Allah’ın gönderdiği peygamberlerinin şeriatını yaymak üzere, nimet vererek gönderdiği diğer peygamberlerinin veya peygamber olmayan, özenle kayırdığı kılavuzlarının görevini, bizim zamanımızda sadece peygamber olmayanlar yapacaktır.
Peygamber olmayan bu tebliğcilerin ise talep edene, ihtiyacını verebilmesi için, sırat-ı müstakimi, ezberin çok üstündeki yüksek bir şuurla bilen nimet sahipleri olması gerekmektedir. Diğerleri ise naklediciden öteye gidemeyeceği açıktır.
Birbirimize, ilahiyatçı bile olsak ezberlenmiş, satır satır okunan satır ilmi dışında bir şey verebilmemiz mümkün müdür? Oysa Musa aleyhisselamın bile özenerek “doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı?” dediği, Kehf suresinin işaret ettiği “Kullarımdan bir kul” ifade ve iftiharıyla mimlediği, içinden numune aldığı o kitlede ki kullar gibi ledünni ilmine[i] ulaşmak gereklidir. Yani sadr ilmine, göğüslerde kaynayarak, dipsiz kuyulardan gelen ilime, ulaşmak gerekmektedir. Burada ki “doğruya iletici” deyimi ise başlı başına önem arz etmektedir. Bahsedilen bilginin, taklidi veya ilmel yakin olmaktan, ezbere öğrenilmekten öte, götürücülüğü var gibi görünmektedir.
Öğrenilen ilimlerin ilmel yakin değil de, hakkel yakin oluşu ise irademizle kendimize huy edinemediğimiz güzel bilgilerin, aklımızda unuttuğumuz veya hiç tutamadığımız bilgiler bile olsalar bir gün huyumuz oluverdiğini hayretle fark edivermektir. “Can çıkarda huy çıkmaz” cümlesi bize hediyedir ama ne maksatla ise ekseri yukarıda geçen kısmı yani yarısı bilinmektedir. Belki de ilimleri sadece ezberleyip, hakiki götürücülüğe sahip ilimlere ulaşamadığımız içindir. Hakikate götürebilen ilimlere ulaşabilseydik, cümlenin tamamı olan şu halini de görebilirdik;
“Can çıkmadan huy çıkmaz ama güzele tebdil olur”
Yani başlangıç da çok geveze olup etrafı bunaltan birisinin, anasırı zıddiye (Tabiatının verdiği sertlikler) tebdil olduktan sonra, başka bir deyişle taklitten tahkike, hakikate geçtikten sonra, artık dinleyicilere gül budağına tutunan bülbül hissi vermesi gibi. Kaba saba bir hayvan derisinin, debbağın işlemesi sonucu yumuşacık harika bir post minder olması gibi…
Kehf suresinde geçen ve Yüce Allah’ımızın kullarımızdan bir kul dediği ve bizimde dilimize Hızır olarak giren kulunsa ledünni ilimi ile donatılmış nasıl bir öğretici olduğu açıktır. Ledünni ilimi sahibi olabilmenin yolu, Salih babanın dilinden şu haliyle dökülmektedir.
…
Söz ile bir kalbe doğmaz ledünnî
Bütün azaları dil olmayınca
Nefs-i emmârenin bilinmez fendi
Gönül şehri bahr-ı Nîl olmayınca
…
Salih baba
Ledünni ilmine hâkim olduğunu şiirlerini okudukça vakıf olduğumuz Salih baba, ledünni ilmine hâkim olabilmek için, bir an bile Allah’ı unutmadan, dili ile değil en gizli azaları, kalbi, ruhu, sırrı, ahva ve hafisiyle, kalp gözüyle, kalp diliyle Allah’ı zikretmek gerektiğini bize açmaktadır. Bunun yolununsa nefsi emmareyi alaşağı ederek, Allah’a imanın esası olan her şeyi, her kederi ondan bilmenin verdiği bir kudretle, kalbe gelen üzüntü, keder, elem, acı ve bütün hissiyatı atmak ve sadece Allah’la olmak olduğunu anlatmaktadır.
Konunun başında bahsettiğimiz fikir bazında ki ayrılıklardansa bu yol gösterici, kendilerine ilim verilenler, kendilerine nimet verilenler sayesinde eser kalmadığını hep duymuşuzdur. Hz. Ebu Bekir hususunda neredeyse kavgayla sonuçlanacak bir ortama denk gelen adsız kahramanın; Sizin bildiğiniz Ebu Bekir’i kendilerine anlatsalardı, onlarda severdi. Onların bildiği Ebu Bekir’ i size anlatsalardı sizde hoşlanmazdınız diyerek sükûneti bulması güzel bir örnektir.
Daha önce bahsettiğimiz bir düşüncenin tekrar üzerinde duralım mı? İnsan’ın kalbi Allah’ın karargâhıdır. “Arşa kürse sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım” diyen Yüce Rabbimiz bize her zaman her şeyi tek cümle ile anlatmıştır. Yüce Allah’ın veya Habibi’nin tek bir cümlesini bütün derinlikleriyle anlayabilseydik, bütün gerçekleri anlayabilirdik. Ancak bizler kısmetimiz nispetinde, en yüzeysel manasından başlayarak, derinleşen manalarını kavrayabilmekteyiz. Diğer bir Allah, resulullah ve evliyaullah kelamı ise üzerinde taşıdığı en yüzeysel manası ile bizlere bir öncekinin altında saklanmış derin manalara delil oluşturmaktadır. Biliyoruz ki bütün bir ilim tek noktadan çıkmıştır. Bunu hakkal yakin yaşayanlardan olan Salih baba da, konuyu şiirlerinde zaman, zaman zikretmektedir.
…
Cihan bir nokta da pinhân değil mi?
Anı fehm eyleyen, irfan değil mi?
Kamu esma ile tezyîn olunmuş,
Acâib san’at-ı Yezdan değil mi?
Kamuya zübde olmuştur Muhammed,
Hakîkat gevheri ol cân değil mi?
Vücûdu cümle mevcudatı cami’,
Dahi ilmiyle bî-pâyân değil mi?
…
Salih baba
Pinhan = Gizli
Tezyîn = Süslenmiş
Zübde = Öz, en seçkin
Mevcudat = Yaratılmışların hepsi
Bî-pâyân = Sonsuz
(Kâinat bir noktanın içinde gizlidir, bunu Arif olanlar idrak ederler.
Bütün varlıklar onunla kaimdir, onun tecellisidir. Bu yaratanın muhteşem sanatıdır.
Peygamberimizi bir cevherden yaratmıştır, en kıymetlidir ve sonra kalandan kamu (her ne varsa) var edilmiştir.
Var olan her şey birdir, tek vücuttur ve o vücut Allah’a aittir ki O sonsuz bir ilim sahibidir.)[1]
[1] Not: Salih baba ile ilgili açıklama, içinde mantıkut tayr barındıran bir eser için elbette bu kadarla kısıtlı değildir. Bu en yüzeysel haliyle bizim idrakimizin algıladığı kadardır.
[i]
18 Kehf Suresi
64 – Mûsâ: “İşte aradığımız bu idi” dedi. Bunun üzerine tekrar izlerini takip ederek gerisingeri döndüler.
65 – Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.[i]
66 – Mûsâ ona, “Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı?” dedi. ( Diyanet meali )
* Dinde Farklı Düşünceler (1)
* Dinde Farklı Düşünceler (2)
* Dinde Farklı Düşünceler (3)
* Dinde Farklılıklar (4)
* Dinde Farklı Düşünceler (5)