Hiçbir şey zamanı gelmeden gerçekleşmez, zaten zamanı geçmişse de iş işten geçmiş olur. Bir karpuzun ucundaki küçük bağı daha ham iken koparırsanız çürümeye başlar. Oysa ki karpuz olgunlaştıktan sonra bağını kendisi kurutur. Karpuzun bağını daha gelişmeden koparmak çok zordur. Ama olgunlaştıktan sonra bağı kuruyup gider.
Peki insan? İnsanda öyle değil midir? Yaşam boyu yaptıkları ve yapacaklarıyla sorumludur. Ya da yapamadıklarıyla… Yapamadıklarıyla çünkü; Öyle zamanlar olur ki bir şey yapmak zorundayızdır ama yapabileceğimize inancımız yoktur. Ya da bir şeyi yapmayı çok istiyoruzdur bu defa da canımız istemiyordur. En basit bir örnek ile; kitap okumayı hiç sevmeyiz ya da çok kitap okumak isteriz de bu seferde elimize kitabı almakta zorlanırız. Bazı insanlara 1 dakikada 1 sayfa kitap okuyabilir misin diye sorsanız cevap kesinlikle evet olur. Ama bu soruyu 1 saatte 60 sayfa kitap okuyabilir misin diye sorsanız cevap veremez, belki de okuyamam cevabını alırsınız. Oysa ki soru da ve sorunun gittiği yolda aynıdır. Gözümüze büyük görünen şeyler o kadar ufaktır ki aslında küçültmeyi bilmeyiz. Peki bu sorunların çözümü nedir ve nasıl çözülmelidir?
Öncelikle insanın kendine inancı tam olmalıdır. Tabi ki bu inanma sözde değil. Gerçekten yapabildiğimize inanmadır. Büyük hayaller peşinde koşmalıyız ki o inancımız tam olsun. Büyük hayalleri bir anda yapmak tabi ki kolay değildir. Ama küçük başarılardan sonra büyük başarıların gelmesi de zor değildir. Günümüzde küçümsediğimiz o kadar çok özelliğimiz var ki bunların hepsi kendimize güvensizlik aşılamakta. Şuan bu yazıyı okuyabiliyorsanız demek ki siz birçok insanın bilmediği bir şeyi gerçekleştirmişsiniz. Doğuştan öğrenmiş olmadığımız bir özelliğimizi daha sonradan çalışarak kazanmışsınız. Bu küçük bir başarı aslında. Ama bu başarılar arttıkça en büyük başarıya sıra gelecektir.
Bir yazar okuma yazma bilmeden yazar olabilir mi? Hayır çünkü önce okuma yazma bilmeli. Daha sonra küçük başarılardan sonra yazarlığa sıra gelmelidir. Kendimize inancımız tam ve devamlı olmalıdır. Aslında klasik temel fıkralarından bir tanesini bu tam olarak özetleyebilir;
Temel ile Dursun bir gün Amerika ya yürüyerek gitmeye karar verirler. Şehirleri, ülkeleri geçerler ve bir ara Özgürlük Anıtı’nın görüldüğü an Dursun Temel’e döner ve; Temel ben çok yoruldum artık geri dönelim der ve geri dönerler. Aslında aylar süren yolculuklarının sonuna gelmişlerdir ama vazgeçmişlerdir.
Hayatımız da bazı kararlar alırken bir defa değil bin defa düşünmeliyiz. Kararlılıkla ve mazeretlerin arkasına sığınmadan devam etmeliyiz. Yağmur yağması halinde gitmesi gereken bir iş başvurusuna gitmeyecek olan insan gibi kapıdan dışarıya çıktığında yüzüne düşen bir damla su nedeniyle vazgeçen gibi olmamalıyız. Oysa ki dışarısı günlük güneşliktir, yüzüne düşen ise dünden kalan yağmur damlasını aşağıya bırakan ağaç yaprağının üzerindeki minik su damlasıdır. Ve o gün gidilmesi gereken iş başvurusuna ilk alınacak niteliklere sahip tek aday ise mazeretlerin arkasına sığınan o kişidir. Fırsatın bu kadar zor şartlarda kapısına gelen insanın onu alıp sıkı sıkıya tutması gerekir. İnançla bırakmaması ve üzerinde ısrar etmelidir. Bir kızıl derili sözü gibi “Doğduğunda sen feryat ederken bazıları bayram ediyordu. Öyle bir hayat yaşa ki sen öldüğünde feryat etsinler ama sen bayram et”