Anadolu’dan Filistin’e Türklerle Omuz Omuza
Hans Guhr
“Anı İnceleme Yazısı“
1) Giriş
Genel hatlarıyla bakıldığında, Osmanlı tarih yazımında bir “resmi belge hegemonyası” mevhumunu saptamak gayet mümkündür. Günümüzde etkisini görece kaybetmiş olsa bile; yine de ciddiye alınması gereken bu daraltıcı yaklaşım, resmi kurumlar (yani devlet) tarafından üretilmiş olan evraka tarih çalışmaları için tek meşru belgesel olarak bakma eğilimindedir.1 Bu durumda, yalnızca resmi belgelere bağlı kalınarak yazılacak ve kurgulanacak bir geçmiş, okuyucuya yalnızca tek boyutlu şekilde aktarılmaya mahkûmdur. Sonuç itibariyle, kısıtlı ve olaylara yalnızca tek perspektiften bakan bu vesikaların kullanımı yazılacak olan tarihin salahiyeti açısından ciddi sorunlar teşkil etmektedir.
Bu minvalde bir örnek verilecek olursa, modernizasyon periyodunda Osmanlı İmparatorluğu’nda zorunlu askerlik sisteminin tarihini incelerken eğer yalnızca askere alma kanunları ve ilgili materyalleri kullanmakla yetinilirse, aslında gerçekte hiç var olmamış bir mükemmellik ve pürüzsüzlükle işlemiş bir sistem resmedilmeye başlanabilir.2 Hâlbuki bu sistemin içindeki aktörlerin anlatılarından yararlanıldığında, bu mükemmel işleyen sistemin pratikteki yüzünü çok daha sağlıklı bir şekilde görebilme imkânına kavuşmak gayet mümkündür.
Bu merhalede, anılar tarihçiliğimizde sıkça görülen resmi belge hegemonyası mevhumuna alternatif birer dengeleyici unsur oluşturmaktadırlar. Osmanlı askeri tarihi bağlamında da, günümüzde benimsenmeye başlanan Yeni Askeri Tarihçilik3 perspektifi ile birlikte, savaşın dâhilinde oluşturulan salt resmi belgelerden ziyade; savaşa bizzat katılmış ve onu tecrübe etmiş bireylerin anlatıları bu bağlamda büyük önem kazanmaya başlamıştır.
Yukarıda yapılan açıklamalar göz önüne alınarak bu makalede, Birinci Dünya Savaşı’nda Alman Askeri Misyonu tarafından Osmanlı ordusunda görev almış bir Alman subayı olan Hans Guhr’un Anadolu’dan Filistin’e- Türklerle Omuz Omuza adlı hatıratı değerlendirilecektir.
2) Dış Tenkit
2.1) Yazar Hakkında Bilgi
Kendisi Alman bir asker olan Hans Guhr, Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde 157 no’lu 4. Silezya Piyade Alayı kumandanı olarak Binbaşı rütbesiyle Batı cephesinde görev almaya başlamıştır. Kendisi için Doğu macerasının başladığı an, kimlerin gönüllü olarak Doğu Cephesi’nde savaşmak istediği doğrultusunda sorulan soruya olumlu cevap vermesiyle gerçekleşir. Kendisi bu anı kendi eserinde şöyle belirtir: “1915 yazında Batı Cephesi’nde bütün tümenlerde kimin Türk Harp sahalarında görev yapmak istediği soruldu. İçlerinde benim de bulunduğum birçok kişi başvurdu; Bin Bir Gece Masalları’nın sihrine bürünmüş, bilinmeyen uzak bir diyar ve orada kendi ordumuzda mümkün olduğundan daha fazla bir faaliyet alanı bulmak umudu hepimize çekici geliyordu…”4 Bu tarihten sonra, Allerhöchste Kabinettsorder (Yüksek Kabine Kararı) ile tümen kumandanı olarak görev yapmak üzere Osmanlı Devleti’ne tayin edilmiş ve Alman Askeri Misyonu’nun emrine verilmiştir. İstanbul’a vardıktan sonra, 24 Haziran 1916’da Liman von Sanders ve Enver Paşa’nın huzuruna çıkan Guhr, bu buluşma neticesinde zikredilen misyon tarafından Kafkasya’da savaşan birlikleri eğitmek ve denetlemek üzere 29. Türk Piyade Tümeni’ne tayin edilmiştir. 30 Ağustos- Eylül 1916 arasında Kafkas cephesinde görev yapmıştır. Bu süre zarfında görevini ifa ederken, cumhuriyet tarihinin ilerleyen süreçlerinde aktif rol oynayacak kişilerle tanışmış ve bu kişiler hakkında eserinde uzun tahlillere yer vermiştir. Yazar, Eylül 1917- Ekim 1918 arasında 1. Piyade tümeni kumandanı olarak Filistin’e gönderilmiş ve savaşın sonuna kadar da Filistin’de görev almıştır. Filistin’de bir tümen kumandanıyken von Falkenhayn, Cemal Paşa ve Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ile tanışma fırsatını yakalamıştır. 19 Ekim 1918’de, kendisinin belirttiği üzere, Liman von Sanders tarafından görevinden alınmış5 ve diğer Alman subaylarla birlikte Almanya’ya gönderilmesine karar verilmiştir. Kasım 1918 – Ocak 1919 arasında İstanbul’da kalan Guhr, son olarak 9 Şubat’ta ülkesine varabilmiştir. Savaş sonunda emekliye ayrılan yazar, daha sonra hatıratını yazma kararı almış ve 1937 yazında Breslau’da hatıratlarını kitap haline getirerek Als Türkischer Divisionkommandeur in Kleinasien und Palestina adıyla okuyucularına sunmuştur.
2.2) Eserin Seçimi
Birinci Dünya Savaşı denildiğinde, bu savaş içerisinde aktif olarak rol oynayan devletlerden biri olan Osmanlı Devleti hemen akıllara gelecektir. Yıkım dolu savaşlar silsilesinden çıkmasına rağmen (Trablusgarp ve Balkan Savaşları); ordusunu son sürat modernize etmeye çalışan Osmanlı Devleti’nin karar alıcı ricali, Osmanlı ordusunu Avrupalı muadillerine denk hale getirmek için çeşitli büyük devletlerin yardımıyla oluşturulan askeri komisyonlar kurma yoluna gitmiştir*. Savaş yaklaştıkça İngiliz ve Fransız desteğini alamayan Osmanlı Devleti, sonunda Almanların ittifak teklifine sırt çevirmemişler ve bu süre zarfında askeri ıslah heyetlerinin yürütülmesinden mesul olan devletlerin önemi Osmanlı reel-politiğine göre yeniden şekillenmiştir. Bu surette, Alman Askeri Heyeti ve başında bulunan Liman von Sanders Osmanlı Devleti ile Almanya arasında ileride kurulacak askeri ittifakın sağlayıcıları konumuna yükselmişlerdir. Gerek savaştan önce ve gerekse savaş içerisinde Alman Askeri Heyeti, Türk ordusunun yeniden organize edilmesi ve muharip bir güç haline gelmesi babında önemli bir nüfuz elde etmiştir. Öyle ki, Liman von Sanders 1. Ordu Kumandanı olarak atanmış ve emrindeki birçok Alman subayı Osmanlı ordusunun çeşitli karar mercilerinde görev almaya başlamıştır. Yine de, bu nüfuzu çok abartmamak gerekir; çünkü Osmanlı Devleti Almanya yanında savaşa dâhil olana dek askeri heyetinin subay muhtevası 100’ü bulmuyordu. Buna rağmen, Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesiyle birlikte 1000’den fazla Alman subayı Osmanlı ordusunun çeşitli kademelerinde görevlendirilmiş ve bahsedilen Alman nüfuzunda hissedilir bir artış meydana gelmiştir. Tam da bu esnada, hatıratını değerlendirdiğimiz kişi olan Hans Guhr, Alman Askeri Heyeti tarafından Osmanlı ordusunda görevlendirilen binlerce Alman subayından birisidir. Kendisinin yazmış olduğu hatırat bizlere çok farklı ve değerli bakış açıları sağlayacaktır. İlk olarak, kendisi bir Alman olduğu ve yabancı bir orduda görev aldığı için, Türk ordusuyla yaşadığı tecrübeleri görmek çok önemlidir. Çünkü kendisi yalnızca sıradan bir asker değil, Osmanlı ordusunda görevlendirilmiş bir eğitim subayıdır. Bu merhalede, kendisi bizlere yığınlarca yazılmış ve salt taktik üzerine olan sıkıcı askeri belgelerden ziyade, Türk ordusunun cephe gerisindeki faaliyetlerini, askerlerin savaş hakkındaki görüşleri, ordunun iaşesi, terkibi ve genel morali üzerine son derece önemli bilgiler arz etmektedir. İkinci bir husus ise, yazarın eserinde sürekli belirttiği gibi, Türk-Alman ittifakında karar alıcı mercilerin yaşadıkları sürtüşmeler, Alman-Türk subaylar arasındaki genel fikir ayrılıkları ve bir subayın gözünden Türk-Alman ittifakının nasıl değerlendirildiği sorunsalının değerlendirilmesi nazar-ı dikkate alınmalıdır. Sonuç olarak, bu eserin incelenmesi Osmanlı-Alman
ittifakının bütün yönlerine ışık tutmasa da, bir subayın gözünden bizlere üst kademede görülen resmin çok daha farklı bir tezahürünü sunacaktır.
2.3) Kitabın Yapısal Özellikleri
Büyük savaştan sonra ülkesine dönen Guhr, bir süre sonra emekliye ayrılmıştır. Bu süre zarfında hatıratını yazmaya başlayan yazar, Breslau’da 1937 yılında anılarını yazmayı tamamlamıştır. Yazar kitabının ön sözünde belirttiği üzere yalnızca hafızasına tabii kalarak hatıratlarını yazmamıştır; Osmanlı Harbiye Nezareti’nden almış olduğu resmi belgeler ve krokilerle 1916-1919 yılları arasındaki günlüklerinin de kendisine yardım ettiğini belirtmiştir. Ayrıca yazar, kitabının önsözünde de belirttiği gibi, yaşadığı anda yapmış olduğu sert tenkitleri ve kendisine göre gereksiz ve ayrıntı olarak atfettiği yerleri kitabından kaldırmıştır. Kitabı, 1937 yılında orijinal adı Als Türkischer Divisionkommandeur in Kleinasien und Palestina olarak Almanya’da yayınlanmıştır. Kitabın şu an elimizde olan hali tercüme edilmiş halidir ve Eşref Özbilen tarafından Türkçe ’ye kazandırılmıştır. Bu çeviri kitap, ilk defa 2007 yılında Türkiye İş Bankası Yayınları tarafından basılmış olup toplam 270 sayfadır. Genel hatlarıyla bakıldığında, yazarın üslubunun korunduğu görülmektedir; dönemin özel isimleri ve kavramları metin içinde aynı surette verilmiş ve gerektiğinde açıklamalar için notlar eklenmiştir. Kitabın değindiği konular, gerek olaylar zinciriyle ve gerekse muhtevasıyla ilişkili olsun dönemin kronolojisine uymaktadır; bu surette denilebilir ki kitap orijinaldir. Kitap, resimler ve krokilerle desteklenmiş olup açık ve anlaşılır bir içindekiler bölümü ile dizin kısmına sahiptir. Elimizdeki hali, kitabın ilk Türkçe baskısıdır.
3) Kitabın Genel Özeti
Yazar, kitabına önsöz ekledikten sonra yaşadığı olayları iki ana başlık içerisinde okuyucularına sunar: Anadolu Günleri ve Filistin Günleri. Kendisi, anılarına Osmanlı Devleti’ne tayin olduğu tarihle başlamaktadır (Mayıs-Ağustos 1916). İstanbul’a geçtikten sonra Alman ve Türk askeri mercileriyle görüşür ve Doğu Anadolu’da bulunan 29. Piyade tümeninin komutasının kendisine verildiği öğrenir. Yazar, Doğu Anadolu’da yaşadığı olayları anlatmadan önce 1914-1916 yılları arasında Doğu Anadolu’da Ruslar ile Türkler arasındaki çarpışmaları özetler. Yol boyunca, Doğu Anadolu’nun coğrafyası ve halkı hakkında uzunca betimlemeler yapar. 30 Ağustos’ta tümeninin komutasını devralır. Cephe hattında hem kendi tümeni hem de mevzilerde bulunan diğer birlikler hakkında önemli değerlendirmeler yapar. Bu değerlendirmeler arasında birliklerin mevzilerdeki durumu, ordunun iaşesi ve genel teçhizat hakkında bilgiler mevcuttur. Yazar hatıratında yalnızca cephe hakkında değerlendirmeleri dışında bölgedeki yerel halk ile Türk ordusu hakkındaki ilişkileri de betimler. Bir süre sonra komutası altında bulunan 29. Piyade Tümeni’nin lağvedildiğini öğrenir ve 1. Piyade Tümeni’ne atanarak 1916 kışı öncesi Ruslara karşı düzenlenecek olan taarruz harekâtı için devşirilen birliklerin içerisinde komuta şansı elde eder. Yazar, 1. Piyade Tümeni kumandanı iken Ruslara karşı başarılı muharebeler yapar ve Rusları cephe gerisine atmaya muvaffak olur. Tüm bunlardan bahsederken, düşmanın ihtilal dolayısıyla çekildiğini düşünmeye başlar. Fakat sonradan anlar ki kış dolayısıyla Rusların kışlık karargâhlarına çekildiklerini ve Türk birliklerinin düşmanı takip etmemesi gerektiğini; aksi takdirde zaten zayıf iaşe alan Türk ordusunun ana karargâhtan uzaklaşmasıyla birlikte kışın büyük felaketler yaşayabileceğini düşünür ve bunu üst rütbelilere söyler. Buna rağmen, düşünceleri dikkate alınmaz ve kış Türk ordusu için bir felaket olur. Kendisinin de belirttiği üzere, yalnızca kendi birlikleri dikkate alındığında birliklerdeki asker mevcudiyetinin yarısı soğuğa ve hastalıklara kurban gider.
Yazar kış harekâtı boyunca Kürt milislerin Türk ordusuna yardımlarından ve özellikle Şeyh Sait’in bu konudaki öneminden bahseder. Bunun yanı sıra kitabında, ordudaki firarlar ve hastalıklar hakkında geniş bilgi verir. Temmuz-Eylül aylarında sıla iznine çıkar. Geldiğinde Doğu’daki birliklerin Filistin’e sevk edildiğini öğrenir ve böylece kitabının ikinci kısmı olan “Filistin Günleri” başlar. Guhr, birlikleriyle Eylül-Aralık ayları arasında geri hatta bulunmaktadır. Geri hatta bulunduğu zaman zarfında ordunun terkibi, iaşesi, hastalıklar ve muharebe kabiliyetleri hakkında değerlendirmelerde bulunur. Filistin cephesinde durum kritik olmaya başladığında Cemal Paşa görevi bırakır ve Filistin’deki bütün ordu yeniden düzenlenerek Yıldırım Orduları’nın komutası altına girer. Yazar bu ordunun kurulmasından çok memnun olduğunu belirtir, çünkü komuta kademesinde genel olarak Almanlar bulunmaktadır. Yazarın başında bulunduğu birlikler de bu müşterek Alman-Türk ordunun emrine verilir. Ordunun başında Falkenhayn bulunmaktadır. Guhr, Filistin cephesinde yazdığı olayların büyük bir kısmını Türk-Alman uyuşmazlığı, zayıf iaşe ve Arap olaylarına ayırmaktadır. Savaşın ilerleyen kısımlarında Falkenhayn Filistin’deki Yıldırım Orduları Genel Kumandanı rütbesini bırakır ve yerine Liman von Sanders geçer. 1918 yılı boyunca İngiliz-Türk mevzi savaşları, Arap İsyanına değinen yazar, Türk-Alman ordusunun zaman içerisinde muharebe gücünün çöktüğüne dair atıflarda bulunur. Megiddo Muharebesi (Eylül- Ekim 1918) ile birlikte sürekli geri çekildiklerini belirten Guhr, Ekim ayının sonlarına doğru birliğinden kalan çok az kişiyle birlikte Halep’e varmayı başarır. Tam bu esnada Liman von Sanders tarafından görevden alındığını ve diğer Alman subaylarla birlikte İstanbul’a dönmesinin emredildiğini öğrenir. Kitabının sonlarında ise, tümenden ayrıldıktan sonra İstanbul’a varışını ve oradan vatanına dönüşünden bahseder.
Makalenin başında bulunan “eserin seçimi’ kısmında da olduğu gibi Hans Guhr’un anıları, 1. Dünya Savaşı’nda bir Alman subayının gözünden Osmanlı Devleti’nin durumunun serencamı olarak özetlenebilir. Genel özetten ziyade, kitabın içinde geçen muhtelif konulardan bazıları nazar-ı dikkate alınmalıdır. O yüzden, aşağıda yapılacak olan daha derin analizlerde başlıca üç önemli konuya yer verilecektir. Bunlar: Türk ordusunun lojistik durumu (iaşe, teçhizat ve hastalıklar), ordunun terkibi ve firarlar (askere alınan unsurlar; Türkler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar ve Araplar) ve Alman-Türk ittifakının değerlendirilmesi (fikir ayrılıkları ve uyuşmazlıklar). Bu konuların seçilmesi sorunsalı önemlidir; çünkü savaşı büyük bir resim olarak ele alırsak, yukarıda sıralanan konular bu savaşın çok farklı ve daha önceki askeri tarih çalışmalarında sıkça değinilmemiş olan ayrıntılarını oluşturmaktadır.
4) Anıdaki Önemli Konular
4.1) Türk Ordusunun Lojistik ve Sağlık Durumu
4.1.1) İaşe ve Teçhizat
Anının geneline bakıldığında, yazarın Türk ordusunun iaşe ve teçhizatı hakkında yorumları bulunmaktadır. Bu kendisi için önemli bir mevzudur çünkü Alman Askeri Misyonu tarafından görevlendirildiğinde ek görevlerinden birisi de ordunun genel eğitimi, teçhizatı ve iaşesiyle ilgilenmektir. Doğu Anadolu’da geçirdiği zaman boyunca yolların çok
kötü durumda olduğunu belirten yazar, iaşe katarlarının cephe hattına getirilmesinin çok zor olduğundan bahsetmektedir. Özellikle kış ayının gelmesiyle birlikte, zaten dar olan ve ‘yol’ olarak adlandırılan patikaların karla kaplı olduğunu ve bunun akabinde birliklere yiyecek yetiştirmenin mümkün olmadığına değinmektedir. Bu surette askerler büyük bir açlık ve sefalet çekmektedir. Öyle ki, yazarın 10 Ocak 1916 yılında Murat mevzilerinde askerleri tasviri durumun vahametini ortaya koyacak cinstendir: “…yolda korkunç bir manzara arz eden birçok yürüyüş kolunun yanından geçtik. Ayakları, kulakları ve elleri donmuş olan ve iskeleti çıkacak ölçüde zayıflamış bulunan insanlar takatlerinin son gücüyle sürünürcesine ilerliyorlardı. Birçoğu bir daha kalkmamak üzere yığılıp kalıyordu… Birçok kere yol üstünde eşek ve at dışkılarının başına çöken ve azap verici açlıklarını dindirmek için sindirilmemiş tahıl tanelerini ayıklayıp kavuran askerler gördük.”6 Buna benzer bir şekilde, Liman von Sanders de anılarında Kafkas Cephesi’ndeki iaşe sıkıntılarına değinmiş ve birçok askerin açlık ve onları soğuktan koruyacak kışlık kaputlarının olmaması yüzünden soğuktan öldüklerini belirtmiştir.7 Her ne kadar yapılan alıntılarda Türk ordusunun genel durumunun kötü bir vaziyette olduğu gibi bir izlenim olsa da, cephenin genelinde aynı manzaralarla karşılaşılmıyordu; keza, Guhr Bingöl istikametinde yaptığı bir teftişte ordunun durumunun çok iyi olduğunu, cephe arkasında hazırlanmış onlarca seyyar hastane ve iaşe ambarlarının olduğundan bahsetmektedir.8
Kafkas Cephesi ile karşılaştırıldığında; yazar Filistin cephesindeki ordu iaşesinin daha başarılı olduğuna hükmeder. Her ne kadar bu başarının Cemal Paşa’ya ait olduğunu kabul etse de onu eleştirmekten geri durmaz. Guhr, Cemal Paşa’ya satrap lakabını vermiştir ve onu bir despot olarak tanımlar; çünkü Guhr’a göre, Cemal Paşa ülkenin bütün kaynaklarını pervasızca askerlerin iaşesi ve teçhizatı için kullanmaktaydı. Öyle ki sivil halktan birçok kişi Cemal Paşa’nın bu katı uygulamaları sonucunda ölmüştü.9 Buna rağmen, Cemal Paşa’nın anlatılarına başvurduğumuzda, kendisi bizlere çok farklı bir resim sunmaktadır. Cemal Paşa hatıratlarında Suriye ve Filistin’deki büyük şehirlerde büyük tahıl ambarları kurdurduğunu ve halkın iaşesini muntazaman sağlayabildiğini okuyucusuna aktarmıştır.10 Bu durumda kimin haklı olduğunu belirlemekten ziyade, aynı olay üzerine farklı yorumları görmek ve değerlendirmek bizler için daha sağlıklı bir tutum olmalıdır. Şimendifer hatlarının Suriye örneğinde önemli bir yere sahip olduğunu belirten Guhr, demiryollarının tek hatlı olduğunu ve şimendiferlere yakıt için çevrede odun ve kömür kaynaklarının hiç bulunmadığından yakınmaktadır. Buna rağmen, Liman Paşa’nın Suriye’de bulunduğu süre zarfında demiryolları hakkında yaptığı yorumlar Guhr ile tamamen bir tezat içerisinde görünmektedir. Liman Paşa’ya göre muharebe boyunca bazı aksaklıklar olmuş olsa da Suriye Hicaz yolu muharebe günlerinde olağanüstü bir performans sergilemiştir.11
Teçhizat açısından bakıldığında, Guhr Türk askerlerin kullandıkları silahlar ve sahip oldukları teçhizat hakkında önemli bilgiler verir. Doğu cephesinde tümenini devraldığında orduda şu silahlar kullanılmaktaydı: “Piyadelerin silahı ekserisi Alman yapımı olan 88 model* tüfeklerdi. Toplar ve ağır makinalı tüfekler Schneider- Creuzot veya Skoda yapımıydı. Çok az sayıdaki –bütün tümenlerde sadece on on beş kadar vardı- hafif makinalı tüfekler Gelibolu ganimetiydi. Sadece tek tük askerde el bombası vardı. Tüfek bombaları, alev makinaları, zehirli gaza karşı korunma teçhizatı gibi modern savaş gereçleri ile temizlik ve bakım malzemesi hiç yoktu. Bu yüzden silahlar tamamen kirlenmişti.”12 Guhr’un verdiği bilgiler, Genelkurmayın vermiş olduğu bilgilerle örtüşmektedir.13 Bunun haricinde yazar, Filistin cephesinde çarpışan Türk askerlerinin teçhizat olarak daha iyi donanımlı olduklarından bahseder; buna karşın, sürekli takviye alan üstün İngiliz kuvvetleri karşısında topçu birliklerinin varlık gösteremediklerini ve makinalı tüfeklerin cephane yönünden zayıf olduklarını belirtir.
4.1.2) Hastalıklar
Birinci Dünya Savaşı boyunca salgın hastalıklar, savaşa katılan diğer devletler için olduğu gibi Osmanlı Devleti açısından da büyük bir sorun teşkil etmiştir. Öyle ki; iaşe azlığı, eksik sağlık hizmetleri ve temizlik zaafları toplu halde barınan ordularda büyük salgınlara sebebiyet vermiş; bunun sonucunda, büyük birlikler içerisindeki askerlerin büyük çoğunluğu düşman ateşi ile değil bizzat hastalıklar sebebiyle ölmüşlerdir. Osmanlı örneğine bakıldığında, Hans Guhr anılarında kendi tümeni ile birlikte çevredeki diğer birliklerde meydana gelen hastalıklar hakkında geniş bilgi vermektedir. Filistin cephesinde yalnızca sıtma gibi hastalıklara değinen Guhr, genel dikkatini Doğu Anadolu’ya vermektedir. Öyle ki, Doğu Anadolu’da hastalıktan dolayı insan kaybı muazzam ölçüde büyüktü. Hastalıklardan bahsederken askerlerin en çok lekelihumma*, yılancık** sebebiyle öldüklerini belirten Guhr, 1917 kışı boyunca birliklerinde hastalıklardan ölen askerlerin toplam sayısını da bizlere vermektedir. 1 Ekim 1916’da 1. Tümenin mevcudu 6.575 askerden oluşmaktadır. Buna karşılık, tümenin mevcudu Şubat 1917 yılında 3.548’e düşmüştür. Firarlar ve soğuktan kaynaklanan ölümler dışında, Hans Guhr’a göre hastalık dolayısıyla hastaneye kaldırılan askerlerin çok azı geriye dönmekteydi.14 Öyle ki, hastalıklar tümenin yüzde kırklık bir bölümünü süpürmüştü. Yazar, aynı durumun diğer tümenlerde de geçerli olduğunu söylemiştir.***
4.2) Ordu Terkibi ve Firar
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunun insan terkibine bakıldığında yaşları 16- 50 arasında değişen, meşrutiyetle kabul edildiği şekliyle devletin bütün tebaalarının asker olarak kabul edilmesi durumu mevcuttu. Guhr’un belirttiği üzere, birliklerine takviye olarak gelen askerler ya 14 yaşındaki çocuklardı ya da 50 yaş üstü saçları ağarmış yaşlılardı.15 Burada genç nüfusun eridiği rahatlıkla gözlemlenebilir. Gerçekten de, muharebenin ilerleyen safhalarında Osmanlı Devleti muharebelere sevk için ciddi insan kaynağı sıkıntısı çekmiş gibi görünmektedir. Öyle ki, 3 Ağustos 1917’de kırk beş adet faal Osmanlı muharip tümeninin kadrolarında 190.000 er eksik olduğu rapor edilmiş ve Yıldırım Orduları grubu yaklaşık 70.000 askerin eksik olduğunu bildirmişti.16 Ordunun etnisitesi açısından bakıldığında, Balkan Savaşları’nda yaşanan firar ve düşmanla işbirliği yapmak olsa gerek, devlet, gayrimüslim askerleri, genelde, 11 Ağustos 1914’te vilayetlere çekilen şifreli telgrafta, Harbiye Nezaretince alınan karardan söz edilerek, silahaltına alınan gayrimüslim efradın yollarda çalıştırılacağı söyleniyordu.17 Hans Guhr’un anılarına baktığımızda buna dair somut bir örnek görülmemektedir. Kendisi ordu terkibinden bahsederken birliklerin çoğunun Türk askerlerden oluştuğunu belirtmektedir. Bunun yanında, muharebenin asli unsuru Türkler olsa da, Kürt ve Arap milislerinden de yararlanıldığını belirten yazar, özellikle Kafkas Cephesi’nde Kürt süvari
milislerinin Osmanlı Ordusu içerisinde önemli keşif ve istihbarat görevlerinde bulunduklarından bahsetmektedir.18 Filistin Cephesi’nde ise Arap ve Kürt milislerin şevkle savaşmadığından ve mevzilerini terk etmelerinden yakınmaktadır. Burada olan şey aslında Türkleri yüceltmekten ziyade mevcut duruma göre bir yorum yapmakta yatmaktadır. Çünkü yazarın 1917’de bulunduğu Filistin Cephesi’nde Arap İsyanı kızışmış ve İngiliz propagandaları Araplar üzerinde tesirli olmuş olabilir. Öyle ki, üst rütbeli pek çok Türk subayı ordu içerisindeki etnisite konusundaki kaygılarını dile getirmişlerdir. General Fahri Belen, 1966 yılında yazdığı notlarda, 1917 yılında Suriye’de bulunan Arap birliklerinin ‘’İngiliz propagandası, hastalık ve bozuk moral yüzünden belli ölçüde muharebede başarısız olduklarını, Kress von Kressenstein da Arap birliklerinden kaygılı olduğunu ifade etmiştir.19 Bu merhalede, yazar da yukarıda bahsedilen durumlardan dolayı Arap askerlere karşı güvensizliğini dile getirmiştir.
Guhr, anılarında firarların büyük bir problem olduğuna dair ifadelere yer vermektedir. Öyle ki, Ekim 1916’da 6.575 kişilik tümeni yalnızca iki ay içinde 700’e yakın firari vermiştir.20 Ne var ki, kaçan askerleri geri getirmek mümkün olmaktaydı. Yazarın belirttiği üzere İzzet Paşa’nın Kurmay Başkanı Albay Kazım (Karabekir) köşe bucakta asker firarilerini arıyordu. Nitekim başarılı da olmaktaydı, Albay Kazım en az 2.000 firariyi mevzilere geri getirebilmişti.21 Buna ek olarak, Liman von Sanders’in 13 Aralık 1917’de Şark Harekât Dairesi’ne vermek üzere hazırladığı rapor ordu genelindeki firar vakalarına dair ayrıntılı bir resim sumaktadır: “Bugün Türk ordusundan 300.000’den çok daha fazla firari vardır. Bunlar düşman tarafına geçmiş kişiler değildirler, bilakis büyük çoğunluğu, yurtlarına kaçıp orada haydutluk, yağmacılık yapıp memlekette asayişi bozan firarilerdir. Her tarafta bu firariler nedeniyle takip müfrezeleri çıkarmak gerekmektedir…”22
4.3) Alman-Türk İttifakının Değerlendirilmesi
Hans Guhr’un anılarındaki Türk-Alman ittifakı değerlendirilirken şu hususlar göz önüne alınmalıdır: Birincisi, kendisi Alman Askeri Misyonu tarafından görevlendirilmiş bir subaydır ve ittifaktan bahsederken, olayları bu misyonun ona vermiş olduğu bakış açısıyla değerlendirmiştir. İkinci bir husus ise, Guhr üst ile alt rütbe arasında bir subaydır. Liman Paşa’nın farklı olarak o, Türk ve Alman Genelkurmayı dâhilindeki üst rütbeli generaller arasındaki tartışmalara çok vakıf değildir. Sonuç itibariyle, Guhr’un anılarında, diğer anılarda olduğu gibi, bir “temsiliyet” sorunu göze çarpmaktadır. Burada nazar-ı dikkat olan husus, Guhr’un değerlendirmelerinin, orta rütbeli bir subayın gözünden yapılmış çıkarsamalar olduğunun göz önünde bulundurulmasın gerekliliği şeklindedir.
Guhr, Alman-Türk ittifakını değerlendirmeye Osmanlı Devleti’nin Almanya yanında savaşa girmesine atfettiği yorumla başlar. Ona göre, Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleri’nin imparatorluğu bölüşme tehlikesinden kaçınmak için Mihver Devletleri’nin zafer kazanacağını ümit ederek Almanya’nın safına geçmişti ve bunu yapma sebepleri hiçbir şekilde dostluk değildi.23 Yazarın Türk Genelkurmayı’nda üst rütbeliler için yapmış olduğu yorumlar önemlidir. Örneğin, Enver Paşa hakkında şunları söylemektedir: “O, ‘istemek’ ile ‘yapabilmek’i karıştırıyor ve bazen yapılması mümkün olmayan şeyler vaat ediyordu. Enver Paşa başarılı bir diplomattı… Buna rağmen, başkomutan olmak için temeli ve eğitimi eksikti.”24 Cemal Paşa hakkında ise, onun vatansever bir Jön Türk olduğunu ve karşılaştığı her Alman’a çok dostça yaklaştığını; hâlbuki bunun samimi olup olmadığının anlaşılamadığını söylemektedir. Çünkü yazara göre, Cemal Paşa’nın Büyük Türklük düşüncesiyle dopdolu olduğundan bu hedefe ulaşmak için her vasıtaya sarıldığını, şimdi ise harpte Almanların yardımına muhtaç olduğundan dolayı onlara dost olarak göründüğünü aktarmaktadır.25 Buna mukabil olarak Cemal Paşa’nın anılarına başvurulduğunda görülmektedir ki Almanlar Cemal Paşa için ittifak olarak son çaredir.26 O, Savaştan önce Fransız yanlısı olmasıyla bilinmekteydi. Belki de Cemal Paşa’nın bu tutumundan daha önce haberdar olan Guhr, Cemal Paşa hakkında böyle bir yorum yapma gereğini uygun görmüştür. Bunun haricinde Guhr, Osmanlı Devleti’nde görev almış üst rütbeli generaller hakkında da yorum yapmıştır. Ona göre Falkenhayn başarılı bir generaldi ve Yıldırım Orduları Kumandanlığını başarılı bir şekilde yürütüyordu. Fakat yazar, Falkenhayn’ın Türkler tarafından sevilmediğinden bahsetmektedir. Ona göre bunun sebebi, Falkenhayn’ın Türklere karşı haşin tavrı, ilaveten de maiyetinin Türklerin kendilerini geri plana itilmiş hissetmelerine yol açan terkibiydi*. Bu sebeplerden dolayı da, generalin Cemal Paşa ile ters düştüğünü yazmaktadır.27 Falkenhayn’ın Filistin’de bulunduğu süre zarfınca Türk-Alman ilişkilerinin buz gibi olduğundan bahseden Guhr, Liman Paşa’nın cepheye gelmesiyle iki taraf arasında karşılıklı münasebetlerin yeniden canlandığından bahsetmektedir. Guhr’a göre Liman Paşa’ya karşı duyulan sevgi muhtemelen Çanakkale Zaferi dolayısıyla idi. Fakat çelişkili olarak, Guhr, kitabının başka bir yerinde Çanakkale Savaşı hakkında başka bir yorum yapmaktadır. O, Çanakkale Savaşı’nı Türkler ile Almanlar arasındaki ittifakın değer kaybetmesi olarak görür; Türklerin Çanakkale zaferinden beri kendilerine olan güvenlerinin çok arttığını belirten Guhr, Türklerin artık Almanya’yı bir kurtarıcı olarak görmediklerini dile getirir.28 Burada Guhr’un yorumuna bakıldığında, önceki yorumunda Liman Paşa’yı Çanakkale zaferinin önemli bir mimarı yaparken diğer yorumunda onun bu zafer üzerindeki etkisinden bahsetmez. Bunun haricinde, Çanakkale Savaşı sonrasında Türklerin takındığı tutumla ilgili Liman Paşa’da anılarının muhtelif yerlerinde Guhr ile örtüşen yorumlar yapmaktadır.
Guhr, üst kademedeki sürtüşmelerin yanı sıra, subay kadrosu arasındaki sürtüşmelere de değinmektedir. Birliklerinin komutasında bulunan subaylara eğitim ve taktik egzersizleri verdiğini belirten yazar, onları böylece daha etkin birer savaşçı haline getirmeye çalıştığını söyler. Hâlbuki günlük görevlerin bazı sürtüşmelere sebep olduğunu örneğin Türklerin istirahat deyince, hiçbir şey yapmayıp sadece dinlenmeyi anladıklarını belirten Guhr, kendisinin bundan daha fazla çalışmayı, silahların, giysilerin ve teçhizatın bakımına tam manasıyla nezaret etmeyi anladığını belirtmekte; subayları kendi düşüncesine getirmek için sürekli ısrar etmek zorunda kaldığından yakınmaktadır. Hal böyle olduğunda da, subaylar tarafından sevilmediğini gördüğünü ifade etmektedir.29 Ayrıca, Alman subaylarının hemen hepsinin Türkçe bilmemesinden dolayı emir ve düzenlemelerde tercüme sıkıntılarının oluştuğunu belirten yazar, bu durumun Türk askerlerin Alman subaylar hakkında farklı yorumlar ürettiklerine atıfta bulunmaktadır. Bu durumda, Türkleri daha çok tanıma gayesiyle Türk subaylarıyla her akşam yemek yiyen Guhr, onların adetlerini tanıdıkça Türk-Alman subayları arasındaki ilişkilerin daha da güzel olacağını
belirtmiştir.30 Liman Paşa da, Alman Askeri Komisyonu Başkanı olarak yaptığı değerlendirmelerde Türkçe bilmeyen, ülkeyi ve Türk ordusunu ancak yüzeysel olarak değerlendirebilen Alman subaylarının, benliklerine yabancı birçok şart altında hiçbir zaman omuzlarına bu derecede sorumluluk yüklenmemesi gerektiğini belirtmiştir. Sonradan gördüğü üzere, başarısızlıkların bazılarının sorumluluğu bu yüzden Almanların üzerine atılmıştı.31
5) Sonuç
Hans Guhr’un anıları, bir anlatısal malzeme olarak askeri tarih çalışmalarında kullanılmak üzere birçok bilgiyi ihtiva etmektedir. Yazarın anıları, Osmanlı İmparatorluğu’nda müttefiki olan Almanya tarafından gönderilmiş bir subayın gözünden Osmanlı ordusunun değerlendirilmesi babında önemli bir kaynak teşkil etmektedir. Kendisi yalnızca cephe hattındaki askeri olaylara değinmemiş, aynı zamanda çok geniş yelpazede ordunun iaşesi, hastalıklar, firarlar ve Türk-Alman ittifakının serencamı hakkında edindiği tecrübe ve bilgileri okuyucuya aktarmıştır. Önemli olan unsur şudur ki, yazarın çok farklı konulara değinmesi savaş mevhumunun genel bir resminin çizilmesi babında bizlere yardımcı olmaktadır. Ayrıca, askeri hatırat yazımında görüldüğü şekliyle, anıların çoğunun üst kademedeki askerlere ait olması bizlere savaşın resmini yalnızca üst tabakadan aktarmaktadır. Bu karşılık, Hans Guhr gibi orta rütbeli subayların yazmış oldukları anılar bize bu daraltıcı resmin yanında daha geniş bir ufuk sunmaktadır. Bu tür hatıratların yayınlanmasıyla birlikte, daha sağlıklı ve geniş bir tarih perspektifi elde etmek daha kolay olacaktır.
KAYNAKÇA
Cevat Şayin & Gültekin Yıldız (der.), Osmanlı Askeri Tarihini Araştırmak: Yeni Kaynaklar Yeni Yaklaşımlar. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2012.
Erickson, Edward J. 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu: Çanakkale, Kutü’l-Amare ve Filistin Cephesi. Çeviren: Kerim Bağrıaçık. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2009.
Guhr, Hans. Anadolu’dan Filistin’e Türklerle Omuz Omuza. Çeviren: Eşref Özbilen. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2007.
Gülsoy, Ufuk. Cizye’den Vatandaşlığa Osmanlı’nın Gayrimüslim Askerleri. İstanbul: TİMAŞ, 2010.
Özdemir, Hikmet. Salgın Hastalıklardan Ölümler. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2005.
Cemal Paşa. Hatırat (1913-1922). Düzenleyen Ahmet Zeki İzgöer. İstanbul: DÜN BUGÜN YARIN YAYINLARI, 2012.
Sanders, Liman von. Türkiye’de Beş Yıl. Çeviren: Eşref Bengi Özbilen. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2011.
T.C. Genelkurmay Başkanlığı. Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Birinci Dünya Harbi İdari Faaliyetler ve Lojistik. Cilt X. Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1985.
T.C. Genelkurmay Başkanlığı. Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi’nde Sağlık Hizmetleri. Ankara: Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Başkanlığı Yayınları, 2011.
DİPNOTLAR
1. Mehmet Beşikçi, “Askeri Tarihçiliğin Gayri Resmi Kaynakları: Asker Anıları ve Günlükleri”, C. Şayin & G. Yıldız der., Osmanlı Askeri Tarihini Araştırmak: Yeni Kaynaklar, Yeni Yaklaşımlar (İstanbul, 2012), 91.
2. Beşikçi, a.g.m., s. 91.
3. Yeni Askeri Tarihçilik: Sosyal, iktisadi ve kültürel perspektiflerle askeri perspektif arasında bir sentezi hedefleyen yaklaşım. Türkiye’de Yeni Askeri Tarihçilik üzerine yazılanlar için bakınız: C. Şayin & G. Yıldız der., Osmanlı Askeri Tarihini Araştırmak: Yeni Kaynaklar, Yeni Yaklaşımlar (İstanbul, 2012); K. Şakul, “Batı’da ve Türkiye’de Yeni Askeri Tarihçilik”, Toplumsal Tarih 198 (Haziran 2010)
4. Guhr, Hans, Anadolu’dan Filistin’e Türklerle Omuz Omuqza (İstanbul, 2007), s. 3.
5. Yazar, görevden alınma sebebini eserinde tam teşekküllü belirtmemiştir. Yalnızca, Alman Askeri Misyonu ile Türk Genelkurmayı arasındaki görüş farklılıklarından bahsetmektedir ve haliyle görevden alınma sebebini bu durum çerçevesinde değerlendirmektedir.
* Bu komisyonlar “Askeri Islah Heyetleri’’ olarak da bilinirler. İttihat ve Terakki yönetimi esnasında kurulmuşlardır. Bu komisyonlar şöyle oluşmaktaydı: Osmanlı kara ordularını ıslah etmek üzere Liman Von Sanders başkanlığında bir Alman ıslah heyeti Osmanlı Devleti’ne gönderilmişti. Donanmanın ıslahı Amiral Lumpus başkanlığındaki İngiliz heyete, jandarma birliklerinin ıslahı görevi ise Fransız General Bauman’a verilmişti.
6. Guhr, a.g.e., s. 86.
7. von Sanders, Liman, Türkiye’de Beş Yıl, (Çev. Eşref Bengi Özbilen), (İstanbul, 2011), ikinci baskı, s. 179.
8. Guhr, Anadolu’dan Filistin’e, s. 61.
9. a.g.e., s.140.
10. Cemal Paşa’nın iaşe meselesindeki yorumları için bakınız: Cemal Paşa, Hatırat (1913-1922), (haz. Ahmet Zeki İzgöer), (İstanbul, 2012), (gözden geçirilmiş ikinci baskı), s. 301-322.
11. von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, s. 287.
* Türk ordusunun kullandığı meşhur mavzer tüfekleri
12. Guhr, Anadolu’dan Filistin’e, s. 44.
13. Bkz: T.C. Genelkurmay Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Birinci Dünya Harbi İdari Faaliyetler ve Lojistik, (X. Cilt), (Ankara, 1985), s. 366-372.
* lekelihumma: lekeli tifo olarak da bilinir. Temizlik şartlarının olmayışı ve bit salgını dolayısıyla meydana gelen salgın hastalık. Doğu cephesinde 1916 yılında toplam 6641 kişi lekelihumma dolayısıyla hastaneye kaldırılmış, bunların 2060 kadarı ölmüştür. T.C. Genelkurmay Başkanlığı, Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi’nde Sağlık Hizmetleri, (Ankara,2011), s 20.
** yılancık: soğuk ve bakımsızlık dolayısıyla deride oluşan çatlaklar. Bölgedeki muharebeler süresince yılancıktan dolayı 3099 musab, 736 vefat olmuştur; bak.: a.g.e. s.37.
*** Öyle ki; Osmanlı Devleti, hastalık sebepli ölümlerin en çoğunu Kafkas Cephesinde vermiştir. 1914-1918 yılları arasında hastalıktan ölen toplam Osmanlı askeri sayısı 401. 859 dur. Bilginin kaynağı için bkz: Özdemir, Hikmet, Salgın Hastalıklardan Ölümler 1914-1918, (Ankara, 2005), s. 137.
14. Guhr, Anadolu’dan Filistin’e, s.78-95.
15. a.g.e., s. 104.
16. Erickson, 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu- Çanakkale, s. 166.
17. Gülsoy, Ufuk, Cizyeden Vatandaşlığa Osmanlı’nın Gayrimüslim Askerleri, (İstanbul 2010), s. 176.
18. Guhr, Anadolu’dan Filistin’e, s. 96.
19. Erickson, J. Edward, 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu- Çanakkale, Kutü’l-Amare ve Filistin Cephesi, (çev.: Kerim Bağrıaçık), (İstanbul, 2009), s. 168.
20. Guhr, Anadolu’dan Filistin’e, s. 78-96.
21. A.g.e., s. 167.
22. von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, s. 255-256.
23. Guhr, Anadolu’dan Filistin’e, s. 26.
24. a.g.e., s. 13.
25. a.g.e., s. 140-141.
26. Cemal Paşa, Hatırat (1913-1922), s. 157-165.
* Gerçekten de Yıldırım Orduları Grubu’nun üst komuta heyetinin yedide altısı Alman, geriye kalanları alt rütbelerde olan sayıları 60-70 arasında değişen Türk subaylardı. Bu neticede, ordu içinde ihtilaf kaçınılmazdı.
27. Guhr, Anadolu’dan Filistin’e, s. 160-161.
28. a.g.e., s. 125-126.
29. a.g.e., s. 46-47.
30. a.g.e., s. 53-54.
31. von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, s. 32.
Barış ve Savaş Dönemlerinde Osmanlı Ordu’sunda yüzlerce Alman Subayı görev yapmıştır. Hans Guhr da Savaş Döneminde Kafkas ve Filistin Cephelerinde Tümen Komutanı olarak o zor koşuları yaşamıştır. Osmanlının itilaf devletleri mütefikleri tarafından köşeye sıkıştırılarak imha etmek istedikleri Osmanlıya yardım elini, o dönemde sadece Almanya uzatmıştır. Hans Guhr’un eserinin incelenmesini yapmanız ve yorumlarınız nedeniyle size teşekür ederim.