Muhbir’in ilk birkaç sayısı çıkıncaya kadar Mustafa Fazıl Paşa İstanbul’a geri dönmüştü. Onun İstanbul’a gelişinden sonra, hükümet tarafından söz verilen yönetim mekanizmasındaki değişikliklerin daha ileri götürülmeyeceği ortaya çıktı. Meclis-i Vala’nın ikiye bölünmesiyle ortaya çıkacak olan iki organdan birinin sadece adli fonksiyonları olacak, diğeri ise Şura-yı Devlet, kanun tasarıları hazırlayacak ve idari yasaların durumunu yeniden gözden geçirmekle görevlendirilecekti. Bu hazırlılarla ilgili haberler, Muhbir için yeterli değildi ve kanun tasarılarını hazırlayan organın üyeleri seçilmedikçe, değişiklerin yüzeysel kalacağı konusunda sert eleştiriler yayınladı. Muhbir ayrıca şeriatın kaynaklarından hiçbirinin modernleşme çabalarında dikkate alınmadığını belirterek, laik yüksek mahkeme ilkesini de eleştirdi. Ancak bu durum hükümetin daha nazik bir şekilde eleştirilmesini isteyen Mustafa Fazıl Paşa’nın hoşuna gitmemekteydi. Bunun dışında Ali Suavi’nin kendini beğenmişliği de Yeni Osmanlılar arasında sıkıntılara neden olmuştur. [2]
3 Kasım 1868 tarihli olan son sayısı Muhbir gazetesi Londra’da 50 sayı çıkabilmiştir. Gazete “Londra Muhbiri”, veya “The Mukhbir” ve “Le Mukhbir” olarak anılmıştır.
Haftada bir yayınlanan gazetede özellikle Ali Paşa eleştirilmekle birlikte hükümetin adaletsizliği, mali konular, hükümetin milletten habersiz dışarıya borçlanması da ağır şekilde eleştirilmiştir. Eğitim ve öğretimin, sonuçta Fransa’daki gibi bir ihtilale neden olabileceği korkusuyla yönetim tarafından kasıtlı olarak iyileştirilmediği üzerinde durularak bir millet meclisinin kurulması, ülke problemlerinin burada tartışılması savunulmuştur[3].
Bunun dışında 1860’lı yılların sonlarına yaklaşıldığında Türk toplumunda, Müslümanlık bilincinden çok, milli Türk bilincinin oluştuğu Muhbir’de yayımlanan yazılardan anlaşılıyor. Muhbir, çeşitli sayılarında yüzeysel de olsa çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu köylüye ya da Anadoluluya dikkatleri çekiyordu. Ayrıca Türkçe’nin propagandasını ısrarla sürdürerek ulusal bilinç unsurlarının uyanmasına katkıda bulunuyordu. İslam birliği ve cemiyetinden de söz eden Ali Suavi bu yönüyle Namık Kemal, Şinasi ve Agah Efendi’den ayrılmaktadır. Bu üçlü Hürriyet’i çıkarmaya başlarlar. Muhbir’in ise 50. sayısında 3 Kasım 1868’de yayın hayatına son verildi. Ali Suavi İngiltere’den Fransa’ya geçerek 1869’da Ulum adlı gazeteyi çıkarmaya başladı. Bu gazetede Türkçülük akımına öncülük eden Ali Suavi, Arapça ve Farsça gramer kurallarının kullanılmasına karşı çıkarken, Osmanlıca’nın siyasi bir tabir olduğunu ileri sürdü ve Türkçe yerine kullanılmasının doğru olmadığını savundu.[4] Ali Suavi, 1870-71 Fransız-Alman Savaşı esnasında Paris kuşatılınca 31 Ağustos 1870’de 25. sayısında Ulum gazetesini kapatmak zorunda kaldı.[5]
[1] MARDİN; Şerif MARDİN; Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, çeviri, Mümtaz’er TÜRKÖNE, Fahri UNAN, İrfan ERDOĞAN, İletişim, İst.1996, s.57-58.
[2] M.Nuri İNUĞUR; Türk Basınında İz Bırakanlar, Der Yayınları, İstanbul 1988.s.221.
[3] Gülden SAĞOL;”Osmanlı Döneminde Dilde Sadeleşme”, OSMANLI, c.9, s.504.
[4] Ali Suavi, memlekete döndüğünde fikirleri oldukça değişmiştir. 19 Eylül 1876’da Vakit gazetesinde neşrettiği makalesinde sadece hürriyet ve meşrutiyet fikirlerinden vazgeçtiğini söylemez. Yeni hükümdara adını zikretmeden böyle bir şeye kesinlikle müsaade etmemesini adeta açıkça telkin eder. TANPINAR; 19. Yüzyıl Türk Edebiyatı Tarihi, s.236.
[5] A.D JELTJAKOV.; Türkiye’nin Sosyal ve Kültürel Hayatında Basın, İstanbul,1979.s.65.