Mevcut siyasetin fazla denemediği empatiyi Türk Milletinin bir ferdi olarak yapmak şüphesiz tüm beyinleri  yorar. Bu durum insanı kendisiyle bazen çelişkiye düşürse de bilinçli bir birey olarak hem iktidarın hemde muhalefetin açmazlarını ve belkide göremediklerini görmemiz açısından bence zorunludur. Birlikte geçirdiğimiz son döneme baktığımızda yada en azından çocukluk yılları mahalle kültürünü incelediğimizde en acemi sosloğun bile fark edebildiği yapaylığı görebiliriz. O yıllarda büyüklerimizden duyduğumuz ‘bizim zamanımızda bir başkaydı’ serzenişi ne çabuk bizim dilimize yakıştı. Biyolojik bir büyümenin piskolojik doğallığınamı vermek gerek bilmiyorum ama bu farkındalık birkaç nesil sonra oluşamayacak kadar azalacak. Belkide biz bu iki farklı kültürel yapıyı fark edebildiğimiz ölçüde yaşadığımız için şanslıyız, bizden sonrakiler eskinin tadını yeninin acısıyla karşılaştıramayabilir.
Son dönemlerde Türk kültürü hiç bu kadar savunmasız olmamıştır. Siyasetimizde muhalefet eksikliği iktidarın aymazlığını durduramamış ve ne acıki tarafsız olması gereken basın organları ise çok klasik bir tabir olucak ama bu denli yandaş bir çizgide bulunmamışlardır. Sol bir ağızla sürekli tekrarlanan  ve belkide bu yüzden kelime tesirini yitiren ‘işgal dönemi basını gibi’ifadesi tam yerinde kullanılabilecekken yalancı çoban misali çok daha önce tesirini yitirmiştir. Liberalizm ülkemizi, içindeki özgürlük kelimesinden tiksindirecek bir serbestliğe götürmüştür. İnsan hakları kelimesi  Avrupa ile ilişkilendirildiği andan itibaren çekiciliğini kaybetmişken halkımız için düşünüldüğünde de yeni ısıtmaya başladığı yerinden hızla kaldırılmıştır. Türk halkının genelde üzerinden bir 20 yıl geçtikten sonra duyabildiği pis koku neden bu denli net bir keskinlikle duyulmaktadır. Okuduklarımız yada şahit olduklarımız katı bir muhalefet beyninin ürünümüdür yoksa anlamlandırdıklarımız bir ön yargı katılığındamıdır. Siyasi istikrar var lafından hoşlanmamız gerekirken neden bir uçuruma gitme korkusu içimizdedir. Üniversiteyi kazanma telaşında olduğumuz yıllar, yerini ne çabuk bu okulların gereksiz bir zaman kaybıymış kötümserliğine bıraktı. Yokluktan değil ama tek tek ve gramla aldığımız kıstırma lokumlar neden artık kiloyla olsada aynı tadı vermiyor. Zengin ailelerin bayram şekeri ikramının yanına koyduğu malbora neden artık o kadar ulaşılmaz değil. Orta okuldayken ezberleyememe ciddiyetinde ve öneminde olan demokrasi neden bu kadar basit bir anlama dönüştü, yada biz nasıl bu denli hızlı büyüdük. En acısı ise aklımız ermezken yaşattığımız Türk kültüründen -büyüğün yanıda bacak bacak üstüne atılmaz, su küçükle, sofra büyükle başlar… – ne denli çabuk uzaklaştık ve utandık. Karşı komşum olan Mustafa’nın ve benim aslında çok ayrı kültürlerin ve dillerin ürünü olduğumuzu hangi teknoloji yada ideoloji uyurken beynimize soktu. Apartman kültürünü bile geniş aile sıcaklığına dönüştürmek üzereyken hangi reform yasaları avlusu olan evlerimizi ruhsuz cesetlere dönüştürdü. Kol kırılır yen içinde kalır derken hangi acı 70 milyonun önünde eşimize küfür etme noktasına getirdi. Bir parça ekmeği yol üzerinden alıp nimet diyerek duvara sıkıştıran bilincimiz yerini ne çabuk yemek beğenmez bir şükürsüzlüğe bıraktı.

Sponsor Bağlantılar

Türk basını açısındanda kendini toparlama ve çeki düzen verme vaktinin geçtiği şu dönemde siyasi iktidarın çok sevdiği kılıf olan liberalizmin, kültürümüze neler yaptığını bir an önce anlaması gerekmektedir. Seyyar kıblelilerin tarihteki sonu hiçbir zaman unutulmamalı dürüstlük ve siyaset ahlakı Türk kültüründeki tozlu raflarından bir an önce çıkarılmalıdır. Alim ile çobanın eşit bir oya sahip olduğu bilinci yerleşmeli, çobana öğünlük kazançların oy satın alamayacağı, Alime oy verirken dağdaki koyunun hakkı öğretilmelidir.

Gün anlık siyasi çıkarlarla kavga etme lüksüne sahip değildir. Binlerce yıllık Türk kültürünün reyting ve oy telaşında kaybolmasına milletçe direnmeli devletsizken bile bu kültür ve iman ile ayakta durduğumuz unutulmamalıdır.

MURAT ÇITAK tarafından “Makale Yarışması” için yazılmıştır…