Anayasanın bazı maddelerindeki değişikliklerle ilgili müzakereler, bilindiği üzere geçtiğimiz günlerde T.B.M.M’de tamamlanmıştı. Bu paket  ağırlıklı olarak, yapılması artık elzem olan yargı ile alakalı kararları da içeriyordu. Tabi bunun yanında daha bir çok önemli soruna da neşter vuruluyordu.

Sponsor Bağlantılar

Değişiklik paketinin kapsamındaki iki madde 330 oyun altında kaldığı için otomatik olarak düşmüş, geriye kalan maddeler ise 330-367 arasında oylarla kabul edildiğinden cumhurbaşkanının onayından sonra referandum kararı yasalaşmıştı. Köşkün onayından sonra , Yüksek Seçim Kurulu referandum takvimini oluşturmak için acil toplandı. Anayasanın gereği olarak bir çoğumuz referandum tarihini, Temmuz ayının ikinci haftasının ilk Pazar gününü yani, 11 Temmuz 2010 olarak bekliyorduk. Ama maalesef , geçmişte yaşadığımız , Anayasa Mahkemesi’nin başörtüsü ile alakalı 411 kararı, Cumhurbaşkanlığı seçimi ile alakalı 367 kararı, Danıştay’ın katsayı kararına benzer bir kararla referandum süresi değişiklikten önceki süre yani 120 gün olarak karara bağlandı. Halbuki 9 Mart 2010 tarihli gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren kararda referandum süresi 60 gün olarak yasalaşmıştı. Yüksek Seçim Kurulu, referandumu seçim kanunu kapsamına alarak Anayasanın 67, maddesine istinaden bu kararı verdi. Nedir bu 67. madde ; “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz.”

Yüksek Seçim Kurulu işte bu maddeyi dayanak kabul ederek karara vardı. Anayasanın 67. maddesinin yürürlüğe girmesinin temel amacı, mevcut iktidarların kendi lehlerine bir durum meydana getirerek, seçimlere girmesini engellemekti. Sonuç olarak bu kararın referandum ile uzaktan yakından bir alakası yok. Çünkü halkın önüne koyulan sandıkta herhangi bir siyasi parti lehine ya da aleyhine oy verilmesi istenmiyor. 09 Mart 2010 tarihinde yürürlüğe giren , referandum süresi ile alakalı yasa kesinlikle bir seçim yasası değildir. Tamamen yanlış bir anayasa yorumlamasıyla alınmış olan bu karar , siyasi tarihimizde ki yerini almıştır. Yüksek Seçim Kurulu’nun kararları kesin olduğu için maalesef temyiz şansı da yok.

Bir diğer konu ise Cumhuriyet Halk Partisi’nin 12 Eylül 2010 tarihinde referandum kararı alınan bu Anayasa değişiklik paketini , Anayasa Mahkemesine taşıyacak olması. Referandum süreci olduğu için kanun tam anlamıyla yasalaşmamıştır. Normal şartlarda Anayasa Mahkemesi’nin henüz sürecini tamamlamış bu değişiklik paketine olan itirazı kabul etmemesi gerekir. Çünkü kanunlaşma süreci halk oyuyla tamamlanır. Sonuç olarak yasama süreci tamamlanmamış bir metni Anayasa Mahkemesi’nin denetleme yetkisi yok. Aksi bir durum yargının yasama yetkisinin gaspı manasına gelir. Referandum süreci bitmemiş olan Anayasa değişiklik taslağının Anayasa Mahkemesi tarafından yürütmesini durdurulması düşünülemez ve yapılacak olan başvuru hukuken geçersiz ve yok hükmünde olacaktır.

Tüm bunların yanında referandum süreci bitmiş ve kabul edilmiş Anayasa Değişikliğini , itiraz halinde Anayasa Mahkemesi ancak şekil bakımından inceleyebilir ve esasa giremez. Bu konu da Anayasa’nın 148. maddesi gayet açıktır. “Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve T.B.M.M içtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler” Anayasa değişikliğinin şekil bakımından denetlenmesi ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır.

Anayasa bunları söylerken, geçmişte yaşadığımız bazı kararlarda var. Misal  T.B.M.M’de  411 oyla kabul edilen başörtüsü yasağını kaldıran kararıyla alakalı, içtihat kullanılıp esasa girilerek iptal edilmişti.

Yaşanılan bunca tecrübeden sonra yargı reformu “işte tam da bu yüzden” şarttır, gereklidir. Demokrasinin tam anlamıyla hayatımıza yerleşmesi için bu tür reformların zamanı gelmedi mi artık?

ALLAH YAR VE YARDIMCIMIZ OLSUN