Yüce yaratanımız, dünyaya gelişimizden, ahrete göçümüze kadar her işe bir vasıta var etmiştir. Âdeti gereği bütün işleri bir sebebe ve vasıtaya bağlamıştır. Anne ve babamız vasıtasıyla geliriz, Azrail aleyhisselam vasıtası ile gideriz. Rızıklarımızı, Kasım-ül erzak ismi ile şereflenmiş, Yüce Allah’ımızın görevlendirdiği bir melek dağıtmaktadır. Sur’u bir görevli üfler, yağmuru yağdıranlar, cehennemde azabı edenler hep görevlileridir.Eğer bütün vasıtaları kaldıracak olsaydık, Ondan başka hiçbir şey kalmazdı. Allah’tan gelişimiz vasıta ile olmuştur. Ona kazasız, belasız, sıkıntısız gitmek içinde “Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet” ( Fatiha-ı şerif ), emrinde bahsedilen nimet sahiplerine iletiliriz, inşallah. Allah arama aşkını ve bulmayı nasip etsin, cümlemize.

Sponsor Bağlantılar

İnsandaki deni, seviyesiz duyguların tamamı yanıp, yok oluncaya kadar, ele geçmeyen bir sevgili bizi maksada taşıyacaktır. Oda Allah aşkıdır. Allah’ın çok güzel kullarında kendi sıfatlarından eser kalmayıp da, Allah’ın ahlakı ile bezendikleri için, o peygamber veya evliyaya yani kendisine nimet verilenlere bakanlar Allah’ın güzel ahlakına âşık olurlar. Daha sonra da gördüğü beşer perdesini geçerek, ardındaki hakiki ruha ulaşırlar.

Peygamberimiz, “Allah’ı” yerine “Allah’ı ve Resulünü canınızdan çok sevmelisiniz” demektedir. Allah’ın güzel ahlakını yansıtan peygamberleri veya Salih kulları görmeyenler, neyi sevecekler? Hayallerini mi? Allah’ın zatını hayal etmek zaten küfürdür. Onun sıfat ve esmalarının tecelligâhı olan yarattıkları düşünülebilir. Yani nakkaş değil nakıştır, göze gelen. Onun yarattıklarının en mükemmeli olan yani ahseni takvim makamına yerleşmiş olan insan, onun nüshasıdır. Ahsen-i takvim, nüshayı Kübradır. Onlara bakanlar ise tam anlamı ile Allah’ın istediği kulu görmüş olurlar. Gerçek bir görme ile görebilenlerin ise Allah’ın sevdiğine âşık olmamaları mümkün değildir.

Kısmeti olanlar, yığınla sahte peygamber ve evliya içinden, hakikatlerini ancak aşk ile oluşan, sebepsiz bir sevgi ile anlayabilmiştir. “Dağlar, bulutlar gibi uçuşurlar aslında” demesine rağmen, ya da şimdi miraçtan geldim, Dünya dışından şimdi geliyorum demesine rağmen, duydukları aşk yüzünden peygamberimizden ayrılamayan sahabe efendilerimiz gibi.

Ey Allah’ın Resulü, Allah’a yakın kullarını nasıl anlarız? Sorusuna cevaben;

“Onları sebepsiz yere seversiniz” Buyurmuştur.

Ayrıca onlar derin bir yokluk ve mahviyet içindedirler. Kendilerine, Yüce Allah’ın yanında, yüceliği yakıştıramayacakları için ve her an onun yanında olduklarını bildiklerinden, daimi bir tevazu halindedirler. Onlara “Siz Allah’a ne kadar yakınsınız” deseniz, Allah’ın yüceliğini düşünerek bir an “hâşâ, estağfurullah” demekten kendilerini alamazlar. Allah’ın emirlerinden kıl kadar ayrı olmadıkları halde, amel ibadet eksikliği ile hayıflanırlar. Kendilerini acı bir ahlat gibi görmelerine rağmen, yaydıkları sıbgatullah (Allah boyası yani onun güzel ahlakının hissedilen hazzı) ve Allah kokusu, engin hoşgörü eşliğinde, olgun meyveler gibi, tadanın damağında haz ve lezzet bırakır. Biz, Allah’a yakınız, Allah dostuyuz diyen küçük adamların aksine, insanda acı bir his bırakmazlar.

İnsan hidayet vesilesi ile arayışa düşmüş ise “Turnalar hangi göle konacağını bilir” cümlesinde işaret buyrulduğu şekilde, eğer denk getirilirse, yanlarına geldiklerinde, o şefkat ve merhamet denizi gibi olan kâmillerden ayrılmayı düşünemez. Nasıl ayrılsın, vücut kafesindeki can bülbülü, artık gonca verecek gülünü bulmuş ve gül budağını kendisine mesken etmiştir.

Bütün bunlara karşı, muhabbet ve aşk kokmayan kapılar ise ancak sıkıntı ve güçlüğe düşürerek, başkalarının nefsanî arzularının tuzağında oyuncak olmaya ve Allah korusun, hüsrana sebebiyet verir. Bu sebeple kabz ve sıkıntı veren durum ve ortamlardan kaçıp, Allah’ı, Allah’a aşk ve muhabbet hissettiren yerlerde aramak lazımdır.