Yazar: alisekulu

Hangi Yönetim Tarzı

Ali Sekülü Yönetim biçimi her ne olursa olsun, yönetim gücünü elinde bulunduran gücün, başka bir güçten çekinmesi gerektiğine inanıyorum. Eğer daha büyük bir güç yoksa halk erk sahibinin inisiyatifine bağlı kalır.Yasama, yürütme ve yargı sacayağının olduğu bir ülkede, mesela yargı adaletsizlikleri hat safhaya çıksa, Anayasal hukukun yerine getirilmesini kim sağlayacak? Ya da elinde herhangi bir yaptırım gücü yani fiziki güç sahibi olan birim adaletsizlik yaparsa buna karşı tedbir nasıl alınacak? Erk sahibinin karşısında adaleti takip edecek tek gücün, adaletin kendi arasında uygun dağıtılmasını isteyecek olan halkta olduğuna inanıyorum. Yani yönetim erkini kontrol edebilecek tek gücün halk olduğuna inanıyorum. Bunun içinde halkın halk bilincinde olması, sonun gelmemesi için, şahsi çıkarların değil, halkın ortak çıkarlarının göz önünde bulundurulmasını sağlayacak bir ortak bilinçte olması gerekmektedir, diye düşünüyorum. Eğer halk çeşitli sebeplerle ferdiyetçiliğe düşmüş veya düşürülmüş ise, böl parçala yönet sisteminin en kolay yönetilen parçaları olurlar. Çünkü tek ferde kadar fert fert bölünmüştür. Yine bir ülke hayal edin, yönetici erk çok sağlam. Halka’da isyan etmeyeceği ölçüde taleplerini veriyor. Yani kritik noktada bir yaklaşımı var. Hafif memnunsuzluk uyandıran bir şekilde.. İradeyi cüzi ile teşbih edeceğimiz bu halk bıçak kemikte olmadığından bu hafif memnuniyetsizliklere, halkın barışı adına istemeye istemeye katlanırlar ama sonunda alışarak yönetim erkinin istediği şekilde var olurlar. Mesela “Benim memurum işini bilir” ifadesi, toplum içinde istenen rüşvetler sebebi ile sıkıntı oluşturur ama kavgadan bıkmış olan halk buna bir süre saya söve katlanır. Sonunda...

Devamını Oku

Gelemem

Ali Sekülü Çok kıymetli şair Fikret Cengizin iki şiirinden etkilenerek, ilave ettiğim dörtlükler; Kan damlıyor artık koynumdaki gülümdenGiydim eynime beyaz, daha dönmem ölümden Tekbirimi sen aldın, verdim koca ömrümdenSeherleri akşama kardım daha gelemem….Ali Sekülü X                     X                         X                    X Hikayeler hep aynı, aşktır bahse konuSerzenişle doludur, ateşli yazın sonuSeni Sanem sanmakmış benim büyük günahımSen baharı çok gördün, bu da sana dolu de… Ali...

Devamını Oku

Hiç Düşünmeden Sevdim Çarçabuk

Ali Sekülü Hiç düşünmeden sevdim çarçabukGündüzün karanlığından gecenin aydınlığınaHiç beklemeden işitmeden duymadanO kadar çok seni sadece seniHiç düşünmeden sevdim çarçabuk Dost arkadaş eş dünya belki de ölümVe hatta ölümden de öte sermayelerHiç düşünmeden sevdim çarçabukSeni sadece seni evrene sığmayan seniHiç düşünmeden sevdim çarçabuk Hayal ürünü gibi yazılıveren kitaplarıVe o kitaplarda yazan ölümsüz aşklarıMecazdan gerçeğe uzanan yollarıO kadar çok seni sadece seniHiç düşünmeden sevdim...

Devamını Oku

Aşkın Bana

Ali Sekülü Hiç yazılmamış bir şiirHiç söylenmemiş şarkıKoklamadığım gül gibiGeliyor aşkın banaEn çok gördüğüm nesneEn çok duyduğum sesYaşadığım düş gibiGeliyor aşkın bana Doyamadığım kadınKanamadığım şarapÖlmeyecek eş gibiGeliyor aşkım...

Devamını Oku

Nefes

Ali Sekülü İki dudağım arasındaki nikotinli izmaritBatın’ın aynasındaki kalemin aksıran mürekkebiYanan ve fakat ısıtamayan kor ateşli sobaAramızdaki makara ipliğini koparamayan fırtınaÇıplaklığımı unutturamayan pahalı elbiselerSessiz ve sensiz çalan müziğin gönül kulağımdaki namesiGördüğüm her eşyada onun ilksiz ve sonsuz...

Devamını Oku

Rıza

Ali SekülüBilesin ey kişi her şey AllahtanMutmainsin hakkıyla bunu anlarsanSabret öyle kabullen hakkın işiniRazı ol kaderden bekle gidişini Göreceksin her şey güzel hatta ölüm bileOlursa kuldan razı büyük himmet ileCennetine girersin olursun salih kişiSaadet burcunun dünyadaki girişi Bismillahirrahmanirrahim   Ey mutmain olmuş nefis, sen rabbinden razı ol, rabbin senden razı, salih kullarıma karış cennetime dahil ol.  ...

Devamını Oku

Solmayacak Gül

Ali Sekülü Bir solacak gül kokladımÖlmeyecek Sanem sandımGöğsüme batmadan okuEzel durur dost sandımMecaz hakka köprüdürHer hayali sen sandımHakka gitmek istedimHer bülbülü can sandım Kara sevda ödül imişBen arzuyu aşk sandımCezb eyledi beni ReyhanSolmayacak güle...

Devamını Oku

Dinde Farklı Düşünceler (5)

Ali Sekülü İnsanın kalbinin, yüce Allah’ın karargâhı, ikametgâhı olduğunu zikretmiştik. Bu durumda kalplerde her şeyin doğrusu vardır. Ancak Allah bize Ali-i İmran Suresi yedinci ayeti kerimesinde “kalplerinde eğrilik olanlar, müteşabih ayetlerimizin manasını eğer bükerler” diye buyurmaktadır. Acaba bu kalplerdeki eğrilik nereden gelmektedir? Allah, Kalbinde eğrilik olanların da kalbine sığmış mıdır? Yoksa daha derinlerde bulunan bir güzellik, kalp temizlendikçe yerine mi teşrif edecektir? Kalbini ayna yapamamış olanların, kalbî putlarla kirlenmesi sonucu mu eğrilikler, hastalıklar vardır? Kalbimize, put şeklinde otağını kuran, arzu ve istekler, aynanın üstünü karartmış toz, toprak ve pislikler midir? “Çevrenizdeki olaylara şöyle bir baktığınızda, eşitsizlik yok mu? Eğer bir eşitsizlik varsa, bu adaletin de şüphe vardır, anlamına gelmez mi?”  sorusunu yetişkin ve erişkin soran herkes, hikmetini merak ederek soran bilhassa gençlerimizi tenzih ederek, hariç tutarak, diyoruz ki, ilk defa kendi aklına gelmiş gibi büyük bir gurur ve onurla bu soruyu yönlendirir. Aslında kalbinde karargâh kılan şeytan, ona silah zoruyla bir tehdit getirmemektedir. Fakat bu soruyu soranın nefsine cazip geldiği için, gönlünde şüpheyi arzulayıp şüpheli şıkkı sahiplenmeyi tercih etmiştir. Bu ve benzeri sorular sorulduğunda, kimden hangi cevabın alınacağı bilinmektedir. Sorduğu bu sorunun cevabı ise kalbinde çoktan seçmeli şeklinde değil, iki seçenek şeklinde bulunmaktadır. Beğendiği seçeneği tercih ederek, diğerini anlayamıyormuş gibi davranmaktadır. Burada dikkat edilen husus, tek cevaba yönlendirilen bir mantık silsilesi değil, kalbe nefisten veya ruhtan ya da şeytandan veya melekten, deccaldan veya mehdiden ya da istediğinizi söyleyin, firavundan...

Devamını Oku

Dinde Farklı Düşünceler (4)

Ali Sekülü Allah’ın gönderdiği peygamberlerinin şeriatını yaymak üzere, nimet vererek gönderdiği diğer peygamberlerinin veya peygamber olmayan, özenle kayırdığı kılavuzlarının görevini, bizim zamanımızda sadece peygamber olmayanlar yapacaktır. Peygamber olmayan bu tebliğcilerin ise talep edene, ihtiyacını verebilmesi için, sırat-ı müstakimi, ezberin çok üstündeki yüksek bir şuurla bilen nimet sahipleri olması gerekmektedir. Diğerleri ise naklediciden öteye gidemeyeceği açıktır. Birbirimize, ilahiyatçı bile olsak ezberlenmiş, satır satır okunan satır ilmi dışında bir şey verebilmemiz mümkün müdür? Oysa Musa aleyhisselamın bile özenerek “doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı?” dediği, Kehf suresinin işaret ettiği “Kullarımdan bir kul” ifade ve iftiharıyla mimlediği, içinden numune aldığı o kitlede ki kullar gibi ledünni ilmine[i] ulaşmak gereklidir. Yani sadr ilmine, göğüslerde kaynayarak, dipsiz kuyulardan gelen ilime, ulaşmak gerekmektedir. Burada ki “doğruya iletici” deyimi ise başlı başına önem arz etmektedir. Bahsedilen bilginin, taklidi veya ilmel yakin olmaktan, ezbere öğrenilmekten öte, götürücülüğü var gibi görünmektedir. Öğrenilen ilimlerin ilmel yakin değil de, hakkel yakin oluşu ise irademizle kendimize huy edinemediğimiz güzel bilgilerin, aklımızda unuttuğumuz veya hiç tutamadığımız bilgiler bile olsalar bir gün huyumuz oluverdiğini hayretle fark edivermektir. “Can çıkarda huy çıkmaz” cümlesi bize hediyedir ama ne maksatla ise ekseri yukarıda geçen kısmı yani yarısı bilinmektedir. Belki de ilimleri sadece ezberleyip, hakiki götürücülüğe sahip ilimlere ulaşamadığımız içindir. Hakikate götürebilen ilimlere ulaşabilseydik, cümlenin tamamı olan şu halini de görebilirdik; “Can çıkmadan huy çıkmaz ama güzele tebdil olur” Yani başlangıç da çok...

Devamını Oku

Dinde Farklı Düşünceler (3)

Ali Sekülü Dikkat edilirse aslında ilahiyatçılar, bir ayeti kerime de, hadisi kutsi de, hadisi şerif de ya da içimizden çıkmış emirler ki hak derinliğinde yol alarak, insanlığa ışık tutan ve dünyanın sahiplenmeye çalıştığı hazretlerin kibar kelamlara dâhil edilen, sözlerinde hem fikirdirler. Ekseri sözler inkâr edilemezler. Ama zaman zaman kaynağı kesin olmayan bazı hadisi şeriflerin sahih olup olmadığı üzerinde çalışmalar yapıldığına rastlarız. Bu da genellikle başarı yani doğruya ulaşma ile sonuçlanır. Çünkü üzerinde tartışılan ve bilgi ihtiva eden cümle, hadisi şerif veya başka bir mübarek cümle olup olmadığı incelenerek sonunda başka kibar kelamlar vasıtası ile desteklenir veya terk edilir. Öte yandan, yine dikkat edecek olursak, yüzyıllar içinde, geniş toplumlar arasında kolektif bir şekilde kabul görmüş fıkıh yani amel ve ibadet esasları belirlenmiştir. Yani özel maksat taşıyanların dışında, amel ibadet tarzının eleştirilmesi ve üzerinde tartışmalara sebebiyet verecek ayrılıklar yaşanmamıştır. Aynı toplum içinde yaşayan herkes, aynı camide, aynı esaslar üzerine namazını kılmıştır. Ramazanda oruçlarını tutup, topluca bayramlarını kutlamışlardır. Toplumların yaşam tarzı, yaşanılan coğrafyanın toplum üzerindeki etkileri, kendi kültürlerinin konulara bakış açısına kattığı değişik kavramlar, mihenk taşları ve bu bakış açısından kaynaklanan renkli çeşitlilik, yaşam, amel ve ibadetini haz alarak yaşamak isteyen o topluma esneklik ve makul, müsaade edilebilir bir tolerans katmıştır. Farklı coğrafya ve kültürde yaşayan Allah’ın güzel kulları, kendilerine bahşedilen toleranslı çizgilerde amel, ibadet ve yaşamlarını sürdürebilmişlerdir. Bizler, peygamberimiz haricinde ki hiç kimsenin, onun kaide ve kurallarını yani dillerde geçen şeriatını...

Devamını Oku

Dinde Farklı Düşünceler (2)

Ali Sekülü Kendi kendine astronot olana rastlanmamıştır. Ya da yüzme eğitimi almadan, boğazı yüzerek geçenler olmamıştır. Hatta boğazı geçenler gemiden inmeyi bile tercih etmezler. “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” sözü üzerinde biz de biraz duralım. Ama bunun için bazı başka konuları da irdelemek durumundayız. Konu, bu kelamın kibar kelam olup olmadığıdır. Asıl olan budur. Bizim olduğumuz yerden bakıldığında Kübra’ ya ait, kökeni Kübra olan bir cümlemidir? Nedir Kübra ve ona ait olan kibar kelam? Kübra en büyüğümüzün adıdır. Kibar kelamda kaynağını ondan almıştır. Bu durumda kibar kelamda Allah’a ait kokular vardır. Yani Allah’ın güzellikleri onu süslemiştir. Letafet, zarafet, incelik, hassasiyet, kalıcılık, kudret, öğreticilik, aydınlatma ve nice kâmil sıfatlar ihtiva eder. Kibar kelamların içildiği kuyular ise Yüce Allah’ın kendine mesken edindiği kalplerdir. “Benim Salih kulumun dili benim dilimdir” hadisi kutsisi akabinde Salih kulun dilinden dökülüveren Allah kaynaklı kelamlardır. Kibar kelamların en kati delile sahip olanları ve ilahi muhafaza altına alınacağı garantisi verilenleri ise Kuran-ı Kerim ayetleridir. Araştırmacısı olduğumuz cümlenin, bizim için en önemli yanı, bulunduğu taraftır. Yani Allah’tan taraf mı? Yani kibar kelam mı? Orijinalinde Arapça kazanılmış bir kibar kelamı, başka bir dile aktardığınızda anlam kaybı olacağı sır değildir. Ama o sözün sarf edildiği bütün şartlar artık bir sırdır. O söz hak derinliğine ulaşabilmiş, ledünni ilmi ile beslenen bir salihin, uygun zaman ve yerde, belki de çevredeki bütün olay ve nesnelerin desteğinde bir cümlecik halinde sunulmuştur. Bütün o destekler o cümlenin...

Devamını Oku

Dinde Farklı Düşünceler (1)

Ali Sekülü İlahiyatçıların bile bir noktada buluşamadıkları geniş bir konudur, Müslümanlık. İlahiyatçılar bugün değil, ilk günden beri neden ortak bir noktaya ulaşamamaktadırlar? Belki de dinler sadece ilahiyatçılara inmediği içindir. Ya da her bir ferde ayrı ayrı nimetler bahşedeceği için, anlayışlarında ayrı ayrı olması doğaldır.Bana bu düşünce çok güzel göründü. Ne güzel değil mi? Samimiyetle, iyi niyetle, başkalarını çekiştirmeden çeşit çeşit düşüncelere erişmek. Gelişen düşüncelerden oluşan çiçek bahçelerinde özgürce dolaşıp hoş kokular salan bu güzellikleri temaşa etmek. Ama birde farklı düşüncelerin oluşturduğu çeşitliliğin, değişik alanlarda gelişen farklılıklara sebebiyet vermesi vardır. Farklılıklardan kastımız toplumun o bölümü içindeki tartışmalara sebebiyet veren değişik görüşlerdir. Daha çok fikri, düşünsel meseleler üzerinde farklılıklar oluşmuştur. Dolayısıyla ibadet şekli üzerinde bu tarz farklılıklar fazlaca olmamıştır. Son cümle okurlarınca şüpheli bulunacak gibi dursa da, geniş toplumlarda ortak benimsenmiş ibadet biçimleri kabul görmüştür.  Buna rağmen kırk kişilik camide cemaatle namaz kılanlar, aynı sayıda tespih çekip, aynı anda âmin dedikten sonra, daha caminin avlusunda bazen tartışmalara kadar varabilen ama ekseri keyifli sohbetlere dalmaktadırlar. Sohbetlerde çeşitlilikler olmasaydı, farz olmayan bu davranış tarzı sıkar ve devam edilemezdi, her gün aynı şeyleri konuşmak belli ki bıktırırdı. Fikri meseleler üzerindeki farklılıklar aslında cümlelerin, olayların değişik algılanmasından kaynaklana gelmiştir. Detaylara inebilme fırsatı yakalayabildiğimiz zamanlarda, ayrı noktalarda bulunan başlangıç farklılıklarının, ortak bir yol kavşağında buluşarak aynı hedefe doğru yol aldıklarını görebilirdik. Gaye Allahtır. Gayesi Allah olan bir düşüncede ise bütün kavga ve tartışmalar son bulacaktır. Çünkü...

Devamını Oku

Hangi Din? Hangi İslam?

Ali Sekülü Çok üzgünüm. Anamdan geleli beri hep dinimize ilgi duydum. Yüce olduğuna inandığım kitabı anlama imkânım kesinlikle yok. Kur-an’ı kerimi âlimlerin anlayabileceği, onlarında bize aktarabileceği düşüncesinden başka dayanak yok.Dinimizce asla tavsiye edilmemesine rağmen, sanki ruhbanmış gibi, sanki dünyalıkla hiç ilgilenmiyormuşçasına bütün dikkat, rikkat, azim ve kudretini Kur-an’ı Kerimi anlamaya vermiş olanların bile bütün iyi niyetlerine rağmen bir noktada buluşamadıklarını üzüntüyle müşahede ediyorum. Bu konu o kadar dallanıp budaklanmış ki, eminim bu konuyla derin ilgilenenler, benim bu yazımın da bir fraksiyon’a tabi olduğuna inanacaklardır. Bence geçmişte düşüncelerinin benimki gibi olduğunu ifade eden iyi veya art niyetli olanlar olmuş ve hatta bu düşünce çevresinde düşünce sistemleri inşa etmişlerdir(zannımca). Bütün hayatını bu işe vermiş olanlar bile, hakikati tam olarak bulamamışlar. “Efendim vav çekip bağladığına göre topukların mes edilmesi başın mes edilmesine bağlıyor” gibi KPDS sınavlarından 100 alanların çözmekte kavgaya düşebildikleri konular yüzlerce sene Müslümanların bölünmesine yol açmış. İnsanlarda çoğunluğa uyarak veya doğduğu yere atfedilen inançlarla amel etmişler. Herşeyden en önemli husus namazdır denirken salât kelimesinin dahi aslında dua etmek olmasından, namazın Mecusilerden geçme bir kelime olmasından ve namazın kaç vakit olduğundan, Kur-an’ı Kerim’e bakılınca secde(sücud) kıyam, rükû dışında net bir şey görülememesinden bahsediliyor. Kıldığımız namaz örnek aldığımız atalarımızdan öğrenildiği şekilde devam ediyor. Sizce bilimsel olmasa da kulluk etmesi gereken çoğunluk, kendi atalarının evliya olduğuna böylece de yaptığı ibadet ve dini yaşama esaslarının en iyi onlar (kendi ataları) tarafından yorumlandığına, mübarek keşifleri...

Devamını Oku

Sigara'nın Zararlarından Bahsetmenin Zararları

Ali Sekülü Sigaranın zararları hususunda edebiyat devrim yaptı. Annem anlattı (Anlatıyor). Anne kucağından yatılı okula gittim (32 sene önce)oradaki herkes eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürürcesine anlattı, yazdı, çizdi.Televizyonlar başladı ki bence haddinden fazla abartı ile devam ediyorlar. Eskiden çocuklar sigaradan zarar görürlerdi. Şimdi annem babam ölecek ya da bu tv dekiler gibi hilkat garibesi olacaklar diye aklını oynatma aşamasındalar. Sigara içmeyen doktorlar ekseri artık içenleri küçümseyen tavır içindeler. Hatta bir konferansta bir doktor “Sigara eşeklerin bile yemediği bir ottur” dediğinde “Eşekler konferans da vermez demek zorunda kalmıştım”. Edebiyattaki ve dilimizdeki bu savaştıkça battığımız mücadelede savaş dolayısıyla batak (Ben nebiçim adamım kendimi çocuklarımı düşünmüyorum, çok zayıf ve iradesis bir insanım gibi duygularla zaten artırdığımız bedensel hastalıklara onulması imkansız psiko rahatsızlıklarda ekleyerek) büyüyor.Tıp ise eli kolu bağlı konuyla ilgili hiç bir ilerleme yok. Siyasal bilgiler, Hukuk fakülteleri ve bunların mezun ettiği kimi belki de ordunaryusluğa ulaşmış insanlar olmasına rağmen tamamen bize öz, ait siyaset şablonu (seçim sistemi gibi), bize uygun yasalar çıkaramadığımız gibi… Türkiye’de bize özgü hukusal ve siyasi yapılar oluşturulmasını istemeyenler varsa diyebilirim ki sigara içmememizi istemeyenlerin gayreti dünya çapında. Hiç ülkeleri eleştirip, tütünden gelir etme politikalarının iğrenç, vahşice ve acımasız olduğunu bahsedenler yok gibi. Hatta ekseri içmeyenlerin içinde için için bu duruma kına yakanlar bile var. “Ben içmiyorum ama bu enayiler içtiklerini vergi olarak bana veriyor” diye. Halbuki hükümetler, bu kadar zalim bir hastalığın pençesine düşmüş insanlardan alınan vergileri...

Devamını Oku

İskender, Attila, Cengiz

Ali Sekülü Allah ülke insanlarımızı birbirine düşürerek, Ülkemizi önce bölüp sonra fare gibi oynanabilen kılan veya kavimler haline getirmeyi amaçlayan bu tarihin en eski oyunundan bizi kurtarsın.Jin’ler orta asyalı atlıları böldü, 1000 yıl oynadı. Jingiz (Cengiz) kabileler arası çıkarılan kan davalarına son verdi ve ulus olmayı başardı. Attila kan davalarını kaldırdı klanları kavim yaptı ve kavimlerden ulus oluşturarak  Bizans imparatorluğuna oyuncak olmaktan da kurtuldu. Büyük İskenderin de babası Zalim İmparatorluklarca, parça parça bölünmüş ve en son barbar lakıbıyla itham edilmiş bir kavim haline getirilmiş insanların başındaydı. İskenderde halkları arasındaki kan davasını bitirdi ve birlik beraberlikten doğan güçle Dünyanın haritasını yeniden şekillendirenlerden oldu. Cengiz ve Attila da mazlum halklarını kurtararak dünya coğrafyasını değiştirdiler. Emperyalistlere karşı artık uyanık olmak için yasalarını yazmaları gerektiğini halklarına bildirdiler. Bizde “Birlik ve beraberlik ruhu kaderi ilahiden başka her şeyi yener” diyerek gerçek bölücü olan Emperyalistlerin oyununa gelmemeliyiz. Bu yaşamın bütün tarafları olarak bütün fertler ve bütün kurumlar dikkatli ve uyanık olmalıyız. Emperyalizmin, özgürlük, serbest ticaret (Yani sadece emperecilerin istediği şartlarda alış tek taraflı alış)dünya barışı, küresel… vs gibi uydurdukları aletler karşısında hayatını kaybeden bütün mazlumların anısına saygı duyuyorum ve Allahtan onları ebedi yaşamta yumuşacık sarmalamasını, merhameti ile yağrılamasını diliyorum. Atalarımız bir fitne dokuz büyüye bedeldir diyorlar. Peygamberimiz fitne çıkaranlar bizden değildir diyor. Allah fitneye ilave edilen söz artırır diyor. İnsana yakışan bir aşk ve muhabbetle bakmayı eski şiddetiyle yakalamamız lazım. İnşallah yeni yıllarda var olabilmenin...

Devamını Oku

Ey Adem Bunlara Esmayı İdrak Ettir!

Ali Sekülü “Allah, Âdem babamızı yaratmış, onun sol kaburgasından, Havva anamızı var etmiş. Cennette mutlu bir yaşam başlamış. Yasaklanan tek özel bir ağaç ve meyvelerinden yememek koşulu ile ebedi bir mutluluk vaadini vermiş. Ama melun şeytan, bir yolunu bularak Cennete sızmış, sahtekârlık yaparak, yasak her ne ise, onlara tattırmış.Şeytan Cennete nasıl girmiş? O zamanlar ayakları üzerinde, bir binek hayvanı olarak yaşayan yılan, onu üzerinde taşımış, Cennete. Tabi bunun sonucu olarak da, cezalandırılarak, Cennetten kovulduğu gibi, ayaklarından mahrum bırakılarak, yaşadığı sürece sürünmeye mahkûm edilmiş.” Âdem aleyhisselam, bize göre “kün” emri içinde var oldu. Onun ve kıymetli annemizin var oluşu yaradılışın zamansal süreci içinde, sırası gelince açığa çıkmış ve sahnede yerini almıştır. Bizlerde buna, belki de ifade güçlüklerinden veya zihinlerde karışıklıklara sebebiyet vermemesi için kısaca yaratıldılar diyoruz. Her şey zaten yaratıldı. Fakat bizim burada dikkat etmemiz gereken husus, bütün her şey belli bir tek emrin içinde oluştu. Yani ayrı, ayrı yaratmalar düşünemeyiz. Daha doğrusu bir yaratma sürecine başlayabilmek için önce başlanılanın bitmesini, sonra sıradaki yaratma işleminin başlamasını düşünemeyiz. Çünkü kitabımızda bize noksan sıfatlardan beri olduğu haber verilen Allahımız var. Bir iş çok geleceği için azar, azar yaratacağını düşünemeyiz. Bu eksiklik olur ve Ona ( hâşâ! ) hakaret olur.  Ama hüküm onun değil mi? İsterse, daha sonra tekrar bir yaratma daha yapabilir. Şeklinde kurulan bir cümlede ancak bizi aldatır. Allahın daha sonra ne isteyeceğini, daha önce hatırlamaması mümkün müdür? Hâşâ! Aklına gelince...

Devamını Oku

Olup Bitenler 5

Ali Sekülü Acaba hiç boyuma posuma bakmadan şöyle bir sistem geliştirmeyi hayal etsem mi? İnsanların vücudunu idare eden sistemleri az çok düşünebiliyoruz. Gerçi üretilen fıkralarla bu konuda bile kafamız karışmaya başladı ama biz yine de aldanmayalım.Kendini sıkarak bütün organları iflasın eşiğine getiren ve bu sebeple de müdür ben olmalıyım diye diğer organları tehdit eden anüs idareci olamaz. Olsa da ortalığı ne götürür, bu konuda çok tecrübeler yaşanmıştır. Bir nebze çok ciddi belki de sıkıcı ortamdan biraz uzaklaşalım diye bu satırları ilave ettim. Af ola. Evet, insanların vücudunu idare eden sistemleri az çok düşünebiliyoruz. Bunları daha önce bu kitapta da geçen beyin ve kalp diye düşünebiliriz. Diğer bütün organlar, bu iki organın emir ve yönlendirmeleri doğrultusunda hareket etmektedir. Örneğin hırsızlığı uygun gören bir beyin ve bunu onaylayacak vicdan seviyesindeki bir kalbin emrindeki el işini o istikamette yapacaktır. Tam aksi bir hal düşünüldüğünde ise yardımlaşma ve önce sen olgunluğuna, temizliğine ve inceliğine ulaşan idareci organların emri ile hareket eden el ise kimsesiz öğrencinin başını okşayıp, onun okul masraflarına ortak olacaktır. Bu durum da duygularımızın kaynağı kalp ve aklımızın, mantığımızın kaynağı beyni idareci olarak değerlendirdiğimize göre, diğer organları da onların emrinde hareket ediyorlar diye değerlendirebiliriz. Bir ülkenin işleyiş tarzı ile bir insanın yaşayış tarzı elbette bire bir olmayacaktır. Ama yapılan teşbihle de çok şey çıkarılabilir. Bu yoldan hareketle, ülkelerin idaresinde de kalp ve beyin gibi yönetim organları olacağı açıktır. Hem bu yönetim...

Devamını Oku

Olup Bitenler 4

Ali Sekülü Artık sanki sorduğum ve cevabını beni ve benim gibileri aydınlatabilecek insanlardan alabilinceye kadar, kendi kendime cevaplar aradığım soruların dışındayız. Sorular üreterek sıkıntıların temel sebeplerini aramış gibiydim. Belki o soruların tatmin edici cevaplarının hayata geçtiğini görmek şu anda irdelediğim bütün problemleri çözebilecektir.Yani sivrisineklerle uğraşmak yerine top yekûn bataklığı kurutmak olurdu. Ama bataklık kurutuluncaya kadar da sivrisineklerin işkencesini çekmek oldukça zordur. Onlarla mücadeleye devam etmek için sebep oldukları sorunları görmek gerekiyor. Yinelemek istiyorum gerçek çözüm bataklığı kurutmakla özdeşleştirebileceğimiz, cahilliği ve şarlatanlığı yok edici tedbirler almaktır. Cahilliği ve şarlatanlığı yok edinceye kadarda, bunların sebep olduğu sorunları görüp teşhis etmek ve fert bazında bile olsa mütemadiyen mücadele etmektir. Ülkemizde yaşayan insan kesimlerine bir nebze göz gezdirdiğimizde sorunların belki küçücük bir kısmını görebilme basireti gösterebilmekteyiz. Bu satırlarımla da okuyucu olmaktan ileriye geçip de asla ciddi bir yazar olamayacak olan ben bile bir şeyler görebiliyorsam herkes denemeli diyorum. Sana mı kaldı diye soranlar olursa, çözüm için çok geniş yetkiler bizlerde olmasa da sorunları görebilme hakkımız olabilmeli diyorum. Yukarıda biraz işsizlerden birazda çocuklarımızdan sohbetler ettik. Emeklilerimiz den de bahsetsek mi! Ne dersiniz? Emekliler artık çocuklarına vaktiyle ne kadar şerefli meslekler yaptıklarını söylemeye utanıyorlar. Durum bundan ibarettir. Ne fazlaca konuşulabilecek durumları vardır nede artık üretime katkıları olmadıkları için hatırlanmaya gerek vardır. Artık hiçbir şey üretmedikleri için aslında oy haklarını da ellerinden alıp tamamen layığını bulmalarını sağlamalıyız.   Onlar hakkında yapılan işler kadar konuştuk yeter. Ama inşallah...

Devamını Oku

Olup Bitenler 3

Ali Sekülü Eğitim konusu üzerinde de bana göre farklı olduğunu düşündüğüm bir açıdan bakılması gerekmektedir. Düşüncelerimi açtığımda bana, “Biz onları sen doğmadan önce, ansiklopedilere yazmıştık.” diyeceklerdir. Ama benim elimde fazlaca bana kendini kanıtlamış kaynak olmadığından kullandığım kaynak ekseri yakın çevremdir. Çevremdeki gül kokulu çocuklarımızı incelediğimde hazin sonuçlar maalesef gözlerimi doldurmaktadır.Lise son döneme gelene kadar “ağaç yaşken eğilir“ atasözümüzün gereği hiç cidden bir meslek öğrenmiş çocuklarımıza rastlayamıyorum. Onlarda örneğin söz konusu tıp olduğunda asla doktorluk dışında herhangi bir mesleği gururlarına yediremiyorlar. Bir radyoloji teknikeri olmayı akıllarından bile geçirmiyorlar. Hedefin nedir sorusuna “Tıp“ diye cevap veren bir çocuğumuza “Hemşirelik mi?“ diye sorsanız, programlanmadığı bu diyalogda şok olurdu. Ama hedefine yaklaştıkça işin aslının böyle olmadığını anlamaya başlayan bebeğiniz büyük bir depresyon içinde en sonun da “ tıp olsun da nasıl olursa olsun “ düşüncesiyle ambulans şoförlüğüne bile talip olsa da ulaşamayabiliyor. Benim burada anlatmak istediğim olayın özü şudur. Lütfen çocuklarımızın beynini en kutsal şey üniversite okumakmış gibi doldurmayalım. Okumazsan yanarsın nidaları ile onları kandırarak bir meslek sahibi olmalarını önlemeyelim. Yüksek okul okumanın dışındaki bütün diğer işlerinde en az yüksek okul okumak kadar yüce olduğu gerçeğini onlara öğretelim. Özel dershanelerin daha az para kazanmalarından hiç korkmadan. Ama sanat ve sanatçılara verilen değer ya da verilmeyen değer ve destek velileri aksi yöne doğru yönlendirmektedir. Çocuklarımızın yüksek ve ulvi olduğuna inandıkları şeylerin peşinden gitmeleri kesinlikle doğrudur. Ama çocuklarımız yetkili ağızlardan her şeyin yerli yerinde ulvi...

Devamını Oku

Olup Bitenler 2

Ali Sekülü Sağlam bir vatandaş olabilmek için kimsenin beni aldatamaması gerekli. Bunun içinde tarihimi, coğrafyamı, siyaseti ve belki de hiç duymadığım bazı başka bilimleri yeteri kadar bilmeliyim. Analitik düşünmeyi, doğru karar vermeyi, sağlam sezgilere sahip olup onlara güvenmeyi öğrenmeliyim.Daha önemlisi yurdumu paylaştığım bütün insanlar bu şekilde olmalı. Ben mucizevî bir şekilde kendimi yetiştirsem bile insanların top yekûn bu seviyeye gelmeleri gerektiğini anlamaları için, yetişmiş insanların bir araya gelerek belli bir plan dâhilinde doğruları ortaya koymaları ve insanlarımıza öğrenmeleri gerektiğini öğretmeleri gerekmektedir. Çünkü benim bulunduğum yerde birçok insan bana ne, ben ne anlarım deyip geçmektedirler. Oysa yanlış bile olsa ufak referanslarla kıyaslamalar yaparak bende varım diyemezler mi? Artık, Ahmet nasıl yapıyorsa bende öyle yapayım, Ahmet hiç yanılmaz, o doğrudur, dürüsttür, bilgilidir demenin bile gelişmişlik sayılabileceği bir ortama doğru sürükleniyoruz. Öyle ya bilmem ne yapacağımı bilmiyorum demekten daha iyidir, “ en kötü karar, kararsızlıktan iyidir “ gereği. İstatistiksel sonuçlara bakıldığında bir önceki paragrafta geçen cümlelerimin hiç de doğru olduğu görülmemektedir. Okuma yazma oranlarının süratle yükselmekte olduğunu iş ve işçi bulma kurumunda ki kuyruklarda diplomalı bekleyenlerdeki artıştan okuyabilirsiniz. Ama bu okumuş işsiz insanların ve okuyamamış işsizlerin beyinleri sürekli olarak “ Bir fitne dokuz büyüye bedeldir “ cümlesinden okunabileceği gibi işsizlikle türeyen fitnelerle süratle beyinleri sislenmektedir. Üstelik işsizlik ve yarın ekmek bulamama, bulsa da doyamama kaygısı sebebiyle binlerce fitne beyinlerde üreyerek istila etmektedir. Buna rağmen her konunun çözümü bulunmuş gibi Allah rızkını verir...

Devamını Oku

Olup Bitenler 1

Ali Sekülü Ülkesi olan hiçbir insan asla acınacak durumda değildir. Şartlarımız her zaman güzeldir. Bizi tuzağa düşüren bir şeyler olduğuna kesinlikle inanıyorum. Sanki birileri beni açlık, sefalet vesaire gibi muhtemel felaketlerin korkuları ile düşünmekten alıkoyuyor. Çevremdekiler de benden pek farklı sayılmazlar.Yalnız onların için de gerçekten bu kötü olayları yaşayanlar ve korkularımıza dayanak noktası olanlar var. Sonuçta onlarda acınacak durumda değiller. Herkes kendine biçilen hayatı yaşıyor. Sadece nasıl daha güzel bir yaşamı yaşamalıyız sorusunu öğrenebilmeliyiz. Düşünmemizi mi engelliyorlar? Biz mi düşünmeyi bilmiyoruz? Yoksa bize düşünmeyi öğretebilecek olanlar görevlerini mi yapmıyorlar? Fırsat buldukça internete farkındalık, akıl, beyin, alt beyin gibi anahtar kelimeler sunarak, çeşitli konuları araştırmaya başlamıştım. Geçmişte yaşadıklarımı, düşündüklerimi çek etmeye çalıştım. Bir ezber vardı. Genel bir ezber ve bunların bozulması gerekiyordu. Ne olursa olsun. Battığım bataklıkta oyalanıp kalmamak için yeri geldiğin de tüm inançlarımı tüm doğrularımı cesaretle sorgulayabilmeliydim. Ne için? Gerçek hayatı, değerli bir bilim adamımızın isimlendirdiği oral-anal arası sindirim sisteminin dışına taşıyabilmek için. Ailem bana bir takım doğrulardan bahsetmiş, sonra biraz çevre, biraz okul onun üzerine bir şeyler katmış. Artık yaşam için gerekli temel ve ayrıntılı bütün felsefeleri, inançları, maneviyatı nasıl olsa en doğru şekilde almıştık. Şimdi bunları sorgulamaya hiç gerek yoktu. Artık bundan sonra geriye kalan sadece paraya ulaşmaktı. Hem sorgulamak ta çok günahtır değil mi? Tabi ki kazanmalıyım, ama yetişmemiş bir kafa ile ne kazanabilirim? Ne kadar kazanabilirim? Ne kadar fayda sağlarım? Yukarıda sıraladığım ve sıralayamadığım...

Devamını Oku

Gerçek Öğretilerden Gerçek Menfaat

Ali Sekülü İçinde yaşadığım toplum neden bir araya gelmiştir? Bu toplumu bir arada tutan dinamikler tesadüf müdür? Eğer tesadüf değilse, bu dinamikler değişmekte midir? Değişiyorlarsa, bu değişim gelişim midir? Erozyon mudur? Değişmiyorlarsa, değişmeli midir? Ne kadar? Nereye doğru?Benim şahsi isteklerim nelerdir? Benim şahsi isteklerimin topluma faydası var mıdır? Bütün isteklerimin topluma faydalı olması başka bir deyişle benim isteklerimin toplumun istekleri olması mümkün müdür? Ben bütün soruların cevaplarının en son soruda düğümlendiğine inanıyorum. Bütün isteklerimin topluma faydalı olması başka bir deyişle benim isteklerimin toplumun istekleri olması mümkün müdür? İşte can alıcı sorunun bu olduğunu düşünüyorum. Hikâye bu ya! Vaktiyle bir talip, sofi olmaya ve Hak yolunda ilerleyerek yaratanını tanımaya niyetlenir. Çıktığı yolun gereği ilk yapılması gerekenleri tamamladıktan sonra iki gözü kapalı kendini dinlemeye geçecektir. Emirdir bunu taklidi de olsa yapacaktır. Yola giren herkese kendi iç sesini dinlemesi için çalışması emredilmektedir. Yeni derviş çok saf herkesin içinden gelen sesler ile sohbet ettiğini düşünerek yüksek bir inançla gözlerini kapar. Bir süre sonra yüksek sesle “ benim istediklerim olsun diye ” der. Bir süre daha oturduktan sonra tebessüm ederek kalkar. Yanında olan birkaç kişi çok şaşkındır. Olup biteni sorarlar. Derki: İçimdeki sesi dinliyordum birden Ses bana “ Sen bu yola neden girdin? ” diye sordu. Bende “ benim istediklerim olsun diye ” şeklinde cevap verdim. Ses ” senin isteklerin olmaz! Benim isteklerim olur ” dedi. Bir süre hiç cevap vermeden boynumu büktüm. Bana...

Devamını Oku

Otuz Üç den Çıktım Yola

Belki de kendisine sorular sorulduğun da cehaletinin ortaya çıkmasından korkan sahte âlimler gelmiştir. Sahtekârlıktan kaynaklanan cehalet, bir şeylere cevap verememek değil her şeyi bilmediğinin ortaya çıkmasının korkusudur, diye düşünüyorum. Her şeyi bildiği iddiası ile cehalet makamından şarlatanlığa soyunanlar, hiç eksik olmamıştır. Böylece de bilhassa asil sorularla başlayan güzel dinimiz soru sorulamaz bir tabular karargâhına dönüşmüştür, kimi zaman ve yerlerde.Oysa peygamberimiz, efendimizin kendisine Allah için sorulan soruları övgüyle karşıladığı bilinmektedir. Tabi ki kötü maksatlı ya da maksadını aşan sorular konumuza dâhil değildir. Ayrıca sohbet ortamın da süregelen bir muhabbet akışını lüzumlu, lüzumsuz bir soru ile bölünmesini de uygun bulmadığım gibi...

Devamını Oku

Latife Sünnet midir?

Ali Sekülü Zaman, zaman latife yapmaktan hoşlandığını söylerler, yüce peygamberimizin. Bu vesileyle de dillerde anlatılan hadiselerden bir tanesi bize şöyle anlatılır.Peygamber efendimiz, çok yaşlanmış hanımefendiler efendisi, sahabelik şerefine nail olmuş bir annemizle sohbet halindedir. Mübarek annemiz; Allahın resulüne çok yaşlı olduğu için bir türlü Allah’a ve Resulüne layık olabilecek ameller işleyemediğinden yakınmaktadır. Annem Sen, bilinmez meşhurun, sır küpü aziz varlık!Kendi övülmüş iken, seni övmüş Peygamber.En sevgili Nebi’nin, o eşsiz fedakârlık,Sıfatı canın olmuş, kokunsa miski amber.                                             Muammer Bilim Tabi bizler, o annemizin her ne kadar ismi ben cahil tarafından bilinmese de, yüksek bir şahsiyet olduğunu biliyoruz. Çünkü yüce peygamberimizin nazar ve eğitimlerinden geçme şerefine nail olmuştur. Ne kadar büyük şükür ve ameller içinde olsa da “ Tevazu fetih eder, Fettah babını ”  kelamının aslına nail olarak, yokluk penceresinden baktığına inanıyoruz. “ Ben bir koca karıyım, benim neyim olabilir ki kocaman Allah için, benim bu yaşlı bedenimle yaptığım amel ve ibadetler bir işe yarar mı ki? ” şeklindeki düşünceleri; Ancak miraçta “ Habibim ( En Sevgili kulum ve peygamberim ) bana ne ile geldin? ” hitap ve sorusuna, güzeller güzelinin; “ Ya! Rabbim sana sende olmayanla geldim. Yokluğumla geldim, aczimle geldim, noksanlarımla geldim ” cevabını, gönül şehrine kazımış, nakış etmiş böyle bir sultanın, sahabe annemizin dilinden dökülebilirdi. Allah’a ve Resulüne layık olabilecek ameller işleyemediğinden yakınan annemize peygamber efendimizin verdiği cevap ise “ Anne sen bu yaşında cennete giremezsin ” olmuştur....

Devamını Oku

Kabiliyet Yoksa Neylesin Mürşidi, İster ise Olsun Muhammed Hazreti

Çalıştığım odanın kilidi için en az bir tane yedek anahtar yaptırmam gerekiyordu. Anahtarı aldım ve bir anahtarcı ustasına gittim. Ertesi gün yeni anahtarımı kullanamadığım gerekçesi ile tekrar anahtarcıdaydım.– Hayırlı işler, kolay gelsin. – Sağ ol, ne vardı? – Ustam, dün bir anahtar yaptırdım ama sanırım bir sorun var gibi! – Ne sorunu?   – Bilmiyorum, kilidi açamadım. – Bak kardeşim, ben on yedi yıldır anahtar yapıyorum, sen açamamışsındır. – Bak usta, bende kırk dört yaşındayım yaklaşık otuz sekiz yıldır kapı açıyorum. Bak şu anahtara! Neyse, bu defa denediğimde anahtar çalıştı. Usta on yedi yıllık maharetini bu sefer lütfetmişti. Tabi benim kırk dört yılın içinde hangi noktadan başladığına tam emin olamadığım uzmanlık alanım olan kapı açma sanatımda unutulmamalı. Bizler kapıları açmasını bilmeseydik, hiçbir anahtarcının sanatı hiçbir işe yaramazdı. Aslında her şey bir uzman, usta vasıtası ile hayatımıza girmektedir. Gerçek olan hiçbir uzman bize tutulmuş balıkları sunmamaktadır. Uzmanlar bize balık tutmanın yollarını öğretirler ve kalplerin anahtarı gibi, her şeyin anahtarını verirler. Artık bundan sonrası size kalmıştır. Verilen anahtarları kullanmaktaki maharetinize! Evet, çok iyi bir anahtar ustasının elinden çıkan anahtarlar var. Bu gün kaç tane kapının açılıp açılmadığını fark bile edemiyoruz. Öyle ki bize teslim edilen anahtarların çoğunun ne işe yaradığını bilip merak bile edemiyoruz. Belki de bundan da vahim olanı, elimizde aslının anahtar olduğunu bilmediğimiz nesneleri zincir gibi sallayıp geziyoruz. Bir çocuk saflığıyla diyorum, alalım anahtarlarımızı deneyelim, nereye uyacak? Belki bir...

Devamını Oku

Dost, Yalnız Kalamayan İnsanın Hikayesi

Ali Sekülü Tek olan Yüce Yaratıcımız, her şeyi çift yaratmış. Belki de bu sebeptendir ki, ekseri yalnızlığa dayanamayız. Sıkılırız, yalnız kalmak istemeyiz. “Yalnızlık Allah’a mahsustur” deriz, kabullenemediğimiz yalnızlıktan kaçabilmek için.Yalnız kalmamak için sürekli dost ve arkadaş arayışında olduğundan yakınan biri çıksa karşımıza, rahatsız mıyım acaba? Neden yalnız kalamıyorum? Doktora görünmeli miyim? Diye sorsa, doğrusu budur, sosyalleşmedir iyi olan, deriz. Ama sürekli yalnız kalmak isteyen, hiç kimseyi yanın da istemeyen, bir bireyi tanır veya duyarsak, şaşırırız. Bazen üzülürüz, bir sıkıntısı var galiba deriz. Bizler için bir arkadaş asla ekstra değildir. Sadece olağan bir ihtiyaçtır. Önceleri annemizin kokusudur, minicik bir bebekken, derken emzikle arkadaş olurlar bebekler, yalancı emzikle. Kimi bebekleri, biraz büyüdüğünde ayırmak çok zordur, dostundan. Ne tatlıdır, hayatının bütün bölümünü beraberce geçirdiği dostunu, dilinde hissetmek. Yavaş yavaş büyümeye başlayan bebeğinizin oyun arkadaşları oluşur, onu en başından beri dostu ve arkadaşı olan, annesinden ayrı birkaç saat geçirmeye alıştıran, tabi emziği de unutturan. Derken okul ve arkadaş yağmuru, ne kadar normal gelir o yoğunluk, o güzel çocukluk arkadaşları, ta ki onlardan ayrılıp, kendi yalnızlığında ya da yabancı, yeni bir kalabalıkla yalnız kalıncaya kadar. Sadakatle bağlanmak yüreğinde vardır. Hapishanelerimizde özgürlüğünü teslim edenleri vardır, on yedi yaşının sonunda, cebine bir paket sigara koyan adam için, o adama olan sadakat duygularının yüksek değerinin hatırı için, düşülen gençlik hatalarından. Değil aslında bir paket sigara, dünyadaki hiçbir şeyin değeri yoktur, mert, gözü ufukta, gelecekte, paylaşmakta, sağlam bir...

Devamını Oku

Tarih Yalan Söyler mi?

Ali Sekülü Anadolu üniversitesini bitirip bir derece almak, emekli olurken de birinci dereceye inmek istiyordum. Mesleğime ne faydası olacaksa ki ben bir askerdim ille de yüksek okul okumalıydım. O zamanlar düşünüyordum bana harita okuma, yön tayin etme, mesafe tahmin usulleri, ortak temel konular gibi askerlik mesleğini ve branşım olan konuları tekâmül edebileceğim bir eğitim verseler ya. Yok, ille de işletme, maliye vs. gibi konularda eğitim veren Anadolu üniversitesini bitirmeliydim.Sanki emekli olduktan sonra çocuklarımı okutma sıkıntısının önüne geçebilecekmiş gibi. Gerçi sicilim çok iyi olursa benim birinci dereceye düşebileceğimi söylüyorlardı ama söz verilip de orta da kalan benden önceki kıdemlileri gördükçe daha bir korkuyla asılmaya başladım şu elimdeki Anadolu Üniversitesi ders kitaplarına. Okudukça da konular aklımda fırtınaların esmesine neden oluyor her bir ders ve konuya merakla sarılıyordum. Artık “Yatakta bile asker” değildim çok üzgünüm ama bana bazen kıtada yirmi dört saat askerlikten başka bir şey düşünmeyeceksin diyen komuta heyetine de aykırı davranmaya başlamıştım. Üniversiteli olduğum için değil askerlik dışı konular düşündüğüm için. Hatta sen niçin okumuyorsun denildiğinde “ben vatan haini değilim” diyen ahmaklar bile vardı. Okumaya ayıracağı zamanı vatan hizmetine ayırdığını iddia edenler. Yani yirmi dört saatini askerliğe ayırmanın bu şekilde olacağını düşünenler. Gerçi onlar genellikle iyi bir sicille birinci dereceye düşmeyi başardılar. Böyle bir cevap hangi sicil amirini etkilemezdi ki? Atatürk ilke ve inkılâpları da ilgide başı çeken konulardandı. Sanki dünyaya geleli beri ilk defa düzenli bir okul eğitimi alıyor...

Devamını Oku

Neden Mevlana Son Olsun?; Kitabın Dili İle İlgili Bir Açıklama

Ali Sekükü Yenimakalede yayınlanmakta olan “Neden Mevlana Son Olsun?” isimli kitap çalışmamın dili ilgili bir açıklamadır. Ancak her yayında karşılaşılabilecek bir sorun olduğunu düşündüğümden sizlerin incelemelerine sunuyorum:Aslında her alanda geçerli olmakla beraber, değinmek istediğim bir konuda üzerinde duracağımız konuların kendi sahasında, zamana bağımlı olarak geliştirmiş olduğu dilidir. Doğal olarak her konu da olduğu gibi bu konuda da konuya yabancı olanlara dil de ağır ve yabancı gelebilecektir. Bundan başka tabii olarak din ve tasavvuf konuları orijinalini yabancı bir lisandan almış olması, o dilden veya o coğrafyada o dil ile etkileşimde bulunan dillerden etkilenmiş olması nedeni ile bir kısmı günümüz Türkçesinde de kullanılan ama büyük bir kısmı bizim günlük dilimizde bulunmayan kelime ve kavramlarla doludur. Çoğunun yabancısı olduğumuz kavramların bir kısmını Türkçeleştirme gayretlerinde bulunsak da, bu top yekûn bu sahada çalışanların ortak dili olduğu için bazı gayretler kısıtlı ve kısır kalacaktır. İnsan dimağında henüz bir olguyu tamamen tek kelime ile tarif etkisi oluşturmamış olan kavramlar konuyu zayıf bırakabilecektir. Ayrıca kendi kulvarında bir düşünce sisteminin de zaman içinde gelişerek bu güne ulaşması sonucu değişik bir anlatım tarzı ve söylev biçimi oluşmuştur. Örneğin ilmihal bilgilerini içeren konular vaaz tarzını alırken bizim üzerinde durduğumuz düşünce sistemleri ve tasavvuf konuları sohbet halini almaktadır. Söylenen cümle veya kavram ise anlaşılabilen kelimelerden olmasına rağmen konuyla daha önceden beri ilgilenenlerle yeni başlayanların aklında daha farklı anlamlar oluşmasına sebebiyet verebilmektedir. Zaman içinde bireyin yeni edineceği bilgilerle harmanlanarak daha yeni...

Devamını Oku

Ak Sakallı Dede

Ali Sekülü Bugün enteresan bir sabah geçiriyorum, galiba. Dün gece gördüğüm aksakallı dede pek bir yapışkan çıktı. Benim bildiğim; Bir sihirli söz söylersin, bir hediye, hani bir kese altın filan verirsin. Sonra ben ellerimi uzatırım. Sen kaybolursun tabi altınlarımı bana bırakarak.Açtım gözlerimi artık ayaktayım.Sofra hazırlanmış kahvaltıdayım.İstersen buyur gel dede sende katıl,Ama bu böyle olmaz, çok meraktayım.Hem neden senin yeşil cübben ve kavuğun yok, ya da sarığın?Görüyorum pek şıksın, sakalların kırçıllı,Ceketin hoş durmuş, pilili pantolonun da,Gömleğini aldığın mağaza sanki Beyoğlunda. Oğlum, duymadın mı? Devre uyacaksın,Topalın yanında sekip, köre göz yumacaksın.Allahın kullarını bir bileceksin,Üst başınla onları eleştirmeyeceksin. Nasıl? Birde konuşuyor musun? Nüfus kâğıdın nerde?Getir de beş kişi olalım sal beni derde! Hepimiz bir kişiyiz, kütükleriniz bende,Ben hep sizinleydim zaten, senin sandığın bedende. Baba tamam da bu iş bana çok oldu, sıkılıyorum artık,Kime, nasıl söylerim? O hep zaten bizimleydi,Şimdi sadece artık gördüğüm izinleydi. Aferin, doğru bildin, izinsiz göremezsin,Bundan sonra ben hep varım ama sadece sana,Eğer anlatırsan sen beni, geleceksiniz bana. Sen aslında nerdesin? Galiba derindesin,Yoksa sen dillerde ki gizli benliğim misin? Acaba, şaka mı bu? Bu sefer gerçekten papazı bulduk, galiba. Hayır, hayır papaz, imam değilim. Kamillerden pir dedeyim. Tamam dede müsaade buyur. Sıralı konuşmayı öğrenebilecek miyiz? Bilmiyorum ama bu adam çok ciddi. Hayatımdan çıkmayacak gibi duruyor. Nasıl alışacağım, bu duruma? Birde uzaylı yok derler, bizden ilerde formlar basbayağı var işte. Ete, kemiğe bürünmüş, bizim gibi görünmüş, ortalıkta geziyor.İstediğine gözüküp, istediğini pas...

Devamını Oku

Psikolojik Harekat ve Karşı Tedbirler

Ali Sekülü Dünyayı elinde tutmak isteyen küresel güçler, yöresel iktidar hırslarının binlerce yıllık evrimleşmesi sonucu bugünlere kadar ulaşmıştır. Sokakta çarşıda pazarda karşılaşmadığımız bu insanlar gözlerden ırak oldukları için gönüllerden de uzak kalmaktalar.Bunun doğal sonucu olarak da, psikolojik harekât gibi konuların uzmanlarının ve legal ya da illegal örgütlerin dışında kimsenin ilgisini çekmemekte, duyulduğunda ise maceraperest kafaların uydurduğu senaryolar olarak algılanmaktadır. Oysa kullandıkları “Tapınak şövalyeleri” gibi isimlere baktığınızda, varlıklarının masalsı bir şekilde tarihe gömülmelerini de kendilerinin istediğini anlayabilirsiniz. Bahsi geçen sistem bin sene içinde kurulup gelişerek, ekseriyetle belli sülalelerin dışına fazla çıkılmadan özenle seçtiği, en iyi eğitimi almış en zeki ve amaca en uygun hizmet kabiliyetine haiz kendi çocuklarının usta çırak usulü yetiştirilerek, önemli devletlerin idare makamlarını kademeli bir şekilde babaları ile değiştirerek ellerinde tutmalarını sağlamaktadır. Bunlar, devlet kademelerini veya devlet yönetiminde etkili söz sahibi olan şirketleri ellerinde tutarak amaca ulaşırlar. Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz konu bu gibi sistemlerin tarih içinde nasıl kuruldukları, geliştikleri ve bugüne geldikleri ya da bundan sonra devam edip etmeyecekleri değildir. Bu gibi sistemlerin oluşumları ile ilgili bilgilere özellikle internet olmak üzere birçok kaynaktan ulaşabilmemiz mümkündür. Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz, bunların oluşturdukları oyun ve hedef kitle haline gelen insanların korunması yolları üzerinde düşünmektir. Dünya üzerinde bilinen en güçlü silah milli birlik ve beraberlik duygusudur. Bu bütün toplumlarda mevcut bulunmakla beraber, toplumlar arasında da farklı dirençler olduğu muhakkaktır. Örneğim Türk Ülkelerinin bu güne kadar birlikteliğini sağlayan...

Devamını Oku

Kenan'lı Yusuf

Hüsnünü bir kez cemâl-i Yûsuf-ı Ken’âni’den Gösterip gör neyledi sultân(ı) Zelîhâ’ya aşk Duhter-i tersâ yüzünden tâ Yemen’de berk urub Âhiri güttürdü hınzır Mürşid-i San’â’ya aşk … Salih babaEdebiyatta ki çok yüksek yerinin bu yüzyılda anlaşılabieceğine inandığım Salih baba’nın tek beyitinde yatan manaları tümüyle anladığımızı ileri sürmek saflık olurdu. Ama Salih babanın kuş dili saklı olan bu eserlerinden biz de bir nebze olsun faydalanabilmek adına onun şiirlerini asla şerh etmek değil ama gönlümüze düşen manalar üzerinde tefekkür etmek amacı ile anlar gibi olduğumuz bazı manalarını bu yazıda paylaşmak niyetindeyim. Umarım gerçek edebiyat ve tasavvuf sahiplerinin izahlarına da mazhar olacak bu beyitleri o haliyle de görmek, duymak bize nasip olur. Ben şimdilik müsadenizle kendi aklıma ve kalbime düşenleri sizinle paylaşmak istiyorum. Tabiki bu düşüncelerde yine bu güne kadar duyduğumuz okuduğumuz eser sahiplerinin katkısı kesin olmakla beraber muhtemel ve muhtelif hatalar ise sadece şahsıma aittir. Salih babaya dönecek olursak; Beyite, aşkın güzelliğini, Yusuf aleyhisselamın cemalinden aksettirdiğini beyan ederek girmektedir. Böylece aşkın, Allah’a ait olduğunu ve dilediğinden tecelli ettiğini vurgulamış oluyor. Bize düşende, burada Züleyha’nın nefsi arzuların ötesinde, Hz. Yusuftan tecelli eden hakiki Allah aşkına düştüğünü anlamaktır. Öylesine, sadece nefsanî his ve arzular olsaydı, Yüce Allah, Kuran-ı Kerimde, Zeliha’nın (Züleyha) kendisini kınayan hanımlara karşı savunmasını, adeta destekleyerek anlatır mıydı? Tabi ki aslında başlangıçta Saneme tapan Zeliha putperestti. Burada nefsin ve Ruh’un tahammül edemeyeceği bir aşk söz konusu olduğundan, aşkını gördüğü adamdan sanarak karıştırması...

Devamını Oku

Aşk; Kendini Sevmekten Onu Sevmeye Kadar

Bütün kâinatı yaratan Allah, kullarını dillerde kifayetsiz kalacak bir tarzla sevmektedir. Nihayetsiz sevgi ve aşkın kaynağıdır, sahibidir. Tabi ki insana kendi Ruh’undan üflediği ruh da aşk sıfatına sahiptir. Âşık olmak özünde vardır. Ama Allah’ın, insana üflediği, kendi Ruh’undan bir Ruh’un, üzerine nefs giydirilmiştir. Kalın bir elbise gibidir. Kul ile arasındaki yetmiş bin perdedir.Derinlerde kalan Ruh’un ilk ve tek gördüğü ise nefstir ve sıfatı olan aşkından onu da sever. Şimdi artık, nefsin perdelerini inceltecek ve hakiki sevgilinin kokusunu aldırarak onu istetecek arayışlar içine girmek lazımdır. Rivayette, yağan nisan yağmuru, hangi tiğniyeti beslerse, verimi de onun gibi olurmuş. Bir damlası eğer yılanın ağzına gidecek olursa zehir olurmuş. Saf bir kuzuda aynı feyiz ile sulandığında süt oluşurmuş, şifa için. Ya da denize düşerde, tuzlu suya karışmadan dipteki istiridyenin açık kapağından dalarsa aşka, inci olurmuş. Duygularda kullanım alanlarına göre artan bir renklilikle çoğalıp gitmektedirler. Protonu elektrona, erkeği kadına, kulu Allah’a çeken aşk, sevgiliyi kırmama kaygısından, korkusundan başlayıp, yârin güzel yüzünü görebilmeyi ümit etmeye kadar varan bir geniş yelpazenin içinden seçilerek önümüze havf ve reca ya da korku ve ümit olarak seriliyor. Âşık olduğumuz kendi varlığımız için, Allah’ın Cehenneminden korkup, Cennetini ümit edebiliriz. Aynı sebeple imansızlıktan korkup, imanı ümit edebiliriz. Ama hakikatler ve gerçek iman, Allah’ı ve resulünü canından çok sevmek değil midir? Yani artık kendimi değil, onu kırmak, küstürmek, incitmek korkusu ve ona ulaşma ümidiyle yaşamak. Sevdiği dilberden başka hiçbir şeyi istemeyen delikanlı...

Devamını Oku

Fatiha Tefsirinden Kalbe Gelenler

Diyanet tefsiri; Fatiha Suresindeki kendine nimet verilenler tanımlaması için bize tarihe bakmayı önermektedir. Nimet verilenleri tarih sayfalarında arayıp, onları incelememizi ve nasıl bir yaşam ve sona ulaştıklarını tahayyül ederek onları anlamamızı önermektedir. 1 Fatiha Suresi 7 –  Nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil! (Diyanet meali) 7 – Burada tarihe bir atıf yapılarak yolun doğrusu ve eğrisi hakkında bir baş­ka ölçüt ve delil daha verilmektedir. İslâm yalnızca Allah kitabında böyle buyur­duğu için doğru yol değildir, aynı zamanda tarih boyunca ilâhî irşadı reddedenle­rin tecrübeleri de doğru yolun İslâm olduğunu göstermektedir. Bu sebeple doğru yolu arayanlar ve üzerinde bulundukları yolun sağlamasını yapmak isteyenler, dö­nüp tarihe bakmak, gerçek mutluluğu bulanlarla sapanlar ve Allah’ın gazabına uğrayanların yol ve yöntemlerini incelemek durumundadırlar. Tarihte hem örnekler hem de ibretler vardır. Örnekler, peygamberlerin izlerinden giden fert ve ümmetlerde, ibretler ise onlara cephe alan ve Cenâb-ı Hakk’a meydan okuyanlarda gö­rülmektedir. Bazı rivayetlerde sapanların “hıristiyanlar”, ilâhî gazaba uğrayanların da “yahudiler” olarak açıklanması,[1] yalnızca zaman ve mekân itibariyle yakın birer örnek olmalarından dolayıdır. Müslim’in rivayet ettiği bir kutsî hadiste[2] Allah Teâlâ’nın, “Namazı (Fatiha’yi) kulumla kendi aramda yarı yarıya paylaştım ve kulum diledi­ğini alacaktır” buyurduğu ifade edildikten sonra şöyle devam edilmiştir: Kul (na­mazda Fâtiha’yı okurken) “Hamd âlemlerin rabbi Allah’a mahsustur” deyince Al­lah, “Kulum bana hamdetti” buyurur. Kul “rahman ve rahim” deyince Allah, “Ku­lum beni övdü” der. “Ceza gününün tek sahibi” deyince “Kulum benim yüceliği­mi dile...

Devamını Oku

Şehitlik, Ganimet

İnsanlığa şehitliği hediye edenler, insanları yurt savunması halinde, şehitliğe davet ederken, muharebe alanlarında kendileri de hazır bulunarak, şehit ya da gazi unvanını almaya çalışırlarmış. Savaş sonunda, düşmanın canımızı, malımızı ele geçirmek için kullandığı bütün araç, gereç, silah, teçhizat ve ikmal kaynaklarının tamamı, çeşitli tazminatlarla birlikte ganimet olarak, uygun şartlarda pay edilirmiş.Yukarıda yazdıklarımız ideali oluşturmaktadır. Ancak tarih içinde bu durumun dışına çıkıldığı olaylar sayılamayacak kadar çoktur. Aynen yazdığımız gibi veya biz yanlış ve eksik yazmışsak bile olması gerektiği gibi oluşmuş savaşlar belki de diğerlerinin yanında yok nispetinde bile kalabilir. Zaman içinde değişim gösteren bu durum sonucunda muharebe alanlarına ya da şehit listelerine göz attığınızda, sizi şehitliğe davet edenlere ait isimlerin sülaleleri dâhil yine neredeyse yok nispetinde olduğunu görüyorsunuz. Ayrıca “Ganimet” kavramının da yine bazılarına görece gelişim, çoğuna göreyse lüzumsuz bir değişim olarak tamamen ve sadece “Savaş ekonomisi” kavramının en son yeni ve gizli anlamıyla yer değiştirdiği gözlenmektedir. Savaş ekonomisi kavramıysa, şehit ve gazi adayları tarafından incelendiğinde, durumun “ Ne için ölüyorum? ” sorusuna cevap verebilmekten oldukça uzaklaştığını gösteriyor. Savaş halinin sürdürülmesi veya ateşkeslerle ara verilmesi, maddi kazançlar yanında siyasi bir kaynakta oluşturuyor gibi...

Devamını Oku

Kuzguna Leş Vermek Yok, Devleti Baş Edeceksin

Dede! Yine mi geldin? Hoş geldin sefalar verdinBu gün yine çok şıksın, sen buna alışıksınKafes olmuş bedene, zor gelir hep dedene,Yine şükretmek lazım o bedeni var edene. Şu ten kuşu gezer, konar hevesleGülşen ağlar, bülbül ağlar kafeste,Nefs gidip de, Ruh gelmezse nefeste,Düşer yolcu ağır, ağır aheste. Derdi kazan sen hele, gel burada derman ara,Aslın sana yoldaş olsun, aslına burhan ara,Çıkart benliğin aradan, bekliyor bak yaradan,Nefsine geçit verme katline ferman ara. Seni elinden tutup daim mutlu edecek,Zannetme ki sana ev, arabalar verecek,Gam toprağını dertle yoğurmuş amma,Bir seherde ansızın gönle Tulu edecek. Dede, gittiğinden beri, gece, gündüz avare,Kâh toprak misali miskinim serde,Kâh sular gibi, coşkun seferde,Tekbirimi alsan da cenazemi kıldırsan,Şad olmayı görsünler şu avare bedende. Vatan olmuştur beden, Ruh ve nefsine,Kalbinde hüküm sürer, kuzgun senin bahtına,Yâri görseydi kuzgun, bülbül olurdu amma,Önce davet edeceksin, padişahı tahtına. Oğlum bak dedene, yoldaş oldu bu dert bana,Bu dert ile bulduk onu, oldu devlet bu dert bana,Benliğindeki putları, yaparsan tacın başa,Kuzgun gelir oturur, vücut denen taşa. Taş gibi bir bedeni, ne edip neyleyeceksin,Karaları sürünüp, derdini eyleyeceksin,Çek kılıcı hünkârın, vuruş Allah aşkına,Kuzguna leş vermek yok, devleti baş edeceksin,Aşkın sana olsun Burak, kısmeti var edeceksin.                                                        ...

Devamını Oku

Bizi Doğru Yola, Kendilerine Nimet Verdiklerinin Yoluna İlet (Fatiha 6-7)

“Ben bir gizli hazineyim, bulunmayı arzu ettim” diyen Allah, kendi Ruh’undan üfleyerek yarattığı ve mahlûkatın en şereflisi olarak, nitelendirdiği insanı var etmiştir. İnsana verdiği bedenle, parmak izine kadar[i], bütün insanların birbirinden ayrılmasını, seçilmesini, farklılaşmasını murat eden Yüce Yaratıcı onu nefs ve akıl gibi olgularla, manevi ve iç âleminde de anlaşılması çok zor ve yine hepsini birbirinden farklı, çeşitlilik arz eden bir hale büründürmüştür.Bu haliyle insanların hepsi, birbirinden çok farklı noktalarda bulunmaktadırlar. Ama “Bütün yollar Roma ya çıkar” sözünün verdiği anlam gibi, adeta her farklı noktada bulunan insanın bulunduğu yerden, Allah’ın bulunduğu yere, yani o insanın kendi kalbine başka bir deyişle de aslında bütün insanların buluştukları, toplandıkları, bir oldukları yere varmalarını istemiştir. İnsanlar dış görüntü itibarı ile birbirinden ne kadar uzak mesafeler de yaşarlarsa yaşasınlar, farklılaşmalarına sebebiyet veren nefs olgusunu kaldırdıklarında, kendi kalplerinde var olan Allah da bir olduklarını öğrenirler ve teklikte buluşurlar. Aslında insanlar arasında ki gerçek mesafeler, zamandan ve mekândan münezzeh ruh ile değerlendirildiğinde, galaksiler arası mekân ya da çağlar boyu zaman değildir. Gerçek mesafe onun farklılaşmasını sağlayarak, tekrar Allah’ı arama ve bulma gayretini göstermesi için, sıladan ayrılmasına vesile edilen ve Allah ile arasına çekilen nefs perdesindeki farklılıklardır. Aradaki bu perdelerin kaldırılarak, Allah’a ulaşmayı amaç edinen insanlara Allah’ın yardımının ulaşmayacağı düşünülemez. Ancak âşık olduğu nefsini tercih ederek orada onunla kalmayı düşünenler, hakikatte âşık oldukları sılalarından, Allah’tan ayrı kalmaya kendilerini mahkûm etmiş olurlar. Bu ayrılıksa, gerçeklerin en geç ahrette...

Devamını Oku

Bırak Yakamı, Ak Sakallı Dede!

Bugün enteresan bir sabah geçiriyorum, galiba. Dün gece gördüğüm aksakallı dede pek bir yapışkan çıktı. Benim bildiğim; Bir sihirli söz söylersin, bir hediye, hani bir kese altın filan verirsin. Sonra ben ellerimi uzatırım. Sen kaybolursun tabi altınlarımı bana bırakarak.Açtım gözlerimi artık ayaktayım.Sofra hazırlanmış kahvaltıdayım.İstersen buyur gel dede sende katıl,Ama bu böyle olmaz, çok meraktayım.Hem neden senin yeşil cübben ve kavuğun yok, ya da sarığın?Görüyorum pek şıksın, sakalların kırçıllı,Ceketin hoş durmuş, pilili pantolonun da,Gömleğini aldığın mağaza sanki Beyoğlunda. Oğlum, duymadın mı? Devre uyacaksın,Topalın yanında sekip, köre göz yumacaksın.Allahın kullarını bir bileceksin,Üst başınla onları eleştirmeyeceksin. Nasıl? Birde konuşuyor musun? Nüfus kâğıdın nerde?Getir de beş kişi olalım sal beni derde! Hepimiz bir kişiyiz, kütükleriniz bende,Ben hep sizinleydim zaten, senin sandığın bedende. Baba tamam da bu iş bana çok oldu, sıkılıyorum artık,Kime, nasıl söylerim? O hep zaten bizimleydi,Şimdi sadece artık gördüğüm izinleydi. Aferin, doğru bildin, izinsiz göremezsin,Bundan sonra ben hep varım ama sadece sana,Eğer anlatırsan sen beni, geleceksiniz bana. Sen aslında nerdesin? Galiba derindesin,Yoksa sen dillerde ki gizli benliğim misin? Acaba, şaka mı bu? Bu sefer gerçekten papazı bulduk, galiba. Hayır, hayır papaz, imam değilim. Kamillerden pir dedeyim. Tamam dede müsaade buyur. Sıralı konuşmayı öğrenebilecek miyiz? Bilmiyorum ama bu adam çok ciddi. Hayatımdan çıkmayacak gibi duruyor. Nasıl alışacağım, bu duruma? Birde uzaylı yok derler, bizden ilerde formlar basbayağı var işte. Ete, kemiğe bürünmüş, bizim gibi görünmüş, ortalıkta geziyor.İstediğine gözüküp, istediğini pas geçiyor. Korkarım,...

Devamını Oku

Evrensel Eşit Kuyruklu Canlı; Geleceğin İlimi Kuyruk Bilimi Üzerine

Sayın Doç. Dr. Nusret Kaya’nın önerdiği geleceğin bilimi diye adlandırdığı, Kuyruk bilimi yani, Evrensel eşit kuyruklu canlı… GENÇ ASİSTAN; BU GÜNÜN İNSANLARINA, BU YAKLAŞIM TARZI ÇOK GÜZELSon zamanlarda kuyruk biliminden sıkça bahsediyorum. Genç bir asistanımız; Bu günün insanlarına, bu yaklaşım tarzının çok güzel olduğunu ifade ediyor. Henüz tam yararlanabildiklerini sanmıyorum. Bu yüzden hocamız ile bir sohbet etmek ve sizin eserlerinizi önermek isterdim. Fakat asistanın sarf ettiği cümlelerin tetiklemesi sayesinde alt beynimden üst beynime sezgiler akmaya başladı. Bilgi olmayan bu sezgilerin bir kısmını korteks bilgileri ile de kendimce desteklemeye çalışarak keyifli bir düşünceye daldım. Çıkış noktam; Bugün İslam’a inanan insanların, yaklaşım tarzında dünden ne gibi farkı olabilir? Tabii benim amacım evrensel olduğunu düşündüğümüz kuyruk biliminin tek bir alana bağlanması değil. Ama sarf edilen cümle böyle hissettirdi. Bende henüz kuyruk biliminin daha açıklayamadığı noktaların noksanlıklarını kendi inançlarımla kapatmak istiyorum. Geçmişte pozitif ilim ile bilgi aktarımına pek fazla rastlanmadığını düşünürüz. En azından böyle olduğu zamanlar ve mekânlar olmuştur. Oysa şimdilerde insanlar bilgiyi üst beyin referanslarından geçirmeden kabullenmemektedirler. Bu durumda da aktarmak istediğimiz bilgileri kortekste şekillendirdikten sonra pozitif ilim yaklaşımları ile anlatmak zorundayız. Şu anda tam arkamdan “ya nasıl olacaktı içinden geldiği gibi sallayacak mıydın? ” Diyen bir sürü ses duyuyor gibiyim. Eee tabi başka bir yol da öğrenmedik. Ne güzel ki Fatih fetih yapmış, kilise baskısı yumuşamış, orta çağdan yeniçağa geçilmiş, Avrupa bilimde atağa kalkmış. Newton gibi bilim adamları ile beraber, sanayi...

Devamını Oku

Allah’ı, Allah’a Aşk ve Muhabbet Hissettiren Yerlerde Aramalı

Yüce yaratanımız, dünyaya gelişimizden, ahrete göçümüze kadar her işe bir vasıta var etmiştir. Âdeti gereği bütün işleri bir sebebe ve vasıtaya bağlamıştır. Anne ve babamız vasıtasıyla geliriz, Azrail aleyhisselam vasıtası ile gideriz. Rızıklarımızı, Kasım-ül erzak ismi ile şereflenmiş, Yüce Allah’ımızın görevlendirdiği bir melek dağıtmaktadır. Sur’u bir görevli üfler, yağmuru yağdıranlar, cehennemde azabı edenler hep görevlileridir.Eğer bütün vasıtaları kaldıracak olsaydık, Ondan başka hiçbir şey kalmazdı. Allah’tan gelişimiz vasıta ile olmuştur. Ona kazasız, belasız, sıkıntısız gitmek içinde “Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet” ( Fatiha-ı şerif ), emrinde bahsedilen nimet sahiplerine iletiliriz, inşallah. Allah arama aşkını ve bulmayı nasip etsin, cümlemize. İnsandaki deni, seviyesiz duyguların tamamı yanıp, yok oluncaya kadar, ele geçmeyen bir sevgili bizi maksada taşıyacaktır. Oda Allah aşkıdır. Allah’ın çok güzel kullarında kendi sıfatlarından eser kalmayıp da, Allah’ın ahlakı ile bezendikleri için, o peygamber veya evliyaya yani kendisine nimet verilenlere bakanlar Allah’ın güzel ahlakına âşık olurlar. Daha sonra da gördüğü beşer perdesini geçerek, ardındaki hakiki ruha ulaşırlar. Peygamberimiz, “Allah’ı” yerine “Allah’ı ve Resulünü canınızdan çok sevmelisiniz” demektedir. Allah’ın güzel ahlakını yansıtan peygamberleri veya Salih kulları görmeyenler, neyi sevecekler? Hayallerini mi? Allah’ın zatını hayal etmek zaten küfürdür. Onun sıfat ve esmalarının tecelligâhı olan yarattıkları düşünülebilir. Yani nakkaş değil nakıştır, göze gelen. Onun yarattıklarının en mükemmeli olan yani ahseni takvim makamına yerleşmiş olan insan, onun nüshasıdır. Ahsen-i takvim, nüshayı Kübradır. Onlara bakanlar ise tam anlamı ile Allah’ın istediği kulu...

Devamını Oku

“Aydınlar ve Entellektüellerin Aydınlatamadığı Ülkeleri Cahiller ve Şarlatanlar Karartırlar.”

“AYDINLAR VE ENTELEKTÜELLERİN AYDINLATAMADIĞI ÜLKELERİ CAHİLLER VE ŞARLATANLAR KARARTIRLAR.” Yetmiş küsur milyon insanın yaşadığı ülkemizde, aydınlar diye sınıflandırılan ve benimde büyük bir çoğunluğuna tanıyamadığım halde saygı duyduğum elit insanların yanın da birde benim gibi hiçbir özelliği olmayan basit insanlar yaşamaktadır.Tahmin edeceğiniz üzere yazarlık hakkında bir deneyimim veya bir kitabı yazarak engin bilgiye sahip okur severlere zevkli anlar yaşatabileceğim bilgi hazinem maalesef yok. Bu karalamaları deneme sebebim; benim pozisyonumdaki insanların sözlerini ilgi duyabilecek aydınlara ulaştırmak. Ben derdimi anlatmasını beceremesem de onların beni anlayabileceklerini biliyorum. Onların, insanlarımızın benim gibi karanlıklarda kalan kısmının ellerinden tutmalarını sağlamak. Üstelik bu işi, öyle yapmaları gerekmektedir ki; Ayda 600 TL ücretle sigortasız günde 16 saat çalışıp çocuklarını okula göndermek isteyen bir kaynakçı bile! (Bile diyorum çünkü açlık, sefalet, yokluk gibi şeylerle uğraşmak zorunda olan bu insanların maalesef başka bir şey düşünmek akıllarına, kalplerine, şuurlarına, şuur altlarına gelememektedir.) Ne olduğunu fark etmeden minimum bir vatandaşlık bilincine erişebilmelidir. Ne kadar yazık ki aydınları tanıma fırsatı çoğaldıkça endişeler oluşmaktadır. Benim burada ki amacım, aydınlarımızı eleştirmek hele, hele karalamak kesinlikle değildir.  Ancak benim gibi sadece karnını doyurmak için akşamlayan ve sabahtan akşama kadar medyada, sokakta neler döndüğünü anlamakta hiç zorluk çekmeyen insanlar milyonların üzerindedir. Anlamakta hiç zorluk çekmeyen diyorum çünkü anlamaya çalışmak akıllarına bile gelememektedir. Ara sıra elime bir gazete geçtiğinde anlıyormuş gibi inceleyip biraz zaman geçirmekten keyif duyarım. Hâlbuki içinde geçenler anlamak bir yana kafamdaki soruları artırıp, cahil damgası...

Devamını Oku

Üzerimizdeki Negatif Kayıtlardan Kurtulmak, Pozitif Kayıtların Farkına Vararak Faydalanmak

Kimim? Kim Olmalıyım? Tarihin en başından beri sorulan ve farklı farklı cevaplar sunulan bu sorunun cevabını doğal olarak ben de şak diye yapıştıramayacağım. Ama bu sorunun bakış açısı ve içinde bulunulan ortam ve konulara göre belki de sayısız bir cevap yelpazesi olabileceğini düşünebiliriz. “Ben kimim?” Sorusunun cevap yelpazesine ülkem ve ben doğrultusunda bakarsak önce kim olmam gerektiğine ulaşabilirim. Daha sonra bu konumdan ne kadar mesafede olduğumu ölçerek kim olduğumu da çıkarabilirim. Bilmiyorum bunu başarabilecek miyim? Bana kim olduğumu ve kim olmam gerektiğini gösterme arzusunu duyacak olanlara da açığım. İçinde yaşadığım toplum neden bir araya gelmiştir? Bu toplumu bir arada tutan dinamikler tesadüf müdür? Eğer tesadüf değilse, bu dinamikler değişmekte midir? Değişiyorlarsa, bu değişim gelişim midir? Erozyon mudur? Değişmiyorlarsa, değişmeli midir? Ne kadar? Nereye doğru? Benim şahsi isteklerim nelerdir? Benim şahsi isteklerimin topluma faydası var mıdır? Bütün isteklerimin topluma faydalı olması başka bir deyişle benim isteklerimin toplumun istekleri olması mümkün müdür? Ben bütün soruların cevaplarının en son soruda düğümlendiğine inanıyorum. Bütün isteklerimin topluma faydalı olması başka bir deyişle benim isteklerimin toplumun istekleri olması mümkün müdür? İşte can alıcı sorunun bu olduğunu düşünüyorum. Hikâye bu ya! Vaktiyle bir talip, sofi olmaya ve Hak yolunda ilerleyerek yaratanını tanımaya niyetlenir. Çıktığı yolun gereği ilk yapılması gerekenleri tamamladıktan sonra iki gözü kapalı kendini dinlemeye geçecektir. Emirdir bunu taklidi de olsa yapacaktır. Yola giren herkese kendi iç sesini dinlemesi için çalışması emredilmektedir. Yeni derviş çok...

Devamını Oku

“İman Allah’a İnanmaktır, İslam Dürüst Yaşamaktır.”

Ey! Allah’ın Resulü, bana iman ve İslam’ı en kısa yoldan anlatır mısın? “İman Allah’a inanmaktır, İslam dürüst yaşamaktır.” Bu hadis-i şerifin sahih mi, değil mi? Tartışmalarına girmek istemiyoruz. Ortama hediye edilen her cümleyi, her kelimeyi tartışma meselesi haline sokup, biteviye anlaşmazlıklar sonucunda, uzayıp giden dolambaçların bizi yolun başında oyalamasına izin vermeyeceğiz. Tartacağız kalbimizde, gönlümüzde, bakacağız yoksa kimseye zararı, aşk, azim, muhabbet, amel ve ibadet arzusu veriyorsa, sarılacağız, bir hak kelamı olarak.Takdir edersiniz ki, Allah’a inanan cennete gider dediğinizde, size itiraz edeceklerin miktarı oldukça fazla olacaktır. Yine konu olan cümlemize bakıp da, aynı his ve düşüncelerle itiraz edenler olabilir. Hayır, efendim Hıristiyanlar da Allah’a inanıyorlar. Onlar cennete girmeyecekler. Beraberinde Hz. Muhammed (S.A.V.) efendimize de inanmaları gerekmektedir. Asıl olan, bu hadisi şerifte geçen “Allah’a inanmak” deyimini anlamaktır. Malum cennete girmenin şartı imandır. İmanın şartı ise bize Amentüde açıklanmıştır. Allah’a inanırız, meleklere inanırız, her ne kadar peygamber efendilerimiz gelip geçmişse hepsine de inanır iman ederiz, bütün kitap ve suhuflarına inanırız, kadere yani hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine[iv] inanırız, başka bir deyişle Allah’a sükûnetle inanırız, öldükten sonra dirileceğimize inanırız. Öyleyse “Allah’a inanmak” cümlesinin aslını da Amentü oluşturuyordur. Yani Allah’a inanacaksınız ve artık işinize gelse de, gelmese de onun hak ve gerçek olduğuna, yanılmaz eksiksiz tek hâkim olduğuna inanacaksınız. Bizim inancımızın bidayeti de Amentü billâhtır, nihayeti de Amentü billâhtır. Yani başlangıçta Amentüye inandığımızı söyleriz, kalbimizle de tasdikleriz. Sonun da ise şeksiz ve şüphesiz, hakkel...

Devamını Oku

Sağlam Bir Ülkenin Onurlu İnsanları

Amacım ayağı sağlam yere basan bir ülkede onurlu gururlu kendine güvenen güçlü insanlar olarak ahenk içinde yaşayan bir toplumun parçası olabilmek.Ben kimim? Kim olmalıyım? Neden bu ülkede yaşıyorum? Nasıl bir ülke hayal etmeliyim? Bu ülkeyi ben seçmedim ama istediğim gibi olabilir mi? Ülkemin istenilen düzeye gelebilmesi için ben neler yapabilirim? Beni yönetenleri nasıl seçmeliyim? Nasıl ben onları seçtikten sonrada benim istediğim gibi çalışmalarını sağlarım? İçinde yaşadığım toplum neden bir araya gelmiştir? Bu toplumu bir arada tutan dinamikler tesadüf müdür? Eğer tesadüf değilse, bu dinamikler değişmekte midir? Değişiyorlarsa, bu değişim gelişim midir? Erozyon mudur? Değişmiyorlarsa, değişmeli midir? Ne kadar? Nereye doğru? Benim şahsi isteklerim nelerdir? Benim şahsi isteklerimin topluma faydası var mıdır? Bütün isteklerimin topluma faydalı olması başka bir deyişle benim isteklerimin toplumun istekleri olması mümkün müdür? Ben bütün soruların cevaplarının en son soruda düğümlendiğine inanıyorum. “ Bütün isteklerimin topluma faydalı olması başka bir deyişle benim isteklerimin toplumun istekleri olması mümkün müdür? “ İşte can alıcı sorunun bu olduğunu düşünüyorum. Okuyup yazdıkça gelişen bir üst benim var. Muhteşem hazinelerle dolu bir alt, gizli benim var. Üst benimi çalıştırdıkça geliştirebilirim. Alt benim de ise tarihin en başından beri bütün atalarımın yaşadığı tecrübeleri biriktiren çok büyük bir bilgisayar var. Bunları hatırlayıp kullanabilir miyim? Ülkemizin sorunları diz boyu, her gün terörizm yüzünden fidanlarımız kırılıyor. Trafik canavarı en azgın şekilde beslenmeye ve büyümeye devam ediyor. İşsizlik, enflasyon, yoksulluk ve sıralayamayacağımız kadar problem sahibiyiz. Peki,...

Devamını Oku

Nuh'un Gemisi Çürümez

Hz. Nuh’un söz dinlemez kavmine gönderilen ceza ve ebedi bir kahroluşun başlangıcı olarak nitelendirilen Hz. Nuh’un adı ile anıla gelen tufan neredeyse tüm kültürlerde farklı anlatım tarzları ile mevcuttur. Bu olay sadece Kuran-ı Kerim ve Tevrat’ın Tekvin bölümünde değil başka kadim yazımlarda da karşımıza çıkar. Mısır hiyeroglif yazılarında, Sümer çivi yazılarında ve daha birçok kayıtlarda rastlarsınız. Bunlardan kutsal kitaplar dışında olanlar ise ekseri arkeoloji biliminin bize birer hediyesidir.Tabi bu olayın küresel mi yoksa yöresel mi? olduğunu araştıran çalışmalar da yapılmaktadır. Tahmini bir zaman biçildikten sonra, o kadar zamanın ardından toprağın ne kadar derinliklerin de kalması gerektiği hesaplanarak yapılan çalışmalarda sel izleri aranmaktadır. Böyle bir çalışmada ise Mezopotamya bölgesinde ki devasa bir alanda sel izine rastlandığı kimi araştırmacı çevrelerce açıklanmıştır. Yani ne kadar devasa olsa da küresel olmadığı yönünde yaklaşımlar. Sanki bu haliyle de Kuran-ı Kerime daha uygun gibi gözükmektedir. Malum Rabbimiz, ikaz edilmeyen toplumlara ceza vermeyeceğini söylüyor. Ayrıca İslam inancına göre gemiye alınan hayvanların var olmasına karşın, Tevrat’ın Tekvin bölümünde geçtiği gibi yeryüzünde ki trilyon türden birer çiftin nesillerinin tükenmemesi adına gemiye alınmasına ihtiyaç da kalmaz. Gemide ve daha sonra işinize yarayabilecek türlerden ve bazı özel türleri de muhafaza altına almak adına yanınıza almanız yeterli olacaktır. Ayrıca eski metinlerde de geçmesi, Kuran-ı Kerimin Habercisi olan güzel peygamberimizin de doğrulayıcısı olmaktadır. Bu günün imkânları ile bin bir türlü zorluklarla dolu ve yüksek maliyetli çalışmalarla ele geçen arkeolojik hazinelerin çözülmesi içinse...

Devamını Oku

Evrim

Acaba bütün canlılar başlangıçta çamurdan bataklık haline gelmiş bir su birikintisi içinde var olan küçücük bir hücreden mi türediler, çıktılar ve sonra taşınacakları yere göre gelişme göstererek değişime uğradılar? Eğer böyle bir şey varsa, bu olayın gelişim çizelgesin de milyonlarca yıl içerisinde maymun olmayı başarabilen bir amip bizim zaman akışındaki en yakın akrabalarımızdan mıdır? Yani çarşıda kısaca söylendiği gibi maymundan mı geldik?Çağlar ötesi zamanlarda ne olduğumu pek önemsemiyorum. Acaba beşer görünümlü şu bedenimin arkasın da insan olabildim mi? Ahrete insan sıfatında ulaşabilecek miyim? Bu sorular beni daha çok ilgilendiriyor. Döner çarkı felek asla yorulmaz Sanın sununa akıllar ermez ( Allahın işine akıllar ermez )                                                               Salih baba Kurulu ve kusursuz bir sistem bizim irademiz dışında yorulmadan biteviye işlemektedir. Yaradan bir tarzda yaratmıştır. Elini tutan mı var? İster semada yaratır bir sepetle indirir. İster bir çekirdek de gizleyip tomurcuklar açtırır. Konu ile ilgili âlimler insanın var oluşunu sürekli ve çeşitli yollarla incelemeye devam etmektedirler. Kimileri dini öğretilerinin ışığında bu araştırmaları yaparken, kimileri de hiçbir yazılı metnin tesiri altında kalmamak için sadece çevresini inceleyerek bir sonuç bulma çabasındalar. Bana göre de Allah evrim teorisinde ki gelişime paralellik gösteren bir tarzla yaratmaya kadirdir. Benim anlayamadığım konu ise neden insanlar hayali bir evrimin var oluşunu Ateizmin ispatı olarak görmektedirler. Dini görüşlerde olanların da buradan gaza gelerek hayır evrim teorisi yanlıştır çünkü Allah vardır demeleri. Bu inanan kesim eğer bir gün belli bir oranda...

Devamını Oku

Hafız ve Yusuf Suresi

Ne kadar değerli insanlar bu hafızlar eğer ilmi ile amil olmuşlar ise. Çamlıkent mahallesinde oturuyorum. Çamlıkent camisine atanan imamda hafız. Yani Kuran-ı Kerimin 6666 ayeti kerimesini kitaba bakmadan tersinden, yüzünden, bıraktığınız yerden okuyabiliyor. Kendisinden Kuranı daha güzel okumak için ders aldım. Anlamını bilmediğim halde bir yerde çok duygulanmıştım. Hemen okuduğum yerin mealini söyledi. Burada duygulanmanız çok ilginç dedi, sanki manasını biliyor gibisiniz. Ben tereddüt etmeden belki de bunun çok alakasız gibi görünen sayfalarda da olabileceğini, çünkü dış görüntüden başka manaları da olabileceğini söyledim. Bana göre insanın ruhu, kalbi, alt beyni, alt beni onları anlıyor bazen de üst beni, üst beyni ile irtibat kuruyor dedim. Nitekim Kuran-ı Kerimi dinlerken üst beyinleri ile hiçbir şey anlamadıkları halde duygulanan ve ağlayan insanlar pek çoktur. O esnada medeni haklar okunuyor olsa bile. İlginç belki de öyledir dedi. Hafız Mustafa her sabah namazından sonra tekrar, tekrar ezberini unutmamak için çalışmaya başlar. Ne kadar çalışır bilmiyorum. Mütevazı bir şekilde de yeri geldiğin de ben sadece ezberledim, fazla bir ilmim yok ama cemaatin ihtiyaçlarını karşılamak için okumaya çalışıyorum der. Hafızlara ahrette şefaat yetkisi verileceğini bazı hadisi şeriflerde rastladım. Aslını hadis âlimleri biliyorlardır. Ahrette bir aftan faydalanayım da kim olsa güzel olur. Daha iyileri de olmakla beraber, bütün hafızlar böyle midir? Ezber takıntılara takılanlar var mıdır? Sanırım maalesef çok. İşte bir örnek: Bir arkadaşım Yusuf suresini okumuş ve aklına bazı farklı manaları olabilir mi? Diye sorular gelmiş....

Devamını Oku

Tek Başına Hawking'in Muhteşem Zekası!…

Bugün bilim adamları, kâinatın yaradılışı zannettikleri bigbengin ya da Türkçeleşmiş ismiyle Büyük patlamanın on üç milyar yedi yüz milyon sene önce olduğunu beyan ediyorlar. Takdir sizin! Nusret Sabiti (Sayın Nusret Kaya) EN BÜYÜK UZUNLUK[i] 18 Eylül 2009 Hesaplar:En küçük uzunluk (mikro) Planck uzunluğu = 1.616x10E-33cmIşık hızı yaklaşık 1 milyar km (1080000000km/saniye)Big Bang yaklaşık 15 milyar yıl önceBu quantumcuların genelde inandıkları rakamlara göre: Bir ışık yılını hesaplayalım:  1 x 24 x 365 = 8.76 Trilyon kmBir ışık yılı 8.76 x 10E+16 cm olur. Pek çok quantumcunun inandığı gibi Mikro ve Makro yani en küçük ve en büyük arasında bir bağlantı varsa. Mikro-Planck uzunluğu = 1.616x10E-33 cm ise Makro uzunluk = 1.616x10E+33 cm olmalıdır. Bu durumda yukarıdaki hesaba 33-16 = 17   “0” daha ilave edilmelidir.Yani 100 katrilyon ışık yılı = 8.76x10E+33 cm yapar. 100 de    8.76 iseX  de    1.616 olur hesabıyla X= 1.616/8.76 = 18.4 çıkar. Bu durumda 18.4 katrilyon ışık yılı = 1.616x10E+33 olacaktır.Eğer böyleyse Big Bang zamanının 18.4/2 katrilyon ışık yılı önce olduğunu kabul edebiliriz.Ve evrenin çapının da 1.616x10E+33 cm olduğunu düşünmek mümkündür.Hiçbir şey ışıktan hızlı gidemeyeceğine göre: Evrenin sınırlı olması kaçınılmazdır.Sadece tohumlanma zamanı ve tohumlayan önem kazanır.Bu durumda ilk doğuş 9.2 katrilyon ışık yılı önce olmalıdır.Bu hesaplar hiçbir hesaba bağlı olmadan ortaya atılan 15 milyar yıl gibi görece çok az bir zamandan doğru olabilir.Eğer doğruluğu tartışmalarda ağırlık kazanırsa lütfen bu en büyük uzunluğa 1.616x10E+33 cm’ye “Nusret” sabiti deyiniz....

Devamını Oku

Reenkarnasyon

Geçmişte tekrar tekrar yaşadığımız hissine ve bunun sonucu gelecekte de neden olmasın fikriyle yaşamak; Yazar sayın Seviç İnal’ın Yenimakale’de yayınlanan yazısının etkisi ile kaleme alınmıştır. Kendilerine saygı ve teşekkürler ederek başlamak istiyorum. Sayın Nusret Kaya alt beyin ile ilgili çalışmalarında atalarımızın bütün yaşam tecrübelerinin insanın korteksin dışında kalan ve beynin henüz hâkim olamadığımız kısmında, nesilden nesile geçerek kendimiz yaşamış gibi kayıtlı olduğunu 88 nobel ödüllü çalışmalarıda kaynak göstererek bize ifade ediyor.Atalarımızın yaşadığı ve fakat şuuraltı hafızalarımızda kayıtlı olan tecrübelerin zaman zaman çeşitli nedenlerle açığa çıkmasının mümkün olduğunu, hatta çıktığını aktardığı bazı olaylardan anlıyoruz. Tabi geçmişte yaşanmış fakat bizim şahit olmadığımız bu olaylara yaşamış gibi sahip olmak en çok reklamı yapılan reenkarnasyonu hatırlara taşımaktadır. Yukarıda yazdıklarım, tecrübelerin RNA lar vasıtasıyla aktarılması olarak Nobel ödülü almaya hak kazanmış bir çalışmadır. Bu çalımalarda, bir RNA vasıtası ile yirmi milyon bilgi çipine eşit bilginin aktarıldığı ispat edilmiş. Bu durumda reenkarnasyondan daha ciddi bir yer oluşturmaktadır. Ayrıca islam açısından bakacak olursak; İslamın bininci yılının müceddidi diye anılan ve bütün islam aleminin referans olarak kabul ettiği İmam-ı Rabbani K.S. reenkarnasyonun olmadığını fakat özel bazı durumlarda yaşayan bazı insanların çeşitli nedenlerle yeni ölmüş bedenlere geçmeyi başardıklarını mektubatta yazmaktadır. Dünya üzerinde yaşanılanlar ve yaşanamayanlar dengesine gelince eğer hoş görürseniz bir yazımdan alıntı yapmak istiyorum; …“Çevrenizdeki olaylara şöyle bir baktığınızda, eşitsizlik yok mu? Eğer bir eşitsizlik varsa, bu adaletin de şüphe vardır, anlamına gelmez mi?”  sorusunu yetişkin ve...

Devamını Oku

Ezbere İslam

Dinimizin İslam dini olduğu bana aşılandığından beri sanırım herkes deki gibi çok özel bir yeri olmuştur, kalbimde, gönlümde. Sürekli ilgimi çekmiş ve her yeni duyduğum şeyinde İslam’a uygun olup olmadığını tartmışımdır kendimce. Fakat zamanla gelişen İslami duygu ve düşüncelerimin paralelinde yerli yersiz okuduklarım, duyduklarımla beraber bilgi birikimim de tuhaf bir gelişim göstermiştir. Tabi ki tuhaflığın aslını güzel dinim değil, tuhaf bir bilgilendirme tarzı ya da gelişi güzel bombardımanlar oluşturmuştur. Bu gelişi güzel bombardımanlar asla bilinçli bir taraf, şahıs ya da gurubun özel çabası değildir.Bu sadece benim her davranışın altında belki doğru belki yanlış bir refleksle dini kıyaslamalar arayışına giren düşüncelerimden kaynaklanmaktadır, diye düşünüyorum. Eğer öyleyse üzerimde yer alan tuhaflık, beni değil bizleri şekillendirmeye çalışan özel bir taraf olduğu için değil, olmadığı için türeyen bin bir çeşit olgunun tuhaflığıdır. Tuhaflık diye isimlendirdiğim bu olgular sadece bende değil aslında fark etsin etmesin neredeyse herkes de vardır. Çünkü hayatın akışında zaman, zaman dini sohbetlere girdiğinizde insanların büyük bir kısmının çok özel bir konuya girdiklerini ses tonlarına kadar her şeyden anlayabilirsiniz. Oysa aynı insanın yaşarken sergiledikleri hiç de konuştuğunuz zamandaki gibi değildir. Sanki düşündükleri ile yaşadıkları arasına bir perde var gibidir. İncelenmeye değer bir perde. Geri kalan insanların büyük bir kısmı da ses tonlarında bile olayı hafife alan nağmelerle konuyu kapatarak, bir türlü akıl erdiremedikleri bu ürkütücü meseleden kaçarlar. Kimse kötü olmak niyetinde değildir. Kötüler zaten kötüdür. Kaçış kendini nereye götüreceği meçhul olan...

Devamını Oku

Kimliğimi Arıyorum

Anadolu üniversitesini bitirip bir derece almak, emekli olurken de birinci dereceye inmek istiyordum. Mesleğime ne faydası olacaksa ki ben bir askerdim ille de yüksek okul okumalıydım. O zamanlar düşünüyordum bana harita okuma, yön tayin etme, mesafe tahmin usulleri, ortak temel konular gibi askerlik mesleğini ve branşım olan konuları tekâmül edebileceğim bir eğitim verseler ya.Yok, ille de işletme, maliye vs. gibi konularda eğitim veren Anadolu üniversitesini bitirmeliydim. Sanki emekli olduktan sonra çocuklarımı okutma sıkıntısının önüne geçebilecekmiş gibi. Gerçi sicilim çok iyi olursa benim birinci dereceye düşebileceğimi söylüyorlardı ama söz verilip de orta da kalan benden önceki kıdemlileri gördükçe daha bir korkuyla asılmaya başladım şu elimdeki Anadolu Üniversitesi ders kitaplarına. Okudukça da konular aklımda fırtınaların esmesine neden oluyor her bir ders ve konuya merakla sarılıyordum. Artık “Yatakta bile asker” değildim çok üzgünüm ama bana bazen kıtada yirmi dört saat askerlikten başka bir şey düşünmeyeceksin diyen komuta heyetine de aykırı davranmaya başlamıştım. Üniversiteli olduğum için değil askerlik dışı konular düşündüğüm için. Hatta sen niçin okumuyorsun denildiğinde “ben vatan haini değilim” diyen ahmaklar bile vardı. Okumaya ayıracağı zamanı vatan hizmetine ayırdığını iddia edenler. Yani yirmi dört saatini askerliğe ayırmanın bu şekilde olacağını düşünenler. Gerçi onlar genellikle iyi bir sicille birinci dereceye düşmeyi başardılar. Böyle bir cevap hangi sicil amirini etkilemezdi ki? Atatürk ilke ve inkılâpları da ilgide başı çeken konulardandı. Sanki dünyaya geleli beri ilk defa düzenli bir okul eğitimi alıyor gibiydim. Bundan...

Devamını Oku
  • 1
  • 2