genel af çıkarılamaz; ormanların tahribine yol açacak hiçbir siyasi propaganda yapılamaz” diye hüküm konulmasının nedeni de budur.

 

(Oktay Ekşi, Hürriyet, 6 Ağustos 2008)