Sağ kolunu Birinci Dünya Savaşı’nda kaybeden Yedek Subay Ahmet Celâl, emir eri Mehmet Ali’nin daveti üzerine, İstanbul’dan ayrılır. Mehmet Ali’nin Haymana Ovası’nda Porsuk Çayı kenarındaki köyüne gider. İstanbul’un işgal edilmesine dayanamayan Ahmet Celâl, rahat bir nefes almak için bu yolculuğa çıkmıştır. Ahmet Celâl, köye vardığı ilk andan itibaren gördükleri ve yaşadıkları karşısında tam anlamıyla bir hayal kırıklığına uğrar. Köylülerle kaynaşmaya çalışır, onlara Mustafa Kemal’in önderliğinde verilen kurtuluş mücadelesini anlatır. Bu heyecanlı konuşmalar köylülerin kalplerinde en ufak bir heyecan yaratmaz. Köylüler, Ahmet Celâl’in düşüncelerine katılmazlar.

Sponsor Bağlantılar


Mehmet Ali, dört yıllık bir askerlikten sonra köyüne dönmüş, köyüne döner dönmez de eski kişiliğine bürünmüştür. Kendisini yeniden askere çağırmalarından korkar. Salih Ağa, köyün zenginlerindendir; ancak bir dilenciden farkı yoktur. Kışın en soğuk günlerinde dahi çorap giymez. Köylüler üzerinde güçlü bir nüfuzu vardır. Bekir Çavuş, yirmi üç yıl askerlik yapmış, pek çok cephede savaşmıştır. Mehmet Ali, köye gelişinin ikinci ayında yakın köylerden bir kızla evlenir; bu, Mehmet Ali’nin üçüncü evliliğidir. Heyecandan uzak, keyifsiz bir düğün yapılır.

Ahmet Celâl, okumuş aydın bir insan olarak köyde kendisini çok yalnız hisseder. Köylüler Ahmet Celâl’i “yaban” olarak görürler. Çünkü o, dışarıdan gelmiştir, bir yabancıdır. Okumuş bir İstanbul insanı ile cahil Anadolu köylüsü arasındaki uçurumu gören Ahmet Celâl’in yüreği burkulur. Ahmet Celâl köye ve köylülere alışmak için çaba gösterir, öte yanda aklı Mehmetçiklerin düşmana karşı verdiği mücadelededir. Gazetelerden Birinci İnönü zaferini öğrenir, günlerce çocuklar gibi sevinir, önüne gelen herkese heyecanla bu zaferden bahseder. Sevincini birileriyle paylaşmak ister. Köyün muhtarı, Mustafa Kemal’in çıkmaz bir yola girdiğini, padişaha karşı geldiğini, padişahın düşmanla barış imzaladığını, ancak Mustafa Kemal’in düşmanı kızdırdığını söyler. Mehmet Ali’nin derdi ise yeniden askere çağrılma ihtimalidir. Ahmet Celâl, vatan savunması konusunda bu derece duyarsız ve cahil köylüler karşısında ne yapacağını şaşırır, derin bir ümitsizliğe kapılır. Anadolu köylüsüne olan öfkesi, nefreti bir kat daha artar.

Gökyüzünde beyaz bulut kümelerinin olduğu bir nisan günü Ahmet Celâl, nereye gittiğini bilmeden yürümeye başlar; öfke duyduğu bu insanlardan kaçıp uzaklaşmak, İstanbul’a varmak ister. Karmaşık duygular içinde yürürken, Mehmet Ali’nin köyüne iki üç saatlik bir mesafede, kavak ağaçları arasında, küçük bir dere kenarında yeşil gözlü, beyaz dişli genç ve güzel bir kızın kendisine gülümsediğini görür. Kız, ağaçlardan birinin arkasına saklanır. Ahmet Celâl, genç kızı ürkütüp kaçırmak istemez. Hangi köyden olduğunu sorar, yakın bir köyden olduğunu öğrenir. Kızı korkutmamak için yoluna devam eder. O günden sonra Ahmet Celâl, sıkıntılarından kurtulduğunu, hafiflediğini hisseder. Genç kız, çirkinliklerle dolu bu köyde Ahmet Celâl için bir yaşam kaynağı, taze bir nefes olur. Otuzunu aşmış olan Ahmet Celâl, bu kıza âşık olduğunu anlar.

Şeyh Yusuf’un köye gelmesiyle köylüleri büyük bir heyecan ve sevinç kaplar. Ahmet Celâl, köylüler üzerinde böylesine etkili olan bu adamla tanışmak ister. Mehmet Ali, şeyhin hastalara okuyup üflediğini, köylülere öğütler verdiğini söyler. Ahmet Celâl, şeyhin yanına gider. Şeyh Yusuf, Ahmet Celâl’i tersler. Bunun üzerine Ahmet Celâl, şeyhi hakaret dolu sözlerle azarlar. Şeyh Yusuf, o sene köyü alışılagelenden erken ve köylülerden aldığı hediyelerin yükü altında sendeleye sendeleye terk eder.

Köyde Cennet adında, kocası Süleyman’ı başka erkeklerle aldatan bir kadın vardır. Süleyman, âdeta bir çocuk gibidir; elinden pek bir iş gelmez, cılız bir adamdır. Bazen karısından dayak yediği bile olur. Köylüler Cennet’i yabancı bir erkekle yakalarlar, taşla sopalarla saldırırlar. Cennet, bu adamın yabancı olmadığını, bir akrabası olduğunu söyler. Ne köylüler ne de Süleyman, Cennet’e karışabilir.

Mehmet Ali’yi yeniden askere çağırırlar. Zeynep Kadın, tam iş zamanı oğlu elinden alındığı için üzüntüsünden kahrolur. Ahmet Celâl emir eri Mehmet Ali’nin gidişinden sonra köyde büsbütün yalnız kalır.

Cennet, asker kaçağı bir adamı evine alır. Süleyman buna karşı çıkacak olur, ancak adam dayakla, Cennet de bırakıp gitmekle tehdit eder. Süleyman, üzüntüsünden geceleri gizli gizli ağlar. Köylüler bu duruma daha fazla seyirci kalamaz. Bir gece imamla beraber Süleyman’ın kapısına dayanırlar. Kapıyı kırıp içeri girerler. Ertesi gün Cennet’le yanındaki adam, sabahleyin erkenden köyü terk ederler. Zavallı Süleyman, karısının yaptığı onca ahlâksızlığa rağmen, kara sevdaya düşen bir âşık gibi karısının ardından günlerce ağlar.

Ahmet Celâl’in içini tatlı bir heyecan kaplamıştır artık. Gönlünü çalan köylü kızını görebilmek umuduyla sık sık, kavak ağaçlarının bulunduğu dere kenarına gider. Bir gün köylü kızını dere kenarında çamaşır yıkarken görür. Köylü kızı, bir yabanî geyik gibi kaçmaya başlar, ağaçların arkasına saklanır. Ahmet Celâl, kendisinden korkmamasını, kimseye bir zararının dokunmayacağını söyler.

Salih Ağa, Zeynep Kadın’ın tarlasını elinden alır. Ahmet Celâl buna karşı çıkar. Salih Ağa ile Ahmet Celâl arasında bir düşmanlık başlar.

Ahmet Celâl, İstanbul’un en muhteşem konaklarından birinde doğup yetişmiş, türlü hayal iklimlerinde dolaştıktan sonra tek kolunu kaybetmiş olarak bu köye düşmüş, otuz iki yaşında emekli bir askerdir. Ahmet Celâl, köylüleri anlamaya, onlardan biri olmaya çalışır. Ancak ne yapsa boşunadır. Yetiştiği ortam, okuduğu kitaplar, aldığı eğitim, onun içine sinmiştir. Tüm bunlardan sıyrılıp bir köylü gibi düşünmek, bir köylü gibi yaşamak mümkün değildir.

Ara sıra köyden, cepheye cephane taşıyan kafileler geçer. Açlıktan kemikleri çıkmış mandaların taşıdığı kağnıların gacırtısı Ahmet Celâl’in yüreğini dağlar. Her türlü zorluğa, yokluğa, sıkıntıya rağmen yine de ümitlidir Ahmet Celâl.

Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail, her geçen gün biraz daha huysuzlaşır. Hiçbir işe el atmaz, saatlerce ortalıktan kaybolur. Annesinin sözünü dinlemez. Ahmet Celâl’in sigaralarını çalar. Ahmet Celâl, adını bilmediği köylü kızını görmek umuduyla ne zaman yola koyulsa İsmail’e rastlar. Bir gün İsmail’le bu durumu konuşur. İsmail, sevdiği kızın bu köyde olduğunu söyler, hem de kızın kendisini tanıdığını, “Kolu yok bir herif buraya gelir. O, senin ağan mı?” diye sorduğunu söyler. Ahmet Celâl, günlerdir kalbinde tatlı bir heyecan yaşatan, yeşil gözlü, beyaz dişli köylü kızının kendisinden bu şekilde söz etmesine üzülür. Kesik olan kolu zonklamaya başlar. Ahmet Celâl’i derin bir hüzün kaplar. Güzeller güzeli köylü kızı Emine’yi, bücür İsmail’e kaptırmış olmayı hazmedemez. Köylü kızının kendisi dururken, İsmail’i sevmesine bir anlam veremez. Zeynep Kadın, oğlunun baldırı çıplak bir kızla evlenmesine karşı çıkar. Bu durum Ahmet Celâl’in hoşuna gider. Şayet Emine ile evlenecek olursa kendi eliyle askere götüreceğini söyleyerek İsmail’in gözünü korkutur.

İsmail günden güne huysuzlaşır. Ahmet Celâl, kendisine başka bir ev bulmak ister. Bekir Çavuş, depo olarak kullandığı bir evini ona verir. Ahmet Celâl, eve biraz bakım yaptırır ve taşınır. Süleyman da yanında kalır. Bir gece muhtar, bir gazete getirir. Ahmet Celâl, İkinci İnönü zaferini okuyunca yüreği ağzına gelir. Sevincini paylaşacak birilerini arar, fakat yanında Süleyman’dan başkası yoktur. Sevincini içinde yaşar. Ahmet Celâl’in bedeni köydedir, fakat zihni kalbi Mustafa Kemal’in askerleriyle birlikte cephededir. Cepheden gelen en küçük haber, Ahmet Celâl’in iç dünyasında fırtınalar koparır. Gazetelerde ordunun genel bir taarruz hazırlığında olduğu
yazılıdır. Ahmet Celâl bu sıkıntılı günlerin yakın bir gelecekte sona ereceğine, düşmanın bu topraklardan atılacağına yürekten inanmaktadır.

Ahmet Celâl, yeşil gözlü köylü kızını bir türlü unutamaz. Emine’yi halasından istemeye karar verir. Bu niyetle Emine’nin köyüne gider, fakat cesaret edemez, geri döner. Dönmesine döner, ama içindeki duyguyu bastıramaz. Bir gün, Bekir Çavuş’a içini döker, ondan Emine konusunda yardım ister. Bekir Çavuş, karısını gönderir. Ahmet Celâl, heyecanlı bir bekleyiş sürecine girer. Birkaç gün sonra Bekir Çavuş, kızın kabul etmediğini, “Elin yabanına ben varmam.” dediğini söyler. Ahmet Celâl’in gönül dünyası bir anda kapkaranlık olur. Bu köyde onu, yaşama bağlayan tek güzellik, Emine’dir. Ona kavuşma ihtimali ortadan kalkınca, hayatın tadı kaçar. Odasından dışarı çıkmaz. Süleyman’a bağırır. Süleyman küsüp evi terk eder, köyün mescidinde kalmaya başlar. Ahmet Celâl, ıssız bir odada tek başına kalır. Robinson gibi, ıssız bir Anadolu bozkırında kendisini yapayalnız hisseder.

Ahmet Celâl, Anadolu halkının bu derece cahil kalmışlığının, vatan savunması konusundaki duyarsızlığının sorumlusu olarak Türk aydınını gösterir.

Süleyman gittikten sonra Emeti Kadın adındaki yaşlı bir köylü Ahmet Celâl’in bakımıyla ilgilenir. Ahmet Celâl’in odasında resim ve heykel olduğu için korkar, odaya adımını dahi atmaz. Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail ile Emine evlenirler. Ahmet Celâl, buna bir anlam veremez, ancak içten içe de kahrolur. Delicesine sevdiği Emine’yi, İsmail gibi birine kaptırmış olmayı kolay kabullenemez.

Ahmet Celâl gazetelerden, düşmanın büyük bir taarruza başladığını öğrenir. Düşmanın köye girmesi an meselesidir artık. Ahmet Celâl için tedirgin bir bekleyiş başlar. Çoğu gece kâbuslar görür. Düşman uçakları geçer. Halife ve padişahla birlikte olduklarını, yakında geleceklerini, Mustafa Kemal’in çetelerine karşı koruyacaklarına dair kâğıtlar atarlar. Köylüler bu kâğıtlarda yazanları okuyunca sevinçten gözleri parlar. Çözülen cephelerden kaçan halk bölük pörçük, darmadağınık bir halde köyden geçer. Gördüğü bu hazin manzara karşısında Ahmet Celâl’in canı sıkılır, ancak Türk ordusuna güvenmektedir. Ordu ne kadar geriye çekilirse çekilsin, gün gelecek, düşmanı püskürtecektir.

TBMM kurulmuş ve meclis, Mustafa Kemal’i başkumandan olarak seçmiştir. Bir topçu birliği köyden geçer. Ahmet Celâl, subaylarla sohbet eder. Türk ordusunun birkaç ay içinde büyük bir taarruza geçeceğini öğrenir. Subayların sözleri, Ahmet Celâl’in yüreğine su serper. Köylülerin vatandan, düşman tehlikesinden, savaştan habersiz bir şekilde yaşam sürmelerinden kahırlanırlar. Subaylar gidince Ahmet Celâl kendisini yine yalnız hisseder.

Bir gün köyden başı sonu belli olmayan, üstü başı perişan askerler geçer. Bu askerlerin başında, şehit düştüğü sanılan, Emine’nin babası Şerif vardır. On yıllık bir aradan sonra köyüne dönmüştür Emine’nin babası. Şerif Çavuş, cephe cephe dolaşmasını, esir düşmesini, açlığı, sefaleti anlatır. Emine babasına kavuşur. Emine’yi görünce Ahmet Celâl’in içindeki duygular yeniden canlanmaya başlar. Emine’nin hareketlerinden kocası İsmail’i sevmediğini anlar. Ahmet Celâl, Emine’yi göz hapsine alır. Ahmet Celâl’in kendisiyle ilgilenmesi Emine’nin hoşuna gider. Şerif Çavuş, annesini görmeye gider, bir daha da dönmez. Askerler, Şerif Çavuş olmadan yollarına devam ederler. Ahmet Celâl, düşman Anadolu’nun içine kadar gelmişken askerlikten kaçmayı onursuz bir davranış olarak görür, sinirlenir.

Top sesleri köyden duyulmaya başlar. Düşman uçaklarının geçtiği görülür. Köylüler, düşman uçaklarının geçmesini âdeta bir oyun gibi keyifle izlerler. Atılan kâğıtlarda düşmanın halife tarafından görevlendirildiğini, Mustafa Kemal’in çetelerinin mahvedildiği, halkı kurtarmaya geldikleri yazılıdır. Ahmet Celâl, köylülerin cahilliği karşısında kahrolur. Yıllarca türlü cephelerde savaşmış Bekir Çavuş, düşmanın kızdırıldığını, Ahmet Celâl’in de onlardan, yani Mustafa Kemal’in çetelerinden olduğunu söyler.

Nihayet bir sabah Yunan askerleri köye girer. Köylüler korkularından evlerine saklanır, ne yapacaklarını bilmez bir halde bekleşirler. Düşman askerlerinin ortalıkta kimseyi göremeyince geçip gideceklerini zannederler. Düşman askerleri köyü işgal eder. Komutanların her biri bir eve yerleşir. Köylüden et, ekmek, arpa, şeker alırlar. Karşılık olarak da ellerine hiçbir işe yaramayacak kâğıtlar verirler. Askerler, Ahmet Celâl’in kaldığı evi ararlar; silâhını bulurlar, eşyalarını süngüleriyle delik deşik ederler. Komutanlar, bir subay olduğu için Ahmet Celâl’i çağırtıp sorguya çekerler. Bir subayın böyle bir köyde ne işi olduğunu anlamaya çalışırlar. Onu göz hapsinde tutarlar, kimseyle görüştürmezler, onun evden çıkmasına izin vermezler. Bu arada Ahmet Celâl fırsat buldukça, gece yarısı başına dikilen er uyuduktan sonra, yatağın içinde, karanlıkta günlüğünü yazmaya devam eder. Düşman askerleri köy halkını sömürür; Emeti Kadın’ın yumurtaları, Çoban Hasan’ın koyunları, Salih Ağa’nın saman ve arpaları… Düşman askerleri kadınlara sarkıntılık ederler. İstediklerini vermeyenleri döverler.

Düşman askerleri bir sabah ansızın köyü terk ederler. Salih Ağa ile İmam onlara yol gösterirler. Ahmet Celâl ile Salih Ağa önce tartışır, sonra da kavga ederler. Bir ara Ahmet Celâl, Emine’nin kendisine baktığını görür ve yumuşar. Emine’nin içten bakışları Ahmet Celâl’e cesaret verir. Tenha bir yerde konuşurlar. Ahmet Celâl, Emine’nin İsmail’le mutlu olmadığını anlar. Emine, duygularını açıkça dile getiremez, ancak konuşma tarzı, bakışı, hareketleri, içindeki sevdayı dışa vurur. Ahmet Celâl bu kez duygularını dile getirir. Köylüler düşman askerlerini çok çabuk unuturlar, kısa sürede eski yaşamlarına geri dönerler. Askerler silâhını alınca Ahmet Celâl’in köylü üzerindeki gücü, etkisi azalır. Ahmet Celâl, köyün çobanıyla birlikte hiçbir şey düşünmeden günlerce dağ tepe dolaşır. Yine yalnızdır.

Ahmet Celâl, Çoban Hasan’la birlikte gittiği kır gezintilerinden döndüğü bir akşam, köyün düşman askerleriyle dolduğunu görür. Fakat bu kez gördüğü manzara öncekinden farklıdır. Düşman askerlerinin hali perişandır; üst başları toz içinde, sakalları uzamış, yüzleri paslı bakıra dönmüştür. Ahmet Celâl’in içini büyük bir sevinç kaplar. Askerlerin görüntüsü, Türk ordusunun düşmanı bozguna uğrattığının bir göstergesidir. Askerler Çoban Hasan’ı öldüresiye döverler, sürüsünü de talan ederler. Ahmet Celâl, Hasan’ın yaralarını temizler. Askerler, Ahmet Celâl’in evine zorla girer, evin altını üstüne getirirler. Küçük Hasan’ın üzerinde yattığı çarşafı sertçe çekerler. Küçük Hasan’ın cansız bedeni yere düşer. Emeti Kadın ağıt yakar, askerler telaşlanır, dışarı çıkarlar.

Düşman askerleri evleri yakmaya başlar; etrafı duman, yanık kokusu kaplar. Ahmet Celâl evine koşar, günlüğünü alır, gömleğinin içine koyar. Birkaç güne kadar Türk askerlerinin köye geleceğini, askerlerden birinin defterini bulacağını düşünür. Defteri okuyacak olanlardan bir isteği vardır: Köylüyü suçlamamaları. Ahmet Celâl’e göre köylünün bu kadar cahil kalmasında
Türk aydını suçludur. Türk aydını, köylüsünü bu çorak tabiatla baş başa bırakmış, unutmuştur, bu insanlarla hiç ilgilenmemiştir.

Askerler köylüleri meydana toplarlar. Evleri birer birer yakarlar. Köylülere tekme yumruk saldırırlar, her türlü rezilliği yaparlar. Ahmet Celâl, askerlerin kaba davranışlarını, taşkınlıklarını komutanlarına şikâyet eder, fakat bir sonuç alamaz. Ahmet Celâl’in evini de yakarlar. Kalabalığın içinde Ahmet Celâl ile Emine bakışırlar. Emine’nin bakışları Ahmet Celâl’e cesaret verir. Ahmet Celâl, düşman askerlerinin her şeyi yakıp yıktıktan sonra, genç kız ve kadınlara tecavüz etmelerinden korkar. Askerler, köylüleri yakmakla tehdit eder. Korkudan birbirine kenetlenmiş genç kızları kalabalığın içinden birer ikişer çekip götürüler. Zorla götürülen kadınların feryatları yürekleri dağlar. Ahmet Celâl, Emine’yi alıp kaçırmayı düşünür. Karanlıktan faydalanarak sürünmeye başlar. Emine ile birlikte mezarlığa doğru sürünürler.

Emine sol kalçasından vurulur, bir kurşun da Ahmet Celâl’in böğrünü sıyırmıştır. Emine’nin kana bulanmış, topraklı, sert elleri Ahmet Celâl’in göğsünde dolanır. Bu dokunuşlar Ahmet Celâl’e büyük bir zevk ve mutluluk verir. Köyde geçirdiği iki üç yıllık sürede yaşadığı tüm sıkıntılar, öfkeler, tiksintiler bir anda yok olur. Başını Emine’nin dizlerine koyar. Öte yanda düşman askerlerinin yaptığı katliamların gürültüleri, çığlıkları duyulur.

Biraz uyuyup sabahleyin yola koyulmaya karar verirler. Sabah olur, ancak Emine sol bacağını oynatamaz. Ahmet Celâl, defterine son satırları yazar ve günlüğünü Emine’ye teslim eder. Yalnız başına, yaralı bir halde uzaklara yürür.

 
— S O N —