A. NOTASYON SORUNU:

Türk halk danslarının derlenmesi ve arşivlenmesi konularında birçok yöntem denenmiştir. Bunlardan biri de notasyondur. İlk halk dansları notasyonu denemesini Suna Şenel yapmıştır. Ancak bu notasyon yöntemi birçok tartışmalara yol açmıştır. “Acaba bu notasyon ne kadar geçerli olabilecektir?” Bu sorunun cevabını bulabilmek için önce notasyonu incelemeliyiz.

Sponsor Bağlantılar

Notasyon; klasik bale için düzenlenmiş, klasik bale eserlerinin arşivlenebilmesi ve bu eserlerin yıllar sonra tekrar sahneye konulabilmesini usta-çırak tipi öğrenimden çok, bilimsel bazda bir öğrenime bırakması amacıyla yaratılmış, hareketleri işaretlerle anlatan bir bilim dalıdır. Bilim dalıdır çünkü; bu konuda birçok konservatuarda akademik kürsüler oluşturulmuş ve bu kürsülerde notistler yetiştirilmeye başlanmıştır. Bu konuda ülkemizin en saygın notasyon bölümü ise, Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı bünyesindedir. Bilmeyenler için belirtelim ki; bölümün adı Dans Notasyonu değil, Koreoloji’dir. İlk duyduğumuzda aklımıza geldiği gibi bölümün konusu sahne düzenlemesi değil, dans notasyonudur.

Tarihsel gelişim ve değişim süreci içerisinde dans notasyonu, klasik baleden sonra global bir saygınlık kazanan modern dans üzerinde de rahatça uygulanmaya başlanmıştır. Klasik bale ile aynı temele bağlı olan modern dansta, birkaç küçük esneklik bulunmaktadır. Ancak bu küçük esneklikler, dansçıya büyük özgürlükler kazandırmıştır.

Şimdi düşünüyorsunuzdur ki; klasik balede kullanılmaya başlanıp modern dansta da uygulanabilen dans notasyonu, neden halk dansları için elverişsizdir? Bakınız; Türk halk danslarındaki figürler gerçek anlamda bilimsel bir sınıflandırma yapılmasını oldukça zorlaştıracak kadar çok ve çeşitli karakterdedir. Ancak klasik bale ve modern dansta figürler, pozisyon ve terimlerle sınırlandırılmıştır. Örneğin; modern dansta da halk danslarımızda olduğu gibi bacaklardan birini 90 derece dizden yukarı çekme figürü bulunmaktadır; ancak modern dansta omuz silkme, omuz sallama ya da omuz atma gibi figürler ve bunları karşılayan notasyon işaretleri bulunmamaktadır. İşte başta bu nedenledir ki; klasik bale ve modern dans için yaratılmış olan dans notasyonu; Türk halk danslarında kullanılmaya elverişsizdir.

Bir ikinci sebep ise duygularla ilgilidir.  İncelendiğinde görülecektir ki; klasik bale de olsun modern dansta olsun, bu iki dans türünün temellerinde mimik yoktur. Her iki dans türü de mimik kullanmadan seyirciye anlatılmak isteneni iletmeye çalışırlar. Ancak , bu bazı anlarda anlatımı zorlaştırır. Bu gibi durumlarda; ya seyirci anlatılmak isteneni mimikler olmadığı için rahatça anlayamaz ya da figürler basite indirgenir ve çok orijinal olması beklenen bir eser, bir anda çok yavan ve hiçbir özelliği olmayan bir koreografiler bütününe dönüşür. Bu iki dans türünde de mimik olmamasına karşın, Türk halk dansları mimik olmadan tüm özelliğini kaybeder. Öyle anlar vardır ki; sahnedeki dansçının yaptığı figür değil mimik seyirci için anlatımda ön plandadır. Çoğu kez halk dansları gösterilerinden sonra seyircilerden “Dansçılar ne kadar içten gülüyorlardı?” ya da “Öndeki genç ne kadar da sert bakışlara sahipti, değil mi?” gibi yorumlar yapılmıştır. Ama bunları bir klasik bale eserinden ya da modern dans koreografisinden sonra duymak mümkün olmamaktadır. Bunun sonucunda, yapılacak olan çalışmada da bir halk dansı, mimikleriyle beraber notaya alınamayacağı için; yıllar sonra sahneye tekrar konduğunda seyirci için hiçbir şey ya da çok farklı şeyler ifade edebilecektir. Tabii ki; sahne sanatlarında yorum hakkı, anlam çıkarma hakkı seyircinindir. Ancak bu sadece, halk dansları için geçerli değildir. Bir klasik bale eserini izleyen 10 seyirciden 10’u da farklı anlam çıkartmakta özgürdür; ancak bir halk dansı zaten bir olay, duygu, olgu vb. anlatmak adına ortaya çıktığı için, anlam tektir ve tüm seyirciye bu anlam ulaştırılmalıdır. Bu sebeple de dans notasyonu, halk dansları için kullanılmaya elverişsizdir.

Eğer dikkat edecek olursak “dans notasyonu, Türk halk dansları açısında yanlıştır ya da kullanılamaz” demiyorum. Ancak “şu anki dans notasyonu sistemiyle kullanılmaya elverişsizdir” diyorum. Şu ana kadar yapılan tüm çalışmalara, özellikle de Sayın Suna Şenel’in yaptığı çalışmalara saygı duyuyorum. Ancak ben, yapılması gereken çalışmanın aslında dans notasyonunun; Türk halk danslarımız üzerine oturtulması yerine, Türk halk danslarımızın çeşitliliğine ve zenginliğine paralel olarak yeni bir notasyon alfabesi oluşturulmasının daha faydalı olacağı kanaatindeyim.

Bu konudaki asıl ödev dans notistlerimize düşmektedir. Bu ödev hem Türk ve tüm dünya halk dansları camiası hem de kendileri adına büyük bir kazanım olacaktır. Sanat ve sporun her dallarında pratikte olduğu gibi teoride de ülkemizin adını tüm dünyaya kanıtlamak isteğini yüreğinde tüm gücüyle hisseden bütün halk dansçısı arkadaşlarımın da beni destekleyeceğine eminim. Bu konudaki ödevin, biz halk danslarıyla uğraşan dansçıların ve notistlerin dışında, dansla ilgilenen kurum ve kuruluşlar ile konservatuarların Türk Halk Oyunları kürsülerine de ait olduğuna inanmaktayım.

B. KOREOGRAFİ VE KOREOGRAF:

Ülkemizde yapılan halk danslarıyla ilgili çalışmalar sırasında, tüm kurum ve kuruluşlarda, bilgi eksikliğinden düşülen önemli bir hata vardır. Düzeltilebilecek olan bu hata, aynı halk danslarının yerine “folklor” kelimesinin kullanılması gibi küçük ama sonuçları büyük bir hatadır. Özellikle altyapısına önem veren kurumlarda bu hata daha da büyük sonuçlara yol açmaktadır. Küçük yaştan itibaren yanlış terimlerle eğitilen çocukların, gelecekte de bu hataya düşerek eğitim verecekleri düşünülürse; sonuçların ne kadar büyük olacağı ortadır.

Koreografi; özellikle modern dans ve aynı zamanda bir klasik bale terimidir. Yaşanmamış, olmayan ama olabilecek ve yaşanabilecek bir olayı, duyguyu yaratılacak figürler ve bireysel yaratılan müzikler yani bestelerle sahneye koymaya koreografi; bu işi yapan kişiye de koreograf denir. Kısacası koreografi yaratım; koreograf da yaratıcı demektir. Aynı şekilde koreografilerin müzikleri de; koreografinin duygularını ve karakterlerini açıklayan yaratılar, bestelerdir.

Halk danslarında ise yaratım öğesi yoktur, olamaz da. Bu halk danslarının doğasına aykırıdır. Halk dansları hem anlatım, hem de figürler bakımından bellidir ve sahnede de bu figürler kullanılmalı (ekleme-çıkartma ya da değiştirme yapılmamalı), bu duygular aktarılmalıdır. Halk danslarının ayrılmaz bir parçası olan halk müziği için de aynısı geçerlidir. Her dansın bir de müziği vardır; bellidir değiştirilemez. Örneğin; her ikisi de 9/8’lik ölçüde olan Trakya Karşılaması ve Teke Zeybeği. Ölçüleri gereği her ikisinin de figürleri her ikisinin müziğinde de yapılabilmektedir. Ancak sahnede bu müzik ve figürleri birbirlerinin yerine kullanmak yanlıştır. Ama modern dans veya klasik bale için böyle bir kural yoktur. Her istediğiniz müzikte, pozisyon ve hareket temellerine bağlı kalarak, her istediğiniz figürü yapabilirsiniz.

Ülkemizde düşülen hata ise; koreografi teriminin, “sahne düzenlemesi” terimi yerine kullanılmasıdır. Sahne düzenlemesinde yeni, yoktan bir var etme, yaratım yoktur. Dansı ve anlatılan konuyu; daha çarpıcı ve estetik bir güzellikle sahneye koymak amacıyla yapılan çalışma, sahne düzenlemesidir. Daha basit bir anlatımla; sahnede çizgi yapmak koreografi değil, sahne düzenlemesidir.

Tabii ki ülkemizde koreograflar da bulunmaktadır. Bunların arasında en eski ve başarılı olanı ise Sayın Suat İnce’dir. Kendisi; bugüne dek birçok kurum ve kuruluşta yaptığı birçok koreografi çalışmasıyla, halk danslarımızın ülkemizde ve yurt dışında geniş kitleler tarafından beğeniyle izlenmesi ve sevilmesinde büyük etken olmuştur. “Kürdil-î Hicazkâr Longa, Şehnaz Longa ve Hicaz Fantezi”; Sayın Suat İnce’nin en önemli koreografik yapıtları arasında sayılabilir. Ayrıca ülkemizde potbori anlayışını yaygınlaştıranve ilk olarak kullanan da kendisidir. Bunlar da bir çeşit koreografi olarak tanımlanabilir. Farklı konular anlatan ve farklı karakteristik özellikleri olan dansları, temelinde tek bir duygu, olay veya konu altında toplamaya potbori diyoruz. Potborilerin de temelinde bir konu anlatımı olmalıdır. Anlamsızca arka arkaya dansları birleştirmek ne bilimsel ne de sanatsaldır.

Halk danslarımızın karakteristik sınıflandırılmasında, aslında çoğu halk dansçımızın bilmediği bir tür daha vardır; Longa. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde batılılaşma çabaları sırasında ortaya çıkmıştır. Avrupa’daki saray danslarının, Osmanlı sarayına yansıması olarak da adlandırılabilir. Özellikle besteleri günümüzde de severek dinlenmekte olan, sözsüz Klasik Türk Müziği eserleridir. Ancak dansları hatırlanmamaktadır. Müziklerin bireysel besteler olması ve sahne düzenlemeleriyle figürlerinin yaratılmış olması, Longa’ların birer koreografi olmasını gerektirir. Ancak figürler, halk danslarımızın temel öğelerine aykırı değil; tam tersine halk danslarımızın temel öğeleri baz alınarak yaratılmışlardır. Bu sebeplerledir ki; Longa’lar, günümüzde örnek alınabilecek birer koreografi ve Suat İnce de bir koreograftır.

Bir diğer ünlü koreografımız ise; Suat İnce’nin öğrencisi olan, Sayın Mustafa Erdoğan’dır. “Sultans Of The Dance” adını verdiği dans topluluğunda ortaya çıkarttığı “Anadolu Ateşi” adlı koreografisini, sanırız ülkemizde izlemeyen çok az kişi kalmıştır. Mustafa Erdoğan bu yapıtıyla, modern dans ve klasik baleyi, halk danslarımızın temelinde birleştirmeye çalışmıştır.

C. KOREOGRAFİNİN YARATTIĞI SORUNLAR:

Halk danslarımız adına koreografiler, doğru yapıldığı zaman gerçekten başarılı oluyorlar. Ne var ki; bu büyük bir sorumluluktur, özellikle de altyapı eğitimi verenler için.

Altyapıdan koreografiler ile yetiştirilen çocuklara; bunun bir koreografi olduğu, aslında halk danslarımızın bu olmadığı kavratılmalıdır. Peki bu nasıl ispat edilebilir?

Yıllardır yapılan koreografi çalışmalarının sonucu olarak, halk danslarımızın gerçek figürleri unutulmaktadır. Zaten tam olarak tamamlanamayan derleme çalışmaları, çok daha önemli bir yer almıştır. Geç kalınmış olmakla beraber, derleme çalışmaları en hızlı biçimde tamamlanmalı ve kamuoyunun bilgisine sunulmalıdır. Çoğu yöremizde, koreografilerde yaratılan figürler, insanlar tarafından oynanmaya ve benimsenmeye başlanmıştır. Bunun sonucunda da zaten az kişi tarafından hatırlanan asıl figürler tamamen unutulmaya, yerlerini yaratı figürler almaya başlamıştır. Bu da kültürel anlamda çözülmeyi ve hatta daha ileri safhalarda belki de, kültürel asimilasyonu getirebilir.

Zenginliğiyle tüm dünyanın hayranlıkla izlediği halk kültürümüzü, kendi ellerimizle, biz yok ediyoruz. Bunu önlemek için yapabileceğimiz tek şey, derleme çalışmalarını hızla sonuçlandırmak ve gençlerin altyapısını bu şekilde oluşturmaktır.

Söylemek istediğim şey; koreografik çalışmalar yapmamak değildir. Bir çocuğa nasıl önce alfabeyi sonra cümle kurmayı öğretiyorsak; halk danslarımızda da öncelikle dansların aslını öğretmeli, daha sonra koreografik çalışmalar yapmalıyız. Bu, çocukların hem gerçek ve yaratı arasındaki farkı kavrayabilmeleri hem de gelecekte kendileri eğitim verecekleri zaman örnek alacakları, doğru yöntem olması açısından önemlidir.

Zaten önce biz kendi kültürümüzü öğrenmeliyiz ki; onu geliştirelim ve modern sahne sanatları seviyesine ulaştırabilelim. Ama çoğu kez bizler kolaya kaçıyor ve sadece “gözümüze güzel gözüküyor” bencilliğiyle yaratılarımız doğrultusunda eğitim yapıyoruz. Çocuklar da; hele de aslının bu olmadığını kavratmadıysak, yaptıklarını gerçek olarak algılıyor ve önyargılı oluyorlar. Daha sonra aslını gördüklerinde, kendi yaptıklarının önyargısında kalarak gerçek olanı reddediyorlar ve bu kuşaklarca devam edecek olan, sonuçları güzelim kültürümüzün bencil inançlar yüzünden yok olmasına kadar gidebilecek büyük bir sona doğru ilerliyor. Albert Einstein’ın bir sözü aklıma geliyor: “Bir insanı önyargılarından kurtarmak; bir atomu parçalamaktan daha zordur”…

Bunu durdurmak ve çocuklara doğru yöntemle eğitim verebilmenin temel zorunluluğu; daha önce de belirttiğim gibi derleme çalışmalarını yapmaktır. Bu görev, ülkemizde resmî olarak Kültür Bakanlığı’na bağlı olan Halk Kültürlerini Araştırma Geliştirme Müdürlüğü (HAGEM)’nündür. Ancak üniversitelerimiz konservatuarları bünyesinde bulunan, ve maalesef sayıları ülkemize yakışmayan, Türk Halk Oyunları bölümü öğretmen ve öğrencilerinin de bu çalışmalara gerekli teknik ve teorik desteği vermesi gerekmektedir. İyi niyetle yapılan ve bilimsel olmayabilecek olan bireysel derleme çalışmalarının ise; HAGEM tarafından dikkatli ve detaylıca kontrol edilmesinin de, düşülebilecek bireysel hataların büyük toplumsal kayıplara ve çürümelere dönüşmesine engel olacağı kanaatindeyim.

Bu konulardaki görüşlerimin; araştırmalarını, yayınlarını, çok özel ve güncel konularla ilgili konferans, toplantı ve etkinliklerini çok yakından takip ettiğim Orta Doğu Teknik Üniversitesi Türk Halk Bilimi Topluluğu’nun yayın organında; halk dansları ile gönülden uğraşan arkadaşlarımla paylaşabilme olanağını verdiği için “Halkbilimi” dergisi kadrosuna, gönülden şükranlarımı sunuyorum.