Göç, göçler, göçün nedenleri, göç nedir?göç nedenleri,sebepleri, sonuçları, iç göç,nedenleri ve sonuçları, goc, türkiyede, göç nedenleri, türkiyede göç, göç sonuçları, kentte, türk, Türkiye, Ankara, ic goc, Anadolu, köyden kente göç eden, goc nedenleri, İstanbul, goc nedenlerı, goc nedir?

Sponsor Bağlantılar

 

Köyden Kente Göç

 

Köyden Kente Göç

 

Artık kırsal kesimden göç eden insanlarımızı büyük şehirlerde sıklıkla görebiliyoruz. Hangi şehir olursa olsun bu göçe çok da sıcak bakmıyorum. Yerleşim planlı olmadığı için şehrin mimari anlamda görüntüsü bozuluyor. Anadolu insanı şehir yaşamına ayak uydurana kadar zaman geçiyor çoğu zaman da bu mümkün olmuyor.

 

Faruk Nafiz’in dediği gibi “İncinir düz cadde de dağda gezen ayaklar”.

 

Sadece ayakları değil yürekleri de inciniyor. Kendisini anlatamayan anlatsa da anlaşılamayan bu kardeşlerimiz her bakımdan yaralı… Çocukluğundan bu yana kendi kültürüyle harmanlanmış bu insanlar hiç tanımadıkları bir kültüre adapte olmaya çalışıyorlar. Hatta İstanbul’un, İzmir’in, Ankara’nın bir mahallesi kadar olan köylerinde teknolojiden bihaber ve daha birçok eksiğiyle koca şehirlerde hem yalnız hem çaresiz kalıyorlar… İki yüzü de yaralı bir akın, tam anlamıyla ortada kalmışlık.

 

Tabii ki en doğru olan herkesin kendi kökünde kendi ve doğup büyüdüğü yerde  kalabilmesidir ama tutunamadığınız yerde duramazsınız. Göç kolay iş değil. Öyle eşya toplayıp bir mahalle öteye ev taşınmıyor. İçine bir sürü dertlerini de koydukları bohçalarıyla geliyor bu insanlar ve geldikleri yerde de oluşan sorun zinciri her birimizi ayrı ayrı prangalıyor. Ama ben hiç birinin kendi toprağını, evini, akrabalarını kendi gönülleriyle terk ettiğine inanmıyorum. Dedim ya bu iki yüzü de yaralı sosyal gerçek. Hem kent insanı için bir çıkmaz hem de göç eden insanımız için…

 

Hepimiz biliyoruz ki şartlar ağır. Çocuklarını okutabilecekleri okulları yok, okul varsa öğretmenleri yok, hastalansa hastanesi yok. En yakın hastane kilometrelerce uzak, ulaşım imkansız, insan hayatının şah damarını oluşturan hizmetleri çoğu köyümüz tanımıyor, bilmiyor…

 

Eğer kendi toprağı yoksa boğaz tokluğuna çalışıyor. O fırından hazır aldığımız ekmeğin buğdayını, zevkle içtiğimiz çayın yaprağını soframızı süsleyen domatesi, salatalığı ve daha sayamadığım bir sürü mahsulün yetişmesine terini akıtmış ama gerçek anlamda karınlarını bile doyuramamış bu insanımız.

 

Peki ne yapsın?

 

Şimdi fakirlik demagojisi yapmak istemiyorum ama hiç bir şeyin de üzerini örtmekten yana değilim. Çünkü sen suçlusun derken isnat ettiğimiz suça bakmamız lazım bu suçsa niye işlendi, itici sebepler neydi?

 

Yolu seçen mi seçtiren mi bu davada sanık olacak ya da hiç suçlu aramadan bu bizim meselemiz deyip düzeltmeye mi çalışacağız?

 

Kenti kurtuluş kabul edip göç etmek de sorunu halletmiyor. Çünkü gelen insanımız saf Anadolu insanı, ömrünü toprakla uğraşmakla geçirmiş, başka bir vasfı yok. Kadınların temizliğe gidip iş edinmesi sorunu halletmiyor. Baba da işsiz çocukların okuluna ve çevresine adaptasyonu ayrı bir meşakkat, gençler tam bir çıkmazı yaşıyor, modern dedikleri şehir anlayışına ne tarafından tutunacaklarını bilemiyorlar. Eğer ellerinde birkaç kuruş paraları varsa birde yol gösteren bulabilirlerse o zaman hemen bir gecekondu yapıp içine giriyorlar. Alt yapısı olmayan yaşam standartları hiç de medeni olmayan bu yerlerde hayatlarını idame ettirmeye çalışan bu insanların yine yedikleri tarhana çorbası. Ama umut var ya direniş ona…

 

Bir karış boş alan bulunsa ancak sabah görebiliyorsunuz ertesi günü perdeleri bile takılmış bir ev duruyor orada. Bu büyük şehirlerde olması nahoş hatta hiç olmaması gereken bir durum, zaten bütün söylediğim de olayı bu noktaya kadar taşımadan durdurabilmek.

 

İstanbul’un varoşları dediğimiz yerler kocaman köyler, insanıyla, giyim kuşamıyla, eviyle, yaşamıyla, her şeyiyle aynı yaşanıyor. Ama neyi kınayalım, bu insanlar da güzellikleri yaşamak için buraya geldi. Kendilerine daha düzgün şartlar sunuldu da kabul mü etmediler?

Köylerinde bulamadıklarını burada hayal etmekten dolayı
mı suçlular, o zaman o köylerine hayallerini götüremeyen yetkililer ne kadar suçludur?

 

Bu gün yaşadığımız kocaman şehirlerde bizlere sunulan imkanlardan memnun değiliz itiraf edelim. Hepimiz çok zaman şikayet ederiz. Trafik deriz, kalabalık deriz, hastanelerde hizmet yetersiz deriz, devlet dairelerinde bir işimiz olsa çalışanını eleştiririz, kısaca sunulandan memnun kalmayız bunlardan şikayet ederken bile bence şanslıyız çünkü onların şikayet edebilecek hiçbir hizmeti yok.

 

Şansları varsa açılan bir sağlık ocağında pratisyen hekim olur yine şanslı iseler hastaneye ulaşmaları için hiç değilse bir minibüsleri vardır ve onlar bunlardan şikayet etmezler ama çok yerde bunlar bile yok…

 

Sadece eleştirmek halden anlamamak olmuyor mu?

 

Başarı nerede olursa olsun kıskanılmalı, başka türlü başaramayız, bizden daha iyi olan ülkeleri kendimize örnek almazsak ve de bunun sebeplerini bulmaya çalışmazsak iki ileri bir geri gider dururuz. Kaldı ki mesele çok açık fazla araştırmaya da gerek olduğunu sanmıyorum…

 

Bu anlamda ben aileyi minyatür devlet kabul ediyorum. Paylaşımda adalet, gelir gideri iyi dengeleyen aile içi sorumlusu, içinde yaşayanların taleplerini gücü nispetinde değerlendiren bir meclis, burada hepimize düşen sorumlulukları ayrımsız üstlenirsek bir mesuliyet zinciri oluşur.

 

Aileyi büyütürsek devlete gideriz, söylediğim hangimiz fedakarlık yapacaksak belirleyelim, aksi halde bu boşluk hepimizi ayrı ayrı yaralayacak.

 

Gelişmekte olan her ülke de yaşanan zorlukları çarpıklıkları yaşıyoruz ama benim derdim bunları düzeltebilecek bilinçli, eğitimli insanımızın pasif kalması. Her iki tarafta biraz daha özverili biraz daha direnerek, mücadele vermek zorunda başka yolu yok, ne göçmekle ne de bu sorunun üzerini örtmekle bu yara iyileşmez, tam aksine her yıl kronikleşir.

 

Ne şehirli olmayı ne köylü kalmayı başaramayan bu insanlar iki camii arasında beynamaza döndüler, yaşamlarına yön veremiyorlar, çok azı içlerinden sıyrılabiliyor ama hep kaldıkları kentte misafir yaşıyorlar, uymaya çalıştıkları kültür çok farklı ne kadar benimseseler de öz değişmiyor.

 

Bu hepimizin ortak sorunu, ne onlar bizden ayrı ne biz onlardan, sadece yaşam biçimlerimiz farklı, zorlanma o yüzden ama biz kültürü bizimkinden çok farklı olan Avrupa birliğine girmeye çalışıyoruz, gelişim bize bağlı uğraşırsak olmaz diye de bir şey yok.

 

Göç bizi sadece bu anlamda yıpratmıyor, eğer önü alınmazsa bir süre sonra toprakla uğraşacak köylümüz kalmayacak, bu verimli topraklar ekilip biçilmeyecek, asıl felaket bence o zaman olacak.

 

Bir çok ülkede salatalığın, biberin, karpuzun poşetlere tek tek konmuş ve fahiş fiyatlara da satıldığını biliyoruz. Ülkemizde kamyonlarla pazarlara gelen bu mahsullere umarım hasret olmayız…

 

Geçtiğimiz yıllarda birçok kere köylü yok pahasına patatesini, soğanını tarlasından kaldırdı. Yaptığı masrafı bile karşılayamazken, fiyatı düşürmemek adına kamyonlarla domatesler denize döküldü, her şeyi bırakın, milli serveti, günahı, insafı, israfı hepsini bir yana koyun, o insanların emeğine nasıl kıyıldı?

 

Herkes kendi başının çaresine baksın demekle bu yara iyileşmez, olayı teşhis etmek de yetmiyor tedavi gerekiyor. Ama sanıyorum bu konuda çok başarılı değiliz…

 

Milletçe olmayanı harcamaya alıştık, bu çeşmenin suyu nereden geliyor demeden savurduk, bu gün yaşadığımız bir sürü çıkmazı bizler yarattık ama hala günah keçisi arıyoruz işte göçleri buna örnek veriyoruz.

 

Japonya hala altmış metrekareye nasıl sığarım hesabını yapıyor, ekonomide depar atmış bir ülke bu hesap içindeyken, bizler iki yüz elli metre kareye yerleşemedik… Her odamızda bir televizyon hepimizin cebinde şahsi telefonlarımız, biraz durumu düzgün olanların evinin önünde 2 bazen de 3 otomobil duruyor…

 

Bu kadar zengin miyiz?

 

Genel anlamda hepimizi kast etmiyorum, tavanla taban arasında ki bu korkunç uçurumu söylüyorum. Bugün şikayet
ettiğimiz gecekonduların temeline biraz da bizler toprak atıyoruz diyorum, ne köylünün ne kentlinin bundan hoşnut olmadığını göre göre neden bir şeyleri değiştirmek mücadelesinde değiliz de tenkitler eleştiriler bağlamında öncülük yapıyoruz?

 
Hep köylü kemerini sıkmak zorunda olursa bir süre sonra o da başka bir yol arayacaktır, işte göç bir kurtuluş görünecek bizim parıltılı ama aslında karanlık hayatımız ona cazip gelecektir.

 
Hakkari’den, Van’dan, Erzurum’dan cebimizde olmayanı harcadığımızı göremiyorlar tabii, ne zaman ki geliyorlar bunun yaldız olduğunu harcanan paraların olmayan paralar olduğunu anlıyorlar, ancak ok yaydan fırlamış oluyor…

 

Her birimiz bir ucundan tutmak her birimiz bir tarafından desteklemek mecburiyetindeyiz, bize ne olmaz ne kadar yapabilirsek bu hiç fark etmez damla bile olsa önemli, her damla bir hareket oluşturacaktır.

 

Ülkemizin koşulları şehir insanını bile zorluyor, her şeyini planlamış hayatını bir raya oturtmuş olan bile şikayette günümüzde. Bu durumda hangi vatandaşımız köklendiği yerden kopmak ister, kim hiç bilmediği bir hayata sil baştan başlamak ister ama çaresizlik bir yerde göz karartır.

 

Türkiye henüz bir çok problemini halletmemiş gelişmekte olan bir ülke, sadece devletin eli her yana uzanamıyor, zor günler geçiriyoruz her konuda böyle bu, ama kambur üzerine kambur vurulmaz, bir şekilde yardımcı olmak zorundayız.

 

Neresinden tutsak çapanoğlu çıkıyor, karşıdan söylemek kolay yaşamak zor, gönül birliğine ihtiyaç var, el ele verilmeden olmaz, her konuda yardıma ihtiyacı olan bu insanlar bizim insanımız, saf ve temiz yürekli, dışlamak itmek yok saymak, paylaşmakta olduğumuz bu zorluğu yok etmez, daha kötüsü birleşemezsek dağılırız, bu neyi güzelleştirir?

 

Hepimizin birbirimize ihtiyacı var, onlar olmadan biz olamayız, Mustafa Kemal ATATÜRK “Köylü Milletin Efendisidir” derken bunu onları taltif anlamında söylediğini düşünmüyorum yalın bir gerçeği işaret ediyordu…

 

Güzel olan kimseyi yerinden oynatmadan bu mozaiği muhafaza edebilmektir. Devlet ve Millet el birliğine ihtiyaç var. Bir iş adamımız şarka yatırım yaparken biraz daha az kazanmayı göze alabilmeli, hatta bir süre hiç kazanmasa ne olur bu da bir yatırımdır. Netice de kendisine geri dönecek bir yatırım. Öğretmen tayin olduğu yeri küçümsemeden sadece hizmet anlayışına dayanarak gitmeli. Orada ki insanın daha çok bilgilenmeye ihtiyacı olduğunu bilerek ona burada olduğundan daha fazla gerek olduğunu anlayarak gitmeli, doktor hayat kurtarmak için bu meslekte, oradaki hayatlar da çok zor durumda…

 

Uzak olan yol, gönüllerimiz bir, yetişmeliyiz…

 

Hepimiz, hiç istinasız hepimiz elimizden geleni yapmak zorundayız, çünkü bu vatan bizim, doğusuyla batısıyla kuzeyi güneyiyle verilen mücadelenin içindeydik, yine içinde olacağız, hiç ayrımsız…

 

1980 – 1985 döneminde beş yaşın üstünde her bin kişiden 65’i (2.885.884 kişi) göç etmiştir.

Türkiye genelinde, 1985 yılında, kent nüfusunun %3,2’sini kırdan kente göç etmiş nüfus oluşturmuştur.

1980 – 1985 döneminde sosyo-ekonomik bakımdan gelişmiş 19 il net göç alan il durumundadır. İstanbul, İzmir, İçel, Bursa, Kocaeli ve Ankara illeri ilk sırada yer almıştır.

 

1980 – 1985 döneminde 48 il net göç veren il durumundadır. Net göç veren iller Türkiye’nin bütün bölgelerinde yer almakla birlikte Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde yoğunlaşmıştır.

1980 – 1985 döneminde, göç edenlerin büyük çoğunluğu 15 – 64 yaş grubunda yoğunlaşmış, yaşlı ve genç nüfus daha az göç etmiştir.

1980 – 1985 döneminde göç edenlerin çoğunluğu erkek nüfus teşkil etmektedir.

1980 – 1985 döneminde, Türkiye gençliğine göre, okuma yazma durumu daha yüksek olan kişiler göç etmiştir.

1980 – 1985 döneminde, kırdan kente göç edenler ise sırasıyla hizmetler, sanayi ve tarımla ilgili faaliyetlerde bulunmaktadırlar.

Son dönemlerde net göç alan illerin tamamı, sosyo-ekonomik bakımdan gelişmiş batı bölgelerinde yer almakta, buna karşılık en fazla net göç veren iller ise Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde bulunmaktadır (paylasimcenneti.com).

 

Sonuçlar ışığında 1995-2000 döneminde yerleşim yerleri arasında göç eden nüfusun 6 milyon 692 bin 263, iller arasında göç
eden nüfusun ise 4 milyon 788 bin 193 kişi olduğu bildirildi (turkeyforum.com).