İntibah Romanıİntibah Romanının Konusu

Sponsor Bağlantılar

Namık Kemal’in “İntibah” adlı romanında, aşk ve kadın nedir bilmeyen toy bir gencin, bir hayat kadınına âşık olması, onun rüzgârına kapılıp gitmesi ve hayatının altüst olması anlatılır. Yazar, gençlerin arkadaşlık kuracakları yahut evlenecekleri kişileri seçerken duygularının esiri olmamaları gerektiğini, daha dikkatli olmalarını, aksi takdirde hayatlarının darmadağın olacağını, mutlu olamayacaklarını anlatmak istemiştir.

Ali Bey kibar, yakışıklı, terbiyeli, saf bir delikanlıdır. Çamlıca gezilerinde Mehpeyker adında bir kadınla tanışır. Mehpeyker, İstanbul’un tanınmış fahişelerindendir. Geçmiş yaşamının vermiş olduğu tecrübeyle Ali Bey’i kısa sürede kendisine bağlar. Ali Bey, sevgilisinin bir hayat kadını olduğunu öğrenir, fakat genç olmasının da etkisiyle içindeki arzulara karşı koyamaz. Mehpeyker’in koynunda o güne kadar tatmadığı zevkleri tadar. Fatma Hanım, oğlunu bu fahişenin pençesinden kurtarmak için evine Dilâşûb adında güzel bir cariye satın alır. Ali Bey, bir gece yalıya gittiğinde Mehpeyker’i orada bulamaz. Kendisine ihanet ettiği düşüncesiyle onu terk eder. Hayatını düzene sokmak için Dilâşûb’la evlenir. Ali Bey, Dilâşûb’u çok sever. Birlikte mutlu bir şekilde yaşarlar. Fakat bu mutluluk pek uzun sürmez. Mehpeyker, sevgilisinin kendisini terk edip bir cariyeyle evlenmesini hazmedemez. Haince plânlar yapar, Dilâşûb’a iftira attırır. Ali Bey, bu iftiralara çabucak kanar, karısını bir esirciye satarak evden uzaklaştırır. Ali Bey kendisini içkiye verir, kumar oynar, hayat kadınlarıyla düşüp kalkar. İşinden ayrılır, evi barkı unutur. Mehpeyker, Dilâşûb’u satın alır. Ona her türlü işkence ve eziyeti yapar. Dilâşûb’un namusunu kirletmek, onu da kendisi gibi bir fahişe yapmak için çok uğraşır, fakat bu emeline ulaşamaz. Ali Bey’in yalnız kalınca yine kendisine döneceğini düşünür, fakat böyle olmaz. Bunun üzerine Ali Bey’in ayaklarına kapanıp ondan af diler. Ali Bey, kendisini reddeder. İçindeki intikam ateşi iyice alevlenen Mehpeyker, Ali Bey’i öldürmeye karar verir. Kiralık katil, Ali Bey zannıyla Dilâşûb’u öldürür. Gerçeği öğrenen Ali Bey, Mehpeyker’i öldürür, hapse girer.

Romanda dikkati çeken bir diğer tema “cariyelik/esirlik”tir. Yazar, Mehpeyker’i olumsuz bir tip olarak gösterirken, bir cariye olan Dilâşûb’u olumlu bir tip olarak karşımıza çıkarır. Dilâşûb, yazar tarafından beğenilen, takdir edilen bir kadın tipidir. Konuşmayı bilen, giydiğini yakıştıran, kibar, saygılı, genç ve güzel bir kadındır. Fakat bir cariye olduğu için hiçbir söz hakkına ve yaptırım gücüne sahip değildir.

Namık Kemal, okuyucuya vermek istediği mesajı romanın sonundaki “Son pişmanlık fayda etmez.” atasözüyle çok açık ve net bir şekilde dile getirir. Romanda işlenen temalardan biri de “pişmanlık”tır. Ali Bey, düşünmeden hareket edip çabucak karar verdiği için olayların iç yüzünden habersizdir. Bu nedenle sürekli hatalı davranışlar sergiler ve pişman olur. Mehpeyker, Ali Bey’le olan ilişkisi boyunca hiçbir erkekle birlikte olmamış, hatta parasal destekçisi olan Abdullah Efendi’den içindeki bu sevda ateşi külleninceye kadar -altı ay- izin istemiştir. Fakat Ali Bey, sevgilisini evde bulamayınca işin aslını öğrenme gereği duymadan Mehpeyker’i  terk eder. Ali Bey, çok sevdiği karısıyla ilgili kötü sözler işitince, yine işin aslını öğrenmeden, aceleci davranarak yanlış karar verir. Duyduklarının doğru olup olmadığını araştırmaz. Zavallı Dilâşûb’a kendisini savunma hakkı tanımaz. Onu bir paçavra gibi sokağa atar. Dilâşûb’u başına musallat ettiği için annesini suçlar. Ölene kadar onu affetmez. Fatma Hanım, oğlunu Mehpeyker adındaki fahişenin pençesinden kurtarmak amacıyla Dilâşûb’u satın alır ve oğlunun beğenisine sunar. Ali Bey, önceleri zihninde sadece Mehpeyker’le geçirdiği zevk dakikaları olduğu için Dilâşûb’a karşı soğuk davranır. Fakat Mehpeyker’den ayrıldıktan kısa bir sonra bu güzel cariye ile evlenir. Dilâşûb, kocasının etrafında pervane olur. Karısı hakkında duyduğu kötü sözlerden etkilenen Ali Bey, ne olduğunu açıklama gereği duymadan karısını öldüresiye döver. Ağzını yüzünü kan içinde bırakır. Bununla da yetinmez, onu bir esirciye satarak evden uzaklaştırır. Zavallı Dilâşûb’un çektiği çile bununla kalmaz. Mehpeyker, içindeki intikam ateşini söndürmek için Dilâşûb’u satın alır, ona hizmetçi muamelesi eder, her türlü ağır işleri yaptırır. Sürekli olarak onu aşağılar, ona dayak atar.

Romanda evrensel bir tema olan “aşk” da işlenmiştir. Toy bir delikanlı olan Ali Bey,Mehpeyker’i saf duygularla sever. Mehpeyker, Ali Bey’in ilk aşkıdır. Mehpeyker’le tanıştığı güne kadar böylesi duygulardan haberdar olmayan Ali Bey, cinsel arzularını bu kadınla tatmin eder. Sevgilisinin koynunda geçirdiği zevk dolu dakikaların verdiği sarhoşluk sebebiyle, Mehpeyker’in kötü bir geçmişinin olmasını önemsemez. Mehpeyker de Ali Bey’den ilk görüşte etkilenmiştir. Fakat Mehpeyker’in Ali Bey’e karşı duyduğu sevgi, duygusal değil bedenseldir. Yakışıklı, genç ve güçlü bir erkeğin kollarında geçireceği zevk dolu dakikaların hayaliyle Ali Bey’e yaklaşmıştır.

Romanda yaşanan bir diğer aşk ise, Dilâşûb ile Ali Bey arasındadır. Ali Bey, Dilâşûb’u ilk gördüğü anda ondan etkilenmiş, fakat Mehpeyker’le yaşadığı ilişki nedeniyle ona soğuk davranmıştır. Fakat kendisine ihanet ettiğini zannederek Mehpeyker’i terk ettikten sonra, aradığı mutluluğu ancak Dilâşûb gibi saf ve güzel bir kızla bulacağını düşünür. Dilâşûb’la evlenir. Dilâşûb, Ali Bey’i çok sever, onu mutlu edebilmek için elinden gelen gayreti gösterir. Ali Bey, karısı hakkında duyduğu kötü sözler yüzünden deliye döner. Dilâşûb’a karşı duyduğu sevgiyi ve aşkı çok çabuk bitirir. Dilâşûb, kocasından gördüğü onca vefasızlığa rağmen yine de onu sevmekten vazgeçmez. Romanın sonunda Ali Bey, kendisine kurulan tuzağı öğrenince köşkün penceresinden kaçar. Fakat her zaman yaptığı gibi yine bir vefasızlık örneği sergileyerek, suçsuz olduğunu öğrendiği karısını yanında götürmeyi akıl edemez, köşkte bırakır. Zavallı Dilâşûb, âdeta  Ali Bey’i cezalandırmak istercesine onun paltosunu giyer ve kiralık katil tarafından öldürülmeyi bekler. İçinde yaşadığı toplumda hiçbir hakka sahip olmayan, sürekli hor görülen, aşağılanan Dilâşûb yaşadığı haksızlıklara isyan edercesine ölmek ister.

Kıskançlık” ve “intikam” temaları roman boyunca kuvvetle hissedilir. Mehpeyker’le ateşli bir ilişki yaşayan Ali Bey, bir gece sevgilisini evinde bulamayınca deliye döner. İçinde alevlenen kıskançlık ateşiyle yanıp kavrulur. Sevdiği kadının başka erkeklerle olmasını kabullenmek istemez. Mehpeyker ise sevgilisini bir cariye parçasına kaptırınca deliye döner. Dilâşûb’un kendisinden kat kat güzel olduğunu görünce, duyduğu kıskançlık daha da artar. Dilâşûb’a iftira attırarak bu mutlu birlikteliğe son verir. Kendisini haksız yere terk eden Ali Bey’den intikamını almış olur. Fakat Mehpeyker, bu kadarla da yetinmez. Satın aldığı Dilâşûb’u bir hizmetçi gibi çalıştırır, ona hakaretler eder, işkenceler yapar, dayak atar. Kendisini affetmesi için Ali Bey’in ayaklarına kapanır, fakat yine de reddedilir. Bunun üzerine Mehpeyker, Ali Bey’i öldürtmeye karar verir.

İntibah Romanının Kişileri

Mehpeyker: Ali Bey’i baştan çıkarıp hayatını altüst eden bir hayat kadınıdır. Ali Bey’i Çamlıca’da görür, daha ilk görüşte ondan çok etkilenir. Mehpeyker, karşısında toy bir delikanlı
görünce, kendisini namuslu bir ailenin saf ve masum bir kızı olarak tanıtır. Fakat bu yalanın ortaya çıkması pek uzun sürmez. Mehpeyker, akrabaları tarafından kandırıldığını, bu yüzden kötü yola düştüğünü anlatır. Ali Bey, daha önce böylesi bir ilişki yaşamadığından Mehpeyker’in rüzgârına kapılıp gider.

Boyu posu düzgün, siyahımsı samur saçlı, incerek düz kaşlı, noktalı yeşil gözlü, siyah uzun kirpikli, hafif sarı üzerine, dalgalı koyu al yanaklı, irice çekme burunlu, ufacık ağzı şehvet ifade eden kor dudaklı bir afet…” (s.38)

Kadının adı Mehpeyker’di. Terbiye ve ahlâk bakımından Ali Bey’in tamamen zıddıydı. Alçak ve namussuz bir aileden yetişmiş; daha on dört-on beş yaşlarına gelmeden rezaletin her çeşidini öğrenmiş; kendini bu yolda yetiştirenleri fersah fersah geride bırakmıştı. On beşini bitirdiği zaman artık profesyonel bir aşifteydi. Biraz okuyup yazma öğrendiği ve hemen bütün vakitlerini İstanbul’un tanınmış aşifteleriyle geçirdiği için şeytanî zekası çok gelişmişti. Periler kadar güzel, Haccâc kadar dirayetli bir şeytan yaratılmış olsaydı, istediği adamı elde edip ona keyfinin istediği şekilde tahakküm etmekte ancak, bu yosma kadar maharet gösterebilir veya belki de gösteremezdi.

Son derece şehvet düşkünü olduğu için hoşlandığı erkekleri binbir cilveyle hükmü altında tutmak ister ve bu işi de hemen daima ustalıkla becerirdi.

Güzel erkekleri gerçekten severdi; fakat yılan bir çiçeği nasıl severse bu da öyle severdi; yılan bir adama nasıl sarılırsa bu da öyle sarılmak isterdi; mezar bir vücudu nasıl kucaklarsa bu da öyle kucaklamaya çalışır; onun yalnız kendisine mahsus olmasını ister, zavallıya artık dünya yüzü göstermezdi.” (s.39-40)

Ali Bey, evi barkı unutur. İşyerine ise arada bir uğrar. Gece gündüz Mehpeyker’in yalısından çıkmaz. İçkiye de alışır. Ali Bey, bir akşam yalıya geldiğinde Mehpeyker’i evde bulamaz. Elinde sürekli dolup boşalan içki kadehiyle sabaha kadar, sinirli bir şekilde bekler. Mehpeyker’in geçmişini düşününce içindeki kıskançlık ateşi iyice alevlenir. Sevgilisinin başka erkeklerle birlikte olduğunu zanneder. Sabahleyin Mehpeyker yalıya gelince, Ali Bey’i öfkesinden çıldırmış bir hâlde bulur. Ali Bey, bağırıp çağırdıktan sonra bir deste parayı sevgilisinin suratına fırlatır ve yalıyı terk eder.

Aradan günler geçer. Mehpeyker, Ali Bey’in bu yaptıkları için pişman olup geri döneceğini düşünür, fakat sevgilisi geri dönmez. Bir süre sonra Ali Bey’in Dilâşûb adında genç ve güzel bir cariyeyle evlendiğini duyar. Ali Bey’in aklını çelmek, onu tekrar kendine çekmek için ona birkaç kez mektup yazar, fakat yanıt alamaz. Bunun üzerine Ali Bey’i Dilâşûb’dan ayırmaya karar verir. Dilâşûb hakkında bilgi sahibi olmak amacıyla onu yakın takibe alır. Bir gün hamamda Dilâşûb’u görür, vücudunu incelemeye başlar, göbeğinde iki tane ben olduğunu görür. Ali Bey’in evine gönderdiği bohçacı kadınlar sayesinde Dilâşûb’la ilgili bir bilgi daha öğrenir. Buna göre Dilâşûb kâğıda bir şeyler yazarken Ali Bey içeri girmiş, karısının ne yazdığını merak etmiş ve kâğıdı almak istemiş. Fakat Dilâşûb bu kâğıdı kocasına göstermek istememiş, yırtıp atmıştır. Mehpeyker bohçacı kadından aldığı bu habere çok sevinir. Çünkü rakibini mahvetmek için elinde iki tane koz vardır artık: Dilâşûb’un göbeğindeki benler ve kocasından sakladığı mektup.

Ali Bey, Çamlıca’da bir kahvede otururken Mehpeyker’in koruyucusu Abdullah Efendi ile bu iş için tutulmuş Pertev Ağa yüksek sesle, Dilâşûb adındaki cariyenin ne ateşli bir kadın olduğundan, göbeğindeki benlerden, sevgilisine mektup yazarken kocasına yakalanmasından, korkusundan mektubu yırttığından, bu cariyenin Ali Bey’in evine satılmadan önce de pek çok erkekle ilişki kurduğundan konuşurlar. Karısı hakkındaki bu tatsız konuşmaları duyan Ali Bey, öfkesinden deliye döner. Hızla evine gider, hiçbir şey söylemeden, karısına açıklama yapma fırsatı vermeden onu bir güzel döver. Daha sonra onu bir esirciye satar. Olacakları daha önceden tahmin eden Mehpeyker, esircilere haber bırakmıştır. Dilâşûb’u kendisi satın alır. Zavallı kadına her türlü kötülüğü yapar; hakaret eder, dayak atar. Bu şekilde ondan intikam alır. Onu da kendisi gibi ahlâksız bir kadın yapmak için odasına erkekler gönderir. Fakat Dilâşûb direnir, namusuna leke sürdürmez. Mehpeyker türlü işkenceler yapar, ama yine de Dilâşûb’un namusunu kirletmeyi başaramaz.

Mehpeyker, Ali Bey’in yalnız kalınca dayanamayıp kendisine koşacağını düşünür, fakat böyle olmaz. Ali Bey, hayata küsmüş bir şekilde kendisini içkiye, kumara, kadına kaptırmıştır. Ali Bey kendisini terk edince, Mehpeyker onu öldürtmeye karar verir. Koruyucusu Abdullah efendi ile birlikte bir plân yaparlar. Hırvat adında bir kiralık katil tutarlar. Tenha, ıssız bir bağ evinde eğlence düzenlerler. Ali Bey’i de bu eğlenceye davet ederler. Mehpeyker, kocasının ölümünü görüp daha fazla acı çekmesi için Dilâşûb’u da köşke götürür. Dilâşûb bir fırsatını bulup kocasına tuzak kurulduğunu anlatır. Ali Bey polis çağırmak için köşkten ayrılır. Dilâşûb ise kocasının paltosunu giyer. Kiralık katil, Ali Bey’i öldürdüğünü zannederek bıçağını Dilâşûb’un kalbine saplar. Polislerle birlikte köşke gelen Ali Bey, Dilâşûb’u kanlar içinde bulur, pişman olduğunu söyleyerek ondan af diler. Dilâşûb ölür. Ali Bey, kanlı bıçağı alarak Mehpeyker’in vücuduna saplamaya başlar. Acı çeksin diye bıçağı vücudunun önemsiz yerlerine vurur. Son olarak bıçağı Mehpeyker’in kalbine saplar ve onu öldürür.

Ali Bey: Romanın baş kahramanıdır. Zengin bir ailenin tek çocuğu, yirmi bir-yirmi iki yaşlarında, son derece yakışıklı bir delikanlıdır.

Ali, sarı benizli, fazlaca sinirli ve kanı oynak bir çocuktu… Her neye merak sarsa, her işini bir yana bırakır, dünyayı unutur, sadece onunla meşgul olurdu. Bir şeyi arzu eder de gerçekleştirmesinde küçük bir engele rastlarsa, arzusu ne kadar önemsiz olursa olsun, onu gerçekleştirmek için en büyük fedakârlıktan çekinmezdi. Hatta ufak bir emelinden meyus olunca günlerce hastalanır; geceleri gizli gizli ağlardı.” (s.19-20)

Ali Bey, babasının sağlığında ve hele on dört-on beş yaşına geldikten sonra, dünyada kültürden başka sevilecek, arzulanacak bir şey bulamaz olmuştu. Dünyayı unuturcasına meşgul olduğu şey varsa dersleriydi. Küçük bir maksat için büyük bir fedakârlığı göze almak gerekse, nüshası pek az bulunan bazı kitapları kırk-elli misli fiyatla seve seve satın alırdı. Hastalanırsa, herhangi bir şey için bahse tutuşup da yenildiği zaman hastalanırdı. Ağlarsa, okuduğu kitaplarda zor bir meseleye rastlayıp da onu çözemediğinden dolayı ağlardı.” (s.20)

Ali Bey, yirmi yaşındayken babasını kaybeder. Babasının ölümüne çok üzülen Ali Bey, günlerce kendisine gelemez, bir köşeye çekilip sürekli ağlar. Fatma Hanım, bu acı olayı unutması ve biraz da neşelenmesi için oğlunu Çamlıca gezilerine gönderir. Ali Bey o güne kadar kız peşinde koşmamış, kızlarla arkadaşlık yapmamış saf, toy bir delikanlıdır. Ali Bey, Çamlıca gezilerinde Mehpeyker adında bir hayat kadınıyla tanışır. Mehpeyker,
kendisini namuslu bir ailenin saf bir kızı olarak tanıtır. O güne kadar aşk denen duyguyu tatmamış olan Ali Bey, Mehpeyker’e tüm kalbiyle bağlanır, ona sırılsıklam âşık olur.

Ali Bey, Mehpeyker’in bir hayat kadını olduğunu öğrenir, arkadaşlarına “Ben onu namuslu bir aile kızı olarak tanımış ve sevmiştim, meğer yanılmışım. Bugünden itibaren yüzüne bakarsam namert olayım.” (s.66) der; fakat insan bir kere sevdaya tutulmayagörsün. Hele de bu kişi ali Bey gibi hayatında hiçbir kadınla ilişki yaşamamış toy bir delikanlı olursa… Mehpeyker, Ali Bey’i ikna etmeyi başarır, yalısına davet eder, kirli geçmişinin verdiği tecrübeyle Ali Bey’e o güne kadar tatmadığı hazları tattırır.

Ali Bey, âdeta Mehpeyker’in esiri olur. Eve barka uğramaz olur, işyerine de düzenli olarak gitmez. Gece gündüz Mehpeyker’in yalısındadır. Mehpeyker’in koynunda geçireceği ateşli, zevk dolu saatlerin dışında hiçbir şeyin önemi yoktur Ali Bey için. Mehpeyker’le tanıştıktan sonra Ali Bey’in kişiliği, davranışları bütünüyle değişir. Kısa bir süre sonra içkiye de alışır.

Fatma Hanım oğlunun bir fahişeyle düşüp kalktığını öğrenince, oğlunu bu kadının elinden kurtarmak için Dilâşûb adında dünya güzeli bir cariye satın alır. Ali Bey, Dilâşûb’u daha ilk görüşte beğenir, fakat Mehpeyker’le geçirdiği zevkli dakikaları hatırlayınca bu güzel cariye gözünden siliniverir.

Ali Bey, bir gün yalıya gittiğinde Mehpeyker’i bulamaz, onun başka erkeklerle buluştuğunu düşünür. Sabaha kadar Mehpeyker’i bekler. İçindeki kıskançlık, kin ve nefret iyiden iyiye şiddetlenir. Mehpeyker sabahleyin yalıya döner. Ali Bey içindeki tiksintiyi Mehpeyker’in üzerine kusar; cebinden çıkardığı bir deste parayı kafasına fırlatır ve yalıyı terk eder.

Mehpeyker, Ali Bey’in kendisini bırakıp bir cariye parçasıyla evlenmesini kaldıramaz. Kendisini bağışlatmak için türlü girişimlerde bulunur, fakat hiçbir sonuç alamaz. Ali Bey’i Dilâşûb’dan ayırmak için haince bir plân yapar. Ali Bey, birkaç adamın ağzından Dilâşûb’un göbeğinde iki tane ben olduğu, sevgilisiyle mektuplaştığı, Ali Bey’in evine satılmadan önce de pek çok erkekle ilişkisi olduğu gibi çirkin sözler duyar. Bu iftiralara çabucak kanan Ali Bey, duyduklarının gerçek olup olmadığını araştırıp öğrenmeden olanca siniriyle evine gider, zavallı Dilâşûb’u yerden yere vurur. Bununla da yetinmeyerek onu bir esirciye satar.

Ali Bey, hem Mehpeyker hem de Dilâşûb olayında öfkesine yenik düşerek aceleci davranmıştır. Gerçekte ne Mehpeyker kendisini aldatmıştır ne de Dilâşûb. Karşısındaki insanlara açıklama yapma imkânı vermediği için gerçekte neler olup bittiğini bilmez. Bu yüzden hatalı davranışlar sergiler.

Ali Bey, önce Mehpeyker ardından Dilâşûb tarafından aldatılınca –gerçekte böyle değildir– her şeye kahreder. Sürekli içer, kumar oynar, kadın peşinde koşar. Hayatı darmadağın olur.

Dilâşûb: Oğlunu Mehpeyker adındaki hayat kadınının pençesinden kurtarmak amacıyla Fatma Hanım tarafından satın alınan cariyedir. Dilâşûb, her yönüyle Mehpeyker’den üstün bir kadındır. Tertemiz bir kalbi olan Dilâşûb, güzelliği, giyim-kuşamı, konuşması ve davranışlarıyla dört dörtlük bir kadındır.

Dilâşûb’un saçları sırma gibi parlak sarı; alnı, vicdan saflığının aynası denilecek surette duru beyaz; kavisli ve kalınca kaşları, saçlarına nispetle biraz kumral; tatlı mavi gözleri en duygusuz kalplerde bile sevda uyandıracak derecede mahmurdu. Çehresi âşıkane bir soluk beyaz üzerine gül pembesi gibi tatlı bir renkteydi. Yüzünün rengindeki saflıkla uyumlu güzellik, açılmasına bir gün kalmış bir zambak goncasına benziyordu. Parlak, pembe ve ince dudakları, birbirine sarılmış iki gül yaprağını andırıyor; aralarından inci dişleri çiğ damlacıkları gibi görünüyordu. Çenesi, henüz yaprakları dağılmamış bir beyaz katmer gül sanılırdı. Hele gerdanı, şeffaflığından dolayı, damarlarının dışa akseden latif rengiyle, tasvir edilemeyecek kadar güzeldi. Boyu, bir kadına yakışacak kadar uzun ve her erkeği meftun eyleyecek derecede narindi. Beli on-on iki yaşlarında bir çocuğun kollarıyla tamamen sarılabileceği kadar inceydi.” (s.95-96)

Dilâşûb, Ali Bey’i ilk görüşte beğenir, ona kanı kaynar. Ali Bey, önceleri soğuk davranır, fakat Mehpeyker’den ayrıldıktan sonra evine döner, Dilâşûb’la evlenir. Dilâşûb, kocasını çok sever. Mutlu bir şekilde yaşarlar. Fakat bu mutluluk fazla sürmez. Mehpeyker’in yaptığı haince plânlar sonrasında Dilâşûb’a iftira atılır. Dilâşûb, hiçbir günahı yokken kocası tarafından öldüresiye dövülür. Daha sonra da bir paçavra gibi sokağa atılır.

Dilâşûb, kocası tarfından bir esirciye satılır. Mehpeyker, yüklü bir bahşiş vererek Dilâşûb’u kendisi satın alır, içindeki kıskançlık ateşinin etkisiyle zavallı Dilâşûb’a türlü işkenceler yapar, hakaret eder, dayak atar, bir hizmetçi gibi en ağır işleri yaptırır. Mehpeyker, bunlarla yetinmeyip Dilâşûb’un namusunu kirletmek, onu kendisi gibi rezil, çirkef bir kadın yapmak ister. Dilâşûb’a  türlü oyunlar, zalimce işkenceler yapmasına rağmen yine de bu amacına ulaşamaz. Dilâşûb, her türlü işkenceye göğüs gererek namusunu korur.

Dilâşûb her şeye rağmen kocasını sevmeye devam eder. Bağ evinde kocasına tuzak kurulduğunu öğrenir. Bir fırsatını bulunca Ali Bey’e duyduklarını anlatır. Ali Bey sadece Mehpeyker’den alacağı intikam düşüncesiyle pencereden kaçar, fakat zavallı Dilâşûb’u da beraberinde götürmeyi akıl edemez. Dilâşûb, sevdiği erkeği ölümden kurtardığı için son derce mutludur. Ali Bey’in geride bıraktığı paltosunu giyer. O sırada içeri giren kiralık katil, Dilâşûb’u Ali Bey zannederek bıçaklar. Ali Bey, polislerle birlikte köşke gelir, karısını kanlar içinde bulur. Ali Bey, karısının suçsuz olduğunu öğrenir, ondan af diler. Fakat son pişmanlık fayda etmez. Dilâşûb ölür.

Fatma Hanım: Ali Bey’in annesidir. Kocasının ölümünden sonra tek dayanağı oğlu olur. Oğlunu çok sever, onun mutluluğu için elinden geleni yapar. Fatma Hanım, oğlunun Mehpeyker adında bir hayat kadınıyla düşüp kalktığını öğrenince üzüntüsünden kahrolur. Oğlunu o şeytanın pençesinden kurtarmak için, evine Dilâşûb adında güzel bir cariye satın alır. Ali Bey, bu güzel cariyeyle evlenir. Bir süre mutlu bir şekilde yaşarlar. Fakat Mehpeyker’in yalanlarına kanan oğlu Dilâşûb’u evden kovar. Ali Bey, bu fahişeyi eve getirip başına musallat ettiği için annesini suçlar, onu hiçbir zaman affetmez. Öyle ki, Fatma Hanım hastalanıp günlerce yatağa düştüğünde dahi doktor çağırıp ilaç almak bir kenara dursun, hatırını sormaya bile gelmez. Fakat her şeye rağmen Fatma Hanım, oğlu için hayır duasında bulunur.

Atıf Bey: Ali Bey’in çalıştığı dairede kendisiyle yaşıt olan arkadaşıdır. Karakter olarak uyuştukları için, birlikte gezip dolaşırlar. Atıf Bey, yakın arkadaşı olan Ali Bey’i her zaman kollamaya çalışır, Mehpeyker konusunda uyarır, fakat başarılı olamaz. Rumeli’ye tayini çıkar. Dayısı aracılığıyla arkadaşının zor durumda olduğunu öğrenince, ona her ay düzenli olarak para gönderir.

Mesut Efendi:
Atıf Bey’in dayısıdır. “İstanbul’un her köşesine sokularak çeşitli olayların içinde yoğrulmuş, dünyanın kaç bucak olduğunu anlamış, tecrübeli bir adamdı.” Mesut Efendi, Ali Bey’in bir fahişeye sevdalandığını öğrenince onu uyarmaya çalışır. Fakat onun bu kadından vazgeçemeyeceğini çok iyi bilmektedir. Çünkü Mesut Efendi’ye göre “aşk tıpkı hastalık gibidir; birden gelir, fakat bir türlü gitmek bilmez.” (s.67) Ali Bey’in bu kadın yüzünden eve barka uğramaz olduğunu duyunca, annesine durumu anlatır. Oğlunu bu kadının elinden kurtarmak için, evine güzel bir cariye almasını tavsiye eder.

Abdullah Efendi: Son derece sahtekâr, ahlaksız, acımasız, yüzüne bakılmayacak derecede suratsız, çirkin bir adamdır. Dolandırıcılık, adam öldürme, kadın ticareti gibi pis işlerle uğraşır. Mehpeyker’e aşırı derecede tutkundur. Ondan istediği ilgiyi görmese de, ona her ay düzenli olarak para yardımında bulunur. Mehpeyker’in koruyucusudur. Mehpeyker, ne zaman başı sıkışsa, Abdullah Efendi’nin yanına gider. Mehpeyker, Ali Bey kendisini terk edince, ondan intikam almak ister. Abdullah Efendi ile birlikte haince bir plân yaparlar. Dilâşûb’a iftira atarak onu Ali Bey’den ayırırlar. Mehpeyker yalnız kalan Ali Bey’in kendisine geri döneceğini düşünür, fakat yanılır. Mehpeyker, o andan itibaren Ali Bey’i düşman olarak görür. Abdullah Efendi ve Mehpeyker, Ali Bey’in öldürülmesine karar verirler. Abdullah Efendi, Hırvat adında bir kiralık  katil tutar.

Mehpeyker’e son derece tutkun olan bu herif, Suriye’nin belki en ahlâksız, en alçak adamlarından biriydi. Ortak olduğu birkaç büyük tüccarı, binbir hile ve düzenbazlıkla batırarak çok para kazanmış ve bilhassa Mısır’la yaptığı ticaret işlerinde yanılmaz bir maharet ve azalmaz bir gayret göstererek servetini kat kat artırmış, Suriye’nin sayılı zenginleri arasına girmişti. Yaşı yetmişi geçtiği hâlde kadın, kız peşinde koşmaktan hâlâ kendini alamıyordu. Yüzüne bakılmayacak derecede suratsız, çirkin bir herifti.

Yüzü çiçek bozukluğundan delik deşik, rengi zenci kırması denilebilecek derecede koyu esmerdi. Birkaç defa Mısır göz ağrısı denilen hastalığa tutulduğu için gözleri hem perdeli, hem de çipildi. Göz kapaklarında kirpik diye bir şey kalmamıştı. Alt kısmı frengiden dökülmüş çentik, yarım burnu; fırça yüzü görmemiş paslı, çürük dişleri, daima açık duran yayvan, salyalı ağzı; uyuz hayvan tüyü kadar seyrek bıyık ve sakalı, yüzünün letafetini (!) bir kat daha artırıyordu… Karakterinde ahlâksızlığın her çeşidi mevcuttu…

Bu iğrenç ve aşağılık mahlûka, en âdi kadınlar bile, para kuvvetiyle dahi tahammül edemedikleri için, musallat olduğu kötü kadınları altına gark etmekle beraber, canlarının istediği erkekle düşüp kalkmada ve her türlü eğlencede serbest bırakıyor; avuç avuç verdiği altınlara karşılık, yalnız ara sıra bir iki saatlik iltifatlarıyla yetiniyordu. Hülâsa deyyus kelimesiyle dahi tasvip edilemeyecek kadar mezhebi geniş bir herifti…” (s.104)

Hırvat: Abdullah Bey’in Ali Bey’i öldürmesi için tuttuğu kiralık katildir. Mehpeyker, Ali Bey’i Dilâşûb’dan ayırınca, sevgilisinin tekrar kendisine döneceğini düşünür. Fakat Ali Bey, Mehpeyker’in ısrarlı çağrılarına kulak asmaz, onu reddeder. Bunun üzerine Mehpeyker, Abdullah Efendiile birlikte, Ali Bey’i öldürmek için kiralık bir katil olan Hırvat’ı görevlendirir. Plâna göre tenha bir bağ köşkünde bir eğlence düzenleyip Ali Bey’i çağıracaklar. Ali Bey, iyice sarhoş olunca da Hırvat, onu bıçaklayarak öldürecektir. Fakat işler plânlandığı gibi gitmez. Kocasına tuzak kurulduğunu öğrenen Dilâşûb, her şeyi anlatır. Ali Bey polis çağırmak için pencereden kaçar. Dilâşûb ise Ali Bey’in paltosunu giyer. Karanlıkta içeri giren Hırvat, Dilâşûb’u Ali Bey sanarak öldürür.

Pertev Ağa: Abdullah Efendi’nin Dilâşûb’a iftira atması için görevlendirdiği adamdır. Gayet yakışıklı bir delikanlıdır. Mehpeyker, hamamda Dilâşûb’un göbeğinde biri siyah, diğeri kumrala çalan iki tane ben olduğunu görür. Ali Bey’in evine gönderdiği bohçacı kadın sayesinde de Dilâşûb’un elindeki bir kâğıdı, kocasının okumaması için yırtıp attığını öğrenir. Mehpeyker, bu özel bilgileri Abdullah Efendi’ye verir. Abdullah Efendi, Ali Bey’i kandırıp karısından ayırmak için oldukça yakışıklı bir delikanlı olan Pertev Ağa’yı bu iş için görevlendirir. Ali Bey, Çamlıca’da bir kahvede otururken Abdullah Efendi ile Pertev Ağa yüksek sesle konuşmaya başlarlar. Dilâşûb’un benlerinden, sevgilisine yazdığı mektuptan, tanınmış bir fahişe olduğundan bahsederler. Zavallı Dilâşûb’a iftira atarlar.

İntibah Romanının Özeti