Yasalarca yapılması men edilmiş eylemlere suç, bu eylemde bulunanlara da suçlu diyoruz, kısa ve net olayın özü bu. Ancak bunun da boyutları var, yani simit çalanla adam öldüren aynı konumda değerlendirilmiyor. Birde düşünce suçluları var ama onları yazının sonuna bırakalım. Eğer kişilerin ruhsal psikolojik rahatsızlıkları yoksa çalmak, öldürmek, tecavüz etmek düşünceleriyle uyandıklarını sanmıyorum. Yani hangimiz sabah kalktığımızda ben bu gün birini öldüreyim diye uyanırız. Böyle bir şey yok. Ama sebepler var, en sağlıklı insanı bile çıldırma noktasına getiren karşısında kimin neyin olduğunu unutturan sinir patlaması. Ya da günlerce çoluğu çocuğu aç kendi perişan olan biri, her şeyi göze alarak elini bir başkasının cebine uzatabiliyor.

Sponsor Bağlantılar


Bu söylediklerim kesinlikle ne çalmak için ne öldürmek için haklı sebepler, sadece işaret etmek istediğim şey, maksadı mal varlığını çoğaltmak için çalan ile sadece kabadayılık olsun diye katil olanları ayırmaya çalışıyorum. Fakat üzülerek görüyorum ki açlığa dayanamayan ve sadece bir simit çalan gencin yirmi yıl hapsi istenirken, basında boy boy soyuluyoruz haberlerine kulak asılmıyor. Burada simit çalan çocuğu kollayalım demiyorum suçun biride bine de bir, ama binine ne diye hesap sorulmuyor diyorum. Buda bir yana gariban cezasını doldursa da hayatı boyunca potansiyel suçlu olarak görülüyor, yani siciline işlenen damga, yüzünde duruyor gibi. Bir daha iş bulabilmesi evlenebilmesi sosyal hayatına devam etmesi yani kısaca yaşaması imkânsız hale getiriliyor. Şimdi bir cahillik edip çaldı cezasını çekti ya da öldürdü suçu her neyse, civarında olan her suçtan sorumlu, asla bitmiyor.

 

Kara para trilyonlar aklanıyor, yurt dışına kaçan geri dönüp birkaç ay hapisle tekrar aynı itibarına kavuşuyor da, bu tarafta sıradan vatandaş bunu başaramıyor fark ne? Artık ben siyasetten anlamam hiç işim olmaz diyen birini görmüyorum, Türkiye de en çok ve en kolay konuşulan iki şey var biri futbol ikincisi siyaset. Medya bu konuda ateşleyici unsur, gözümüzü kapasak kulağımız duyuyor, iyi de oluyor çünkü bizim göremediğimiz duyamadığımız her şeyi evimize kadar taşıyor. Tabii radyo televizyon veya yazılı basından takip ediyoruz ve biraz yanlı olabiliyor ama önemli değil biz de kendimize uygun olanı seçiyoruz. Zaman zaman bu yolda da farklı uygulamaları gördük kimi zaman radyolar kimi zaman televizyon kanalları günlerce sustu karardı, beyne vurulan tokat kadar tizdi bu sesler aslında susarken söyleyen duymadığımız seslerdi ben kararan ekrandan susan radyodan daha çok şey duyabiliyorum keşke susmasalar, keşke onları dinlememe özgürlüğü bize bırakılsa… Reaksiyonsuz bir millet değiliz, kendimizi ifade edebilecek kadar da konuşabiliyoruz, yapmak istemediklerimiziSuç ve Suçlu ya da onaylamadığımız hiçbir şeyi zaten yapmayız, bunun başkaları tarafından önünün kesilmesi zorlamanın başka bir yolu değil mi, ha bana ille bunu dinle dedin ha dinleyeceğimi kestin ne fark etti, her iki halde de benim kararımı bana bırakmadın… Hepimiz aynı düşünmeyeceğiz, tabii ki ayrı olduğumuz noktalar olacak, kendi kanımızdan canımızdan olan kardeşimizle, bizi hayata getiren ana babamızla yıllarımızı paylaştığımız eşimizle bile zaman zaman birleşmeyiz farklı düşünürüz, burada önemli olan bir birimize yaklaşımımız, dayatmadan bağırmadan susturmadan, sadece konuşarak halledebiliriz.

 

Türkiye yıllarca azınlıklarla yaşadı ve hala yaşamakta, dili dini kültürü her şeyi bizden farklı olan bu insanları susturmadı, yok saymadı hep saygı ölçüsünde ve beraberlik anlayışı içinde oldu, biz camii ye onlar kiliseye gitti, bizim bayramlarımızda onlar yoktu bizde onlarınkin de ama hiç nifak yaratılmadı. Düşüncelerimizi en güzel yolla yani dilimizle ifade edebildiğimiz zaman bizim tanınmamız bizim anlaşılmamız bağlamında tek ışık olacak, susmak, susarsa tehlikeli olmaz düşüncesine çok üzgünüm ama itibar etmiyorum. Çünkü geçen zamanlarda önümüzü görememekten yarının ne olacağını bilememekten gerilen sinirler koskoca holdinglerin şirketlerin iskambil kâğıdı gibi birer birer devrilmesiyle kopma noktasına geldi. Milyonlarca insan sabah uyandığında işsizdi, bir yandan geçim sıkıntısına gark olan aileler bir yandan deneyimi tahsili ve daha bir sürü meziyetleri olan insanlar işsizler ordusu oluşturdu, hepimiz de inanılmaz yaralar açtı. Adını kriz koyduğumuz bu deprem, ne durmak bildi ne de nefes alacak yer bıraktı, insan yaşamak zorunda, çareler aradı ve çok doğal olarak bir takım ahlaki değerlerinden tavizler verdi, suç işledi yapmayı düşünmediği şeyleri yaptı, çünkü aç insan çıplak eliyle fırın kapağını tutar, yanmayı göze alarak…

 

En çok hırsızlık yağmalanacak hiçbir şeyi kalmayan ülkelerde olur… Ülkenin fakirleştiği noktada insanının her konuda daha fazla fakirlik çektiğini ve artık değerlerin tek tek üstlerinin çizildiğini ifade eden güzel bir söz. Tabii ki bu doğru olan değil tabii ki bizler her zaman güzel eylemlerde bulunmak zorundayız, ama çaresizliğin hepimizi çıkmaza getirdiği zamanlar oldu, haklı olmasak bile tek sorumlu değiliz… Yine de her şeye rağmen milletçe göğüsledik, az yedik, az giydik, kendimizce oluşturduğumuz hayat standardımızı olabildiğince aşağılara çektik. Biz böyle yaparken bir takım insanların durumu ganimet bilip faydalanma yoluna gitmesi, bu parsadan ne kadar kar edebilmeyi hesaplaması zaten yaralanan duygularımızı iyiden iyiye hırpaladı, sussan dert konuşsan dert, söylediğinin ne kadar duyulduğu ayrı bir konu, dört bir yandan sarılmış kırk düğüm olmuş gibi sürekli boğuştuk ama kiminle? Kişiler kendi kendilerini eğitmediği sürece öğretemezsiniz, sadece dinler asla öğrenmez ve bunları tanıyarak bilerek çalmayı din yemeyi iman saymış komşumuzu sadece güzel bir yalıda oturuyor çok parası var diye şirin göremeyiz eğer kazancının yasal yollardan olmadığını biliyorsak bizim evimizi soymasını beklememize gerek yok, zaten cebimizi soyuyor, farkı yaptığı işi yaldızlıyor, farkı o gariban değil…

 

Suçların kimliklerle alakalı olmamasını istiyorum kişilerin para gücü suçlarını örtmemeli. Suç da suçluda aynı değerlerle ölçülmeli, ne kendi ünvanım ne de babamın gücü beni güçlü kılmamalı. Yasalarla bir zorum yok ağırda olsa işliyor, ancak bunları delmeye çalışan ve bulundukları konumla güçlenen suçlulara bu kanunlar hepimize diyorum. Önce bir şeye güvenebilmeliyiz, görevini suiistimal eden birini yetkili merci ye şikâyet edip suç duyurusunda bulunuyorsak onun hakkında gereken işlem yapılıyordur diyebilmeliyiz. Şikâyet ettiğimiz kişide beni yerimden kimse oynatamaz moduna giremeyecek kadar işlediği suçun cezasından ve kendisi içinde geçerli olacağından emin olmalı. Çünkü kimsenin dayısı işlenen suçun devamına sebep olamaz, daha doğrusu olmamalı. Ne kadar uğraşsam ben bunu temizleyemem sonuçta ben zarar görürüm anlayışı hepimizi gitgide adam sende düşüncesini yaşamaya zorluyor. Eğer suç da suçlu da yasaların koyduğu kurallar içinde netse bizi durduran bir şey olamaz balon ne kadar büyük olursa olsun bir toplu iğnelik canı var, çünkü içi sadece hava dolu, hepsi bu… Ben kim olursam olayım en basit trafik kuralını ihlal etmem halinde benim polisim cezamı kesecek, çünkü suç işledim ve de suçluyum tıpkı simit çalan çocuk gibi, kategoriler farklı olabilir her ikimizde bir yasayı çiğnedik. Birini öldürmüş kişi yasalar önünde suçlu bizim gözümüzde de öyle, verilen cezaya uymak durumunda, onun içeride elli yıl yatması gideni geri getirmeyecek, ama suç cezasız olamaz, zaten bu öyle bir durum ki o kişi hayatı boyunca vicdani rahatsızlığını susturamayacak elli yıl yatsa bile… Ama bitti, diyeti ödenmiş bir olayın tekrar hesabı yapılmaz, o zaten ömrünce ödeyemeyeceği bir hesabın içinde boğuşacak.

 

Normal hayata dönmesini zorlaştırmak onu hala reddetmek elini kolunu kesmek değil mi? Bu şekilde hangi noktaya gelip neler yapabileceğini kestirebilir miyiz? Hırsızlık yapan içeride kaldığı sürece yaşadıklarından ders aldıysa dışarı çıktığında hala güvenilmez hala hırsız muamelesi görüyorsa bu onu tekrar çalmaya zorunlu bırakmaz mı? Ve artık hırsızlık onun işi olmaz mı?

 

Bu çark böyle dönüyor herkes aynı düşünüyor bu kadar insanın içinde bir ben mi doğrunun mücadelesini vereceğim dediğimiz noktada o çarkta bir dişlide biz oluruz, doğru için bir tek sen ol bir tek ben olayım eğilmezsek dikiliriz, haksızlığa ses çıkarmamak haksızlığı yapana ortak olmakla eş, ha yaptık ha sustuk… Hayatımda hiç rüşvet vermedim vermem de çünkü ben rüşvet vereni de alan kadar suçlu görüyorum, sanki teşvik kredisi. Görevi suiistimalden veya başka bir sebeple şikâyetçi olamam artık, iki ortağız, ama garip bir ortaklık o karda ben zararda, hiç sızlanma hakkım yok çünkü bunu ben sağladım. Neredeyse dürüstlüğe teşekkür edecek duruma geldik adam kaidelere uyarak yaşıyorsa namuslu ve erdemliyse aferin diyoruz, neden? İnsan zaten böyle olmak zorunda, sapmalara pirim vermezsek suç da suçlu da azalacak ve bu gün aferin dediğimiz kitle büyüyüp çoğalacak. Hepimiz hata yaparız, bu bazen hayatımızı değiştirecek boyuta da olabilir, önemli olan o hatalardan ders alabilmektir, tecrübeyle de tescil etsek sonuçta cezasını çekerek öğreniriz. Sözünü ettiğim hala bir şeyleri kılıfına uydurup deveyi hamuduyla yutanlar ve hala itibar görenler, hırsız hırsızdır en pahalı elbiseyi giyeni de çıplak olanı da… Evet, bütün bunlardan hariç bir de fikir suçluları var, buna zaten hiç akıl erdiremiyorum, düşün dilediğin kadar dilediğin gibi düşün ama söyleme… İyi de o zaman zaten düşünmemin de bir anlamı yok, yanlış yada doğru düşüncelerimi ifade edemezsem yanlış düşündüğümü bile bilemem. Ne dedin, öyle mi dedin, bu dediğin bu demek oluyor, olmaz yanlış konuştun at içeriye. Zaten öyle demedim diyemez diyen, yani bunun kılıfı da yok, otuz kamera birden çekiyor bin ayrı yerde kaydı var. İyi de dedi de ne oldu, kim öldü, kimin neyi çalındı, kim mağdur, rüşvet mi aldı yada verdi mi, ne yaptı? Dedin mi demedin mi, yedin mi yemedin mi…? Maksadın bölücülük olmadığı vatana millete bayrağa küfrün yapılmadığı her konuda konuşulsun, bunların hiç birinden zarar görmeyiz, tam tersi ayırmasını değerlendirmesini öğreniriz. Durdurmak hiçbir şeyi yok edemez, söylensin bu daha iyi değil mi, her türlü fikre saygılı olmalıyız, üstelik söylerse ne düşündüğünü biliriz, susarsa ne duyacağız? Kimsenin haklarına tecavüz etmediği sürece fikrin beyanında sakınca yoktur, eğer beni sözleriyle yargılamıyorsa eleştirsin, yargılıyorsa da zaten muhatabı yasal yolu kullanır taciz edildiğini anlatabilir. Kişi kendine yanlış gelen anlayışlarda kendi doğrularını söyler, bunu o yanlış dediklerini eleştirerek yapar ona göre olanı söyler, kimse vay bu adam lider falan demez, çünkü dinleyenler de bilip söylemeyenlerdir, yani susanlar…

 

Aziz nesin Türk halkının yüzde altmışı aptaldır dedi millet ayağa kalktı adam ben din kuran tanımam dedi milyon insan tükürdü, şimdi bu kötümü eğer sussaydı aziz nesinin Türk milleti hakkındaki düşüncelerini hiçbir zaman öğrenemeyecektik, sustuğu süreçte onu hiç duyamadık. Cezasından korktuğun bir suçu saklarsın, düşünceler suç değil o yüzden saklama gereği de yok. Belki de biri milletimiz devletimiz dinimiz ibadetimiz hakkında iyi düşünmüyor, söyleyemiyor çünkü yasak, biz de onu tanımıyoruz ve belki de bir çok yerde taltif ediyoruz, bu mu doğru? O insan yine aynı düşünüyor daha kötüsü gizli gizli söylüyor yarım yarım duyuyoruz, fikrin önünü kesmeye çalıştığımız zaman içerdeki çığlıklar daha tehlikeli olur, çünkü o susturulan çünkü o kıstırılandır, biz de millet olarak her zaman mağdurun yanında oluruz ve asıl yanlış orada başlar. Bizler her zaman iyi ile kötüyü ayrı tartarız yeter ki bilelim yeter ki duyalım, varlıkta da yoklukta da her zaman milletçe bir bütünlük arz ettik, yine ederiz davamız hep aynı, ama bir şey söylüyoruz çifte standardın uygulanmadığı, varsa hepimize yoksa hepimize olsun, biri ballı börek yerken biri kuru ekmek çabasında olmasın, o ballı börek gerçekten alın teriyle kazanılmış ve hak edilmişse afiyet olsun ama birçok zaman kuru ekmekten çalınan oluyor ve en acımasız olanı da adları ‘’SUÇLU’’ değil…