*oğluma ithafen…
Bir başkası olsaydı bu tantanayı kopan fellik fellik kaçacak olan kişiler sabırlarının meyvesi olan senin etrafını sevgi çemberiyle donattılar. Zaten nazlı ve kaprisli tutumundan kaçamazdı kimse, tabi ki sen istemedikçe… Sıcacık ortamından koparılıp buzlar ülkesi olan şu aleme çekilmek işine gelmedi beklide…
Sana özel hazırlanmış cicilerinin arasında kaşık kadar suratınla getirildin, ömrünün en azından bir kısmını geçireceğin Müşvik anne kucağıma. Ufacık vücudun kaybolurken kollarımın arasında, sıcak nefesin karışında iç çekişlerime ve her şeyden bihaber, tertemiz, pırıl pırıl bakan gözlerin buluşunca; dünyanın türlü hallerinden sönmüş, kiriyle matlaşmış gözlerimle gönlüme akan, pınarlarımdan çağlayan bir duygu seli oldun bana. Ve daha içimde ilk kıpırtısını hissetmeye başladığım andan itibaren hayranlığını yüreğimin en derininde hissettiğim varlığı karşımda görmenin heyecan, şaşkınlık ve sevincini yaşamaya başladım kıpır kıpır. Ruhumu dünyadan sıyırıp da yalnızca sana yönelttiğimde şefkat denen mefhumun en koyusuyla baş başa kalıverdim. Seni bana verene şükrederken, yaşamını suni bir cennetteymişçesine geçirmen için niyazda bulundum Rabbime… Ömür dediğin neydi ki zaten küçük varlık? Senin için tadil ettiğim duvarları sevgiden, pencereleri sabırdan, zemini merhametten oluşan koskoca bir şatodasın şimdilik. Yıllar bedenini eskitirken, seni yer yer kucaklayıp sarmalayacak, yer yer kapısının önüne koyacak, bir ömür neye benzediğini dahi anlayamayacağın yıkık bir baraka olan dünya ile tokalaşacaksın bir gün. Günler, aylar, yıllar geçtikçe yumuk yumuk ellerin açıldığında, sevenleri kollarında pışpışlanan bedenin ne olduğunu anlamadan büyüyüp de sığmaz olduğunda, kesik kesik soluk alıp verişin yerini uzun nefeslere bıraktığında;O masum bakışlarının kalsın yüzünün en anlamlı yerinde. Göz açıp kapatma arası mesafe alacağın şu alemde güzelliklerle donat düşüncelerini. Çirkinliklere, fenalıklara kırmızı ışık yak ama yeşili olmayan… Hayat seni kabullenmek istemese de sen hayata tutun. Her ısrarın karşısında bükülmeye mahkum olur bilekler. Üzülmemek adına çiğneme hiçbir insanı, unutma ki o da birilerinin canı-cananı. Gözyaşları olacaktır zaman zaman, sen yinede gülümsemeye gülümse. Hakkını sonuna kadar savun elbette ama bu aramanın sonunda kimseyi hüsrana uğratıp da ezme. Şimdi oyuncaklarını dahi zor kavrayan ellerini haramla kirletme.
Sanırım biz daha şanslıydık yavrucağım. Evet çocukluğumuz bir top, bir şeker, bir simit uğruna gözyaşı dökmekle geçti belki. Senin bir zaman sonra bıkarak fırlattığın ve paramparça ettiğin kumandalı bir arabamız olmadı hiç. Bilgisayarla tanışmadık çocukluğumuzun en verimli en tatlı zamanında. Oyunlarımız vardı bizimde. Counter, zombi, fortuna gibi içi şiddetle kabuk bağlamış sanal hayat oyunları değildi oynadıklarımız. İstopla donuverir, deve-cüce ile uzar-kısalır ve bezirgan başı ile yol isterdik tekrar tekrar dönmeye. Oyuncularımız Mario gibi sahte şişkolar değildi, kanlı-canlı oyun kahramanlarımız vardı; Adı Ayşe, Fatma, Mehmet, Ali olan…
Televizyonda hayatın tüm çirkinliklerini bir bölümde gözler önüne seren diziler yağmuru girmedi körpecik beyinlerimize. Para için, zevk için insanların hayatının hiçbir karşılığı olmadan yok sayıldığını öğrenmedik bu sebeple. Bayramlarımız bir poşetle komşu teyzeler arasında, şekerle çikolata partilerinin ortasından geçerdi. Kurbanlarımıza evin bireyleri gibi bakar gözyaşı dökerdik öylece gidivermelerine. Biz kuşlara taş değil, kedilere tekme değil ekmek atardık büyük bir şevkle. Ve daha birçok şeydi bizim çocukluğumuz…
İsterim ki bu anlattıklarımın hiçbirini yaşamak nasip olmasa dahi ileride oturupta denize karşı buram buram tüten, hasret dolu bir yudum çayının şekeri çocukluğunun güzel anıları ve onu karıştırmak için kullanacağın “keşke”lerinden çok “iyiki”lerin olsun. Büyüdüğünde yıkıcı değil yapıcı bir üstad, vazgeçilmez bir dost, güvenilir bir sırdaş ol. Onaramayacağın çatlaklar ve delikler açma kimseciklerde.
Melek yüzlü, ahu gözlü, tatlı dilli, biricik bebeğim; Sana daha ne çok şey söylemek isterdim ancak buna ne kağıdım, ne kalemim, ne de kudretim yetmez.
Son olarak; Hayatıma girişin bir lütuf Rabbimden, senin varoluşunu an be an hissetmek ise tam anlamı ile bir mucize. Gönlümün çırpınışı her hareketin, içimin durdurulamaz sızısı her bir gözyaşın, hayatımın neşesi gülücüklerin. Sen doyarsan doyuyor, uyursan uykuma kanıyorum ben. Anlayacağın sen huzurluysan huzurlu, mutluysan göklerdeyim…
Dünyaya bin kere gelsem ve bin kerenin bininde de annen olarak gelsem. bir ömür yetermi ki seni öpüp koklamaya??? Ne yapalım bir ömürle yetineceğiz sana hasretle bakmaya… Hoş geldin Safalar getirdin şu yalan dünyaya…
Öznur Yılmaz Kirenci
okudum,duygulandım,ağladım ve kızıma sarılarak geleceği için dua etim..hakikaten yalın bir dil ile okuyucuyu büyülemek bu olsa gerek
çok güzel olmuş,bir çok aneye tercüman olmuştur..yüregine saglık arkadaşım..:))
okurken geçmişimle yüzleştim desem yeridir öznur hanım..
mükemel bir yazı olmuş..yüreğinize kaleminize ve ilham kaynaklarınıza sağlık….:)