Yeni yıl, +1 demektir; – 1’in varlığının farkında olmak koşuluyla. Bir adım daha uzaklaşırken ilk nefesten, bir adım daha yaklaşmaktır son nefese… Bazıları için, 29 yaşındayım demek için son şanstır, ya da çok mübahmışçasına beklenen ‘’18’’  sevdasına kavuşmaktır.
Yıl sonları, her daim hüzünlüdür benim için. Yaşamayı doyasıya sevmemden midir bilinmez; bir artan tecrübem, bir artan yaşanmışlıklarım ya da artacak diğer özelliklerim, umrumda değil. Her yıl başında olduğu gibi, hüzün  var içimde; Çünkü; okumam gereken tarih kitapları bir sayfa daha kalınlaşacak; tüm satırları aklımda da olsa, 90 lı yılların şarkıları daha da uzaklaşacak zihnimden; daha bir ‘’abi’’ olacağım, hatalarım daha affedilmez olacak ; en önemlisi 1 sayfa daha eksilecek ömrümden…

Sponsor Bağlantılar

2012’ye giriyoruz. Oysaki geçen sene 2002’ye girmiştik diye hatırlıyorum. Aradaki 10 sene nasıl geçti; inanın hatırlamıyorum. Saate bakarsan zaman geçmez derler ya; oturup uzun uzun saate bakasım var; seneye 2013’e değil; 2002’ye giresim var. Bilseydim bu kadar çabuk geçeceğini zamanın, hep saate bakardım; bir an önce sabah olsun istediğim için erkenden uyuduğum gecelerde, uyumayıp saate bakardım.

Çok mu hüzünlü başladık dersiniz yazıya?

Katılmıyorum. Çünkü ; ’’Bir şey size ne kadar uzaksa; hüznü de o kadar yakındır.’’ (dgknnsnc)

Uzaktır bize; Kimsenin evinde bilgisayar olmadığı için, herkesin  saat 4’te dışarıya çıktığı yaz akşamları. Hatırlarım, mahallede 4 tane futbol sahası vardı; abilerimiz dört sahayı da doldurduğu için; bize yine, 2 taştan kale yapıp, daracık bir yerde oynamak kalırdı. Şimdi mi? Gol atmak, klavyenini ‘’d’’ tuşuna sıkışmış durumda. Bizim yer bulamadığımız için oynayamadığımız futbol sahalarında; yaban otları var artık; sevgiline, en güzel golü atabileceğini kanıtlamak için futbol oynadığın sahalar, o kadar ıssız ki; oranın ıssızlığından faydalanmak isteyen ‘’yılışık‘’ aşıklar var artık…

Tsubasa izlemek için ‘’7’’ de uyandığımız günler. Geceden sabaha kadar bilgisayar başında kalıp, sonra akşama kadar uyuyoruz ya bu aralar; eski zamanlarda 7’ de zımba gibi fırlardık yataktan.Telatabies izlemek içindi ya da tsubasanın hayalleri zorlayacak gollerine şahit olabilemek için; şirinlerin, her defa gargamelden kurtulacağını bilsek de 7’de ayaktaydık eski zamanlarda… Şimdi; izdivaç programlarının, insanların daha çok frikik vermek için yarıştığı moda programlarının, falcıların, hayallerini kutudan çıkacak paraya bağlamış insanların olduğu aptal kutusunda; eski zamanlarda Tolga abimiz vardı, Barış Manço’nun programı ile uyanırdık sabaha, her Pazar bambaşkaydı ‘’şahane Pazar’’ ; şebeklerin yerinde; koskaca Kemal Sunal vardı. Kısacası, şimdiki ineklerin yerinde; inek şabanımız vardı…

Oysa ne kadar uzak hissediyorum kendimi;  domates-peynirli öğlen yemeklerine. ’’Kanat takıp uçurduğumuz düşlerin’’ bizleri 2012’ye taşıyacağını bilseydim düşlemekten uzak dururdum gibi gelse de; güzeldi, dünyayı kurtarabilme hayalimiz. Öğretmenimizin kuşlarının, bizi takip ettiğini düşünmek, televizyonun içinde neler olduğunu anlayabilmek için yanına yanaşmak, pervanenin önüne geçip, garip çıkan sesimizle şarkı söylemek, tasolarımızla dünyayı kuşatabileceğimize inanmak, yorganın altında ‘’pokemonlarımızı’’ savaştırmak ne güzeldi öyle değil mi?

Sabahın köründen, güneş batıncaya kadar oynayacak bir şeyler bulabilemek, Size de çok garip gelmiyor mu? Şimdi olsa, neyse neyse… Saklambaçta, mahallenin en güzel kızının yanında saklanabilmek ne güzeldi öyle değil mi? Arkasından futbol oynayıp leş gibi terlemek ve herkesin cebindeki bozuk paraları çıkartıp fruko gazoz aldığımız günler, 6 tane plastik bardağı da unutmadan tabi…

Her şey o kadar temizdiki geçmiş zamanda; bugün yılları bulan küskünlüklerimiz, üstüste binen parmaklarımızın birbirinden ayrılması ile son bulurdu. Hatırladınız değil mi o hareketi? Arkadaşımıza atabilecek en büyük kazığımız, elindeki tüm futbolcu kartlarını almak olurdu, soda içemediğimiz halde sadece kapakları için bakkaldaki tüm sodaları satın alabilirdik, marka takıntımız da yoktu geçmiş zamanda, yırtık yamalı bir pantolon ve eski bir t-shirt bizi mutlu etmeye yeterdi; çünkü mutluluk insanlardaydı, insanlarla birlikte olabilmekti mutluluk, Ayşe’nin Mehmet’i sevmesindeydi… Dedikodu dediğimiz şey de ; Mehmet’in Ayşe’nin elini tutmasıydı… Şimdiki zamanlardaki aşklardan daha asildi 9 yaşındaki aşklar, en azından yalnızca aşk vardı,aşkı sanmak vardı, saçlarını yana yatırmak hatta ikiye ayırmak vardı; ama yalnızca aşk vardı…

Yaşamak güzel şey; ama eski zamanlarda yaşamak başka güzeldi. Demeyin ki ; daha yaşın 20… Daha dün yaşım 7’ydi… Bir daha gelmeyecek biliyorum, derdim uzaklaşmamak o günlerden. İşte bunun için sevmiyorum 31 aralık gecelerini; 364 günün arlığını unutuyorum ve çocukluğumdan beni ayıran sanki 31 Aralık gecesiymiş gibi geliyor bana. 2012’nin anlamıda sadece bu benim için; kısa şortlu, saçlarını yana taramış Doğukan’dan uzaklaşmanın hüznünden başka bir anlam taşımıyor… Bir de; mezar taşımızda yazacak ölüm tarihine bir sene daha yaklaşmak tabii…

Neyse, bol bol saate bakın ki geçmesin zaman, olur da geçer zaman ; çok yaşayın o zaman… ve siz de görün o zaman…

DOĞUKAN NİŞANCI