Abdullah Öcalan, 70’lerin başında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazandı. 80 öncesi öğrenci olaylarının yoğun yaşandığı dönemde Öcalan, ilk olarak dini örgütlenme içerisinde yer aldı. Cuma namazlarını kaçırmayan Öcalan, kimlik arayışı ile girdiği bu ilk gruptan, dini bilgi yetersizliği nedeniyle dışlandığını hissederek ayrıldı. Bu dönemde az da olsa ülkücü harekete de sempati duymuştu. Kimlik ve bir grup üyesi olma arayışındaki Öcalan, daha sonra sol örgütlere transfer oldu. Bir süre bu grup içerisinde yer almaya çalışan Öcalan, Güneydoğulu olması nedeniyle DDKD’yi fark ederek Kürtçü sola geçiş yaptı. Bir o yana, bir bu yana gezen şaşkın Öcalan, daha sonra bir grup arkadaşıyla birlikte “APOCULAR” adlı örgütü kurdu ve örgüt 1978’de isim değişikliğine giderek bugünkü “PKK” adını aldı.

Marksist-Leninist ideoloji temeli ve ideali ile kurulan PKK, 84’te Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla silahlı mücadeleye başladığını açıkladı. O yıllarda, adam öldürerek, baskınlar düzenleyerek ün kazanmaya başlayan örgüte “ÖCÜ” gözü ile bakılıyor, hem korkuluyor ve hem de nefret ediliyordu. PKK, militan kadro temini anlamında zorla dağa adam kaçırdı, yaşamını sürdürmek anlamında da zor ve baskıyla para topladı, el koydu, gasp etti. Burada, küçük ama çok önemli bir not düşmek gerekiyor; PKK’nın nasıl ve ne amaçla kurulduğu, doğduğu, ortaya çıktığı, bu kısa tarihçeyle bile net olarak ortaya konulabiliyorken, PKK ve sözcülerinin iddia ettiği gibi “PKK, Kürt sorunu olduğu için, Kürtlere yönelik 80 yıldır sürdürülen inkâr ve imha politikaları nedeniyle doğdu” yönündeki bildik mağduru oynama senaryosunun ne denli komik kaçtığı da görülebiliyor.

Sponsor Bağlantılar

Devam edelim… 90-93 döneminde PKK, eylemlerini en üst seviyelere çıkarttı. 93 yılı itibariyle, “Artık yeter- Edi Bese” diye düşünen Türkiye Cumhuriyeti Devleti örgütü ciddiye aldı ve yaptığı büyük çaplı operasyonlarla, bir iki yıllık bir süre zarfında terörün belini bükmeyi başardı. Ancak bu arada, terör ile mücadele kapsamında, istenmese de bazen kurunun yanında yaşın da yanmış olmasının yanı sıra, özellikle, çatışmalarda ölü ele geçirilen teröristlerin cesetlerinin köylere getirilerek ailelerine teslim edilmeleri gibi psikolojik etkenler, bölge halkının, daha düne kadar “ÖCÜ” gözüyle baktığı örgüte, sempati duymaya başlanmasına sebebiyet verdi. Çünkü, çocukları PKK tarafından zorla dağa kaçırılmış olmasına rağmen, sonuçta ölümleri Türk askerinin mermisiyle gerçekleşmişti ne yazık ki. Maalesef “asıl sebep”e değil, daha ziyade “kaçınılmaz sonuç”a bakılmıştı, hırsızın suçu göz ardı edilerek.

Nihayet 1999 yılına gelindi ve Apo, Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirildi. O güne kadar sürekli “basın-yakın-yıkın-öldürün” salyalı talimatlarını veren Apo, bir anda “Hizmetinizdeyim” diyerek yumuşayıverdi.

Yıl 1999.. 10 yıl geçti ve 2009’a gelindi… Bakın, bugün ise Apo ve yandaşları tarafından neler deniyor!!! Ki bu söylemler, bugün değil, Apo’nun yakalanışından bu yana, 10 yıldır sürekli dile getirilerek dayatılıyor. En başında “Kürt Sorunu” (!) deniliyor. “Kürt sorununun demokratik çözümü” deniliyor. “Kürt kimliğinin ve dilinin resmiyette tanınması” deniliyor. “Kürdistan, Kuzey Kürdistan, Doğu, Batı, Güney Kürdistan” deniliyor. “Özerk yönetim” deniliyor. “Sorunun demokratik çözümünde, Apo ve dolayısıyla PKK muhatap alınmalı, aksi mümkün değil” deniliyor. “Apo’suz, PKK’sız çözüm asla olmaz” deniliyor. “Apo ve PKK’ya şartsız-koşulsuz özgürlük” deniliyor. Deniliyor da deniliyor… Son 10 yıldır bunlar deniliyor. Kim bilir 10 yıl sonra daha neler denilecek? Böyle giderse korkarım, belki de denmesine, gerek bile kalmayacak…

Neredeeen nereye…

Birbirinden çok farklı ve birbirine tamamen zıt ideolojiler yumağındaki arayışlar peşinde koşulan 70’li yıllardan, Marksist-Leninist ideolojili “ÖCÜ” örgüte…,  “İdeolojik temelli komünist örgüt”ten, “etnik kökenli bölücü örgüt”e…, “Basın-yıkın-yakın-öldürün”den, “hizmetinizdeyim”e…,  “Terör sorunu”ndan, “Kürt sorunu”na…, “Apo”dan, “Sayın Başkan Öcalan (!)”a…,Ve nihayet; “Kürt sorunu’nun demokratik çözümü için Sayın (!) Öcalan’ın muhatap alınması ve özgürlüğü”nün şart koşulması ve dayatılmasına… At gözlüklü romantik bazı yazar-çizer ve siyasetçilerin de bilerek veya bilmeyerek, tüm bu olup bitenlere çanak tutmalarına… Dedik ya;

“Neredeeen nereye…”

Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com