İlahiyatçıların bile bir noktada buluşamadıkları geniş bir konudur, Müslümanlık. İlahiyatçılar bugün değil, ilk günden beri neden ortak bir noktaya ulaşamamaktadırlar? Belki de dinler sadece ilahiyatçılara inmediği içindir. Ya da her bir ferde ayrı ayrı nimetler bahşedeceği için, anlayışlarında ayrı ayrı olması doğaldır.Bana bu düşünce çok güzel göründü. Ne güzel değil mi? Samimiyetle, iyi niyetle, başkalarını çekiştirmeden çeşit çeşit düşüncelere erişmek. Gelişen düşüncelerden oluşan çiçek bahçelerinde özgürce dolaşıp hoş kokular salan bu güzellikleri temaşa etmek.
Ama birde farklı düşüncelerin oluşturduğu çeşitliliğin, değişik alanlarda gelişen farklılıklara sebebiyet vermesi vardır. Farklılıklardan kastımız toplumun o bölümü içindeki tartışmalara sebebiyet veren değişik görüşlerdir. Daha çok fikri, düşünsel meseleler üzerinde farklılıklar oluşmuştur. Dolayısıyla ibadet şekli üzerinde bu tarz farklılıklar fazlaca olmamıştır.
Son cümle okurlarınca şüpheli bulunacak gibi dursa da, geniş toplumlarda ortak benimsenmiş ibadet biçimleri kabul görmüştür. Buna rağmen kırk kişilik camide cemaatle namaz kılanlar, aynı sayıda tespih çekip, aynı anda âmin dedikten sonra, daha caminin avlusunda bazen tartışmalara kadar varabilen ama ekseri keyifli sohbetlere dalmaktadırlar. Sohbetlerde çeşitlilikler olmasaydı, farz olmayan bu davranış tarzı sıkar ve devam edilemezdi, her gün aynı şeyleri konuşmak belli ki bıktırırdı.
Fikri meseleler üzerindeki farklılıklar aslında cümlelerin, olayların değişik algılanmasından kaynaklana gelmiştir. Detaylara inebilme fırsatı yakalayabildiğimiz zamanlarda, ayrı noktalarda bulunan başlangıç farklılıklarının, ortak bir yol kavşağında buluşarak aynı hedefe doğru yol aldıklarını görebilirdik.
Gaye Allahtır. Gayesi Allah olan bir düşüncede ise bütün kavga ve tartışmalar son bulacaktır. Çünkü O’nun huzurunda kavga boyutundaki tartışmalar saygısızlık olur. Ama birisi çıkıp da farklı gaye için ortamı bozmaya çalışırsa o başka bir durumdur. Gayesi Allah olanlar ise tartışma ortamına gerek kalmadığını daha iyi idrak ettiklerinde, gayesi gayrı olanlarda o meydanı bulamamış olacaktırlar.
Gayesi Allah olan tartışmacılar, görüntüde farklı fikri meseleler üzerindedirler. Uygulamaya baktığınızda ise genellikle aynı fikri takip eden uygulamalarla yaşadıklarını görebilirsiniz. Örneğin;
“Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” sözü ile “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözlerini birbirlerine karşı savunan iki ilahiyatçıyı ele alalım. Herhangi iki sohbet arkadaşını da inceleyebilirdik ama şu anda bize ilimle ilgilenmiş örnekler daha açık veriler sağlayabilecektir.
Her iki ilahiyatçı da ilimden bize kıyasla çok şey öğrenmişlerdir. Nihai hedeflerine yani gayeye gitmek için ilimi kendilerine mürşit edinmişlerdir. Bu durumda neden en hakiki mürşidin ilim olduğunu ret eder? Aslında ret etmez zaten yaşıyor. Kavram ve fikir farklılığını o şekilde yansıtmıştır.
Diğer tartışmacı ise ilim dışındaki şeyh, mürşit, kılavuz, öğretmen, profesör, hoca, âlim gibi kimseleri en hakiki mürşide ulaşmak için kendine yol gösterici yani ilk mürşit olarak seçmiştir. Çünkü eğer yol göstericisi olmadan matematik, fıkıh veya öğrenmeye kalktığımız her ne olursa olsun, sayısız engellerle karşılaşırız. Problem kaynakları ise vesveseye açık olacağından şeytana daha da kötüsü nefse davetiye çıkaracaktır.
* Dinde Farklı Düşünceler (1)
* Dinde Farklı Düşünceler (2)
* Dinde Farklı Düşünceler (3)
* Dinde Farklılıklar (4)
* Dinde Farklı Düşünceler (5)
Katkılarınız için teşekür ederim Mehmet bey.
Sanıyorum olayın temelinde “tartışma kültürü” oluşturamadığımızın eksikliği de var. Tartışma, fikri bazda düşüncelerin tartılması, ölçülmesi, kıymetlendirilmesidir. Tartışmanın kavramsal anlamı bu iken, biz tartışmayı çekişme, sövme, kavga etme şeklinde algılayıp uygulamaya koyarız.
Hal böyle olunca da din alanı olsun ya da olmasın biz fikirlerimizi öne sürmeye başlayınca kavgacı dürtülerimiz kabarmaya başlar. Aynı zamanda bu bizim tahamülsüzlüğümüzden ve tartışma kültürü oluşturamadığımızdan kaynaklanan bir durumdur, diye düşünüyorum. Din alanına gelince… Aman Alah! orada içler acısı, vahim bir tabloyla karşılaşırız. BU ÖYLE BİR İĞRENÇ HALE GETİRİLMİŞ, DEHŞET VERİCİ TABLODUR Kİ, ESTETİK HİÇ BİR GÜZELİĞİ KALMAMIŞTIR, HER SEYREDENDE İLA Kİ ORAYA BİR PARMAK SOKAR, BİR PARÇA BOYA ATAR… Bileni-bilmeyeni, okuyanı-okumayanı, cübelisi-cübesizi, medyumu-mehdisi, büyücüsü-üfürükçüsü, takıyecisi-muhterem kişicisi, dalaverecisi-üçkağıtçısı; alimi-zalimi, iyiniyetle öğrenmek isteyeni- öğrenmek isteyenleri sömürmek isteyeni… Ne ararsan var, ne yok ki!
Gerçeği arama yolculuğunuzda başarılar dilerim. Selamlar.(Yazınızın devamını bekliyorum)