Fatalizm (Kadercilik); bütün olayların, tek ve tabiatüstü bir etken tarafından değiştirilemez şekilde belirlendiğini ileri süren teori. Bu teoriyi savunan Stoa’cılar, dış olayların değiştirilemeyeceğini, ayrıyeten özgür iradenin de olduğunu savundular. Bilimsel düşünüşün gelişmesiyle birlikte kadercilik, bilimsel gerçeklik karşısında geriledi. Tabiat zorunluluklarını daha iyi yenmek için bunları öğrenmeye çalışan bilimsellik karşısında etkisini yitirdi. Zorunluluk, bir kere öğrenilince Spinoza’nın belirttiği gibi, kader olmaktan çıkarak hürlüğe dönüşüyordu.

Sponsor Bağlantılar

Dini belgelerde ise kader konusuna getirilen açıklamada; kader, amaç ve gayret niyetinde sonuca ulaşmaktır ve bu sonuç kader olarak kabul görmüştür. Buna ek olarak, yaratıcının insanın tüm yaşamını, öncesini ve sonrasını bildiğini ama kötülük yapan bireyin bunu kendi iradesi ile yerine getirdiğidir.

Olaylara odaksal değil de yelpazeyi genişleterek bakalım. Birey kötülüğü iradesi doğrultusunda yapmış olsa dahi yaratıcısının bunu bildiği göz önünde bulunduracak olursak yaratıcının insanları başı boş bırakarak engellemediğini, onların kötülük yapmasına göz yumduğunu görüyoruz ki, ” And olsun ki cehennemi hep insan ve cin ile dolduracagim.” sözünden yola çıkarak insanların kötülük işleyeceğini bilmesi yaratıcının esirgeyen, koruyup kollayan sıfatlarını da çürütüyordu. Tersini iddia eden olursa, “Bunca kötülük niye?” diye sorabilirsiniz. Bu noktada Friedrich Wilhelm Nietzsche’nin Tanrı öldü deyişi çok manidar oluyor. Öyleki Nietzsche “Hiçbir adalete sığmayan, sayısız çatışma ve acılar iyi bir Tanrı’ya nasıl mal edilebilir?” düşüncesinden yola çıkarak, Tanrı’nın ölümünün insanın anlaşılmaz olan doğasını yenmesi için ve üst insan’a ulaşılabilmesi için bir mecburiyet olduğunu savunmuştur.

Neyse konumuza dönelim. Böyle bir yaratıcının insanı doğumunda iradesiz bırakması ise; sınava girmesine gerek olmayan edebiyatçıyı fizik sınavına sokarak ondan tüm soruları doğru yapmasını, yapamasa bile onu sınava soktuğu için günde beş vakit ayaklarına kapanmasını istemek kadar saçma olacaktı. Ama maalesef bu kadar ile de kalmıyordu. Zaten cennette olan insanı çıkartıp “Bu sınavı geçersen tekrar girebilirsin” ya da “Cehennemde azap göreceksin” derken hangi irade, hangi adalet, hangi merhamet ya da mantıktan söz edilebilirdi ki.

İnsan özgür iradeye sahip olduğunu savunanlar için; bir kuşu kafese kilitleyip uçabildiğince iradeye sahip olduğunu –tabii buna irade denirse, çünkü amaç kafesten kurtulmak için çabalamaktır- göremiyorlar mı?

Kader bazında dini ele aldığımızda –objektifliği yakalayabilirsek tabii- dini kavramların insanların korkuları üzerine inşa edilmiş mükemmel bir kültürel yapı olduğunu görürüz. Ama olayı bütünsel ele aldığımızda bu kültürel yapının pekte iyi olmadığını da görmemiz gerekir. Velhasıl bu durumu kapatmak için de, “Yaratıcının hükmüne sual olmaz” anlayışı korku üzerine inşa edilen bu yapıyı mükemmel yapan gerçek husustur. Richard Dawkins’in de dediği gibi, “Çiçek virüsü mükemmel bir virüs. İşini gayet iyi yapıyor. Ama bu onun iyi olduğunu ve yok olmasını istemediğim anlamına gelmiyor” derken de mükemmelliyetin bütününe bakmıştır.

Dinin temelinde korkularımız olduğunu, inşasının, bu korkular üzerine dini örtü olarak kullandığını kabul etmemek çok güç. Diyorum ki; işte kader de bu korkuların doğurduğu küçük yavrudur. Kaderin varoluşu, korku duyacağımız olguların, “İşte senin özgür iraden!” diyerek bize mâl edilmesi, başarıların ise “Tanrı’nın izniyle” olması ne gariptir! Anlatmak istediğim ise şudur sayın okuyucu; bir yaratıcının böyle bir sisteme, düzen kavramına, adalet anlayışına sahip olmayacağı. Sanırım yaratıcımızı bize yanlış tarif ettiler asırlarca.

DR. ONURHAN DEMİR

1. Akal, C. B. (2004). Özgürlüğün Geleceği Yoktur: Edebiyatta Spinoza. Ankara: Dost Yayıncılık.
2. Dawkins, R. (1995). Gen Bencildir. İstanbul: TÜBİTAK Yayınları.
3. Kuran-ı Kerim, Secde Suresi:13.