Erden ÖZKANT

Artık bahar geldi…

Havalar ısındı…

Yaz, kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı…
Daha kısa bir süre önce soğuk ve yağmurdan dolayı penceremi açamazken, bugün dikkat ettim akşamın ilerleyen saati olmasına rağmen odamın penceresi hala açık…

Sponsor Bağlantılar

Hatta geçenlerde penceremi biraz aralık bırakıp yattım…

Gece, hafiften bir serinliğin beni sardığını hissettim…

Ve sabahın erken saatlerinde, güneş, pencerenin o aralığından odama girdi, bu sefer de hafiften bir sıcaklığın beni sardığını hissettim…

Hayata erkenden başlayanların sesleri ve kuşların ötüşleri eşliğinde…

Berrak bir hava, parlak bir güneş, mis gibi kokan çiçekler…

Kuşların ötüşlerine, araba kornalarının karışması…

Derken kaça kadar süreceği, gün içinde bizi nelerin karşılayacağını bilmeden yoğun ve koşturmaca bir günün başlaması…

O yoğunluğun içinde kaybolup gidişimiz…

Kendimizi bir daha yattığımızda buluşumuz…

Günlerin böylece hızlı bir şekilde akıp gitmesi…

Ve tabii özlem, hasret, mutluluk, mutsuzluk, umut, umutsuzluk gibi duyguların kimi zaman bizi esir alması…

Bazen oturup sadece düşünmek, bazen oturup sadece ağlamak, bazen ise hiçbir şey yapmayı istememek…

Bazen sadece mutlu olmayı istemek, bazen sadece umutla hayata bakmayı istemek…

Bazen sevdiklerinle beraber olmayı istemek, sevdiklerinle oturup dertleşmeyi, konuşmayı istemek, sevdiklerin yanında iken onlarla uyumayı istemek, sabah onlarla uyanıp, pencerenin aralığından içeri giren mis gibi çiçek kokularını beraberce koklamayı istemek, tavşan kanı çaydan bir yudum almak istemek…

Ama bu isteğini gerçekleştirememek ve bir süre daha gerçekleşmeyeceğini de bilmek…

Etrafındakilerin sevdikleriyle birlikte olduklarını görmek, sevdiklerinin yanlarına gittiklerini bilmek ve senin böyle bir şansının bir süre daha olmadığını da bilmek…

Sevdiklerini görmek için gün saymak, “acaba görmeyeli nasıl oldu, oldular” diye merak etmek, nasıl olduklarını kendi kendine tahmin etmek…

Belki gördüğünde “hiç değişmemişsin” demek, belki de “amma da değişmişsin, kilo almışsın” gibi şeyler söylemek…

Ama hepsinden önce bunları diyebilmek için bir süre daha geçmesi gerektiğini bilmek…

Bu arada insanları, hayatı daha fazla tanımak…

Tanıdıkça insanlardan ve hayattan soğumak, tiksinmek, nefret etmek…

Ama sevdiğinin ve sevdiklerinin kıymetini daha iyi anlamak…

Tabii diğer yandan, onları kaybetme korkusuna sahip olmak…

Böylece, özlem ve hasret duygularının yanına bir de korku duygusuna sahip olmak…

Hayatın aslında bir oyun olduğunu bilmek ama yine de kendimizi inanılmaz bir şekilde hayatın akışına kaptırıp, stresle, kendi kendimize yarattığımız sıkıntılarla, dertlerle uğraşmak, zaten garip bir ülkede birçok gariplikle karşılaşmak, hayatın pek de eğlenceli bir yer olmadığını anlamak…

Ve aynı zamanda, hayatta anne, baba, sevgili, çocuk, aileden daha kıymetli, daha önemli, daha özel başka hiç kimsenin olmadığını daha iyi kavramak…

Belki bir hediye alıp verme şansının olmadığını bilmek ama en azından bu yazıyı küçük bir hediye olarak kabul etmesini dilemek…

Ve günün kutlu olsun, iyi ki varsın, iyi ki varsınız diyebilmek…