Bugün bilim adamları, kâinatın yaradılışı zannettikleri bigbengin ya da Türkçeleşmiş ismiyle Büyük patlamanın on üç milyar yedi yüz milyon sene önce olduğunu beyan ediyorlar.

Sponsor Bağlantılar

Takdir sizin!

Nusret Sabiti (Sayın Nusret Kaya)

EN BÜYÜK UZUNLUK[i]

18 Eylül 2009

Hesaplar:
En küçük uzunluk (mikro) Planck uzunluğu = 1.616x10E-33cm
Işık hızı yaklaşık 1 milyar km (1080000000km/saniye)
Big Bang yaklaşık 15 milyar yıl önce
Bu quantumcuların genelde inandıkları rakamlara göre:

Bir ışık yılını hesaplayalım:  1 x 24 x 365 = 8.76 Trilyon km
Bir ışık yılı 8.76 x 10E+16 cm olur.

Pek çok quantumcunun inandığı gibi Mikro ve Makro yani en küçük ve en büyük arasında bir bağlantı varsa.
Mikro-Planck uzunluğu = 1.616x10E-33 cm ise
Makro uzunluk = 1.616x10E+33 cm olmalıdır.

Bu durumda yukarıdaki hesaba 33-16 = 17   “0” daha ilave edilmelidir.
Yani 100 katrilyon ışık yılı = 8.76x10E+33 cm yapar.

100 de    8.76 ise
X  de    1.616 olur hesabıyla

X= 1.616/8.76 = 18.4 çıkar.

Bu durumda 18.4 katrilyon ışık yılı = 1.616x10E+33 olacaktır.
Eğer böyleyse Big Bang zamanının 18.4/2 katrilyon ışık yılı önce olduğunu kabul edebiliriz.
Ve evrenin çapının da 1.616x10E+33 cm olduğunu düşünmek mümkündür.
Hiçbir şey ışıktan hızlı gidemeyeceğine göre: Evrenin sınırlı olması kaçınılmazdır.
Sadece tohumlanma zamanı ve tohumlayan önem kazanır.
Bu durumda ilk doğuş 9.2 katrilyon ışık yılı önce olmalıdır.
Bu hesaplar hiçbir hesaba bağlı olmadan ortaya atılan 15 milyar yıl gibi görece çok az bir zamandan doğru olabilir.
Eğer doğruluğu tartışmalarda ağırlık kazanırsa lütfen bu en büyük uzunluğa 1.616x10E+33 cm’ye “Nusret” sabiti deyiniz.

Bigbengi, başlangıçta toplu iğnenin ucu kadar olan tek bir nesneden, bütün kâinatın çıkışı olarak anlatıyorlar. Aslında elma çekirdeğinden çıkan elma ormanlarına benzetmekte mümkün görünüyor. En azından görülüyor ki, benzetenler var, yazarınız bendeniz gibi… Gerçi bilim kaynaklı çalışmalar bize pek kütür kütür, kıpkırmızı kızarmış, sulu sulu, hormonsuz elmalar bırakmadılar ama yine de yaşı kırk, elli olanlar çocuklarına nasıl bir şey olduklarını anlatmaya çalışıyorlar. Bilim kaynaklı çalışmalar, elmadan usanmış olmalılar ki artık kâinata el attılar, hormonsuz evrenler dileğiyle…

Neyse, biz bahçemizdeki elma görüntülülere dönelim. Eğer bahçemizdeki elma yaratılışın ilk ve tek başlangıcı değilse, neden bigbeng tek ve hatta ilk olsun? Pekâlâ, mevcut düşünceler, deneyler, tezler vs. aynı anda, daha önce ya da daha sonra anlatılan tarzda veya daha farklı başka olaylar olmadığına kanıt değildir. Mesela en azından, kâinatımızın dışına çıkılsa belki komşu fakat biraz daha tuhaf, belki biraz daha yaşlı bir komşu ağabey ve ilave kâinatlarla karşılaşmayacağımızı iddia etmek biraz büyüklenmek, hatta Yaratana hâşâ hakaret bile olabilir. Kaldı ki kâinat dediğimiz uçsuz bucaksız yaratık belki de diğer yaratılanların yanında yok nispetinde yani küçücük kalıyordur. Hani “Arşa, kürse sığmam” diyor ya! Acaba arş ve kürs nasıl bir büyüklükte ki onu bize kıyas olarak sunmuştur. Bu konunun sonu olmaz uzatın uzatabileceğiniz kadar.

Bahsettiğimiz komşu evrenleri görmedik, varlığı sadece hayal, yani varlığını hayal edebiliyoruz. Bizim inandığımız Hz. Allah şöyle, siz düşünebildiyseniz, bir şekilde var etmiş demektir. Üstelik bu varlık eğer tercihine girmişse, maddi bile olabilir. Unutmayalım ki düşüncelerimizde yaratıldılar. Fakat otorite olmuş bilim, bize “büyük patlama, yaratılışın ilk başlangıcıdır” diyerek durumu istediği şekilde kabul ettirmiştir.

Bu konunun ilgilileri çoğunlukla Hıristiyan bilim adamları olduğu için, bunu birde “Allah’a inanmayanlara karşı kazanılmış bir zaferdir” diye beyan etmektedirler. Bu cümleye içinde Allah’a inanmak var diye balık gibi takılan bizlerde kanmaktayız. Oysa bu durumlar inananları Allah’ı hâşâ sınırlı konumda düşünmeye zorladığı gibi, elmaya bakınca Allah’a inanmayanların da, doğal olarak inanmasını sağlamamaktadır. Allah “Bizim ayetlerimiz inananların inancını, inanmayanların inkârını artırır”[ii] diyor.

Yukarıda görece farklı düşünen bilim adamımız, bir başka konunun uzmanı olmasına rağmen, bu topraklardan aldığı kudretle yetişen bir bilim adamı olarak, “Sadece tohumlanma zamanı ve tohumlayan önem kazanır” cümlesiyle, daha farklı düşüncelere yelken açıyor. Gerçi biz cümlemizi sadece tohumlayanda da toplayabiliriz. Gerisi onu tanımak ve âşık olmak içindir.
Bizi yaratan güç sınırsız bir kudrettir. Yaratmak için beklemez sadece ol der ve her şey var olur.4 Zaman da ol emrinin içindedir ve sonra sen ben sıralı olayların akışını bekleriz.

Bir gün dinlenme, cumartesi günü tatil gibi cümleler kabala öğretilerinde, tahrif edilmiş metinlerde daha çapsız çakma bir ilah için uydurulmuş kavramlardır. İlk başlarda kendi ekseni etrafındaki bir turu 24 saatte tamamlayan bir yer küre olmadığını düşündüğümüz için, bir sonraki cümlede gün yerine devir demeyi tercih edeceğim. Kâinatın yaratılışı altı devirde sahneye çıkmıştır. Ama buna rağmen bu kitabı yazmaya vesile olan benim ve bu kitabın yaratılışı, bilim adamlarının tahmini doğruysa yaklaşık on üç milyar yedi yüz milyon sene sonra sahnede yerini almış.

Dinimiz bize yaratılış olayında bizim zaman çizelgemize göre, maddenin öncesindeki var oluşlardan bahsetmektedir. Öyle ya ruhlar yaratıldı, sorular soruldu, secdeler yapıldı veya terk edildi. Büyük patlama olayı ne kadar büyüleyici olursa olsun bize göre olsa olsa top yekûn bir yaradılışın içinde ki zaman çizelgesinde daha sonra yerini alan bir olaydır.

İlim Allah’ın malı olması sebebi ile çok değerlidir. Fakat bilim adamlarının hataları da put edilmemelidir. Yarın, mevcut matematik denklemleri serisine, Nusret sabitini ilave ediverecek bir bilim adamının Bigbengi katrilyonlarca yıllarla ifade edilen rakamlara taşıması,  benzer tecrübelerden biliyoruz ki yatağından kalkanları şaşırtmıyor, sadece yeni bir şey daha gerçeğe, güya gözler önüne çıktı, diye heyecanlandırıyor, olacak. Eskisi ne kadar gerçekmişse? Bu arada bigbengin varlığı ya da varsa da zannedildiği gibi olup olamadığı ise gerçekten muammadır, meçhuldür.

Görülüyor ki ne yaptığını bilen bir yaratıcı ile karşı karşıyayız. Ya bu noktada ben bilmem kâinatın, arşın, kürsün ve bütün yaratılmışların efendisi bilir demeliyiz ya da bu konudaki her türlü anlayışımızın yetersiz kalabileceğini bilerek, ukalalık taslamadan, kati sonuçlara karar vermeden tefekkür ibadetine dalmalıyız. Emirdir dikin gözünüzü semaya dönüp dönüp bakın diyor. İnsanlık kuranı kerimden anladıklarında yetersiz kalmış olabilir.

Var olan her şey, mesela sizin bundan yüz milyaryılsonra cennetteyaşayacağınız bir olay yaratılmıştır. Tabi bize ait olan bir şartlanma ile en başından beri veya şu kadar yıl sonra diyoruz. Oysa Allah zamandan münezzehtir ve olayların başı sonu öncesi arkası bize ait kavramlardır gibi duruyor. Yani buradan hareketle O’nun kalu bela, dünya hayatı, ahret hayatı gibi bağlanmak zorunda olduğu bağlayıcı zaman, mekân sıralamaları yoktur.

Bizim zaman çizelgemiz ve sıralama anlayışımız Allah’ın bir anlık kün emrinin içinde yer alan bir fanidir. Bir anda yaratmış olduğu her şeyi şüphesiz bilir. Hem bu biliş, dün meteoroloji uzmanının yağmurun yağışını tahmin etmesi veya uzmanların güneşin tutulacağını öngörüp takvim yapraklarına yazışı gibi de değildir. Belki yağmurun altındaki ıslanmamız ya da tutulan güneşi izlememiz bu bilişe daha yakındır. Fakat dahası yağmur olmalıyız, güneşin ve onu perdeleyen bulutun yerine geçmeliyiz, önce güneş olup sonra da parçacık altı dünyada patlamalar olmalıyız.

Her şey yalan, gerçek olan Allah olduğuna göre aslında böyle bir sıralamada bizim yalancı dünyamızın bir aldatması olabilir mi? Bence öyle! Belki de bir eşzaman yaşam düşünmek bizim sınırlı, zamana ve mekâna bağımlı aklımıza daha uygun olur. Yani, fikir oluşturmak için söylüyorum kalu bela da secde edenlerin, etmeyenlerin aynı anda dünyada inkârcı veya itaatkâr yan karede ise cennette veya cehennemde ikamet etmesi neden olmasın? Bu durumda da bize bu dünyada zamanı boyut olarak bahşeden Allah, diğer âlemde onu karşımıza farklı bir şekilde çıkarabilir. Bu olayların aslını bilmek ise tasavvuf edebiyatında, hiç okumamış bir uzman olan Salih baba’nın; 

“Cismi tecelli tur’u, onda buldu zuhuru” 

Dizelerin de saklı gibidir. Nühsa-i Kübra, Ahsani takvim[iii] gibi yüce isimlerle yani yaratılanların en mükemmeli, kübranın, en büyüğün nüshası diye Cenabı Allah tarafından zikredilmiş Salih kul mertebelerine yükselenler acaba Tur dağındaki kelimullah olaylarını gönüllerinde mi yaşıyorlar? “Benim Salih kulumun konuşan dili benim dilimdir” durumundaysalar ya da Kehf suresinde ki gibi  “ya Musa Ledünni ilimi verdiğimiz kullarımdan bir kulla buluş ki öğrenesin” dediği bizim adını Hızır koyduğumuz kullar ne kadar biliyorlar?

Biz her ne kadar ilahi olaylar üzerinde düşünsek de, gerçek kârın tanımaya çalıştıkça âşık olacağımız Rabbimizi düşünmek olduğunu biliyoruz.

Cern’de yirmi yedi km dairevi bir tünel yapacaksınız, parçacıkları çarpıştıracaksınız ve yaratılışın ilk anını izleyeceksiniz.

“Kün fekân”ın sırrına ermek ne hacet bizlere

Aşka ermektir muradım nâm u nişan istemem

                                           Salih baba

Künfekan = Ol ve yok ol emri ilahisi

Yanlış anlaşılmasın, bu işler gereksiz demiyor, bu işlere Allah’ı tanımak için dalalım diyor. Tanıyalım ki âşık olalım.

Cern’de ki gayretler taktire şayan, desteklenmesi uygun olan çalışmalardır. Bunlar zekâları ile seçilmiş, seçkin kere seçkin insanlardır. Ama daha Cern tesisleri inşa edilmeye bile başlamadan önce, on üç milyarın hesabının, milyonlara inerek, neredeyse kati, kesin olduğunu yayıyorlar. Bütün her şeyin tohumunun bu olduğunu iddia edercesine ve dehşet verici bir heyecanla, şimdi ise yaratılışın daha kesin ayrıntılarını ortaya çıkaracaklarını söylüyorlar. Bu kadar keskin zekânın hep bir ağızdan histeriye kapılmış gibi söylediklerini dinlerken, bu zekânın yanın da eksik kalan bir şeyler mi var acaba? Şeklinde düşünmemek elde değil.

Ruhumuzun yaratıldığı ilmi ezeli görebilseydik, ezel zannederdik. Başlangıcı olmayan bir sonsuzluk çizgisinden seyreden zaman çizelgesi gibi! O zaman varlığı meydana çıkan Ruh’un, kaynağı olduğu, his, duygu ve sezgilerimizi, acaba yeterince zekâmızın, aklımızın desteğine verebiliyor muyuz?

Karbon testi yaparak, çok eski çağlara uzanan yaşları, yılları hesap eden bilim adamları, varsayalım bir gün “meğer hesaplar doğrusal değilmiş” dediler. “Bizim en son yaptığımız bilimsel çalışmaların ışığında öğrendik ki ilk atmış bin seneden sonra her yüzyılda bir milyon sene atıyormuş. Yani eskilerin beş milyon atmış bin sene öncesine ait olduğunu zannettikleri bir bulgu, aslında atmış bin beş yüz sene öncesine aitmiş.”

Evet, maalesef bilimden yararlanmanın dışında, bilimi neredeyse tapılacak kutsal bir inek haline getiren insanlık, yeni bir güne, bilimin ışığı devam ettiği için, huzurla başlayacak. Küçük veya büyük benzeri durumlarla sıklıkla karşılaşmaktayız. Bir öncekini çürüten veya bozan yeni yeni bulgular yağmur gibi gelmektedir.

Meğer Boyle Maryot kanunu öyle değilmiş, derlerse, neden? Cıva mı değişti? Diye soramıyoruz. Sorsanızda “böyle” diyecekler. Bundan sonra Boyle. Artık kutsal inek yeni çıkan kuraldır. Oysa küre olduğunu iddia ettiğimiz güneş bile buradan, uzaktan öyle gözükmektedir. Belki de dikenli kirpi gibi bir yamuk gürze daha çok benzemektedir. Eğer ekseni sekizgen değilse!

Bu arada arkeologların bulduğu daha sağlam ve kati delillerde, yeni ve daha kesin karbon testleri, ya da en son teknik lazer testleri sonucunda, güvenilirliğinden kaybetmiş olacaktır. Ama biz elde edebildiğimiz ilimin banko olduğunu umalım ve farz edelim ki öyle. Bu konuda dünyanın en ünlü bilim adamlarından oluşan heyet, öyle deliller sunuyorlar ki bir dönem hastaneler de, yığınla tedavi gören hastalara vesile olmuşlardı.

Sözde deliller yığınla, ret etme ihtimali bırakmamışlar. Çünkü en ince matematik hesapları, Kâbe’nin nasıl bir fırlatma rampası ya da uzaydan zaman zaman ziyarete devam etmekte olan uzay araçlarına mihenk taşı olduğunu ispat ediyor. Doğal olarak milyonlarca insan, başka çamurlu kaynakların da desteği eşliğinde 2012 yılında, Marduk’dan gelecek olan Nefilimlerin, bizleri yani hâşâ yarattıklarını kontrole veya her ne haltaysa gelecekler, diye bekliyorlar.

Nihayet, hâşâ Allah’ın olmadığını ispat ettiler. Bu filim adamlar eminiz ileride Nefilimler’in tarihinde ki taşlara çizilen mesaj paketlerini, mantukut tayr (Kuşdili) içine alınmış ve diğer şifrelerle şifrelenerek kavram değişikliğine karşı koruma altına alınılmaya çalışılmış haberleri veya belki de hikâyeleri eğip, bükecekler. Böylece mevcut olduğuna bizi inandırmaya çalıştıkları Nefilimleri de Allah’ın yaratmadığını hâşâ ispat ederek, bir secdeden daha kurtulacaklardır. Kaçış nereye kadar, en sonunda Âdemin kabrine gelirler ama secde edemeden ölmezlerse!
 

[i]

www.pisoestetik.com    Doc. Dr. Nusret Kaya

15

8 Enfal Suresi

2 – Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler. ( Diyanet meali )

İsra Suresi 82 – Biz Kur’an’dan, mü’minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını artırır( Diyanet meali )

[iii]

 95 Tin suresi

4-6 – “En güzel biçim” diye çevirdiğimiz “ahsen-i takvim” tamlaması bu bağ­lamda insana Allah tarafından verilen en güzel ve en mükemmel biçim ve yapıyı, bu sayede insanın, yeryüzü varlıkları içinde gerek fizyolojik gerekse ruhsal yete­nekler bakımdan en mükemmel ve en seçkin canlı olarak yaratılmış olmasını ifa­de eder. Yaratılmışların en mükemmeli olan insanda bulunan -âyetteki deyimiyle-bu güzelliğin kaynağı, Allah’ın onu kendi eliyle yaratıp ruhundan üflemesi7“kendi sureti üzere” (kendi sıfatlarından ona -insanlık düzeyinde ol­mak üzere- lütufta bulunarak) yaratması8  onu yeryüzünde halife kılması9vb. lütuf ve inayetleridir. Müfessir-ler Allah’ın insandan daha güzel mahlûku olmadığı kanaatindedirler. Zira Allah insanı canlı, bilen, irade sahibi, konuşan, işiten, dinleyen, gören, düşünüp tedbir alan, hikmetle hareket eden ve bütün bu özellikleri sayesinde fizik bakımdan ken­disinden daha güçlü varlıklar üzerinde bile hakimiyet kurabilen bir varlık olarak yaratmıştır ki bütün bu vb. sıfatlar aynı zamanda ilâhî sıfatların bir kısmının onda­ki yansımaları, tecellileridir. 10 İşte 1-4. âyetlerde Yüce Allah kendisinin ilim, sanat ve kudret sıfatlarını gösteren dört önemli varlığa yani insa­nın maddî gıdalarından olan İncir ve zeytine ve manevî gıdası olan vahyin İndiği Sînâ Dağı ite “emin belde”ye (Mekke), insanların muhtaç oldukları maddî ve ma­nevî ikramların mükemmel örneklerine yemin ederek insanı en güzel biçimde ya­rattığım, hem bedenen hem de ruhen yükümlülük alabilecek yeteneklerle donattı- ğını ifade buyurmuştur. 11

mükemmeli kıla­bilecek imkânları kötüye kullanmış oldukları için, hayatın başlangıç noktasından ileriye doğru gitmek, kesintisiz gelişme ve ecir alma imkânından yararlanmak ye­rine geriye, insandan geri canlılar âlemine doğru gitmiş, alçalmış olacaklardır.

7  bk. Sâd 38/72

8  bk. Buhârî, “İsti’zân”, 1; Müslim, “Birr”, 115

9  bk. Bakara 2/30; bilgi için bk. Süley­man Uludağ, “Ahsen-i Takvîm”, Dİ A, II, 178

10  krş. Şevkânî, V, 546

11  İnsanın seçkin yaratılışı ve üstünlüğü hakkında ayrıca bk. İsrâ 17/70 ( Diyanet tefsiri )