Çocukluğumuzdan beri hep aynı soruyla muhatap oluruz. “Hangi mesleği seviyorsun” deyince toplum, bir anda yüzümüz kızarmaya başlıyor, ne cevap vereceğimizi bilemiyoruz… Çünkü mesleğin ne olduğunu, ne için bir meslek seçilmesi gerektiğini idrak edemeyiz. Biz anlamasakta mutlaka birileri bizim yerimize bu sorunu halleder.Genelde evde toplanan komşular çay sohbetlerinde, altın günlerinde bizim için meslek seçmeye çalışır. Yürüyüşümüze bakarak bazen doktor bazen mühendis yapıverirler. Buldukları mesleği hemen üzerimize yapıştırıverirler. İçimizden geldiği için küçük bir şarkı mırıldansak hemen şarkıcı yaftasını yapıştırırlar.

Sponsor Bağlantılar

O kadar ciddiye alırlarki söylediklerini yıllık gelir-gider hesaplamalarına bile girişirler. Bizler şarkıcının ne demek olduğunu anlamasakta annemizin gözlerinde gördüğümüz sahte övgü emarelerini bozmamak için oyunu bozmamaya çalışırız. Hatta biraz cesursak oyuna dahil bile oluruz. Meslek seçiminde uzmanlığı gözlerinden okunan komşularımızın tempoları eşliğinde dans etmeye, şarkı söylemeye başlarız. İçimizden geldiği için değil, ilk kez dikkate alındığımız içindir bu çabalarımız. Yeteneğimizin ve isteklerimizin hiçbir önemi yoktur. Önemli olan doğduğumuz günden beri kulağımıza üflenen “Sen yapamazsın” sözünü ortadan nan kaldırmak ve annemizin gözlerindeki ışıltıyı devam ettirebilmektir.

Tabii ki çay partileri, gelenekselleşen altın günleri iki saatlik gereksiz konuşmaların mekanıdır. Burada konuşulanlar burada kalır. Hiç kimse ne söylediğini hatırlamaz. Dikkate alınmaktan çok zaman geçirmek için yapılan gevezeliklerin bir ürünüdür bu etkinlikler. Konuşulanların ciddiyeti komşular açısından iki saat sürse de bazıları bu konuyu hiç unutamaz. Kimler olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Anneler asla asla unutmazlar konuşulanları. Kadın günlerinde elde ettiğimiz mesleklerimizde pratik yapmamız için baskı yaparlar. Başkalarından -mahallenin kıdemli rehber komşularından- aldıkları direktiflerle hareket etmeye başlarlar. Öncelikle gizliden gizliye bu mesleklerin gelir-giderlerini hesaplarlar. Kendi yaptıkları hesaba güvenmez ve danışman komşularla tekrar tekrar hesap kitap yaparlar. Sonuç olarak sahte maaşlar üzerinden sahte gelecek hayalleri kurarlar. Kafalarında kurdukları dünyayı başkalarıyla paylaşmak isterler. Bu da en yakın arkadaşları yani kocaları olur.

İşten yorgun argın gelen kocalar çocuklarının yeteneklerini duyunca havalara uçarlar. Aslında onlarıda ilgilendiren kısım yeteneklerden çok kendi maaşlarının on katının kazanılabileceği ihtimalidir. Onlarda konuya dahil olunca iş içinden çıkılmaz bir hal alır. Baba da hem erkekliğinin gücünü göstermek hem de karısının söylediklerini teyit etmek için bir defter ve bir de kalem alır ve başlar hesap yapmaya. Karısının söyledikleriyle kendi hesabı tutunca basar yaygarayı. O gece ikisi de uyumaz. Yani anlayacağınız kafalarındaki geçim sıkıntısı sorunu çözüldüğü için farklı mecralara doğru akmaya başlar iki beden. Yıllardır soğuk olan yatak ilk kez ısınır. O kadar para varken ne için birazcık zevkten mahrum kalsınlar ki. Neyse fazla derine inmeyelim. O gece bir şekilde sona erer. Sabah olduğunda baba işe gitmek istemez. Yedi yüz lira maaş için ne için eşşek gibi çalışacak. Ne de olsa çocuğu ona bakar. Zar zor da olsa yataktan kalkar ve işe gider. İş yerinde gördüğü herkese durumu anlatır. Eee zenginden faydalanmak isteyen çoktur. Uzun vadede olacaktır ama bunun da bir önemi yoktur. Ne için mi? Çünkü yaşam bu insanlar için hep aynı çizgide sürecektir. Bugün yedi yüz lira maaş alan yarın ev sahibi olmayı düşünecek kadar hayalperest değildir. Bizim babanın oğlundaki yeteneği duyan yanına gelir. Bir anda kalabalık arttıkça artar. Yolda gördüklerinde yüzüne bakmadıkları adam adeta ilah olmuştur. Herkes adama yalakalık için birşeyler ısmarlar. Adam da ilk kez toplumun bir basamak yukarısına çıktığı için mutludur. Halinden hiç şikayet etmez. Baba durumu çocuğun öğretmeniyle konuşması gerektiğini anımsar. İşyerinden iki saat izin alır ve koşar okula.

Babasını ilk kez okulda gören çocuğun dili tutulur. Baba oğlunun bu durumunu zeka seviyesindeki yüksekliğe bağlar. Çocuk düzelir düzelmez beraber sınıf öğretmeninin yanına koşarlar. Beş dakikalık mesafeyi yarım saatte katedebilen babaya birşeyler olmuştur. Hızı oğlunu bile şaşırtır. Neyse konuyu uzatmayalım. Sonuç olarak öğretmenin yanına gelinir. Bundan sonrasını onların ağzından dinleyelim.

Baba:
-Efendim biraz konuşabilir miyiz?

Öğretmene veliyi görünce bir haller olur. Acemiliktenmidir bilinmez bir titreme sarar bizim öğretmeni. Hemen toparlanmalıdır. Yoksa veliye rezil olacaktır. Bir bardak su içer. Kendini toparladıktan sonra babaya döner ve mağrur bir bakışla:
– (Kapıyı göstererek) Buyrun beyfendi dışarda konuşalım.

Öğretmen-baba birlikte dışarı çıkarlar. Bizim çocuk ilk kez babası tarafından bu kadar önemsenmiştir. Okula hiç gelmeyen baba okulda bitmiştir. Bu anın tadını çıkarmakta ufaklığa düşer. Peşlerinden ayrılmaz. Böbürlene böbürlene arkalarından gider.

Baba:
-Sizce benim oğlan hangi yeteneklere sahip?

Okula geldiği günden beri maaşından başka hiçbir şey düşünmemiş olan öğretmen cevap veremez. Daha sonra geçen gün arşivde gördüğü mesleki yetenek anketlerini hatırlar. Babaya döner ve:
-Oğlunuz geçen gün MEB tarafından yapılan mesleki seçme anketlerinde borunun içinden iğne geçirilebileceğini tahmin etti.

Baba şaşırmış gibi yapar. Öğretmen konuşmasını gururla devam ettirir:
-Bunun anlamını biliyor musunuz? Oğlunuz analitik bir zekaya sahip. Diğer sorulara verdiği cevaplar da tahminimi kuvvetlendiriyor. Ah ne kadar şanslısınız! Para içinde yüzeceksiniz, yaşamınız çok çok farklı olacak.

Babanın tatmin olmadığını anlayan öğretmen:
-Ne dediğimi hala anlamıyor musunuz? Oğlunuzun anketlere verdiği cevaplar onun sayısal bir zeka ile birleştirilmiş perspektifi bakış açısıyla yan yana gelecek şekilde analitik düşünce kuramlarını pratikle pekiştirdiği alenen ortadadır.

Baba duydukları karşısında afallar. Ne anlama geldiğini bilmediği bu kelimeler bir araya gelince kulağına çok hoş gelmiştir. Şükürler olsun hayatları kurtulacaktır.

Baba teşekkür ettikten sonra okuldan ayrılır. Okulda olanları hemen karısına yetiştirir. Karı-koca oğullarının yeteneklerini her yerde anlatarak onu mühendis, doktor, şarkıcı vs… yaparlar. Toplumda artık çocuğa o mesleğin gerektirdiği saygıyla davranmaya başlar. İşler traji komik bir hal alır. Yani kısacası aile-toplum-sözde eğitimci eşliğinde zoraki mühendisler, doktorlar vs… yetiştirilir.

Türkiye’de toplum-aile-sözde eğitimciler eşliğinde binlerce çocuğumuz kendi yeteneklerinden alıkonulup ailelerin istedikleri yöne kaymaktadır. Yazar olmak isteyen çocuk mühendis, konservatuara gitmek isteyen çocuk kimyager, ressam olmak isteyen çocuk makina mühendisi yapılıyor. Sonuçta mutsuz, yaptığı işi sevmeyen binlerce insan ortaya çıkıyor. Daha sonra mı ne oluyor? İnşaatta çalışırken duvarlara yazı yazan mühendisler, laboratuvarda çalışırken konservatuar hayalleri kuran kimyagerler, makina başında doğa fotoğrafları çeken makina mühendisleri meydana geliyor.

Bir nesil bu şekilde heba edildi. Kendi yeteneklerinden uzak tutulup
küçük hesaplar için farklı mesleklere yöneltildi. Şimdiki nesil mi nasıl? Emin olun değişen hiçbir şey olmadı. Ne diyelim? Allah Türk gençlerine yardım etsin?