Lafı hiç uzatmaya, evelemeye gevelemeye gerek yok artık. Çünkü, önemli şahsiyet (!) Öcalan, yaptığı son açıklamalarla, aramızdaki bazı saf ve romantikleri bile, girdikleri son on yıllık, belki de yirmibeş yıllık derin uykularından uyandırmış olmalı artık. Eğer, buna rağmen halâ uyanmadılarsa, yapacak başka bir şey kalmıyor artık. Pes, bırakın, rahatsız etmeyin onları, ilelebet uyumaya devam etsinler ve böylece bizleri de uyutmayı bıraksınlar artık.
Sorun’un adı, gerçekte hiçbir zaman “Kürt sorunu” olmadı. Bu ad, sıkışan, daralan PKK’nın ve siyasi uzantılarının bir dayatması idi ve maalesef ki büyük ölçüde kabul gördü. Amaç zaten buydu, daha geniş kitleleri olayın içine katmak, ortak etmek, yaymak ve içinden çıkılamaz bir hale getirmekti ve kısmen de olsa başarılı olundu.

Sponsor Bağlantılar

Öcalan’ın yakalandığı 1999’a kadar sorun’un adı; “PKK’dan kaynaklı bölücü örgüt sorunu” idi. Apo bunu; “Önceleri, devlet kurmak istiyorduk. Sonra bundan vazgeçtik” diyerek açıkladı. Yani, adam, “anadil, kültürel haklar, ezilmişlik, büzülmüşlük hikâye idi. Amaç, devlet kurmaktı” diyor. O diyor da, bazıları halâ anlayamıyor, anlamıyor.

1999’dan sonra sorun’un adı birden bire değişti. Bu dönemde de taraftar toplamak ve çeşitli platformlarda tartışılarak gündemde kalmak için “anadil, kültürel haklar, ezilmişlik, büzülmüşlük” gibi kamuflaj malzemeleri, daha bir boyutlandırılarak kullanıldı. Ancak tüm etkinlikler, faaliyetler, gösteriler, açıklamalar Apo’ya endekslendi. Varsa yoksa Apo idi. Sorun “Apo sorunu”na dönüştü.

Avukatları Apo’ya “Sayın” dediler, O da yanlış anladı başladı saymaya.

“Burada yalnızım, canım sıkılıyor” dedi, “Apo’ya uygulanan tecrit kaldırılsın” sloganıyla sokaklara çıktılar.

“Biraz üşütmüşüm galiba, karnım ağrıyor” dedi. “Apo’nun sağlığı sağlığımızdır” kampanyası başlatarak, başta kendilerinin olmak üzere, özellikle çevrenin sağlığını bozdular, araçları yaktılar, sokakları bombaladılar.

“Görevli başımı sertçe eğmek istedi, saçımı çekti” dedi. “Apo’ya uzanan eller kırılsın” diyerek tehdit ettiler, yakmaya, bombalamaya devam ettiler.

Sorun’un Apo sorununa dönüştüğüne dair, daha on’larca örnek verilebilir.

Peki şimdi ne deniliyor? “Kürt sorunu’nun çözümünde tek muhatap Sayın Öcalan’dır”.

Peki, son on yıldır sadece ve sadece bir kişiye endekslenmiş bir soruna siz, yaklaşık 13 milyonluk bir Kürt nüfusun tamamını kapsayan bir ifadeyle “Kürt sorunu” diyebilir misiniz? Peki niye diyorsunuz?

Apo, “Artık devlet kurmak fikrinden vazgeçtim” diyormuş. Sağ olsun, eksik olmasın da, akan kan, yıkılan yuvalar, yetim kalan çocuklar, yitirilen kırk bin insanın canı ne olacak! Bu iş çocuk oyuncağı mı! Etkisine alarak arkasından sürüklediği insanlar, O’nun oyuncağı mı oldular! Evet, ne yazık ki, öyle görünüyor!

Apo; “Yakın, yıkın, öldürün, bölün, ayrı devlet kuracağım” dedi, 40 bin canın yitirilmesine sebep oldu. Şimdi ise; “Vazgeçtim. Artık bölmek yok. Ancak, şartlarım var. Özerklik istiyorum. Kürdistan’ı kurayım ve ben yöneteyim. Aksi taktirde örgüt gereğini yapar ve bunun sorumlusu da devlet olur, insanlar ölür, gerisine karışmam” diyerek, açıkça tehdit ediyor.

Ayrı bir devlet kurma fikrinden vazgeçme lütfünde (!) bulunan Öcalan, büyük ve ünlü bir filozof, bilim adamı, sosyolog, siyaset adamı, ideolog ve hatta daha da ileri giderek neredeyse bir peygamber edasıyla deli saçmalamalarına devam ediyor.

Noktasına dokunmadan aktarıyorum.

“Devlet olacak, diğer tarafta da demokratik Kürt ulusu olacak. Kürtler devleti, devlet de Kürtlerin demokratik ulus olma hakkını kabul edecek. Böylece orta bir yerde buluşacak, uzlaşacaklar. Benim çözüm anlayışım kısaca budur. Kürtlerin önü açılacak, her alanda örgütlenmesinin önü açılacak, demokratik bir ulus olarak varlık kazanacak. Kendi sporunu (Kürdistan Ulusal Takımı gibi), eğitimini (Kürdistan Ulusal Eğitim Bakanlığı gibi), dini örgütlenmelerini (Kürt Diyanet İşleri gibi), meclisini (Kürdistan Büyük Ulus Meclisi gibi), belediyelerini kendisi yapacak. Hatta kendi öz savunması (Ordu- Kürt Silahlı Kuvvetleri gibi) bile olacak. Yani Kürtler, kendi kendini demokratik (!) bir şekilde örgütleyecek, savunacak. Kürtler ile devletin bu uzlaşmasından (!) sonra, bu anlayışın içi nasıl doldurulacak, bunu konuşmak lazım. Bu süreçte önümün açılması için, bunu hep beraber yürütebilmemiz için, koşullarımın düzeltilmesi lazım”.

Sağ olsun, eksik olmasın ayrı bir devlet istemiyor muş gerçekten! Allah korusun, ya isteseydi!

Şimdi anladınız mı, daha fazla uzatmaya, evelemeye gevelemeye gerek olmadığını? Hani, nerede kaldı, masum gösterilmeye çalışılan demokratik hak talepleri, kültürel haklar, anadil isteğine! Mazlumu oynayan ezilmişlik, büzülmüşlük, geri bırakılmışlık edebiyatlarına! Ne oldu! Doğru ya, bunlar masum talepler idi ve bu hakların verilmesi halinde, yirmi beş yıldır süre gelen, kırk bin kişinin ölümüne sebep olan ve milyar dolarların harcandığı bu sorun, hemen çözüme kavuşacak ve hepimiz bir anda kol kola girip kardeşçe yaşayacak idik!!! Ne oldu!

Öcalan, dâhiyane çözümlemelerinde (Apo’nun her yaptığı açıklama, PKK ve siyasi uzantıları tarafından “çözümleme” olarak adlandırılıyor); “Kürtler ile Türkler YAN YANA yaşayacak” diyor. Demek oluyor ki; yüzyıllar boyu “İÇ İÇE” yaşayan bu toplum, artık sanal bir sınır ile birbirinden ayrılarak, biri bir tarafta, diğeri öbür tarafta olmak üzere yan yana yaşayacak mış! Gördünüz mü barışı ve kardeşliği!!!

Yukarıda altını çizdiğim cümlesine özellikle dikkat çekmek gerekiyor, halâ anlayamamış, görememiş olanlar ve anlaşılmasından, görülmesinden özellikle kaçınanlar için.

Bu süreç Cumhuriyet’in kurulması kadar önemli bir süreç. Bu süreçte önümün açılması için, bunu hep beraber yürütebilmemiz için, koşullarımın düzeltilmesi lazım”.

Mesaj net ve “Kürtlere özgür ve güzel bir dünya vaat ediyorum. Bunu yapabilmek için öncelikle benim cezaevindeki tutsaklığımın ortadan kaldırılması gerekir. Aksi halde bu süreç devam etmez, aşılır. Tek şart benim özgürlüğümdür. Bu konuda elinizden ne geliyorsa yapın, dayatın, zorlayın”dır.

Uyuyan ve uyutmaya çalışanlara özellikle soruyorum; Öcalan, serbest bırakılmasının mümkün olmadığını kendisi bilmiyor mu? Pek tabii ki biliyor. Peki, neden bunu istiyor? Umut, fakirin ekmeği, ya tutarsa misali, bırakılırsa ne alâ, Şam Saltanatlığı’na devam. Yok, bırakılmazsa, dayatarak, kan dökerek, kaos yaratarak kendisini tutsak eden T.C. Devleti’nden öç almak, aynen taşıdığı “soyadı” gibi.

İç içe olan bir toplumu yan yana getirmeye çalışmak, birleştirmek, bütünleştirmek değil, aksine ayırmaktır. Kürtleri temsil ettiğini iddia eden DTP ve sözcüleri, gelinen bu aşamada sorun’un gerçekte ne olduğunun artık farkına varmalı, varsa, sadece ve sadece kendi görüşlerini samimiyetle ortaya koymalı, akan kanın gerçekten durması için, bir kişinin, sadece bir kişinin, yani Öcalan’ın kişisel ve keyfi düşüncelerinin, hırslarının, intikam duygularının, sonuçsuz dayatmalarının peşine takılmayıp, sözcülüğünü yapmayıp, tüm Türkiye toplumu adına, tamamen
sağduyuyla hareket etmeli ve sonuçta, iç içe mi, yan yana mı olmak istediklerine net olarak karar vermeliler artık.

 
Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com