Yazar: handankurtulus

Nisan Yağmuru

Öğlen ezanından beri yağıyor. Pencereler su içinde. Kaldırımlar vıcık vıcık, yollar çamur deryası. Yinede kurşuni ağırlığından kurtulamadı gökyüzü. İçi sıkılıyor insanın. Balkonundan gökyüzüne bakıyor biri; ‘’Yağsa da kurtulsak şu gök gürültüsünden’’Gün ilerliyor. İnsanlar şimdi evlerin içinde. Caddeler kalabalık. Saçak boylarından kediler ararsınız, sudan çıkmış fareler gibi bir köşede bekleyenler mi? Ya şu liselere ne demeli? Bu kadar yağmur yağarken romantizm fazla galiba? Şifayı kapacaklar haberleri yok. Manav, boş bir varili saçağın altına koymuş. Az ötede elini bulut yapmış da marulları ıslatıyor. Derken birilerin şemsiyesi ters dönüyor. Ona gülen bir başkasınınkinin de şemsiyesi ters dönüyor… Hızlanıyor yağmur. İstasyon tarafı ‘’ Zikzak’’ ediyor. Sel bazı evlerin eşiklerine kadar yalayıp geçi yor. Yukarı mahalleler bir başka alem. Samsacı mahallesi Karadeniz bölgesi gibi mübarek. Sular şıp şıp akıyor. Kaldırım taşların üzerinden. Bulanıklığı caddeye kadar çıkmış birinin mahcubiyetini andırıyor. İlerliyor. İkiz kulelerin yanından geç ip yukarı kıvrılıyor. Oradan da evin yolunu tutuyor… Kapın eşiklerinde insanlar. Gözlerinde hayret var. Yaz kuraklıklarından sonra sudan korkacaklarına akıllarına gelmiş miydi acaba? Ya oturma odalarına çamur kazıyacakları? Gün ilerliyor. Saatler hala şafak vaktinde. Gökyüzü hala ağırlığından kurtulacak gözükmüyor. Yalnız bu şehirde mi? Hayır. Kurşuni ağırlık her yanda. Küresel dünyanın lagarları nisan yağmurların yükünü çekecek gibi gözükmüyor. Dünyayı sel basacak gibi. Bir tek ördekler...

Devamını Oku

Mehmet Akif Ersoy

Mehmet Akif Ersoy’un Hayatı 1873’te İstanbul’da. Sangüzel’de doğdu. Babası Mehmet Tahir Efendi, Arnavutluk’un İpek kasabasına bağlı Şuşise köyündendir. Küçük yaşta İstanbul’a gelmiş, dönemin ünlü din adamlarından Yozgatlı Mahmut Efendiden “icazet” alarak Fatih Müderrisliği’ne kadar yükselmiştir. Annesi Buharalı bir ailenin kızı olan Emine Şerif Hanımdır.Mehmet Akif Ersoy, dört yaşlarındayken, Fatih’te “Emir Buliarî” mahalle mektebinde başladığı ilk öğrenimini. Fatih Muvakkithanesi yanındaki İptidai Mektepte (ilkokul) tamamladı: Fatih Merkez Rüştiyesi’ne (ortaokul) girdi. Bu okulda özellikle Türkçe-edebiyat öğretmeni Hoca Kadri Efendinin kişiliği üzerinde etkisi oldu. II. Abdülhamid’in zorbalık rejimine karşı, özgüllük mücadelesi veren aydınlardan biri olan Kadri Elendi, baskının arttığı yıllarda Mısır’a kaçmış, orada Kanun-i Esasi (1897) adlı gazeteyi çıkarmıştı… devamı… Mehmet Akif Ersoy ve Edebiyat Mehmet Akif Ersoy ilk şiir deneylerine lise öğrenimi sırasında başlamış. Veteriner Okulu’ndayken Ziya Paşa’yı, Namık Kemal’i, özellikle Muallim Naci’yi severek okumuştu. Bu dönemin ilk ürünlerini okulu bitirdikten sonra “Mektep Mecmuası”nda (ilk şiiri Kuran’a Hitap, sayı 2. 1895), “Resimli Gazete”de ve “Servet-i Fünun’da yayımlandı. Mehmet Akif’in çocuk yaşlarından itibaren elinden düşürmediği doğulu şairlerin başında Şeyh Sadi geliyordu. Lise öğrenimini tamamladıktan sonra İranlı şaire beslediği hayranlık daha bilinçle anlama çabasına dönüşlü. Ezberine geçen parçalan yeniden düşünüp yorumlayarak, onun barışçı ve insancı dünya görüşüne dayanan felsefesini anlamaya çalışıyor, Öz ve biçim yönlerinden çağdaşlarıyla karşılaştırarak değerlendiriyordu. 1910’larda yayımladığı bir yazısından, batılı şairlerden Victor Hugo’yu, Lamartine’i de severek okuduğunu, özellikle Lamartine’i Fuzuli kadar kendisine yakın bulduğunu anlıyoruz. devamı… Mehmet Akif Ersoy’un Sanatı Mehmet...

Devamını Oku

Mehmet Akif Ersoy Şiirleri

Mehmet Akif Ersoy Şiirleri Mehmet Akif Ersoy’un şiirlerinden bazılarına yer verilmiştir. Şiirin tamamı yerine sadece belli bir kısmı konu edinmiştir. Şiirin tamamına internetten ulaşa imkanınız bulunaktadır.Mehmet Akif Ersoy Çanakkale Şehitlerine ŞiiriŞu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın…Heyhât,Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber. Mehmet Akif Ersoy Şiirleri – Birlik ŞiiriCehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz.Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz;Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa,Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,Değil mi cephemizin sinesinde iman bir;Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz,Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz! Mehmet Akif Ersoy Şiirleri – Âhiret Yolu ŞiiriSokakta sâde bir ‘âmîn!’ sadâsıdır gidiyor:Mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor.Basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,Başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût;Denildi: ‘fâtiha!’; âmîni kestiler bu sefer,Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,Hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;Deminki zemzemeler bir zaman için dindi…...

Devamını Oku

Mehmet Akif Ersoy'un Hayatı

1873’te İstanbul’da. Sangüzel’de doğdu. Babası Mehmet Tahir Efendi, Arnavutluk’un İpek kasabasına bağlı Şuşise köyündendir. Küçük yaşta İstanbul’a gelmiş, dönemin ünlü din adamlarından Yozgatlı Mahmut Efendiden “icazet” alarak Fatih Müderrisliği’ne kadar yükselmiştir. Annesi Buharalı bir ailenin kızı olan Emine Şerif Hanımdır. Mehmet Akif Ersoy, dört yaşlarındayken, Fatih’te “Emir Buliarî” mahalle mektebinde başladığı ilk öğrenimini. Fatih Muvakkithanesi yanındaki İptidai Mektepte (ilkokul) tamamladı: Fatih Merkez Rüştiyesi’ne (ortaokul) girdi. Bu okulda özellikle Türkçe-edebiyat öğretmeni Hoca Kadri Efendinin kişiliği üzerinde etkisi oldu. II. Abdülhamid’in zorbalık rejimine karşı, özgüllük mücadelesi veren aydınlardan biri olan Kadri Elendi, baskının arttığı yıllarda Mısır’a kaçmış, orada Kanun-i Esasi (1897) adlı gazeteyi çıkarmıştı… Anılarında Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca bilen öğretmeninden çok yararlandığını belirten şair, ortaokul yaşamı üzerine şu bilgileri verir: “Rüştiye tahsilime devam ederken babamdan yine Arapça okuyordum ve iyice ilerlemiştim. Seviyem Mektep programlarından çok yüksekti. Babam, o zamanın usulünü ve kitaplarını takip ediyordu. Mektepte okunan farisi ile iktifa edemezdim. Fatih Camiinde ikindiden sonra “Hafız Divanı” gibi, “Gülüstan” gibi, “Mesnevi” gibi muhalledatı (kalacak şeyler) okutan Esad Dede’ye devam ederdim. Rüştiye tahsilinde zaten en çok lisan derslerine temayülüm vardı. Dört lisanda (Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca) birinci idim ve şiiri çok severdim. İlk okuduğum şiir kitabı Fuzuli’nin Leyla ve Mecnun’udur.” Yetişme çağında yabancı dillerin yanı sıra edebiyatları da öğrenme eğilimi ağır basıyordu Akif’in. Bu nedenle sonradan girdiği Mülkiye Mektebinin (Siyasal Bilgiler Okulu) lise bölümünde çalışkan bir öğrenci olarak tanındı. Bu okulda...

Devamını Oku

Mehmet Akif Ersoy Çanakkale Şehitlerine

Mehmet Akif Ersoy Çanakkale Şehitlerine Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!Nerde-gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı’Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,Avusturalya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat iman?Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek...

Devamını Oku

Mehmet Akif Ersoy ve Edebiyat

Mehmet Akif Ersoy ilk şiir deneylerine lise öğrenimi sırasında başlamış. Veteriner Okulu’ndayken Ziya Paşa‘yı, Namık Kemal‘i, özellikle Muallim Naci‘yi severek okumuştu. Bu dönemin ilk ürünlerini okulu bitirdikten sonra “Mektep Mecmuası”nda (ilk şiiri Kuran’a Hitap, sayı 2. 1895), “Resimli Gazete”de ve “Servet-i Fünun’da yayımlandı. Mehmet Akif’in çocuk yaşlarından itibaren elinden düşürmediği doğulu şairlerin başında Şeyh Sadi geliyordu. Lise öğrenimini tamamladıktan sonra İranlı şaire beslediği hayranlık daha bilinçle anlama çabasına dönüşlü. Ezberine geçen parçalan yeniden düşünüp yorumlayarak, onun barışçı ve insancı dünya görüşüne dayanan felsefesini anlamaya çalışıyor, Öz ve biçim yönlerinden çağdaşlarıyla karşılaştırarak değerlendiriyordu. 1910’larda yayımladığı bir yazısından, batılı şairlerden Victor Hugo‘yu, Lamartine‘i de severek okuduğunu, özellikle Lamartine’i Fuzuli kadar kendisine yakın bulduğunu anlıyoruz. Şiiri için gerekli saydığı her olanaktan yararlanmak istediği bu kendi kendini yetiştirme yıllarında dünya görüşünün biçimlenmesine etken olan Mısırlı din bilginlerinin (Şeyh Şibil, Muhammet Abud, Ferid Vecid) yapıtlarını okudu. Özellikle, “Liberal ve ilerici temeller üzerinde bir reform gerçekleştirilmedikçe İslamdaki çöküşün önlenemeyeceği” düşünüsünü savunan Şeyh Abud’un görüşlerini benimseyerek Osmanlı İmparatorluğunun da bütün doğu ile birlikte dinsel kurumlarda yapılması şart olan reformları gerçekleştirmekle kurtulacağına inandı. 1898-1908 yıllarında hiç şiir yayımlamayan Akif, 1908 sonrasında sürekli olarak yazmış, 1911-1933 arasında yedi kitap çıkarmıştır. Bu 22 yıl, savaşların, mütarekenin nihayet ulusal mücadelenin sert, acılı, sanatçının kişiliğinde değişik etkiler yaratan büyük toplumsal olaylar dönemidir. Düşün adamları, siyasal hareketlerin çizdiği bir dünyanın koşulları içindedirler. Dünyaya, olaylara bağlı bulundukları öğretiler açısından bakmış olsalar bile duyarlıklarını...

Devamını Oku

Mehmet Akif Ersoy'un Eserleri

Mehmet Akif Ersoy Safahat “Safahat”, Mehmet Akif Ersoy’un şiirlerini topladığı yedi kitaplık şiir külliyatının adıdır. İçinde 11.240 mısra tutan 108 şiir bulunmaktadır. Şair, İstiklal Marşı’nı Safahat’a koymamıştır. Nedenini ise şöyle açıklar: “Çünkü ben onu milletimin kalbine gömdüm“Birinci kitap, yalnız “Safahat” adını taşır. Bundan başlayarak sıra numarası almış bulunan öteki kitapların ayrıca isimleri vardır. Müstakil ciltler hâlinde ve farklı zamanlarda birkaç baskı yapmış olan kitaplar, latin harfli baskılarından önce bir arada, tek cilt içinde yayınlanmamıştır. Yedi kitabın ilk altısının bütün baskıları İstanbul’da, yedinci kitabınki ise Kahire’de yapılmıştır. Safahat’ı teşkil eden yedi kitabın mısra sayıları ile eski harflerle yapılmış baskılarının tarihleri şöyledir: 1. Safahat: Siyasal olaylar, mistik duygular, dünyevi görevlerden bahsedilir. 44 şiir, 3084 mısra. Üç baskı: 1911, 1918, 1928.2. Süleymâniye Kürsüsünde: Süleymaniye Camisi’ne giden iki kişinin söyleşileri ile başlar, kürsüde Seyyah Abdürreşit İbrahim’in konuşturulduğu uzun bir bölümle devam eder. Bir şiir, 1002 mısra. Dört baskı: 1912, 1914, 1918, 1928.3. Hakkın Sesleri: Topluma İslami mesajı yaymaya çalışan on manzumedir. Ateizme, ırkçılığa, umutsuzluğa çatılmaktadır. 10 şiir, 482 mısra. Üç baskı: 1913, 1918, 1928.4. Fatih Kürsüsünde: Fatih Camisi’ne giden iki kişinin söyleşileri ile başlar, vaizin uzun konuşması ile devam eder. Tembellik, irtica (gericilik), batı taklitçiliği eleştirilir. Bir şiir, 1692 mısra. Dört baskı: 1914 (iki baskı), 1918, 1924.5. Hatıralar: Akif’in gezdiği yerdeki izlenimleri ve toplumsal felaketler karşısında Allah’a yakarışını içerir. 10 şiir, 1314 mısra. Üç baskı: 1917, 1918, 1928.6. Asım: Hocazade ile Köse İmam...

Devamını Oku

Mehmet Akif Ersoy'un Sanatı

Mehmet Akif Ersoy, henüz kişiliğini arama dönemindeyken, Türk şiiri öz ve biçim yönlerinden önemli değişmeler geçirdi. Şairler doğaya ve topluma bakışlarında eski çerçeveleri aştılar. Yakın çevre gözlerinde gerçeklik kazandı. İzlenimlerini somutlayabilmek için yeni ifade biçimlerine gereksinme duydular. Şiirlerde somut sözcükler çoğalmaya başladı. Özellikle Tevfik Fikret “aruzla Türkçeyi uzlaştırma başarısı kazandıkça” gerçekçi temaları daha rahatlıkla işleme ustalığına ulaştı. Giderek “manzum hikaye” niteliği taşıyan şiirler yazıldı. On yıllık bir susuştan sonra yeniden ortaya çıkan Akifin de “manzum hikaye” türüne fazla eğilim duyduğu görülür. “Sırat-ı Müstakim”de yayımlanan bu yeni dönem ürünlerini topladığı Safahat I’deki (1911) şiirlerin çoğu (Küfe, Hasır, Meyhane, Seyfi Baba, Kocakarı ile Ömer) bu türdendir. Ne ki, kendisinden önce Tevfik Fikret ve -üstat saydığı- Ali Ekrem (Bolayır) tarafından ortaya konulan örnekleri nitelik yönünden önemli ölçüde geliştirdiği söylenemez. Fikret, hikayenin konusunu işlerken duyarlığını yilirmediği halde, Akifin “hikaye etme” yönü daha ağır basar: bu nedenle de “manzum nesir” niteliğindeki dizelere fazlaca raslanır. Bu türe kazandırdığı örnekler, toplumsal amaçlara yöneliktir. Çevresinde karşılaştığı kişileri ve olayları yansıtırken alabildiğine gerçekçidir. Yaşam neyi sergilemişse onu saptamaya çalışır. Yoksulluk, sefalet, hastalık, tembellik, ölüm gibi içine elvermeydi durumlar karşısında öfke ve başkaldırı havasına düşerek toplumsal farklılıkların karşılaştırmasını yapmaktan çekinmez. Cılız bacaklarının dizden altı çırılçıplak…Bu ince mintanın altında titriyor, donacak.Ayakta kundura yok başta var mı fes?Ne gezer. Düğümler alnının üstüne sade bir çenber. O anda mekteb-i rüştiyyeden taburla çıkanBir elliden mütecaviz çocuk ki, muntazamanGeçerken eylediler ihtiyarı vakfe-güzin..Hasanla karşılaşırken bu...

Devamını Oku

Kumdan Kaleler

Mevsim yaz. Plajdayız, Dikili’de. Sevimli yeğenlerim kumlarla oynuyor. Ellerinde kovalar, kürekler. Hemen yanlarında çarşaf gibi bir deniz. Upuzun, masmavi. Birden hareketleniyor deniz. Dalgalar köpürmeye başlıyor. Sular yeğenlerimin kalesine doğru ilerliyor. Onlarsa olacaklardan habersiz kaleye yeni burç eklemekle meşgul. Bir ara artıyor esinti. Şemsiyeler uçuyor, havlular, deniz topları. Kum fırtınası sanki. Gözlerimiz diken diken. Gözlerimi açıyorum. Herkes bir şeylerin peşinde. Deniz topu, şemsiye, havlu. Yeğenlerime bakıyorum. Kalelerinin yerinde yeller esiyor.“Şimdi ağlayacaklar!” diyorum. Bilirim çünkü tutturdular mı susmak bilmezler. Daha geçen gün bir külah dondurma için neler yapmadılar! İşte şimdi kaleleri yerle bir. Hayret! Hiç tepki yok. Üzülmüyorlar, ağlamıyorlar… Oysa kaç saat uğraşmışlardı o kaleyle. Anlamadım gitti şu çocukları! Sonra kendime döndüm. Mavi denize doğru yolladım bakışlarımı. Az önce olanları düşünüp hayret, dedim kendi kendime. Hayret! El kadar çocuk insana neler öğretiyor. Kaleleri yerle bir oldu. Onlar ne ağladı ne sızladı. Sarıldılar küreklere. Doldurdular kovaları. Denizden biraz uzaklaşıp başladılar yeni bir kale yapmaya. Bakışlarım mavi denizde. Düşünceler martı gibi dolanıyor kafamda. Günlük hayat da deniz gibi. Kıyısında kumdan kaleler yapıyoruz kendimize. Umutlarımız o kelenin burçları, hayallerimiz duvarları… Sağlam sanırız, yıkılmaz sanırız. Sonra bir dalga yükselir hayattan. Bir sıkıntı, bir fırtına, bir yokluk… Sonra ne olur? Evet, ne olur? Gözyaşı, üzüntü, hayal kırıklığı. Çocuklar öyle mi ya? Az önce gördünüz. İşte kaleleri yerle bir, onlarsa yenisi ile uğraşıyorlar. “Daldın kızım!” diyor babam. “Ne düşünüyorsun yine?” “Hiç…” “Hiç diyorsun ama yine yumurtlarsın yakında...

Devamını Oku

İçimden Gelen Ses…

“Ben bir öğretmenim .. ” diyorum artık. İki çocuk sahibi olduktan sonra canım sıkılmıştı. Diğer hanımlar gibi günlerden günlere gitmekte bana göre değildi. Bir gün karar verdim o günlerde 29 yaşındaydım. Geç miydi acaba! Hayır okumanın yaşı olmaz dedim kendime.. ÖSS”ye girerek açık öğretim Fakültesini kazanmıştım. ”Okul öncesi programını kazanmıştır” ibaresini okuduğumda  gözlerimdeki yaşları tutamamış eve kadar ağlayarak gelmiştim. Neyse bir taraftan evimle, eşimle çocuklarımla ilgileniyor. Bir taraf tanda okulumu bitirmek için çabalıyordum. Yıllar bir su gibi gelip geçmiş ve Manisa’ya diplomamı almak için gittiğimde ayaklarım yerden kesilmişti. Arkadaşlarımla diplomayı kutlarken bir taraftan da dedemi düşünüyordum. O olmasaydı . Okuyamazdım. Ona dua ediyordum. Temeli onun sayesinde atmıştım. İlk olarak görev aldığım okulda çok heyecanlanmıştım. Çocukları çok seviyor, onlara çocuğummuş gibi davranıyordum. Öğretmen arkadaşlarım bana ücretli gözüyle bakıyorlardı. Sınavı kazanamadığım için yetersiz görüyorlardı. Neyse bunlar benim heyecanımı engel olmadı. Küçüklüğümden beri öğretmen olmak isterdim artık öğretmendim . Küçük çocuklara kalem tutmayı, uygun davranışlar sergilemeyi Atatürk”ün çocukları olmayı öğretiyordum. Şimdi çok mutluyum Devlet beni öğretmen olarak görmese de ben öğretmenim kendimi öğrencilerime...

Devamını Oku

Yalnızım Yalnız

Yine gece olmuştu. Kara bulutlar sanki gökyüzünü değil de içimi karatıyorlardı. Ne istiyorlardı benden küçüklüğümden beri… Oysaki pozitif bir insandım. Kalbim ağlasa da yüzüm hep gülerdi. Kadere inanır çekeceğim çile varmış derdim. Ama buraya kadarmış. Bu gece boğazım düğümleniyor, içim buruk gözümde yaşlar… Yalnızlığımı kendimle  paylaşıyor, kendimle dertleşiyordum. Hiç mi yüzüm gülmeyecekti ya da gülse de içim ağlayamayacaktı… İnanıyordum, inanmak istiyordum. Bir gün her şey daha güzel olacaktı. Güneş bana da doğacaktı. İçimi ısıtacaktı sıcacık sıcacık… Şimdi yanımda olmayanlar o zaman etrafımda olacaklardı. Soracaktım onlara ‘’Nerelerdeydiniz’’ ‘’Artık çok geç ‘’ diyecektim. Ama insandım insan yapamazdım, kıramazdım. Kırılmış olsam da kıramazdım. Kırılmış olsam da istediğim çok şey değildi… Ne mal ne de mülk sadece sevgiydi. Bir çiçek gibi sevilmek istemiştim. Ama yok artık o çiçek soldu. Ve bir daha da açmamak üzere… Şu saatlerde ayakta durabiliyorsam. Beni ayakta tutan Yüce Rabbimin bana verdiği iki yavrudur. Onları çok seviyorum. Onlar için her fedakarlığı yapmaya hazırım. Benim içimdeki çiçek soldu onlarınki hep sulansın solmasın hep taze ve canlı kalsın… Neyse yine yüzümde gülen yalancı ifadeyle karabulutların arasından ay dedeye bakarak iyi geceler diyorum. Hoşça...

Devamını Oku

En İyisi Yazmak…

Bir işi olupta çalışmayı kim istemez! Ancak şimdi öyle bir iş nerede? Soma’dayız Türkiye’de işi en bol ilçe belkide iş mi istiyorsun eğer erkeksen ve genç biriYsen hemen ocağa inebilirsin. Ha bir de yer altından korkmaman gerekir. Sarmalar çatırdayabilir, fenerin aküsü bitebilir, Vahası oksijenin bile bitebilir. Bunlara alışacaksan işin hazır demektir. Tabii herkes masa başı bir iş istiyor. Masa başı diyordum değil mi. Masada sanki fabrika herkes masanın başında otursa ne yer, ne içilir acaba? Ancak yaratıcı yazarlıkta kendinden önce aynı yollardan geçenlerin deneyimlerini ve kullandıkları teknikleri bir biçimde öğrenmek her zaman için mümkündür. Sizin anlayacağınız zor şey şu ‘’iş’’ dedikleri. Galiba en iyisi yazmak… En azından defterler üzerimize yıkılmaz. Genelde tadına geç varılan bir hünerdir yazmak. söz ağızdan bir kez çıkar, düzeltemezsin ama yazmak başkadır. Elden çıkarmadan istediğin şekle sokarsın, değiştirirsin.   Kimse olmadığında yanında bir şeyler anlatabileceğin ya da kimseye bir şey anlatmak istemediğinde canın, yorulduğunda, sıkıldığında, bunaldığında, anlatacak bir şeylerin olduğunu duyumsadığında sığınılabilecek dünyanın en değerli ve güzel limanıdır...

Devamını Oku

Ayı Gribi

Önce tavukları kovalayan çocuklar göründü televizyonda kuş gribi dediler. Doğudan başlayarak  kümes hayvanlarını yakmaya başladılar. Gerçi televizyonda itlaf edildi diyorlardı ama yakıyorlardı. Bu sene  de domuz gribi çıktı başımıza. Başbakan haylaz çocuklar gibi, ben aşı olmam diye tutturdu. Bakanını azarladı. Bakanda ne yapacağını şaşırdı. ‘Kimseyi zorla aşılayacak halimiz yok dedi.’ Kolunu sıvazlayıp kameraların karşısında aşılandı. Bu gün ben de aşı oldum. Sessiz sedasız. Hemşire geldi. Korku filmi gibi. Şırınganın içinde küçücük domuzcuklar arandım ‘Olmasam mı’ acaba ? ‘’ Çok geçti domuz ısırmış gibi bir acı duydum kolumda. Hala iyiyim, ben oradayken  aşı olupta geri yürüyen birisinden söz ettiler. Ben hala ileri  doğru yürüyorum. Bu satırları yazdığıma göre zihnim yerinde. Ben aşımı oldum bundan sonrasını olmayanlar düşünsün canım. Kulaklarımda hala aşı olurken ağlayan çocukların sesleri. Benimde korkularım. Bakalım daha hangi hayvanların gribi çıkacak fare, kedi, sincap, tavşan ya da en kötüsü Ayı gribi… 19/12/2009 CumartesiHandan...

Devamını Oku