Bu yazının birinci bölümünü yazdığımızda tarih 2011 şubatını gösteriyordu. Bu konu için henüz çok erken görünüyordu. Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihine damgasını vuran Recep Tayyip ERDOĞAN, hem kamuoyu yoklamalarında hem de kazandığı seçimlerde uzun süre lider olarak kalacağını gösteriyordu. Ancak Tayyip ERDOĞAN 10 Ağustos 2014 seçimlerinden sonra yaptığı bir açıklamada “Her doğan, büyür, gelişir ve ölür. Bu, gerçek kişiler için böyle olduğu gibi tüzel kişiler içinde böyledir” diyordu.
Bu söylem biz davamızın süresini gayretlerimiz çerçevesinde uzatmaya çalışacağız ama bunun da bir sonu var ve bu durumun bilincindeyiz demekti. Şu zamana kadar AK Parti ciddi bir düşüş yaşamasa da siyaset gereği Tayyip Erdoğan’ın 12. Cumhurbaşkanı olması hasebiyle Başbakanlık koltuğu boşalmış oldu. Resmen açıklanmasa da cumhurbaşkanı Abdullah GÜL’ün ifade ettiği gibi “Ahmet Bey’in görev alacağı görülüyor.” Evet, şu an yeni başbakanın Ahmet DAVUTOĞLU olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Derken yeni başbakanımız beklendiği gibi Ahmet DAVUTOĞLU oldu.
Tabi burada davasını şahsından önde tutan bir Abdullah Gül olduğunu da unutmayalım. Tüm fitne tohumlarına, tüm ayrılık çabalarına karşı hizmet şuurunu kaybetmeyen Gül’de elbette unutulmamalıdır.
Niçin Davutoğlu dediğimizde karşımıza çıkan somut sebepler var. Bunlardan en önemlisi AK partinin 3 dönem kuralı. Bir de somut olmasa da perde ardından görülen gerçekler var ki, Davutoğlu’nun yaptığı çalışmalar ve gayretleriyle kendine parti içinde iyi bir yer edindiğini söyleyebiliriz. Eleştiriler olsa da dış politikaya getirdiği açılımın çoğunluğun beğenisini kazandığını görüyoruz. İslam dünyasına ilgisi, ilkeler üzerinden giden siyaseti, alanında uzmanlığı ile ortaya çıkan bilge kişiliği ve her ne kadar sertleşse de kabalaşmayan üslubu ve bekli de doğrudan halkla temas kurarak halkın derdiyle dertlenmesi Davutoğlu ismini ön plana çıkarıyor
Alaylı Erdoğan’dan Mektepli Davutoğlu’na Kurumsallaşan Türkiye’de geçtiğimiz 12 yıllık süreç, köhnemiş ve bozulmaya yüz tutmuş bir medeniyetin yeniden sağlam ve istikrarlı bir yapıya dönüşmesi için zemin hazırlama dönemi olmuştur. Aynı zamanda statükonun, milletten uzak kalmış ve devlet içinde çöreklenmiş kadroların tasfiye süreci olmuştur bu 12 yıllık süreç. Böyle bir süreç için; siyaseti, hayatı gibi yaşayarak tabir-i caizse usta-çırak ilişkisine dayanarak eğitimin alan bir kişilik, yani Kasımpaşalı Tayyip gerekliydi. Ancak siyaseti çok iyi bilen ve tecrübe ederek ilerleyen bir lider böyle karmaşık ve zor bir süreci idare edebilir ve ilerleyebilirdi. Herkesin acaba dediği bir ortamda “hayır acabalara gerek yok, geri adım atmak yok” cesaretinde bir kişilik Türkiye’yi ve Erdoğan’ın liderliğini çok sıkıntılı süreçlerden başarılı çıkarmıştı.
Kendi tabiriyle çıraklık dönemi, kalfalık dönemi ve son olarak ustalık dönemini idame ettiren Erdoğan artık değişimi tamamlayıp dönüşümü sağlamak için hareket etmektedir. İşte tam da bu noktada mektepli Davutoğlu’na çok işler düşmektedir. Bilimsel ve akademik karakteri, sistematik ve teorik bilgisiyle değişimi sağlamakta olan Türkiye’nin en iyi şekilde kurumsallaşması ve ilerlemesi için çok önemli bir kişilik Davutoğlu. Son yıllarda gündemimizde olan 2023, 2053 ve 2071 hedeflerine yönelik çalışmalarımıza en faydalı bir şekilde hizmet verebilecek bir şahsiyet Davutoğlu.
İlk yazımızda Davutoğlu’nu şöyle tanımlamıştık: Dış politika kendisinin uzmanlık alanı. Dış politika üzerine geniş çalışmalar yapıp alanında kitaplar yazmış bir profesör. Hayata hep olumlu bakabilen zor durumlarda hayal kırıklığına uğramayan bir siyasetçi. Can Dündar’ın Canlı Gaste programına katılan Davutoğlu Dündar’ın “bu kadar çalıştınız, uğraştınız ama yaptırımlara engel olamadınız veya bir cihetten başarılı olamadınız. Bu durum sizi hayal kırıklığına uğratmadı mı” sorusuna“Benim lügatimde hayal kırıklığı yoktur” diyebilen güzide bir insan. Kendi tarihi geçmişine sahip çıkan geleneklerini diğer bazı aydınlar gibi küçümsemeyen bir Anadolu insanı. Ailesine karşı eksik kaldığını düşündüğü yerlerde onlardan özür dilemesini bilen bir baba. Dünya çapında adından söz ettiren bir tarihçi. Ama en önemlisi dünya siyasetine ikili ilişkilerde taraf ülkelerin her ikisinin de karşılıklı çıkarlarının gözetilerek ortak bir paydada buluşabileceğini “win-win” yani “kazan-kazan” anlayışını getiren bir arabulucu. Sıfır sorun politikası da aslında olması gerekeni yani nasıl ki, insanın komşusuyla düşmanlığı iki tarafa da bir şey kazandırmıyorsa aynı şekilde komşu ülkelerin düşmanlığının da sadece iki ülkeye zarar getirdiğinin bilincinde bir gözlemci.
Son olarak Davutoğlu’nun babaannesinin ağzından düşürmediği duasını aktaralım: “Kuzum, bal Ahmad’ım oğlunla ordu, kızınla oba olasın, koç koç oğlanların ardına düşe, ayaklarına taş değmeye dünyalar ayaklarına gele, herkesler sana akıl danışa.”
Hamza Furkan OĞUZHAN
İstanbul, 22.08.2014
hamzafurkan88@hotmail.com