Diyanet tefsiri; Fatiha Suresindeki kendine nimet verilenler tanımlaması için bize tarihe bakmayı önermektedir. Nimet verilenleri tarih sayfalarında arayıp, onları incelememizi ve nasıl bir yaşam ve sona ulaştıklarını tahayyül ederek onları anlamamızı önermektedir.
1 Fatiha Suresi
7 – Nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil! (Diyanet meali)
7 – Burada tarihe bir atıf yapılarak yolun doğrusu ve eğrisi hakkında bir başka ölçüt ve delil daha verilmektedir. İslâm yalnızca Allah kitabında böyle buyurduğu için doğru yol değildir, aynı zamanda tarih boyunca ilâhî irşadı reddedenlerin tecrübeleri de doğru yolun İslâm olduğunu göstermektedir. Bu sebeple doğru yolu arayanlar ve üzerinde bulundukları yolun sağlamasını yapmak isteyenler, dönüp tarihe bakmak, gerçek mutluluğu bulanlarla sapanlar ve Allah’ın gazabına uğrayanların yol ve yöntemlerini incelemek durumundadırlar. Tarihte hem örnekler hem de ibretler vardır. Örnekler, peygamberlerin izlerinden giden fert ve ümmetlerde, ibretler ise onlara cephe alan ve Cenâb-ı Hakk’a meydan okuyanlarda görülmektedir. Bazı rivayetlerde sapanların “hıristiyanlar”, ilâhî gazaba uğrayanların da “yahudiler” olarak açıklanması,[1] yalnızca zaman ve mekân itibariyle yakın birer örnek olmalarından dolayıdır.
Müslim’in rivayet ettiği bir kutsî hadiste[2] Allah Teâlâ’nın, “Namazı (Fatiha’yi) kulumla kendi aramda yarı yarıya paylaştım ve kulum dilediğini alacaktır” buyurduğu ifade edildikten sonra şöyle devam edilmiştir: Kul (namazda Fâtiha’yı okurken) “Hamd âlemlerin rabbi Allah’a mahsustur” deyince Allah, “Kulum bana hamdetti” buyurur. Kul “rahman ve rahim” deyince Allah, “Kulum beni övdü” der. “Ceza gününün tek sahibi” deyince “Kulum benim yüceliğimi dile getirdi” der. “Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” deyince “Bu, kulumla benim aramda ortak olan kısımdır ve istediği kulumun olacaktır” buyurur. Kul “Bizi dosdoğru yola ilet; nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil!” deyince Allah, “İste bu, yalnızca kuluma aittir ve kuluma istediği verilecektir” buyurur.(Diyanet tefsiri)
Bu mübarek cümlelerin yer aldığı şifalı tefsiri de okuduğumuzda, zayıf bilgilerimizin kuvvetlenmeye başladığını ve bize bildirilen bilgilerin ışığında gönlümüze daha farklı yeni düşüncelerin de doğduğunu fark ediyoruz. Herhalde uzmanlar anladıklarının tamamını yazmaya kalksaydı, önümüzde okumaktan korkacağımız, ciltler dolusu tefsirler olurdu. Diyanet tarafından görevlendirilmiş hocalarımızın, öğretmenlerimizin, engin hoşgörü ve aflarına sığınarak, bu tefsir ve izahatları okuduktan sonra, okuduklarımın ışığında gönlümde tetiklenenleri de burada bahsetmek istiyorum.
“Müslim’in rivayet ettiği bir kutsî hadiste” diye başlayan bölüm, birinci bölümden tamamen ayrı olduğu için, o bölümü orijinal metinde bir boşlukla araladım. O bölüm de tek başına bir hadisi kutsiyi olduğu gibi aktardığından, ayrı bir tefsire ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. En azından o bölümle ilgili düşüncelerimi aktarabilirim;
Kul “Bizi dosdoğru yola ilet; nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil!” deyince Allah, “İşte bu, yalnızca kuluma aittir ve kuluma istediği verilecektir” buyurur.
Burada bahsi geçen kul, dürüst yaşamaktadır. Yani tarihte birçok örneğinde rastlayacağımız gibi, namazını kılmaktadır, ibadetini yapmaktadır, ibadetinde samimidir çünkü Yüce Allah kulum diyerek onu muhatap almaktadır. Bu günün gözüyle bakarsak da günde en az kırk defa Fatiha-ı şerifi okumaktadır. Bunları da bu güne kadar edindiği bilgiler ışığında yani tam anlamı ile tarihi bilgiler ışığında yapmaktadır. Şu haliyle de sapkınların yolunda olmayı asla istemeyen bir kuldur.
Tarihle ilgili olarak gücü nispetinde bilgisi ve buradan kaynaklanan yargıları vardır. İslam doğrudur. Peygamberler haktır. Doğru yaşadıkları için her iki dünyada da galip getirilmişlerdir. Zalimlerin sonu hüsran olmuştur, şeklinde tarihi bilgilerdir bunlar.
Birinci kısım olarak da isimlendirebileceğimiz kısımda izah edilen tarih olgusuyla bakıldığında, bu kulda tefsirde olması gerektiği ifade edilen hal oluşmuş veya öğrendikçe kemalata doğru yol almaktadır. Bu hal üzere olduğu için muhatap alınarak, Yüce Allah tarafından, ona bu yakarış önerilmektedir. Kul bu şuurda olmasa zaten seccadeye yaklaşmayacaktı. Böyle bir isteği olamamış, en azından Yüce Yaratıcının tarif ettiği bir formda talebi olmamış olacaktı.
Yani kul geçmişi ve belki şu anda da var olanları inceleyerek bir yandan namazını kılıp Fatiha’sını okurken oluşacak bilinçle, onlar gibi olabilmeyi daha derinden arzu eder hale gelecektir. Böylece de Allah’ın duasını etmemizi istediği şeyin bilincine daha bir şuurlu ulaşacaktır.
Ama gerekli bilgi birikimine ulaşarak şuura erişen kulda, Ayet-i Kerimede olması gerektiği ifade edilen hal, yani kendisine nimet verilmiş olma durumu veya onların yoluna erişebilmişlik durumu mevcut mudur? Mevcut olsaydı bu halin verileceği taahhüt edilmez ve bu dua mealindeki Ayet-i Kerime hâşâ olmazdı.
Fatiha’da ki kul “bir başka ölçüt ve delil” olarak tarihe bakarak ve tabi ki başka yollarla da edinilecek şuura artık sahip olduğuna göre ve herhangi bir avamda örnekleri inceleyerek Fatiha’daki isteyen kul durumuna gelebilmiş ise, hala elde edemediği, Yüce Allahın vermeyi taahhüt ettiği bir nimet yolu gözükmektedir. Bu yol nedir? Nimet verilenler kimlerdir?
Bence “Kendisine cennet verilenlerin yoluna” deyip geçemeyiz. Tabi ki bu nimet aynı zaman da cennettir de. Ama cennet zaten açıkça defalarca bahsedildiği gibi, kulun şu anki davranışları da cenneti işaret etmektedir. Bu durumda tarihte cennete alınacakları garantilenmiş, bizim dönüp inceleyeceğimiz kullar kimlerdir sorusunu sormamız gerekirdi. Oysa bu soru çok zordur. Çok az kişiyi içerir.
Buradan bakıldığında amel ve ibadetlerin istendiği formda yapılmasının dışında bir sırat-ı müstakim ve bu amel ve ibadetleri istendiği formda yapmanın dışında kendisine nimet verilenler olduğu meydana çıkıyor. Yani neredeyse layıkıyla, en azından Allah’ın kabul edeceği tarzda Fatiha’yı okuyabildiği halde hala ulaşmayı ümit etmesi gereken bir yol ve nimet verilenler işaret ediliyor. Belki de o nimet aynı zaman da Fatiha-ı şerifi layıkıyla okumayı da içeriyordur. Mesela;
“Hamd âlemlerin Rabbine aittir” deyince ilk anlaşılanın dışında bir anlamla “Ya! Rabbim sana hakkıyla hamd edebilmek ancak Sana mahsustur, hamdı layıkıyla ancak Sen yapabilirisin. Bizim hamdımız Sana eksik kalır, eğer biz bu eksiğimizi idrak edersek Sen bizi hamd etmişlerden sayar ya da bizim adımızla kendine has mübarek ağzınla hamd edersin ” demek olduğunu sadece sözle değil öz ile anlamak olabilir. Ayrıca nimet verilen kullar eğer avamdan seçilerek, Salih kullar mertebesine ulaşmışlarsa, 7 Araf Suresi 196 da ki “Çünkü benim velim, Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’tır. O, bütün salihlere velilik eder. (Diyanet Meali)” Veya “Benim Salih kulumun konuşan dili, benim dilimdir.”hadisi kutsisindeki gibi, velisi olan Allah’ın belki de onun ağzıyla dua etmesi mümkün hale geliyordur.
Birinci kısımda ise Tarihe bakıp, nimet verilenleri ve onların tuttuğu yolu tahmin edip ya da inceleyip araştırıp kati olarak tespit edip o yolu takip etmemiz öneriliyor. Ya da basitçe işte şu an elimizde bir doğru yol var, bakalım geçmişe bu yolu uygulayanlar mı bahtiyar olmuş yoksa terk edenler mi? Sorusunu sormamızı öneriyor.
Onlar hangi yolu tutmuş bende o yolu tutayım demek, mükemmel bir usul olmakla beraber yanında başka ihtiyaçlarımızı da ifade ediyor. Daha önceki satırlarda bahsettiğimiz gibi, o tarihte yaşamış salihin “bu gün olsa ne yapardı?” sorusuna vereceği cevabı tahmin etme olasılığı genellikle neredeyse yoktur. Bu durumda bu gün tutacağımız yol nasıl olacaktır.
Eğer kendisine nimet verilerek şu anda yaşamakta olanlar var ise ki Yüce Allah’a hamd olsun Ayet-i Kerime hala var öyleyse onlarda bir yerlerdedirler. Onlar bize inancımızı yaşayabilmemiz için canlı örnekler olurdu. Tarihi bilgilerde imanımızın yanında, öğrendikçe keyif duyacağımız çok güzel bir çalışma olurdu. Bu arada Diyanet kurumunu da bizim için mevcut nimetlerden olarak değerlendirmeliyiz diye düşünüyorum.
Bu satırlarla, çok kıymetli bu tefsirin ışığında bende oluşan düşüncelerin bir kısmını dökmüş oldum. Kusurlarımdan oluşan sürçü lisanlardan özür dilerim.
[1] meselâ bk. Müsneâ, IV, 378; Tirnıizî, “Tefsîr”, 2
[2] bk. “Saiât”, 38