Adalet, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adalet ile sağlanır.
Adaletsiz hukuktan söz edilemez. Hukuk; ’’Adalete hadim (hizmet eden) beşeri bir hayat nizamıdır.’’ (Adaleti gerçekleştirmeye yarayan sosyal bir hayat düzenidir.)
Hukuk zıt menfaatler arasındaki ilişkileri belli bir ‘’hakkaniyet ve adalet’’ zemininde uzlaştıran kuralların tümüdür.
Adalet, her insana, her kişiye hak ettiğini ya da müstahak olduğunu verme ve de verme hususunda irade sarf etme anlamını taşır.
Adalet İslam hukukunun bir kavramıdır. Adaletin ölçüsü İslam hukukuna olan uygunluktur.
Genel olarak hukukun amacı adalettir.
Adaleti sembolize eden elinde doğruları ve hakkaniyeti tartan terazinin bulunduğu kadının gözleri bağlıdır. Çünkü; adalet, karşısına çıkan insanın şahsına münhasır olarak değişmez.
OLAĞANDIŞI YARGILAMA’DA ADALETSİZLİK ÖRNEĞİ TÖB-DER MAHKUMİYET KARARI
AV. HALİT ÇELENK
Olağandışı Yargılamalar’ın ‘’yargının bağımsızlığı ‘’ ilkesine ters düştüğü ve adaletsizliklere neden olduğu özellikle hukukçular tarafından bilinegelmektedir. Ceza yargılaması uzmanları bu konuda oy birliği halindedirler. 12 Eylül dönemi de olağanüstü bir dönemdi. Bu yıllarda sıkıyönetim askeri mahkemeleri kuruldu ve olağandışı yargılamalara başlandı. 12 Eylül döneminde başlayan TÖB-RER yargılaması, ‘olağandışı yargılamanın’ tüm özelliklerini taşıyordu: kurulan sıkıyönetim askeri mahkemeleri siyasal iktidara bağımlı idi. Hakim ve Savcıları siyasal iktidar tarafından görevlendiriliyordu. 353 sayılı Askeri Yargılama Usulü Yasası ile Sıkıyönetim Yasası savunma hakkını kısıtlıyordu. Yan tutma nedeniyle Hakimi reddetmek hakkı kaldırılmıştı. Sanık ve avukatı duruşmanın düzenini bozma gerekçesiyle duruşmadan çıkarılabilir ve ikinci kez davanın tüm duruşmalarına alınmayabilirdi. Bu yetki mahkeme başkanına tanınmıştı.
Olağandışı mahkemeler, olağan mahkemelere güvensizlikten kaynaklanır. Asıl neden budur. Hızlı adalet ve benzeri gerekçeler bahanedir. Nitekim Askeri Yargıtay Dördüncü Dairesi, TÖB-DER davasında savunma avukatlarının ‘daha önce genel mahkemelerce verilen kesinleşmiş beraat ve takipsizlik kararlarına sıkıyönetim mahkemesince değer verilmemiş ve hiçe sayılmıştır. O kararlar verilirken devlet yok muydu? Vatandaşa tuzak mı kurulmuştu?’ şeklindeki temyiz itirazlarını’’12 Eylülden önce devletin zaafa düştüğü’’ gerekçesiyle reddetmişti. Böyle bir gerekçe Adalet adına, Hukuk devleti adına üzüntü verici bir gerekçeydi.
Bu ve benzeri yargılama yöntemleri Adaletsiz kararların oluşmasına neden oluyordu. TÖB-DER davası ve kararı bu Adaletsizliğin somut örneğini veriyordu.
Bu dönemde siyasal iktidara bağımlı, doğal hakim ilkesine aykırı sıkıyönetim mahkemeleri siyasal ağırlıklı birçok karar verdiler. Ölüm cezaları, Ömür boyu ağır hapis cezaları, özgürlüğü bağlayıcı diğer sayısız cezalar bunlar arasındadır. Öteden beri hukukçular bu yargılamaların savunma hakkını kısıtlayan, dönemin siyasal iktidarının tercihlerine göre oluşan, iktidarın baskıları doğrultusunda yürütülen yargılamalar olduğunu, MGK başkanının, sıkıyönetim komutanlarının hakimler ve savcılara telkin ve tavsiyelerde bulunduklarını,baskı uyguladıklarını bu koşullarda adil kararlar vermenin olanaksızlığını, örneklerini vererek dile getirdiler.
12 Eylül’ün ilk yıllarında açılan TÖB-DER davası, bağımsız bir yargının bulunmadığı koşullar altında görülmüş, MGK başkanı radyo-televizyonda derneği peşinen suçlu ilan etmiş, davayı gören mahkemece davaya konu yapılan eylemlere ilişkin daha önce genel mahkemelerce, C. savcılıklarınca verilmiş ve kesinleşmiş beraat ve takipsizlik kararları hiçe sayılmış, kanıtlar siyasal iktidarın tercihlerine göre yorumlanarak mahkumiyet kararları oluşturulmuş, yanlış tercüme edilen sözlüklere dayanılarak ve yürürlükteki yasalar yersiz yorumlarla yanlış uygulanarak bu kararlar onaylanmıştır.
Sorgusu yapılamayan sanıkların dosyaları tefrik edilmiş ve daha sonra bu dosyalar Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.
Gönderilen dosyaya göre davayı gören Ankara İkinci Ağır Ceza Mahkemesi, sıkıyönetim mahkemesinin dava dosyalarını getirerek incelemiş, dosyaları uzman bilirkişiye vererek bu eylemlerde suç olup olmadığı konusunda rapor istemiştir. Uzman bilirkişi tarafından verilen raporda TÖB-DER’in eylemlerinde yasaya aykırı bir nitelik bulunmadığı, bunların suç oluşturmadığı, gerekçeleriyle bildirilmiştir. Mahkeme, gerek bu rapora dayanarak ve gerekse kanıtları objektif bir gözle inceleyip değerlendirerek sanıkların beraatlarına karar vermiş ve bu karar kesinleşmiştir.
Böylece TÖB-DER’in faaliyetleriyle ilgili birisi beraat öteki de mahkûmiyet olmak üzere birbirine zıt iki karar ortaya çıkmıştır. Öyle ki, Cafer AKYÜZ adlı sanık öğretmen sıkıyönetim askeri mahkemesince suçlu görülerek mahkum edilirken, Ankara İkinci Ağır Ceza Mahkemesince suçsuz görülerek beraat ettirilmiştir.
Gerçek tek olduğuna göre bu kararlardan hangisi doğrudur?
Verilen beraat kararı, bağımsız, olağan, doğal hakim ilkesine uygun olarak kurulmuş, siyasal etkilerden uzak bir mahkeme tarafından verilmiştir.
Bu durumda haksız, usul hükümlerine, yasaya ve adalete aykırı olarak verilen sıkıyönetim askeri mahkemesinin kararı hukuk açısından geçersiz bir karardı.
Ne var ki, sıkıyönetim askeri mahkemesi, derneğin kapatılmasına, taşınır, taşınmaz mallarının zoralımına ve sanıkların cezalandırılmasına karar vermiş ve sanıklar da verilen cezayı çekmişlerdir.
Bu adaletsiz karar karşısında cezalandırılan, 5-8 yıl gibi ağı hapis cezalarını çeken, bu yüzden maddi ve manevi ağır zararlara uğrayan öğretmenlerin bu zararları nasıl karşılanacaktır? Bu kararın geçersizliğinin ortaya konulması, derneğin mallarının geri verilmesi, mahkum edilen sanıkların tazminat haklarının tanınması çok önemli hukuksal bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Hukuk kendi içinde bu adaletsizliğin çözüm yolunu bulmak zorundadır.
Kuşku yoktur ki, eğer ‘’Hukuk’’ denilen bir kurum varsa, toplumların ve insanların vazgeçemeyeceği bir ‘’Adalet’’ kavramı varsa, bu yargılama yenilenmeli ve dava yeniden görülmelidir. Unutmamak gerekir ki, bir kişiye yapılan adaletsizlik tüm topluma yöneltilmiş bir tehdittir.