Çok üzgünüm. Anamdan geleli beri hep dinimize ilgi duydum. Yüce olduğuna inandığım kitabı anlama imkânım kesinlikle yok. Kur-an’ı kerimi âlimlerin anlayabileceği, onlarında bize aktarabileceği düşüncesinden başka dayanak yok.
Dinimizce asla tavsiye edilmemesine rağmen, sanki ruhbanmış gibi, sanki dünyalıkla hiç ilgilenmiyormuşçasına bütün dikkat, rikkat, azim ve kudretini Kur-an’ı Kerimi anlamaya vermiş olanların bile bütün iyi niyetlerine rağmen bir noktada buluşamadıklarını üzüntüyle müşahede ediyorum. Bu konu o kadar dallanıp budaklanmış ki, eminim bu konuyla derin ilgilenenler, benim bu yazımın da bir fraksiyon’a tabi olduğuna inanacaklardır. Bence geçmişte düşüncelerinin benimki gibi olduğunu ifade eden iyi veya art niyetli olanlar olmuş ve hatta bu düşünce çevresinde düşünce sistemleri inşa etmişlerdir(zannımca).
Bütün hayatını bu işe vermiş olanlar bile, hakikati tam olarak bulamamışlar. “Efendim vav çekip bağladığına göre topukların mes edilmesi başın mes edilmesine bağlıyor” gibi KPDS sınavlarından 100 alanların çözmekte kavgaya düşebildikleri konular yüzlerce sene Müslümanların bölünmesine yol açmış. İnsanlarda çoğunluğa uyarak veya doğduğu yere atfedilen inançlarla amel etmişler.
Herşeyden en önemli husus namazdır denirken salât kelimesinin dahi aslında dua etmek olmasından, namazın Mecusilerden geçme bir kelime olmasından ve namazın kaç vakit olduğundan, Kur-an’ı Kerim’e bakılınca secde(sücud) kıyam, rükû dışında net bir şey görülememesinden bahsediliyor. Kıldığımız namaz örnek aldığımız atalarımızdan öğrenildiği şekilde devam ediyor. Sizce bilimsel olmasa da kulluk etmesi gereken çoğunluk, kendi atalarının evliya olduğuna böylece de yaptığı ibadet ve dini yaşama esaslarının en iyi onlar (kendi ataları) tarafından yorumlandığına, mübarek keşifleri ile de onay aldıklarına inanarak yaşamışlardır. Ya da haberleşme bu kadar yayılmadan önce farklı görüşlerin kum gibi olduğunu duymadan atalardan gelen anlatılara teslim olarak yaşandığını anlamaktayız. Diğer düşüncelerin sahibi ve takipçilerince ermiş ya da ulu âlim olarak görünenler ise bir önceki grup için art niyetli, dine fitne katan kâfirler olarak algılanıyor.
Bir âlim mantık silsilesi içerisinde analitik düzlemde aklın anlayabileceği tarzda hatta olayın matriksel bir blok diyagramını çıkararak anlattığında her şey çok akla yatkın ve mantıklı görülmesine rağmen acaba bundan sonra karşılaşacağım âlim hangi sebeplerle bu düşünceleri nasıl çürütecek düşüncesine kapılıyorsunuz. Ben Allahtan korkmak ve dürüst yaşamaya azmetmekten başka çıkar yol bulamıyorum.
İncil bile ana hatları ile 104 kitaptan Medda, Yuhanna, Markus, Luka diye 4 adet şekle indirilmiş iken biz asla değişmeyen kitabımızdan ortak bir sonuca ulaşamıyoruz. Sıkıntı şurada meseleler iman meselesi haline getirilerek ebedi cehennemlik olmak ya da en azından farz olduğunu sanmadığın (mesela abdestte ayak yıkamak gibi kaldı ki bu bile farz ya da değil şeklinde ifade edilince din dışı durumu taraflardan biri için gerçekleşmiş oluyor.)ömür boyu yapılan ibadetler tehlikeye düşüyor. Aslında matematik, fizik, psikoloji, ilahiyat gibi bütün konulardan uzmanlar bir araya gelmeli (Tabi ilahiyatçıların nefsine zor gelmezse). Her bilimden bir gözlükle bakılarak ortak noktada buluşulmalı. İstanbul’un 5 yıllık çevre planlaması için 500’ün üzerinde uzman devlet imkânları ile yeni parayla milyarlar harcanarak, sırf o iş için yeni ve devasa tesisler inşa ederek bir kaç yıl çalışıyorlar sonrada hiç emek ve masraf harcanmamış gibi rahatça konuyu alınan kararların dışına çıkararak farklı kararlar alıyorlar. Devletler bunu fakat bu defa dürüstçe “Acaba Allah ne diyor” merakı ile yapsalar ya. Gerçi eğer bu güne kadar doğrusu tespit edilemeden yaşanan dinler eğer kıyamet yakınsa bundan sonra doğru yaşansa ne olur. Yineliyorum; Ben bütün din, mezhep ve her türlü farklılıklara bakınca tek ortak noktanın “Allah’a inanmak ve dürüst yaşamak” olduğunu görüyorum. Kendi çıkarlarını Hak ile aramıza perde yapmadan.
Not: Bunlar benim kafa karışıklığım değil, mevcut durumdur.
İflah olmaz bir hakikat arayıcısı olmanızdan bıkıp usandım; neden böyle karmaşık konulara giriyorsunuz ki:)
Sizinle sohbet ederken öğreniyorum dostum, sağol.
Eyvalah üstadım ve ağabeyim
Ben ne demek istediğinizi anladım; birazcık takılmak istedim:)
Dini metnin çevirisinde, yani kaynak dilden hedef dile doğru taşındığında, anlamların bir kısmı örseleniyor ve yol kazalarına uğruyor. Bazen de Kur’an’ın kendine özgü i’cazından müphemlikten kurtarılamayan bazı sözcükler de vardır; bu ayrı ve uzun bir konudur, buna girmeyeceğim.
Fakat şu kesin, çeviride kulanılan dilin yenileştirilmesi, mealerdeki parantez içi açıklamalardan kurtarılmalı, sözcüklerin diğer anlamları gerekçeli mealer yapılarak “dipnot” şeklinde sayfa sonlarına eklenmelidir. Bu, okuyucuya yeni ve geniş ufuklar kazandıracaktır.
Önce yorumunuz için teşekür ederim. Ama sizde benim anlatığım sıkıntıyı yinelemişsiniz. Arapçanın gırameri şudur ve sonuçda şudur demişsiniz. Ben de dil bilimcilerinin hangisine ianacağız diyorum. Üstelik bunun gibi yüzlerce konuda alimler kitabımızı farklı anlamakta ısrarlılar. Hangi birinin doğruluğunu ispatlayacaksınız ve insanlar neden sizin veya benim anlatıklarımın doğru olduğuna inansınlar?Skolastik düşünceler içinde olduğumu gördüğünüze gelince; Yazım sonunda bunlar benim kafa karışıklığım değil, mevcut durumdur diye ifade eti. Yani çok uzun satler harcanması gereken bu meseleler için benim iç alemim huzurlu. Fakat insanlar nasıl sizin doğrunuzu yakalayacak. Zaten yakalayamamışlar ki topukların mes edilmesi veya komple ayakların yıkanması meselesini resmen kıyasıya ve imanına tartışıyorlar. Sizde biliyorsunuz ki benim uydurduğum bir şey değil. Telvizyonda aynı zaman da dil bilimcisi olmuş ilahiyatçıların tartıştıkları konulardandır. Hata bu alimlerin bir kısmı dinsizliğe düşmemek için bir diğeri ile yüz yüze bile gelmek istemiyorlar.
Skolastik düşünceler içinde gördüm dostum sizi:)
Abdest ayeti yalın haliyle şöyledir:
Yüzünüzü yıkayınız
VE dirseklerle beraber elerinizi de.
Başınızı meshediniz/sıvazlayınız
VE topuk kemiklerine (Tarsal Kemik) kadar ayaklarınızı da.
Ayetlerde geçen “Ve/Vav”lara atıf vav’ı denir. Bunlar, kendinden önceki cümle (ayetle) ile başında bulunduğu cümleyi birbirine bağlar.
Örnek:
Balkanlarda rüzgarlı havanın ardından yağmur yağdı
VE Türkiye’nin Trakya bölgesinde de.
Yani Trakya Bölgesinde “rüzgarlı havanın ardından yağmur yağdı”
ğını ifade eder.
Şimdi ayete geri dönecek olursak, şöyle bir anlam çıkar:
Yüzünü yıkayınız/ ve dirseklerle beraber elerinizi de “yıkayınız”
Başınızı sıvazlayınız/ ve topuk kemiklerine kadar ayaklarınızı da “sıvazlayınız” anlamı çıkar. Burada tartışılan şey, ayaklar “mesh” mi edilecek, “yıkanacak” mı meselesidir. Kimileri, atıf vav’ının “vucuhekum” yani yüzün yıkanması ayetine atfedilmesini, kimileri ise “ve ercilikum biriusukum ilel kabeyni” den kastın “ceri civar” yani komşuluk ilişkisi bakımından başın mesh edilmesi ayetine bağlanması gerektiğini öne sürmüşlerdir.
Bu kırat varyasyonları ve fıkıh ile alakalı teknik bir konudur. Kısaca demek gerekirse bugün şu noktaya gelinmiştir, abdestle ilgili bu ayetler hem ayakların mesh edilebileceğine hem de periyodik zamanlarda (kötü kokması, necaset/pislik bulaşması veya normal olarak kişi mukim ise günde en az bir kez) yıkanmasına işaret etmektedir.
Kur’an meal ve tefsirinin her bilim dalının uzmanları ve kelamcılar, ilahiyatçılardan oluşan bir uzmanlar heyeti tarafından yeniden yazımı gerektiği görüşünüze gelince, aynen katılıyorum sayın Sekülü, saygı ve muhabetlerimle.