Ali Sekülü

Kendi kendine astronot olana rastlanmamıştır. Ya da yüzme eğitimi almadan, boğazı yüzerek geçenler olmamıştır. Hatta boğazı geçenler gemiden inmeyi bile tercih etmezler.

Sponsor Bağlantılar

“Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” sözü üzerinde biz de biraz duralım. Ama bunun için bazı başka konuları da irdelemek durumundayız.

Konu, bu kelamın kibar kelam olup olmadığıdır. Asıl olan budur. Bizim olduğumuz yerden bakıldığında Kübra’ ya ait, kökeni Kübra olan bir cümlemidir? Nedir Kübra ve ona ait olan kibar kelam? Kübra en büyüğümüzün adıdır. Kibar kelamda kaynağını ondan almıştır. Bu durumda kibar kelamda Allah’a ait kokular vardır. Yani Allah’ın güzellikleri onu süslemiştir. Letafet, zarafet, incelik, hassasiyet, kalıcılık, kudret, öğreticilik, aydınlatma ve nice kâmil sıfatlar ihtiva eder. Kibar kelamların içildiği kuyular ise Yüce Allah’ın kendine mesken edindiği kalplerdir. “Benim Salih kulumun dili benim dilimdir” hadisi kutsisi akabinde Salih kulun dilinden dökülüveren Allah kaynaklı kelamlardır. Kibar kelamların en kati delile sahip olanları ve ilahi muhafaza altına alınacağı garantisi verilenleri ise Kuran-ı Kerim ayetleridir.

Araştırmacısı olduğumuz cümlenin, bizim için en önemli yanı, bulunduğu taraftır. Yani Allah’tan taraf mı? Yani kibar kelam mı?

Orijinalinde Arapça kazanılmış bir kibar kelamı, başka bir dile aktardığınızda anlam kaybı olacağı sır değildir. Ama o sözün sarf edildiği bütün şartlar artık bir sırdır. O söz hak derinliğine ulaşabilmiş, ledünni ilmi ile beslenen bir salihin, uygun zaman ve yerde, belki de çevredeki bütün olay ve nesnelerin desteğinde bir cümlecik halinde sunulmuştur. Bütün o destekler o cümlenin içinde paketlenmiş mesajları izleyicilerinin, dinleyicilerinin gözleri önüne serivermektedir. Özenle seçilmiş kelimeler ve onların yüksek şuur altındaki sıralanış tarzı, cümleye ayrı ayrı anlamlar kazandırmaktadır. Aynı anda o dili zenginleştirerek tekâmül etmesini sağlamaktadır. Bu arada şu düşünceye de ulaşabiliriz. Kuran-ı Kerim, dil mükemmel olduğu için Arapça inmemiştir. Ama Arapçanın gelişimi hangi seviyede olursa olsun, bahşettiği sanatsal ağırlıkla Kuran-ı Kerim dilin seviyesini yükseltmiştir.

Bahsi geçen faraza kibar kelamımız, başka zaman ve mekânda aynı dilde bile sarf edilse, artık mesajların çoğu şifreler içinde kalarak mantıkut tayr[i] (kuşdili) halini alacaktır. Çünkü uygun anahtarlar kendi ortamında kalmıştır. Bu cümleyi başka bir dile aktardığınızda ise artık manalarına yaklaşmak kati güç olacaktır. Bundan sonra ancak “göz odur ki dağın ardını göre” cümlesine gizlenmiş bir Salih’in ötelerin ötesindeki Allah vergisi feraseti ile anlaşılabilir hale gelecektir.

En basit Türkçe cümlelerinden “Okula gittin mi? Ve “Okula mı gittin?” soruları ne kadar farklı manalar taşıyorlar. Birinci cümlede gidilecek yer bellidir, okuldur. Gidilip gidilmediği bilinememektedir. İkinci cümlede ise bir yere gidildiği bellidir, ama nereye gidildiği muallâktır. Oysa bu cümleyi İngilizceye çevirecek bir tercüman, her ikisini de “Did you go to school?” Şeklinde çevirecekti. Bize düşen ise artık kâğıt üzerindeki vurguları aramak olacaktı. Çünkü “Have you gone to school?” gibi değişik tercüme gayretleri zamanla, durumla, hal ile oynayacaktır.

Artık yeni bir dilde tek cümle olarak yerini alan, Türkçede ki iki ayrı anlam taşıyan cümlelerimizin birbirinden ayırt edilmeleri vurguya kalmıştır.  Sizin “school” veya “go” kelimelerinden hangisi üzerinde vurgu yaptığınıza kalmıştır. Bir de o dili kullanan insanların bütün kültürünü çok iyi bilmemiz gerekmektedir. Kâğıt üzerinde gizlenen vurguyu bir şekilde anlasak bile, kafasını sağa, sola sallayan bir bireyin, bu hareketi ile aslında evet dediğini düşünebiliyor musunuz? Her ne kadar verdiğimiz örnekte hata olması ihtimali varsa da maksada ulaştığımızı düşünüyorum. Konusu dil olan bir bilim adamı daha doyurucu örnekleri verecektir.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde, düşünülen toprak reformu gerçekleştirilememiştir. Bir patron, toprak sahibi ve onun emrinde çalışan işçiler mevcuttur. Maraba diye adlandırılan işçiler, toprak ağalarının emrinde, çok zor şartlar altında çalışmaktadır. Ya da şartların zorluğundan da öte hiçbir zaman sınıf atlama fırsatı olmadan, ekseri karın tokluğuna çalışmaktadırlar. Toprak sahiplerinin sıfatları, Türkçemize ağa ya da lider anlamını taşıyan şeyh olarak yerleşmiştir. Toprak sahiplerinin hepsi bu durumu asla hak etmeseler de, ekseriyet yüzünden zorbalık yapıyor olarak algılandıkları açıktır. Yani taşıdıkları sıfatlar ya da onlara yakıştırılan sıfatlar diğerleri üzerinde iticidir.

Yine petrol zenginlerine veya diğer Arap liderlerine de şeyh dendiğini biliyoruz. Oysa “şeyh” kelimesinin kılavuz, lider, yol gösterici gibi anlamları düşünülecek olursa, petrol şeyhi olsa olsa arama ve sondaj yaparak petrolü bulan ve dışarı çıkartarak hizmete sunanlar olmalıydı. Yani burada da insanların geneline itici gelen, zihinlerde ekseri çalışmadan, çalıştırarak, hizmet sömürerek çarkını döndürenlere yakıştırılmış talihsiz bir sıfat olarak yerini almıştır.

Yukarıda saydığımız ve sayamadığımız nedenlerden dolayı “şeyh” kelimesi ele alındığında, günümüz Türkçesinde de maalesef talihsiz bir kelime durumuna düşmektedir. Bu kelime direk olarak ön yargıya maruz kalacaktır. İlk etapta insan zihninde o anlamı taşısın veya taşımasın, çeşitli çağrışımlara da neden olacaktır. İnsanlarda arzuları doğrultusunda, kelimeyi âlâ ya da edna yerlerde kullanacaklardır.

Bize itici hale getirilen talihsiz “Şeyh” kelimesi yerine “Kılavuz” kelimesini, takıntısız bir şekilde daha açık sonuçlara ulaşabilmek için kullanalım. Bu durumda üzerinde durduğumuz cümle “Kılavuzu olmayanın, kılavuzu şeytandır” şekline dönecektir. Yine talihsiz bir kelime olan “Şeytan”sa aynı talihsizliğiyle yerinde kalsın. Ama isterseniz “Şeytan” yerine de “Karga” ya da “Kuzgun” da kullanabilirsiniz.

Oysa bizim atalarımızda, konumuz olan “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” veya “Kılavuzu olmayanın kılavuzu şeytandır” cümlesinin bir benzerini, güzel Türkçemizi kullanarak ve aynı hak kaynaktan alıp, bize teslim etmişlerdir.

“Kılavuzu karga olanın burnu pislikten kurtulmaz” bu cümlede de durum açıktır. Bir kılavuza ihtiyaç vardır. Eğer kılavuzunuzu, hedefiniz olan konunun hakiki üstatlarından seçmezseniz, bir karga size musallat olacaktır. Hatta çok dirençli davranırsak, bu karga bazen kendi bilgisizliğimiz bile olabilir. Yani “Kılavuzu olmayanın kılavuzu kargadır” ya da “Şeyhi olmayanın şeyhi kargadır”.

Düzgün bir kılavuzla, liderle, şeyhle devleti, huzuru, mutluluğu baş edemeyen, kuzguna leş ikram etmiştir. Tabi kuzgunla teşbih olan nefsini de pislikten kurtaramayacağı açıktır. Nefs ise insana şeytandan daha azgın bir düşmandır. Tabi bu arada “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” denildiğinde, gelebilecek “devleti başa nasıl getireceğiz?” sorusunun da “Düzgün bir kılavuzla devlete ulaşırız” diyerek, mutluluğa, amaca nasıl ulaşabileceğimizin cevabını vermiş oluyoruz.

Matematik bilmeyen bir sahtekârın yol göstericiliği hüsranla sonuçlanacağı gibi, bizim hiç kılavuzsuz şahsi gayretlerimiz de eğer kısmetimiz varsa sonuçsuz kalacaktır. Yoksa oda hüsranla neticelenecektir. Hatta çoğu zaman komik bir duruma bile düşebiliriz. En yüksek dahiler dahi bir eğitimden geçmişlerdir. Tabi öğreticilerinin ışığında…

Kendi kendine matematik öğrenmek isteyen yüksek bir zekâ, bir öğretici olmazsa, neredeyse tek bir rakamı dahi öğrenmesi imkânsızken, sıfırı öğrenebilmesi onun birkaç göbek soyunun yaşamına sığmayacaktır. Bilindiği gibi sıfır binlerce senenin ardındaki sıralı öğrenme ve öğretme işlevlerinin birikmesi sonucu bilinebilmiştir. Tabi bu arada, Eski Mısırda Tod, Yunanlarda Hermes denilen ve kökeni İdristen gelen, bilimin aslının kaynağı addedilen Hermes Allah’tan direk almadıysa. Bunu merak edenler için yapılabilecek çalışmalar, çok derin fakat güzel bir araştırma konusunun başlatılması olurdu!

 Matematik bilgisinin bugün ki boyutuna gelebilmesi içinse ne kadar öğretici, öğrenici ve seneler gerektiğini tahayyül edelim. Her halde en az on binlerce, belki de yüz binlerce uzmanın elinden geçmiştir. Şimdi artık son bilgiyi kaynağından edinmiş, edindiği bilgiyi aktarmayı da çok iyi bilen bir matematik ustasının yol göstericiliğine ve onun vereceği anahtarlara ihtiyaç vardır. Tıpkı bir elini yukarıya, kaynağına kaldıran ve öbür elini de aşağıya, susayanlara indiren, Mevlana Muhammed Celaleddin Türkî ( bu topraklarda yaşayıp erdiği için Türkî ) hazretlerinin bu işi yaparken tavaf etmesi gibi.


[i]

27 Neml Suresi

16 – Süleyman, Dâvûd’a varis oldu ve, “Ey insanlar, bize kuş dili öğretildi ve bize her şey verildi. Şüphesiz bu, apaçık bir lütuftur” dedi. ( Diyanet meali )

* Dinde Farklı Düşünceler (1)
* Dinde Farklı Düşünceler (2)
* Dinde Farklı Düşünceler (3)
* Dinde Farklılıklar (4)
* Dinde Farklı Düşünceler (5)