Özet

Bu çalışmada Yılmaz Erdoğan’ın şiirlerinde toplum olgusunun yansımasının nasıl ele alındığı işlenecektir. Bu çalışmada sosyalist bir şair olan Yılmaz Erdoğan’ın şiirlerinde toplumu nasıl işlediği ve bu olguyu nasıl yansıttığı çözümlenmeye çalışılacaktır. Çalışmada Küçük İskender’inde şair için “ama zorlarsanız, ailemiz halktır deriz ikimizde” sözü Yılmaz Erdoğan’ın halkı yansıttığı, halkı işlediği ve bu toplumsal olguyu yansıttığı için sevilen, tutulan, güncel bir yazar olduğu anlaşılacaktır.

Sponsor Bağlantılar

Tiyatro, yönetmen, senarist, dans gösterisi, hikâye, şiir stand-up gibi her alanda kalemi olan Erdoğan tüm çalışmalarında toplum olgusunu başarıyla işlemiştir. Yılmaz Erdoğan’ın yönetmen, senarist ve oyunculuğunu yaptığı Vizontele 2001 yılında Türkiye’nin en çok izlenen filmi olmuştur. Film 1970 yılında televizyonun ilk defa hayatımıza girmesiyle toplumun nasıl tepki gösterdiğini ölçmüş ve o zamanki toplum olgusunu bize ustalıkla göstermiştir.(Oktay, 2008, 7). Şair bu ustalığını şiirlerinde göstermeyi ihmal etmemiştir. Kendisine has çok orijinal bir şiir çizgisi olan Yılmaz Erdoğan’da Ahmed Arif etkisi görülür. Özellikle Ankara konusunda kendisi de bir şiirinde Ahmed Arif’e “ustam” diye seslenir. Şair Ankara’yı anlatırken toplumu adeta bir resim çizer gibi şiirle anlatmıştır. Kullandığı imgeler ve yansımalar şiirde orijinalliği yakalamasını sağlamıştır ve toplum onun için şiir olmuştur, soğuk ve şehirlerarası otobüslerde çocuk olmaktan vazgeçtiği andan beri (http://www.siirperisi.net/siir.asp?siir=751).

Anahtar Kelimeler: Yılmaz Erdoğan, Folklor, Toplum Olgusu, Şiir

Giriş

Yılmaz Erdoğan yıllardır Türkiye’nin gündeminden düşmeyen, birçok sanatsal meselelerde söz sahibi olan meslekler arası seyahatleri seven ve her mesleği toplumun gözünden görerek vücuda getiren ve bunları bir potada eritmeyi başaran nadir insanlardan biridir. Onun şair yanı hep gizli kalan fakat içinde fırtınalar kopartan belki de bu denli başarıyı yakalamasının sebebidir. Halkın içinden gelen bir taşra çocuğudur o da çocukluğunu insanların yüzlerinde geçirmiştir her insan yüzünde bir duyguyu yakalayabilir, şiirlerinin içerisinde kendimizi bulmamız bunun sonucudur .’’Galiba esas konu kimseye söyleyemediğim, hiç ortaya koyamadığım, koymakta istemediğim öyküleri yazıyorum’’ der. Şairlerin kendilerine karşı en dürüst oldukları an şiir yazamaya başladıkları anlardır, sözcükler arasında kaybolup gitmek onları şair yapan meseledir. Şiir yalanı kaldırmaz hele de söz konusu toplumu anlatmaksa.(Yalçın, 1991, 9) Her şair yola çıkarken çıkınına koyduğu sözleri ustasından alır. Yılmaz Erdoğan’ında böyle bir ustası var Ahmet Arif… İnsanoğlu için hangi uzvun daha fazla önem arz ettiği tartışma konusudur. Kimi beyni, kimi kalbi, kimi solunum, kimi de tenasül organını inceleyebilir. Elbette her uzvun yaşamsal bir önemi olup birbirleriyle kıyas götüremezler. Lakin antropolojik macerada temel organımız omurgadır. Omurgamız olmazsa sürüngenleşiriz omurlarımız dik duramayıp (Homo erectus)  sürüngenleşiriz. Toplumsal yanımızda işte böyledir olmazsa eksikliği hissedilirse sürüngenleşiriz. Hakikatler toplumu halk tezgâhına yatırır, muhatap olunan sesi o tarafa çeker. Bağnaz bir batıcılık kafasından sıyırıp hakikatlerin önündeki perdeyi kaldırır (Kongar, 2002, 69). Yeni şeyler uğruna eskiyi terk etmekten alıkoyar yani kökü olan bir ağacın köklerini sökmek yerine meyvelerini toplarız. Kendimizi bu ortama hazırlarsak eşekten düşmüş karpuz gibi olmayız. Sigmund Freud ve bilinçaltıcılık kuramı (psikanaliz ) aslında bunun açıklayıcısıdır(Dönmezler, 1994, 29). Yılmaz Erdoğan bir halk çocuğudur ve hayatında var olan hikâyeleri bir kuyumcu titizliğiyle ‘’gerçek’’ bir şeyi tanımlamak üzerine kurmuştur.                                            

Yılmaz Erdoğan’ın hayatı (1967-…)

Tiyatro, dizi ve film senaryosu, dans gösterisi, hikâye ve şiir yazarı olan Yılmaz Erdoğan, 1967 yılında “her şeyin bittiği yerde başlayan şehir” olarak tarif ettiği Hakkâri’de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara’da tamamladı. Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği’ni kazandı fakat ağır basan tiyatro tutkusu eğitimini yarıda bırakmasına neden oldu. Tiyatroya 1987 yılında Ferhan Şensoy’un “Nöbetçi Tiyatrosu’nda amatör yazar ve oyuncu olarak başladı. Ardından da Levent Kırca’nın “Olacak O Kadar” adlı televizyon programında başyazar olarak görev yaptı.

TRT’de yayınlanan “Umut Taksi” adlı diziyi yazıp bu dizide oyuncu olarak rol alan Erdoğan, daha sonra Türkiye’nin en büyük oyuncu kadrosuna sahip olan “Gereği Düşünüldü” isimli oyunu yazdı. Türk sanatseverler tarafından çok beğenilen oyun dört yıl kapalı gişe oynadı. Bu oyundan sonra tiyatro çalışmalarına Yasemin Yalçın Tiyatrosu’nda başlayan sanatçı, “Haşlama Taşlama” ve yine bu tiyatroda 5 yıl sahnelenen “Kadınlık Bizde Kalsın” adlı oyunları yazdı.

Yılmaz Erdoğan tiyatro yaşamına bundan sonra ortağı Necati Akpınar ile birlikte kurduğu Beşiktaş Kültür Merkezi’nde devam etti. Burada yine başrollerini Demet Akbağ ile paylaştığı “Bir Demet Tiyatro” adlı diziyi yazdı. Dizide “Mükremin Abi” tiplemesiyle de izleyenlerin beğenisini topladı. Yine kendisinin yazdığı “Otogargara” adlı oyun “Gereği Düşünüldü” adlı oyun gibi tiyatro severlerin yoğun ilgisiyle dört yıl kapalı gişe oynadı. Bu arada sanatçının kendisinin yazıp oynadığı tek kişilik “Cebimdeki Kelimeler” adlı oyunu Beşiktaş Kültür Merkezi’nde sahnelendi.

Oyun yazarlığının yanı sıra şair yönüyle de bilinen Erdoğan, “Kayıp Kentin Yakışıklısı” adlı ilk şiir kasetini müzikseverlerin beğenisine sundu. Bu albüm; Yılmaz Erdoğan’ın yazdığı 17 şiirden ve bu şiirlere eşlik eden Metin Kalender, Nizamettin Ariç ve Ali Aykaç’ın bestelediği ezgilerden oluşuyor. Şair ‘in albümdeki şiirleri aşkı, sevdayı, korkuyu ve çocukluğunu geride bırakışını anlatıyor. Ayrıca sanatçının albümündeki şiirlere Türk Sanat Müziği’nden örnekler, türküler, etnik müzikler gibi geniş bir müzik yelpazesi eşlik ediyor ve albümde sanatçının kendi sesinden kısa bir türkü de bulunuyor.

Başarılı sanatçı, albüm çalışmasının ardından, 2001 yılına gelindiğinde; o güne dek en çok izlenme başarısı göstermiş olan Vizontele isimli sinema filmine yönetmen, senarist ve oyuncu olarak imzasını attı. 1970’lerin başlarında Van-Gevaş’ta geçen filmin ana konusu bu yöreye vizontelenin (televizyonun) ilk defa gelişi üzerine kurulmuş. Reklam filmlerinde de oynayan sanatçı, Broadway ‘da sahnelenmek üzere hazırlanan “Sultans of the Dance” isimli gösteriye de senarist ve üst denetçi olarak imzasını attı.

Eserleri

Yönetmenliği

Sinema;
Vizontele (2001)
Vizontele Tuuba (2004)
Organize İşler (2005)
Neşeli Hayat (2009)

Yazarlığı

Sinema;
Vizontele (2001)
Vizontele Tuuba (2004)
Organize İşler (2005)
Neşeli Hayat (2009)

Tiyatro;
Haybeden Gerçeküstü Aşk (2004)
Bana Bir Şeyhler Oluyor (2003)
Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü? (1999)
Cebimde Kelimeler (1995)
Otogargara (1995)
Kadınlık Bizde Kalsın
Gereği Düşünüldü
Kanuni Sultan Süleyman ve Rambo (İlk Oyunu)

Yayımlanmış Kitapları;
Feriştah’ın Fantezileri (Bir Demet Tiyatro Dizisi Diyalogları)
Cebimdeki Kelimeler (Oyun)
Otogargara (Oyun)
Hijyenik Aşklar (Kısa güldürü hikâyeleri)
Anladım (Şiir)
Haybeden Gerçeküstü Konuşmalar (Diyaloglar – Sonradan Haybeden Gerçeküstü Aşk adıyla oyunlaştırılmıştır.)
Hüzünbaz Sevişmeler (Deneme)
Kadınlık Bizde Kalsın (Oyun)
Kayıp Kentin Yakışıklısı (Şiir)
Laz Bakkal ile Tombalak (Bir Demet Tiyatro Dizisi Diyalogları)
Bana Bir Şeyhler Oluyor (Oyun)
Sahiler Düş Düşler Sahi (Şiir) (http://www.biyografi.info/kisi/yilmaz-erdogan).

Toplumcu Bir şair Yılmaz Erdoğan

Toplumcu bir şair ve yazar olan Yılmaz Erdoğan aynı zamanda devrimcidir. Üniversite yıllarında tüm devrimci hareketlere katılmış, hatta bununla ilgili “YÖK’ümüz Bir Günahtı” adlı oyunu yazıp sahnelemiştir. Toplumun sorunlarına duyarsız kalmayan Yılmaz Erdoğan filmlerinde, tiyatrolarında, öykülerinde ve şiirlerinde toplumsalı sık sık işlemiştir. Hatta Beşiktaş Kültür Merkezinde kurduğu “Çok Güzel Hareketler Bunlar”  adlı skeçlerde oldukça büyük bir seyirci kitlesi yakalamıştır. Bundaki en büyük etken tabi ki skeçlerde toplumu ve sistemi güldürü yoluyla anlatmak ve eleştirmekti. Şair toplumdan kopmamış ve toplum olgusunu bir nakkaş gibi ustalıkla işlemiştir. Küçük İskender, Yılmaz Erdoğan hakkında yazdığı “Bir Memlekete Halk Aranıyor” isimli köşe yazısı söylediklerimizi kanıtlar niteliktedir.

Bir Memlekete Halk Aranıyor

Madem yeri geldi, açıklayayım: İlkokul beşteyken öğretmenimin teşvikiyle Harbiye Şehir Tiyatrosu Çocuk Kadrosuna soktular beni; okusun da oyuncu olsun dediler. Komünist peder dedi ki, oyunculukta para yok, okusun da adam olsun. Gitmemi engelledi. Tuttu, Brecht’in bir oyunuyla Kadıköy Halk Eğitim’de fırlattı sahneye. Anlayacağınız yavru bumerang, bir o yana bir yana; nasılsa geri döner. İki cümlenin ortak sıkıntısı “okumak”. Ağzıma çalınan bal, baz oldu; bedenime çalınan hokkabaz oldu; acem aşiran rüzgâra tren satan üç kâğıtçı düşçü olduk. Hiç değilse sosyalizmden vazgeçmedik; sıyırdık, anarşist olduk…

Ama hayatın bir yanı içimde ukde kaldı; ukde sakat sözcük; ukdesi olan ya devrim yapar, ya sanatçı olur. Derdi vardır. Bilakis klas adamdır. Tespih çevirirken parmakları yanar. Memleket koordinatları icabı boş konuştum, biliyorum; ama boş konuşan, boşluk yaratır; boşluğa bakar bakar, kendini doldurur. Sanatçılar alkolik olur, devrimcileri ise dünyanın orta doğusunda faili meçhul giden gemiye bindirmek geleneksel halk tiyatrosu.

Madem yeri geldi, açıklayayım: Ben bu lafı etmek için çırpınan çok çok şair, çok tanrı gördüm. Zamanını bulsam da “madem yeri geldi, açıklayayım” diye başlayan cümlelerle klorlanmış hayatlar kurmak isteyen çok devrimci gördüm. İşkenceyi oyuncak eden, “sustum konuşmadım; çıkışta da reklam ajansı kurdum” hoppidisiyle yılları yıllara nakşeden abilerin kucağından ablaların kucağına zıplaya zıplaya, “ya saçmalama, yeni nesil ne anlar direnişten, cevize portakal deme, onun kabuğu Marx’tan” yahut “hişt, ağaç diyorsan devrimci olsun; tekil-çekül ağaç olmaz; ikinci yeni rüzgârı etek kaldırır, kukun görünür” mantalitesinden dayak yiye yiye masum, mazlum ÖDP’li olduk.  Çüküne elektrik verilenlere ağlaya ağlaya çükü kalkmaz bir nesil yetiştirdik.

Şiirimiz dedikodu üzerine

Madem yeri geldi, açıklayayım: Yılmaz’ın yeni kitabı çıkmış. Ailece görüşmeyiz. Çünkü benim bir ailem yok. Ama zorlarsanız, ailemiz halktır deriz ikimizde. Onun dayısı benim bir yerlerden öğretmenimdir, benim halam zaten onun aşk kirvesi. Dağlara baka baka, arkasını Akdeniz rüzgârına kaptırmış bir toprağın çocuklarıyız. Annelerimiz bir nasılsa; az ıhlamur, az Nâzım, biraz da tebessüm yetiyor ayaklanmaya. Ayaklanmak, haydi haydi ayağa kalkıp çıkıp gitmek oluyor kovulduğun ülkede. Gitsen nereye gideceksin; ceketin Van marka, gömleğin Bingöl yaka, donun toprak kokuyor. Bağdaş kurup ayak tırnaklarını kesmek istesen, Avrupalı değilsin işte. Yılmaz’sın, İskender’sin. Bizdensin. Ailen, “mademki yeri geldi, açıklayayım” Ailesi. Dedikodu ailesi. Şiirimiz dedikodu üzerine kurulu. İyi ki de kurulu: İmge, nesnelerin, meselelerin arkasından konuşmaktır aslında. Yılmaz, bunu bilir. İyi bilir. Hayatın içinde hayatın arkasından konuşur. Hayat onu konuşur, o hayatı konuşur. Birbirlerini yerler. Sonra birileri girer araya, barışırlar, hayatla da iki kadeh içtiler mi gün ışıyana kalmaz, kankalar. Sekiz kere üst üste müebbet yemiş de gülümser barışmalarına, güney sınırında günde kırk saat nöbet tutan da, Tophane’de İtalyan Yokuşu’ndan yuvarlanan karpuz da gülümser, az sonra yağmur olup inecek bulut da. Yılmaz’ın doğası gereğidir “ihtimal” çünkü. Umut ihtimalse sahicilik düş olabilir. Yahut tam tersi, tersi de düzü de adam gibi adamdır işte. Silah taşıyorsa çeker vurur, aşk taşıyorsa çeker sever.

“şimdi şifa niyetine giriyorum sulara,
Mavisine değil denizin,
Sade tuzuna.”

Hepimizin bir yanı büyüyüp birinci sayfa haberi olma hayali kuran üçüncü sayfa haberi. En berbatı, ikinci sayfaya sıkışmaktır. İkinci sayfa haberi sevdalarla cebelleşmek, ikinci sayfa haberi bir ömrü çocuklara miras bırakacak olmanın hazin telaşına kalp krizleri, kanserler, yoksulluklar çoğaltmak. Yılmaz, bu insanların sofrasına oturdu her şiir meczubu gibi. Hüznün alamet-i farikasıdır çünkü şair. Madem yeri geldi, açıklayayım: Bugün şiir yazdığını iddia eden birçok kişide yok Yılmaz Erdoğan’daki içtenlik, samimiyet. Derdini demek, derdini diyebilmekle mükellef olduğunu bilmektir. İşte işin doğrusu bu ve Yılmaz bunun farkında.

“durumumuz budur usta
O zaman bunu kaydedelim.”

Kayıtlar tamam, yalnızlık içip içip evlerimizi basana kadar şimdilik bir mühlet rahatız Yılmaz Usta (http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=956012&CategoryID=40).

Şiirlerinde Folkloru Kullanması
   
Yılmaz Erdoğan şiirlerinde çoğu toplumcu şair ve yazar gibi folklordan kopamamıştır. Ve folkloru gerek şiirlerinde gerekse diğer yapıtlarında kullanmıştır. Zaten toplumu yansıtmak isteyen yazar veya şair folkloru kullanmasa toplumu tam olarak yansıtamaz.

Toplumcu gerçekçilik yazın akımını formülleştiren Maksim Gorki, 1934 yılında Birinci Sovyet Yazarlar Birliği Kongre’sinde yaptığı konuşmada toplumcu gerçekçi yazarlara folklordan yararlanmalarını önermiştir. Yazarlar, böylece eserleri için gerekli olan malzemeyi folklordan rahatça bulabilecekti. Bu kongreden sonra Sovyet Komünist Partisi’nin sanat anlayışı olarak belirlenen toplumcu gerçekçilik, Sovyetlerde olduğu gibi Türkiye’de de resim, edebiyat ve sinema gibi birçok sanat dalında eser veren sanatçıyı etkiledi.(Bektaş, 2010, s1)

Gorki,
1934 yılında Birinci Sovyet Yazarlar Birliği Kongresi’nde yaptığı konuşmada toplumcu gerçekçi sanatçıların folklordan yararlanılması gerektiğine şu cümlelerle dikkat çekmiştir: “Tekrar ediyorum: sanatın başlangıcı folklorda. Folklorunuzu derleyin, onunla öğrenin, onunla işleyin. Folklor sizlere de biz şair ve yazarlara da çok malzeme sağlar. Geçmişimizi ne kadar iyi bilirsek şu anın büyük anlamını o kadar derin ve mutlu bir şekilde kavrarız.” (Alıntılayan Sokolov, 2009, 28-29)

Ankara Şiirinde Toplumdan Bir Kare

Şiir damarı hayatında hep var olmuş kaybolmayan bu damar onun ‘’hayati damarı ‘’hayatı olmuştur. Kalbin emeği, ruhun en derin noktasında hissedilmeye gerçekçi şiirler sayesinde olmuştur. Bazen küçük bir çocuğun ağlamasını duyarız, kimsesiz bir fakirle birlikte üşürüz, bazen de iki aşığın sevdalarındaki ateş bizi yakıp kavurur. Yılmaz Erdoğan’ın ‘’ANKARA’’ şiiri de bunlardan biridir ruhumuzun içine işler Ankara’yı hiç görmemiş biri bile heyecan duyar ve içsel yolculuk başlar.

… Bir günden bir sürü gün yapan
Mesai saatlerinde hiçbir şey yapan
Hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan
Rakıyı bol sulu içen
Dokunmasın için değil!
Çabuk bitmesin diye devletimin tekel rakısı,
Hep kâğıtlara bakarak,
Hep kâğıtlardan bakarak
Hem Neşet Ertaş’ ı hem Bülent Ersoy’ u
Aynı anda sevmeyi başararak,
Karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı
Çok beğenmeyerek ama
Yine de bu tasarrufunu takdir ederek
Boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken
Hep bir şeylere birilerine küsmüş gibi
Yürüyen…
Memurlar…(Erdoğan, 2010, 51)

Bu şiiri okurken insan kendini kızıl aydan Sıhhiye’ye elde simit ayran ağır adımlarla yürüyor gibi hisseder. Kar sanki Ankara’ya değil de yüreğimize yağıyordur. Oysa kimse şiiri okurken kalbindeki yolu kapatmaz, katı bir betonun içindeki parçaları dağıtır gibi sağa sola savurur düşüncelerini. Cenap Şahabettin’in ‘Elhan-ı şitasında olduğu gibi kar tablo bir resim olmaktan çıkar sere serpe yaramızın, beremizin üzerine yağar. Sanki o an ne desek kar yağar. Tanımlayamadığımız düşünceler laiklik, gerçekçilik, materyalizm hepsi birden sistemle dans eder. Sevgilerimizle birlikte kızgınlıklarımızı, küskünlüklerimizi de saklıyor, duygularımızı salt kendi içimizde yaşıyoruz. Bunu izah için de “kol kırılır yen içinde kalır” diyoruz. (Kol kırılıp yen içinde kaldıkça, kemik yanlış kaynıyor, böylece bir uzvumuz daha çarpılıyor) Bir anlamda cesaret engelli sayılmaz mıyız?(Vardar, 2009, 4)

Sonuç

Toplum olgusunu ustaca işleyen Yılmaz Erdoğan bu olguyu işlerken aynı zamanda sosyalist yönünü göstermiş ve toplumdan kopmadığını sanatıyla vurgulamıştır. O halkın çocuğudur ve halkı yazar. Bir şiirinde ‘’ Şiirimiz çoktur ey halkım Şairiniz acı çekmektedir. ’’diyor. Ben buradayım beni fark edin ben sizin için yazıyorum duruşum sizin için diyor. Yani cesaret iksiri içmemize gerek yok şiirler bizim için ilaçtır içip kendimize geliriz.

Kış uykusundan uyanmanın vakti gelmiştir. Cesaret engelimizi aşıp engin denizlere yol almanın vakti gelmiştir artık. Bu teknoloji dünyasında şiirle ilgilenen insanlar kelaynak kuşu gibi çok az da kalmış olsalar bu yönde var olan sevgiyi, güzelliği hissedebilmeleri insana sevinç veren durumlardan biridir. Yılmaz Erdoğan şiirlerinde toplum nefesini yakalamış, bununla beraber şiirselliği ve müzikaliteyi de aynı oranda korumayı başarmıştır. Gözle görülen gerçeklerin kâğıdın ruh dünyasına aktarılmış sevimli ve sade bir elbise giydirilmiştir. Açıkta olması gereken cümleler sağduyunun elinde tutulan bir meşale gibi yanmaya devam etmiştir. Onun şiirleri toplum için toplumu kasteder ve yaşamaya, bakmaya, nefes almaya bu yönlerden eğilimli olmamızı sağlar. Görüldüğü gibi insanlar yaşamlarını kapalı mekânlardan açık olan kâğıtlara kalemlere taşıyor. Yılmaz Erdoğan’ da bunu yapan sanatçılardan bir tanesidir. Sonuç olarak toplumsallık ve sanat eserleri iç içe gelişmektedir. Bunu yakalayabilen sanatçılarda çok yönlü olmayı başarmış demektir.

Kaynakça

Vardar, Devrim, (2009), Durkheim Sosyolojik Metodun Kuralları, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara
Bektaş, Nuh, (2009), Toplumcu Gerçekçilik Bağlamında Nazım Hikmet’in “Ferhat İle Şirin” Oyununa Metinler Arası Bakış, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 83
Erdoğan, Yılmaz, (2010), Sahiler Düş Düşler Sahi, 4.Baskı, Sel Yayıncılık, İstanbul
Dönmezler, S. (1994), Toplumbilim, 11.Baskı, Beta Yayınları, İstanbul
Kongar, Emre (2002), 21.YY’da Türkiye-2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, 30.Baskı, Remzi Yayınları, İstanbul
Oktay, Ahmet, (2008), Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları, İthaki Yayınları, İstanbul
Yalçın, M, (1991), Şiirin Ortak Paydası, Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, Sivas

İnternet Kaynakçası

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=956012&CategoryID=40
http://www.siirperisi.net/siir.asp?siir=751
http://www.biyografi.info/kisi/yilmaz-erdogan