Ali Paşa’nın ölümüyle sadrazam olan Mahmud Nedim Paşa’nın şerefine çıkarılan genel af sonucunda bu Yeni Osmanlılar ülkeye dönerek faaliyetlerine devam ettiler. Ancak Mahmut Nedim Paşa, gazetelerin sabık hükümet hakkında yazdıkları yazılara engel olmak için 9 Aralık 1871’de gazetelere bildirimde bulundu. Bundan sonra gazetelerin özgürce söyleyebilmek olanakları daraltılmaya başlandı.
Sponsor Bağlantılar
Basiret, Ali Efendi tarafından 22 Ocak 1870 tarihinde çıkarılmaya başlandı. Sekiz yıldan biraz fazla yayınlanan Basiret 1878’de hükümet emriyle kapatılmıştır. Aradan üç yıl geçtikten sonra tekrar yayın hayatına başlayan gazete, eski popülaritesini sağlayamamış ve 19 sayı çıktıktan sonra kapatılmıştır[1].
Gazetenin bazı sayılarında Mısır Hidivi lehinde yazılar ve haberler yoğunlaşmıştır. Bu haberlerin yoğunluk kazanmasının hemen sonrasında gazetenin yeni binaya taşınması, sütun adedi ve ebadın büyümesi, Mısır Hidivi’nin yardım ve ihsanlarını aldığının ispatıdır. Ancak bu durum, dönemin diğer gazeteleri Tasvir-i Efkar, Terakki, İstikbal ve Sabah tarafından Mısır’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparılması siyasetini gütmekle suçladı[2]. Bunun dışında Basiret’in Alman taraftarlığı da dikkat çekmektedir. Gazetenin sahibi Ali Efendi’nin de inkar etmediği Alman yardımı söz konusudur. bu yardım nedeniyle de Basiret, basın tarihimizde yabancı bir devletten para ve araç yardımı gören ilk gazete olmuştur[3].
O zamanlar çoğalmaya başlayan basımevlerinin sahipleri, sürekli bir iş kaynağı olmak üzere gazete çıkarmak ve bir gazete kapanınca işi sürdürebilmek için ellerinde yedek imtiyazlar bulundurmak alışkanlığındaydılar. Bu basımevi ve gazete sahiplerinden çoğu da basımevi ve gazete hamallığından yetişme, okuması yazması kıt kimseler olduğundan, gazetelerine ya ücretle yazar tutmakta ya da bir yazara o zamanın değimiyle iltizama vermekteydiler. Bu çeşit gazete sahipleri arasında, o zaman çıkmış bütün gazetelerin sonlarında adları görünen Andon, Filip, Aleksan Sarafyan, Teodor Kasap, Misailidi ünlülerdendi.
İbret, Aleksan Sarafyan’ın gazetesiydi. 1870 yılında çıkarılmaya başlayan İbret 23 Haziran’da bir ay tatil edilmiş, yeniden yayınlanmaya başladıysa da sürdürülemeyerek İbretnüma-i Alem adı altında bir mizah gazetesi haline gelmiştir. 1872 yılında ise, Ahmet Mithat tarafından iltizam olunarak gündelik bir siyasi gazete haline getirilmişti. Ama tekrar tatil edildi, sahibi de bir ay süre ile siyasi gazete çıkarma hakkından mahrum edildi. Namık Kemal’in İbret’i işte bu gazete olacaktır. 13 Haziran 1872’de ilk sayısı yayınlandı. Namık Kemal başyazar olmak üzere, Reşat, Nuri, Ebuzziya Tevfik yazar kadrosunu oluştururken Namık Kemal’in üvey dayısı Mahir de gazetenin müdürlüğünü yapmaktaydı.[4]
İbret’in ilk sayısında gazeteyi ve yazarlarını tanıtmak için Namık Kemal dışında dört imza ile yayınlanmış bir ilan bulunmaktadır. Namık Kemal tarafından yazıldığı anlaşılan bu ilan da “zaten kitabet mesleğinden yetişmiş olduğumuz gibi, elimizden geldiği kadar vatana hizmet etmeyi ve geçmişimizi de bu yolda aramayı arzu eylediğimizden ve matbuatı da memleketimizce bu maksatları elde etmek içi en büyük vasıta gördüğümüzden bir gazete yayınlamaya karar verdik. Yeni bir gazete tesisiyle ülkemizde matbuatın ilerlemesine dahi bu sırada hizmet etmeye muvaffak olamadığımız için belirli bir zaman için İbret’in yazı işlerini üzerimize aldık.
İnanışımıza göre burada gazetelerin en büyük görevi, halkımıza siyasi kaideler ve medenî ilerlemelere ait malumat vermektir. Bunun için elimizden gelen bütün gayreti bu hizmette kullanacağız. Bununla beraber havadis vermekte de kusur etmeyeceğiz.
En kutsal bildiğimiz bir görev de matbuat nizamnamesinin müsaadesi nisbetinde doğruyu söylemektir.”[5]
Başyazar Kemal Yazar Reşat Yazar Nuri Yazar Tevfik Müdür Mahir
İma yoluyla da olsa devrin basın mevzuat ve politikasına ilişen beyanname nitelikli bu ilanla bile, İbret’in hem sosyal, hem siyasi mücadele, hem de bir fikir gazetesi olacağını haber verir gibidir.[6]
İbret’e ilgi öylesine arttı ki, gazete ve matbaanın masrafı karşılandıktan sonra günde beşer-altışar lira bölüşülecek şekilde kâra bile geçti. Ancak bu olumlu dönem kısa sürdü. Mahmut Nedim Paşa idaresindeki hükmet mekanizmasının inanılmaz dağınıklığı Yeni Osmanlıları, dolaylı yoldan da İbret’i hayal kırıklığına uğrattı.
1872 Mayıs’ında İstanbul’a yıllık ziyaretini yapmakta olan Hidiv İsmail’in bu ziyareti esnasında, günlük Hakayıku’l Vekayi’in sütunlarında O’nun yaptıklarıyla ilgili olarak dalkavukluğun son haddine varan bir dizi yorum çıktı. Bu, Hidiv’in gazetenin editörüne yaptığı cömertliğin bir sonucuydu. Bunun üzerine İbret Hakayıku’l Vekayi’i birkaç defa eleştirdi. Mevcut durumu düzeltmeye çalışan Hidiv önce Namık Kemal’e rüşvet teklif ettiyse de bu reddedildi. Son çare olarak Maarif Nezareti
Neşriyat Dairesi Başkanı Hurşid Bey aracılığı ile amacına ulaştı. İbret dört ay süre ile kapatıldı.[7] Mahmut Nedim Paşa’nın yerine Mithat Paşa Sadrazamlığa getirildiğinde Namık Kemal Gelibolu Mutasarrıfı olarak İstanbul’dan ayrılmak durumunda bırakılmıştı. Yine bir sadrazam değişikliğine gidilip de Rüştü Paşa Sadarete atanınca, kendini azlettirmeyi başaran Namık Kemal de İstanbul’a döndü. Bu arada İstanbul’da bulunana Ebuzziya Tevfik, burada yayınını durdurmuş olan Hadika adlı gazetenin yayın haklarını satın alarak onu siyasi tenkit organı haline getirmişti. Diğer yandan da kapalı kalma süresi padişahın affıyla kısalan İbret’in yayınına yeniden başladı. 20 Aralık 1872’de İbret’in sorumluluğunu Namık Kemal üzerine aldı.[8]
1873 yılı basın için pek hayırlı denecek şekilde başlamıyordu. Hükümet Ocak ayının ilk onbeş günü bir gazeteyi tamamen kapatıp diğer üç gazeteyi de çeşitli sürelerle tatil ettiği gibi, o zamana kadar basımevlerinin özgürce basmakta olduğu yapıtların, basılmadan önce denetlenip izin alınması yöntemini koymaya kalkıştı.[9]
Kapatılan gazetelerden biri de Hadika idi. Hadika hükümeti iğnelemek için Ziya ve Namık Kemal’in kullandığı mizah dergisi Diyojen’in 13 Ocak 1873’te kapatılmasının ardından hükümete saldırılarını sürdürdü. Tersane işçilerinin ücretlerinin vaktinde ödenmemesini protesto eden işçiler Bahriye Nezareti’ne bir yürüyüş düzenlemişlerdi. Yürüyüşün sonunda Nazıra verilmek üzere bir dilekçe hazırlanmıştı. Bu yürüyüşün bastırılmasını askerler de reddedince nazır taş yağmuruna tutuldu. İşçiler daha sonra Ebuzziya Tevfik’e gelerek gazetesinde bu dilekçeyi basmasını istediler. Bu istek Ebuzziya tarafından geri çevrilmeyince Hadika 23 Ocak 1873’te kapatıldı.
İki gün içinde Ebuzziya Tevfik, başka bir gazetenin adını tescil ettirmek üzere harekete geçti. Nihayet Cüzdan adında bir gazeteyi yayınlama izni aldı. Cüzdan, siyasi içerik taşımayan makalelerin bile en ince ayrıntısına kadar tetkik edildiği bir dönemde yayınlanmaya başlamıştı. Bu baskı ortamı öylesine yoğundu ki Ahmet Mithat tarafından çıkarılan Dağarcık’ta Darwin hakkında çıkan bir makale de Maarif Nazırı, yazı işleri müdürlerinin makaleler için uygun konu seçiminde daha dikkatli olmalarını isteyen bir tamim yayınladı. Ebuzziya Tevfik, böyle bir ortamda yazılan her makalenin bir şekilde Maarif Nezareti’nin talimatını ihlal ettiğini ima ederek, İbret’te Cüzdan’ın satışa çıkarıldığını belirten bir ilan yayınladı.[10]
1 Nisan 1873 Salı akşamı “Vatan Yahut Silistre” oynandı. Kazandığı rağbet çok büyük oldu. Çarşamba ve Perşembe günleri hep bu coşku ile geçti. 5 Nisan Cumartesi günü İbret Gazetesi kapatıldığı gibi, yazarları da Bab-ı Zaptiye’de tutuklandılar. 9 Nisan Çarşamba günü de sürgüne gönderildikleri yerlere gitmeleri amacıyla Çanakkale’ye doğru yola çıkarıldılar.[11]
13 Haziran 1872’de yayınlanmaya başlayan İbret gazetesi son sayısının çıktığı 5 Nisan 1873 tarihine kadar 9 aydan bir az fazla süren zaman içinde 132 sayı yayınlamış oldu.[12]
1876 yılında mizah basınını doğrudan hedef alan hükümet kararnamesi Sultan Abdülaziz’in son günlerinde, sadrazam Mahmut Nedim Paşa tarafından yayınlandı. 14 Kanunusani 1876 tarihli Vakit gazetesinde ilanın metni şöyledir: “mizah gazetelerinin tab ve neşretmekte oldukları resimlerin bir takımı hükümetin politikasına edyan ve mezahibe ve efradın namus ve haysiyetine ve ekseri adabı umumiyeye dokunur şeylerden ibaret olduğuna ve gazetelerin her nevi menafii ammeye hizmet vazifesi ile mükellef bulunup gazetecilik vazifesini mizah ve latife zemminde ifa etmeleri lazım gelen mizah gazetelerinin ifayı vazifeye bedel bu misillü resimlerle tahdişi ezhan ve ifsadı ahlak eylemeleri bu veçhile şayanı tecviz olamayacağına binaen fimabad mizah gazeteleri ile neşr olunacak resimlerin zirlerine tahrir edilecek ibareler ile beraber matbuat idaresine irae olunmadıkça ve idareden üzerlerine tab oluna diye işaret edilmedikçe neşrolunmaları tahtı memnuiyeti katiyeye alınmış olmağın ilan keyfiyete ibtidar olundu. 17 Zilhicce 1292- 13 Kanunusani 1876.” Yukarıdaki hükümet kararından anlaşılacağı gibi mizah gazeteleri artık yayınlayacakları resimleri ve altındaki yazıları matbuat idaresine önceden yayınlayabileceklerine dair mühürletmeleri gerekmektedir. Bu da hükümetin mizah basınından ne kadar çekindiğinin açık delilidir.[13]
Yine Mahmut Nedim Paşa zamanında çıkarılan bir Heyet-i Vükela kararı ile sansür bir kurum olarak iyice yerleşti. İstanbul’da Matbuat idaresine, taşra da ise yerel yönetimlere, yayından önce teftiş ve muayene yetkisi verildi. Buna karşılık olarak dönemin gazetelerinden Basiret makinesinin bozulduğunu gerekçe göstererek bir süre yayın yapmayacağını ilan etti.[14] Basiretçi Ali Efendi, bu uygulama için “adeta matbuatın boğazını sıkıvermek istemiş idi.” Sözlerini sarf etmiştir.[15]
Diğer bir önemli hükümet kararı da V. Murat’ın saltanatının ilk günlerinde, sadrazam Mütercim Rüştü Paşa’nın ilan ettiği hükümet kararıdır. Vakit gazetesinin 4 Ağustos 1876 tarihli sayısında ki ilana göre; o tarihten sonra artık hükümet mizah gazetesi çıkarmak için gerekli olan imtiyazı (ruhsatı) vermeyeceği, ayrıca halen yayını sürdürenlere de ağır cezalar vereceğini bildirmektedir. Diğer bir konu ise politikaya mahsus gazetelerin ise sadece haber yayınına (havadis neşrine) yetkili oldukları bildirilmiştir.[16]
II.Abdülhamid’in yönetime geçmesinden sonra yaptığı başvurusu kabul edilen Ali Suavi, İstanbul’a
dönmüş ve oldukça iyi karşılanmıştır. Bu dönemde Ali Suavi ve hükümet arasındaki ilişki oldukça uyumludur. Ali Suavi’nin Galatasaray Lisesi’ne müdür olarak atanması ve Mithat Paşa’nın sürgüne gönderilmesine olumlu bakan yazıları dikkatlerden kaçmamalıdır.[17]
Sürgünden dönen ve Abdülhamit’le oldukça iyi geçinen Ahmet Mithat Efendi de çıkardığı Tercüman-ı Hakikat adlı gazetede eski sadrazam Mithat Paşa hakkında zehir zemberek yazılar yazmıştır. Hatta bir yazısında, Mithat Paşa’nın Aydın Valisi olduğu sırada tutuklanıp sorguya çekilmesini, Mithat Paşa’nın Fransız konsolosuna sığınarak devlete ve millete ihanet ettiğini ve Sultan Abdülaziz’in katlinde parmağı olduğunu uzun uzunu anlatmıştır[18].
Ali Suavi’nin Galatasaray Lisesi’nde müdür sıfatıyla yaptığı icraatlar başta İngiltere olmak üzere büyük güçler tarafından hoş karşılanmayacak ve bir süre sonra bu hoşnutsuzluğa istinaden hükümet tarafından görevine son verilecektir. Ali Suavi’yi Çırağan Vakası’nın önderi olması ve bu olayda öldürülmesi bu hadiseden sonra cereyan edecektir.[19]
II. Abdülhamit, Kanun-i Esasi’yi ilan ettiği zaman birkaç ay nefes alabilen basın, 93 Harbi’nin karanlık atmosferinde ülkenin birliği ve bütünlüğü için ilan edilen Örfî İdare Nizamnamesi’nin yürürlüğe girmesi üzerine 33 yıl sürecek bir sessizliğe gömülecektir. Ancak devletin izin verdiği ve beslediği gazeteler, yayın hayatlarına devam edebilecektir. 20 Eylül 1877’de çıkan iradenin altıncı maddesinde ifade edilen “tahdiş-i ezhanı mucib (beyinleri sulandıran) neşriyatta bulunan gazeteleri derhal tatil etmeye ve her türlü cemiyeti de menetmeye mezundur” ibaresiyle gazete kapatma işi kurumsallaşmıştı. Sansürün bütün ağırlığıyla kendini hissettirdiği bu dönemde yalnız yerli basın değil, yabancı basının bile kontrolü yoluna gidilmiştir[20].
1878’de Maarif Nezareti, Matbuat Müdürlüğü ve Zaptiye Nezareti’nin görevlerinde yapılan düzenlemelerle siyasi içerikli yayınların sansürü kolaylaşmış, 1880’de siyasi olmayan yayınlara da sansür getirilmiş, 1881’de Encümen-i Teftiş ve muayene kurulmuş, 1888’de ise basılan tüm yayınların, basımdan önce denetlenmesi kabul edilmiştir[21].
Ali Suavi’nin son yazısı ise Basiret’te çıkmıştır. Bir bakıma bu yazısından, bir gün sonra olacakların sinyallerini vermektedir.
“Herkes ve hep evrak-ı havadis hal-i hazırın tehlikesinden bahsetmektedir. Hakk-ı acizanemde mevcud olan emniyet-i ammeye mebni söyleyeceğim şeyi herkesin dinleyeceğine şüphem yoktur.
Müşkilat-ı hazıra pek büyüktür, lakin çaresi pek kolaydır.
Yarınki nüshanızda cümlenin müsaadesiyle bu çareyi kısacık şerh ile beyan edeceğim. Bugün şu mektubum yarınki neşre enzar-ı umumiyyeyi celb içindir, efendim.”[22]
Olayın ertesi günü gazetelerde hükümet, olayı kendi istediği tarzda ve Sultan Murat’ın isminden bahsetmeden resmi bir ilanla yayınlamıştır. Basiret, ise bu olayı kendi sayfalarında şu şekilde vermiştir: “Din ve devlet düşmanı, hain ve lanetlenmiş bayağı ve adi insan Ali Suavi’nin Pazar günkü nüshamızda imzasıyla bir varakası var idi. Lanetlenmiş adi insan, Cumartesi akşamüzeri bir adamıyla bu varakasını gönderip yarınki gazeteye girmesini ve bir de özel yazı yazacağını haber göndermesi üzerine, lanetlinin daha önce yazıp gönderdiği yazılardan biri gibi bunu da yayınladık. Meğer lanetlinin niyet ve fikri hainlik imiş. Herhalde niyetimiz ve yolumuz doğru olduğundan, onun böyle kötü bir niyetinin olduğunu zerre kadar hatırımıza getiremedik.
Her ne ise, dinsiz alçağın vücudunun ortadan kalkması, binlerce kez teşekkür edilecek bir olaydır. Allah’ın laneti onun üzerine olsun”
Basiret, bu yazıyı yayınladığı halde, gazetenin sahibi Ali Efendi tutuklanmış, Basiret’te kapanmaktan kurtulamamıştır.
SANSÜR
Tüm mutlakiyetçi rejimlerin hışmına uğrayan basın, Osmanlı ülkesinde de iktidarın hışmına uğradı. Hükümetin özgürlük fikirleri yayan basına karşı aldığı tedbirler iki doğrultu izliyordu: istenmeyen edebiyatın dışarıdan getirtilmesinin yasaklanması ve Osmanlı Devleti sınırları içindeki yayınların kontrol altına alınması.[23]
İkinci Türkçe Gazete olan Ceride-i Havadis’in basılmaya başlanmasının hemen ardından aynı yıl (14 Cemaziyelevvel 1257) yayınlanan bir irade ile basılacak kitap, kitapçık ve dergilerin “kabl-el istizan” bastırılamayacağını buyuruluyordu. Ayrıca, matbaa kurmak, gazete çıkarmak, padişahın iznine
bağlıydı.[24]
Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından sonra kurulan ilk polis örgütünün tüzüğünde (21 Rebiulevvel 1261-10 Nisan 1845 tarihli Polis Nizamnamesi), sansür açıkça biçimlenmişti. Bu nizamnamenin 13. maddesi, “ahlak ve adab-ı ammeye muhil kâffe hususatta tabanelere ve kütübhane ve bilcümle kitapçı dükkanlarına dikkat ve basiret ve hariçten tevarüd eden enva-i kitab ve resail ve evrakın kabl-el neşr bakılub lâzım gelen men ve tevkifine dikkat” edilmesini zabıtaya görev olarak veriyordu.[25]
1857 yılında Basmahane (Matbaa) Nizamnamesi çıkana kadar devlet kendi matbaasında basılacak kitapları kontrol etmeyi ihmal etmemiştir. Matbaa Nizamnamesi bu kontrol işini bir sisteme bağlıyordu. 3. maddesindeki , matbaalarda basılacak her türlü kitap ve risalenin Meclis-i Maarif’te incelenerek mülken ve devleten sakıncalardan arındırılması hükmü, 5. maddesindeki yabancıların Hariciye Nezareti’nden izin alma zorunluğu apaçık sansür maddeleridir.bu sansür hükümlerini cezai yaptırıma bağlayan da 1858 tarihli Ceza Kanunnamesi oldu.[26] Bu kanunname’nin 138., 139. ve 213. maddeleri ile basın etkinlikleri denetim altına alınıyor ve yasaklamalar da aynı maddelerle getiriliyordu.[27] 139. maddesi genel adaba aykırı mizah yazıları ile müstehcen resimle ilgilidir. Bu madde şöyledir: “genel adaba aykırı olarak yazı ve şiirle şaka ve yergiye dair şeyleri veyahut edepsizce resim ve tasviri basan ve bastıran ve yayımlayan kimselerden bir mecidiye altına kadar para cezası alınır ve yirmi dört saatten bir haftaya kadar hapsolunur.”[28] Bu tarihte henüz hiçbir Türkçe gazete resim basmamıştı fakat daha sonra hükümet karikatürle bir çok kere yüzleşecekti.
1864 yılında ise Matbuat Nizamnamesi çıkarıldı. 1852 tarihli Fransız kanunundan iktibas edilen Nizamname hukuken 1909’a kadar yürürlükte kaldı.[29] Nizamname ile genel ahlak ile idin ve mezheplere hakaret eden, ayrıca bilerek yalan ve düzmece haber yayınlayan gazetecileri, gerek hapis gerekse para cezası uygulayarak etkin bir biçimde cezalandırma yoluna gitmektedir.[30] Nizamnameye göre bir gazetenin çıkarılması için hükümetten izin alınması gerekiyordu. Ayrıca Osmanlı hükümeti aleyhine yazılar yazan dış basının ülkeye girmesine yasak getirilmiş ve 10 ile 35. maddeler arasında basın suçları ve bu suçların cezalarına yer verilmişti. Gazete kapatma cezası da bu cezalardan biridir. Üçüncü madde ile de yabancı ve yerli basın arasındaki farkın kaldırıldığı ilan edilmiştir. Böylece Avrupalıların basın alanında kapitülasyonlardan yararlanamayacakları belli oldu[31].
19. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’dan gelen ve imparatorluğun dağılma sürecinin temellerini oluşturan akımlarla karşı karşıya kalmıştı. Bu dönemde savaşlarında etkisiyle dışa karşı zayıf düşen devlet, içte de basının muhalefeti ile karşılaşarak, o güne kadar gücü bilinmeyen ve hiç beklenmedik bir kaynağın eleştirisine uğramıştır.
Tasvir-i Efkar’ın 465. sayısında Namık Kemal’in kaleme aldığı “Şark Meselesi” başlıklı makalenin hemen ardından 27 Mart 1867 tarihli bir kararname çıkarıldı. Kararname-i Ali adıyla anılan bu kararname ile basın tamamen susturulmak istenmiştir. Ali Paşa’ya göre bu kararnamenin gerekçesi şöyle formule ediliyordu; “Devletin zaafını millete söylemek vatanperverlik sayılmaz.”[32] Kararname ile Matbuat Nizamnamesinde yer alan hükümlerin dışında kalan konularda hükümete gazete kapatma yetkisi verilmiştir. Geçici kaydıyla çıkarıldıysa da 1908’e kadar tam 42 yıl süre ile yürülükte kaldı.
1876 yılında mizah basınını doğrudan hedef alan hükümet kararnamesi Sultan Abdülaziz’in son günlerinde, sadrazam Mahmud Nedim Paşa tarafından yayınlandı. 14 Kanunusani 1876 tarihli Vakit gazetesinde ilanın metni şöyledir: “mizah gazetelerinin tab ve neşretmekte oldukları resimlerin bir takımı hükümetin politikasına edyan ve mezahibe ve efradın namus ve haysiyetine ve ekseri adabı umumiyeye dokunur şeylerden ibaret olduğuna ve gazetelerin her nevi menafii ammeye hizmet vazifesi ile mükellef bulunup gazetecilik vazifesini mizah ve latife zemminde ifa etmeleri lazım gelen mizah gazetelerinin ifayı vazifeye bedel bu misillü resimlerle tahdişi ezhan ve ifsadı ahlak eylemeleri bu veçhile şayanı tecviz olamayacağına binaen fimabad mizah gazeteleri ile neşr olunacak resimlerin zirlerine tahrir edilecek ibareler ile beraber matbuat idaresine irae olunmadıkça ve idareden üzerlerine tab oluna diye işaret edilmedikçe neşrolunmaları tahtı memnuiyeti katiyeye alınmış olmağın ilan keyfiyete ibtidar olundu. 17 Zilhicce 1292- 13 Kanunusani 1876.” Yukarıdaki hükümet kararından anlaşılacağı gibi mizah gazeteleri artık yayınlayacakları resimleri ve altındaki yazıları matbuat idaresine önceden yayınlayabileceklerine dair mühürletmeleri gerekmektedir. Bu da hükümetin mizah basınından ne kadar çekindiğinin açık delilidir.[33]
Yine Mahmut Nedim Paşa zamanında çıkarılan bişr Heyet-i Vükela kararı ile sansür bir kurum olarak iyice yerleşti. İstanbul’da Matbuat idaresine, taşra da ise yerel yönetimlere, yayından önce teftiş ve muayene yetkisi verildi. Buna karşılık olarak dönemin gazetelerinden Basiret makinesinin bozulduğunu gerekçe göstererek bir süre yayın yapmayacağını ilan etti.[34]
Diğer bir önemli hükümet kararı da V. Murat’ın saltanatının ilk günlerinde, sadrazam Mütercim Rüştü Paşa’nın ilan ettiği hükümet kararıdır. Vakit gazetesinin 4 Ağustos 1876 tarihli sayısında ki ilana göre; o tarihten sonra artık hükümet mizah gazetesi çıkarmak için gerekli olan imtiyazı (ruhsatı) vermeyeceği, ayrıca halen yayını sürdürenlere de ağır cezalar vereceğini bildirmektedir. Diğer bir konu ise politikaya mahsus gazetelerin ise sadece haber yayınına (havadis neşrine) yetkili oldukları bildirilmiştir.[35]