Mainz; 28.11.2013

Memleketin yığınla meselesi hakkında çok ciddi adımlar atılmışken ülkenin gündemini sadece “dershaneler” üzerinden belirleme çabalarını bile bir yere kadar anlamak mümkündü ama son zamanlarda adına hiizmet hareketi denen bir gruba bağlı yayın organları kantarın topuzunu iyice kaçırmış durumda.

Sponsor Bağlantılar

Ülkede ki çarpık anlayış, yıllardan beri sürdürülmekte olan vurdumduymazlık, darbeciler ve darbecilerin emrindeki koalisyon hükumetleri tarafından adeta bir kangren haline döndürülmüş bulunan eğitim (belki de öğütüm demeliydim) sistemi sistemi dershaneler denen olguyu zorunlu hale getirmiş olabilir. Dershaneler bir sebep değil, sonuçtur. Dershaneler sınav sistemi değişmeden emirle kapatılmamalıdır. Bütün bu görüş ve düşünceler hakikatli bir şeklide dile getirildiğinde elbette saygın görüşlerdir. Dershanelerin hür teşebbüs tarafından ortaya konulmuş bulunan bir nevi ticari işletmeler olduğu da bir vakıadır. Elbette insanların ticari işletmelerine karşı girişilmek istenen kapatma ameliyesi konusunda tepki göstermeleri de tabii karşılanabilir. Bunların tamamına hakkaniyete riayet eden bir insan olarak “eyvallah” dememek mümkün değil. Ancal geldiğimiz noktada durumun hiç de dershanelerle sınırlı olmadığı çok açık bir şekilde ortaya çıkmış bulunuyor. Zira bana göre mesele sadece dershaneden ibaret olsaydı bu konu kamuoyuna doğru-dürüst yansımadan bir hal yoluna sokulurdu. Peki o zaman mesele ne dir?

Yine herkes kendi zaviyesinden bakarak bir değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda iki önemli durum tesbiti yapmak mümkün olacaktır:

Birincisi: Tayyib Erdoğan fıtratı gereği disiplinli va kararlı bir liderdir. Bu zamana kadar bir çok badire atlatarak, askeri vesayet, mafya-siyaset-iş çevreleri vesayeti gibi durumlardan kurtarmış son olarak da „bürokratik oligarşiye“ son verip ülke yönetimini kimse ile paylaşmak niyetinde olmadığını ortaya koymuştur. Ancak ne var ki bu defa da „Cemaat vesayeti“ ile karşılaşmış şimdi de bu vesayeti tasfiye etmek üzere harekete geçmiştir.

İkincisi: Cemaat oldum olası güçlüden yana olmayı bir tavır olarak belirlediği için bir zamandır Ak Partiyi desteklemekle beraber bu destek aslında gönüllü değildir. Bir anlamda kendi menfaatlerini tevhid etmek üzere kurulu zoraki ve kerhen bir destektir. Zira cemaat oldum olası „Milli Görüş“ geleneğinden gelmekte olan insanlara mesafelidir. Dahası cemaat başta Yahudiler ve Hristiyanlar olmak üzere her tür müslüman dışı unsurlarla iyi geçinmenin zaruretini ortaya koyan ve hatta bu konuda „diyalog“ adı altında bir „tez“ bile geliştiren ve hatta bu konularda yabancı memleketlerde adından çokça sözettiren ama nedense aynı hoşgörüyü farklı düşünen müslümanlara bir türlü gösteremeyen bir zihniyete sahiptir. Mevcut Cemaat bugüne kadar „muhterem Erbakan“ hariç her boyadan partiyi destekeleyebilmiş ve hatta, Milletin meclisinde hançeresini yırtacasına „Bu kadına haddini bildirin, burası devlete meydan okunacak yer değildir“ diye bağıran faşist kafalı bir adamı bile can-i gönülden desteklemiştir. Dolayısıyla Cemaat „omurgasızları“ yani renksiz ve kokusuzları her zaman daha fazla desteklemeye uygun bulmuştur. Tam da „Bismillah“, „Rabbim“, „Atatürk“ üçlemesiyle (teslis kokuyor) cümle kurmaya ve böylesi karma bir anlayışa sahip Sarıgül fenomeni(!) ortaya çıkmışken artık bu zoraki desteğe son vermek ve tabanı şimdiden CHP`ye oy vermek üzere hazırlamak üzere fırsat olarak değerlendirmenin zamanının geldiğini düşünerek dershaneleri „bahane“ ederek operasyona girişmiştir.

Doğrusunu söylemek gerekirse yurtdışındaki faaliyetlerini bile ümmete hizmet çabasından ziyade bir anlamda bir tür „Türk-Kültür Emperyalizmi“ olarak değerlendiren birisi olmama rağmen sırf ileride ülkemiz adına ciddi bir çaba olduğu sonucundan hareketle bu hizmetlerden her zaman övgüyle bahsetmeme ve cemaate karşı hürmet beslememe rağmen son 20 günden bu yana yapılmakta olan yayınlar bu saygıyı da sonuna kadar tüketmiş bulunuyor.

Hükumet dershaneler kapatılmayacak dönüştürülecek diyor, dinlemiyorlar.

Hükumet, okuma salonları ve etüt merkezlerine dokunulmayacak diyor, dinlemiyorlar.

Hükumet, gelin bunları „özel okul“ yapın size destek verelim diyor, dinlemiyorlar.

Hükumet, gelin size „ucuz arsa ve kredi“ tahsis edelim diyor, yine dinlemiyorlar.

Hükumet ne derse desin yine de dinlemiyorlar. Dinlememekle kalsa iyi, en galiz hakaretler, en bayağı ifadeler…

28 şubat darbecilerine hata ederlerse bir günah kazanırlar diyecek kadar hoşgörünün zirvesini reva görenler mesele „omurgalı müslümanlar“ olunca bırakın tahammül göstermeyi adeta canavarlaşıyorlar. İsrail terör devletine „diyalog“ adına muhabbet besleyenler müslümanlara „Firavun“ yahut „Nemrut“ diyecek kadar ileri gidip gaflet ve dalalete düşebiliyorlar. Bu ne garip bir anlayıştır. Bu ne „basiretsiz“, bu ne „ilkesiz“ davranmaktır böyle. Haber kanallarını bile adeta bir foseptik çukuruna çevirip müslümanların koklama duyularını zehirlemeye ne hakkınız var? 10-12 yaşındaki sabileri ekranlara çıkartıp salya-sümük ağlatmak da ne demek oluyor? Dahası gençler artık terörist olacak demekde ne demek oluyor. Siz kendinizi ne sanıyorsunuz a be kuzum? Malum iyi saatte olsunlar sizi habire haber yaptılar, sürekli hükumetin „yedek gücü“ diye lanse ettiler diye memleketi yönetme hakkının siz de olduğu vehmine mi kapıldınız. Bu kadarı da fazla artık. Devletin onca masraf edip 10 yıl eğitim verdiği çocuğu 6 ay kadar bir süre ile üstelik en son parasını alarak bak biz kazandırdık diye hem „hava atacak“, hem „reklam yapacak“, çeşitli vaatlerle ülkenin en iyi okullarından yetişmiş „cins kafa çocukları“ toplayıp bir miktar „test çözme“ pratiği verip ondan sonra kendi dershanenizin „tişörtünü“ giydirip hem para ve hem de o çocuklar üzerinden ileride „ikbal ve güç“ devşirdiğiniz yetmez miş gibi bir de ülkeyi yönetmeye kalkışacaksınız. Bu ülkenin başbakanı da günde bir kaç saat uyku ile gecesini gündüzüne katıp çalışacak ve Anadolunun en ücra köylerine kadar gidip halkın teveccühünü kazanacak ama yine de siz yöneteceksiniz. Müslümanlık demek öncelikle „haddini bilmek“ demektir. Son tahlilde bile Başbakana kendi durumunu gözden geçirmeli diyecek kadar küstahça bir tavır içine girdikten sonra bir de hiç utanmadan „hem biz eyvallah demeliyiz“ diyerek suret-i haktan gözükecek ve hem de canım ben de bu kadarını söyliyeyim işte diyecek kadar edep sınırlarını zorlayacaksınız. Niye sen bu kadarını söylemek zorundasın. Niye yani, Neden yani? Sen muhalefet lideri misin yoksa hükumet ortağı mısın? Lafa sıra geldi mi bizim bir şeyimiz yok bunların hepsi gönüllü insanların himmetidir diyeceksiniz ama mesele Tayyib Erdoğan olunca kendinize kerameti kendinden menkul bazı görevler ihdas edeceksiniz.

Olmadı beyler, olmuyor. „Sövene dilsiz gerek“ diyen bir zihniyet, darbecilerin en galiz hakaretlerine bile „teşekkür“ edip, oralarda Allah adına bir şey öğretiyorsak boynumu bir koyun gibi uzatacağım kesebilirsiniz diyen zihniyet Tayyib Erdoğana gelince „Fiaravun, Nemrut, Tiran“ gibi laflar ederek çukurları bile mahçup edecek bir alçalma yarışı
içine girebiliyor. Ben, ayıptır, günahtır desem ne değişecek ki? Bu tavır, bu zihniyet yeni değil ki. Bu oldum olası hep böyleydi. Her zaman güçlünün yanında olmayı prensip edinmiş olan hareketin asıl maksadı Erdoğansız bir Türkiye hayalinden başka bir şey değildir. „Silik, omurgasız, renksiz ve kokusuz bir başbakan“ edinip diledikleri gibi ülke yönetme hevesi bu hareketi bu zul durumlara düşürmüştür.

Halbuki bütün bu çirkin, edep dışı, itibarsızlaştırma çabaları ve saldırgan tutum ve „saman altından su yürütme“ çabaları yerine ortaya çıkıp „mertçe“ biz bundan böyle ileride başına geçirmeyi düşündüğümüz, engin hoşgörü sahibi ve „Bismillah“ „Rabbim“ „Atatürk“ teslisinin sahibi Mustafa Sarıgülü destekleyeceğiz demiş olsalardı Müslüman olduğu halde bu cemaate mensup olmayan vatandaşlarımızın en azından saygısını kaybetmiyeceklerdi. Ama bu iş artık zıvanadan çıktı. Takke düştü kel göründü. Düşmanları sevindirmeyelim diye hep susacak olursak bu güruh yine kendisinde ülkeyi istediği gibi yönetebileceği algısını canlı tutmaya yarayacak.

Ben kendi nam hesabıma ülkeyi „Tayyib Erdoğanın“ yönetmesi kararındayım. Zira ben ona ülkeyi yönetsin diye oy verdim. Eğer onlar da ülkeyi yönetmek istiyorlarsa buyursunlar meydanlara çıksınlar. Bir siyasi parti kurmak en fazla 3.000 tl ye bakar. Öyle, oy ları başkası alacak ülkeyi sen ortakmış gibi yönetmeye kalkacaksın. Bu olacak iş değil. Üç kuruşa ancak üç köfte olur, beş köfte olamaz. Herkes hakkını da haddini de bilmelidir. Oyuncağı elinden alınmış aksi çocuklar gibi „salya-sümük ve zırıl-zırıl ağlayarak“ ülkeyi yönetebileceğini sananlar çok fazla yanılıyorlar. Bence siz de kendinizi bir daha gözden geçirin. En azından bir özeleştiri yapmayı deneyin ve makul olana gelin ki bu korku filmi daha fazla gerilime sebep olmadan bitsin. Tayyib Erdoğan bir dünya lideridir. Bu ülke halkının gönlünde taht kurmuş bir liderdir. Sadecé siz değil yedeğinize ne kadar muhalifi varsa (içerden ve dışardan) alsanız bile onunla başa çıkamazsınız. Zira bu millet o nu sevmiş ve o na güvenmiştir bir kere. Siz ve sizin öve öve bitiremediğiniz bütün „liboş takımı“ hep biraraya gelseniz yine de Milletimizin istikbale kararlı yürüyüşünü durduramayacaksınız. İsterseniz bir kez daha düşünün. Siz bilirsiniz…

Baki Selam ve Saygılarımla.

Ömer Erdem
Mainz/Almanya