Nasıl bir acıdır insanın bilmeden düştügü bir boslukta savrularak kendini kaybetmesi… Peki neden? Boşluğa iten ne? Nedenini söyleyeyim; insan kendini ateşe atar, kavrulacağını bile bile, düşünmeden… Ya aşkla yanar ya hasretle ya kederle ya yalanlarla ya da vefasız bir elvedayla…

Sponsor Bağlantılar


Son perdede küller kalır sadece. Ateşin nedeni ne olursa olsun sonunda geriye bir avuç kül bırakır umarsızca. Sonra bir rüzgar, hafif bir esinti bir anda savurur insanı o sessiz derin boşluğa… Kurtulmak için yalnızlığına uzanan bir el beklersin son gücünle ama nafile uğruna yandığın hiç bir el uzanmaz sana! O zaman sorarsın “neden?”… Nedenler yoktur artık, sadece acın kalır sende. Derin yalnızlığında sessiz çığlıklarınla yaşamayı öğrenirsin. Herkes gibi yasarsın sende, hayatın akışına bırakırsın benliğini. Kimse anlamaz sesinin çok derinlerden geldiğini, kimse görmez gizli yaralarını, bilmezmezler yavaş yavaş tükendigini. Derler ya: “zaman herşeyin ilacı.” bu felsefeye sığınır devam edersin yoluna. Oysa zaman iyileştirmez, sadece gelişi güzel sarar yaralarını böylece ince bir kabuk bağlar yüreğin.

Geçti zannedersin. Ama saniyelik bir düşünce, acılarını anımsatan bir söz, herhangi birşey kanatıverir yaralarına tekrar, tekrar ve tekrar. Bu böyle devam eder her defasında daha ince bir acıyla… Sonunda insan acılarıyla olgunlaşır, kanayan yaralarıyla hata yapmamayı öğrenir, ne kadar canı yansada aslında hayatı idrak eder… Hayat budur; yaşarsın, canın yanar ve öğrenirsin…