Giriş:

Avrupa’da 17. yüzyılın ortalarında meydana gelen teknolojik anlamdaki gelişim ve ekonominin gelişmesi, toplumları,  modernleşme olarak adlandırılan temelde sosyal ve yönetim tarzında bir yenilenme sürecine soktu. Modernleşme, etkileri neredeyse bütün dünyada görülen yeni bir hayat tarzı ve sosyal örgütlenme biçimi meydana getirdi. Bu süreçten itibaren artık “Modern” olmak, her anlamda eskiyi terk eden ve yeni arayışlar içerisine girilmesi gereken bir dünyada yaşamak demekti.
İkinci Dünya savaşı, savaşa katılan veya savaştan dolaylı olarak etkilenen devletlerde büyük bir yıkıma sebep oldu. Özellikle ‘modernizmin’ her alanda yaşandığı ya da yaşanmaya çalışıldığı Avrupa’da bu yıkım, modernizmin bekleneni verememesi sebebi ile aydınları yeni arayışlar içerisine soktu. Bu arayışlar, önceleri toplumsal sorunları çözmeye yönelik olsa da zaman içerisinde çok çeşitli alanlara dağıldı.

Sponsor Bağlantılar

Dünya üzerindeki modernizme karşı çıkışlar postmodernist durumu oluşturdu. Özellikle salt bilgi birikimine karşı çoğulculuk anlayışı, genelliğe karşı özellik, mahallilik, özgürlük… postmodernist durumun en belirgin noktalarını oluşturdu.

Kısacası postmodernizm, modernizmin ya da modernliğin yetersizliğine karşı ortaya çıkmış, insanlık adına artık çarenin modernleşmede olmadığını ortaya atarak modernlere ve mevcut sisteme savaş açmıştır. Yapabileceğimiz birçok tanım olmakla beraber daha önce belirttiğimiz bağlamlarda postmodernistlere göre postmodernizmin, günümüzdeki modern sonrası oluşan yeni yapılanma ve bu yapılanma içerisindeki toplumların genel adıdır diyebiliriz.

MODERNİTENİN VE MODERNİZMİN, POSTMODERNİZME VE POSTMODERNİTEYE ETKİSİ

Postmoderniliği ve Postmoderniteyi anlayabilmek için kuşkusuz modernliğin ve modernizmin anlamına değinmemiz gerekir. Modern kelimesi Latince “modernus” kelimesinden türetilmiştir. Modernus ise Latince “Modo” dan türetilmiştir ki bu kelimenin anlamı “hemen şimdi” demektir. “Modern” kelimesi Latince “Modernus” şekliyle ilk defa 5. yüzyılda Hıristiyan dünyasını Romalı ve Pagan geçmişten ayırmak için kullanıldı[1].  Temelde, bir zaman kavramı olan “modernus” köken olarak, eskiye ve antikiteye karşı ortaya atılmıştır[2] Bir başka ifade ile modern ve modernlik, yeni, çağdaş, güncel ve faydalı olandır. Bu anlamlara bağlı olarak ‘Modernite’ kavramını açıklayacak olursak modernite; eskimiş, faydasız, gerici sistem, inanış yozlaşmış tüm düşünce sosyal yapı ve kültürel değerleri reddederek faydalı ve iyiyi arar. Bir başka tanımla modernite, Avrupa’da yaklaşık olarak 17. yüzyıl civarında ortaya çıkan, zamanla tüm dünyaya yayılan toplumsal değerler sistemine ve organizasyonuna verilen isimdir.

Moderniteye bağlı olarak ortaya çıkan modernizm, özellikle Avrupa’da etkisini açık bir şekilde 19.yüzyılda göstermiştir. Yenilenme hareketleri eski düzen içerisindeki gericiliği reddederek başta ‘Rönesans ve Reform’ hareketleriyle ardından da kimi aydınların bireysel çalışmalarıyla Aydınlanma Çağını ortaya çıkartmıştır. Aydınlanma çağından itibaren Avrupa’da başta kültürel olmak üzere sanatsal, edebi ve toplumsal anlamda yenilenme modernizmle temellendirilmiştir. Özellikle düşünce bazındaki yenilikler yönetim biçimlerinin ve inanışların köklü değişimlerine sebep olmuştur. Fransa’da ortaya çıkan bu yenilenme hareketi modernizmi oluşturmuştur. Ayrıca uzun bir süre Avrupa’da hüküm sürmüştür.

Yapılan bir araştırmada ‘Tarihçi Mark Poster’a göre modernist görüşe ve onun insanlığa getirebileceği mutluluğa olan inanç 20. yüzyılın ikinci yarısında sorgulanmaya başlanır. Poster bu değişimi üç ana nedene bağlar:

1. Kolonilerin bağımsızlıklarını kazanmalarıyla birlikte, buralarda yaşayan insanların insan-merkezli Batı düşüncesini temelden sorgulamaya başlamalarıdır.

2. Feminist hareketin güç kazanması.

3. Elektronik iletişim sistemlerinin (televizyon, faks makineleri, telefon ve bilgisayar gibi) olağan üstü yaygınlaşması sonucu bilgi edinme ve aktarma yöntemlerinin ve sosyal yapının değişmesi.’[3]

Dönem olarak incelediğimizde ise 1.Dünya Savaşı özellikle modernizmi tüketmiş ve postmoderniteyi geçişe sebep olmuştur. Bu geçiş temelde yeni arayışları beraberinde getirmiştir.

Tüm bu yenilenme hareketleri belli bir süre sonra kısır bir döngüye dönmüş ve kalıplaşmıştır. Savaşlar ve ekonomik sarsıntılar sonucunda oluşturulmuş bu yeni düzen artık eskimiş, toplumun ihtiyaçlarını karşılayamamış ve bu noktada postmodernizmin ve postmodernistlerin ortaya çıkışına sebep olmuştur.

I. Postmodernite ve Postmoderniteye Geçiş:

Postmodernite ve daha sonra ayrıntılarıyla değineceğimiz Postmodernizm birbirleriyle sıklıkla karıştırılmakta hatta çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Postmodernite ve postmodernizm aynı anlama gelmez. Karıştırılan bu kavramların tarihsel sürecine baktığımızda postmodernite; 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batıya dönük sorgulamaların başladığı, alternatif düşüncelerin türetildiği, özellikle Nietzsche’den başlayarak postmodern düşüncenin Frankfurt Okulu, Foucault, Derrida ve Baudrillard gibi düşünürlerin öncülüğünde bir ‘izm’e dönüşmeden önceki geçiş evresidir.  Batının kendine dönük eleştirisinin artık bünyesini iyiden iyiye sarsmaya başladığı süreçte diyebiliriz. Aslında bu dönem 20.yüzyılın ilk yarısı gibi görüldüğü halde, bâzı bilim adamları postmodernitenin tarihini yaklaşık elli yıl daha beriye çekerek 20.yüzyılın ikinci yarısını başlangıç tarihi olarak görürler.  Bu iki kavramı tanımlamayla ayıracak olursak, postmodernite bir varoluş hali veya koşulunu betimlerken, ya da kurumlar ve koşullardaki değişimlerle ilgiliyken; postmodernizm estetik, yazınsal, siyasî ve sosyal bir felsefeyi ifade eder. Postmodernizm “kültürel ve entelektüel bir fenomendir”; postmodernite ise bu felsefenin toplumdaki sosyal ve siyasî yansımalarına odaklanır.

Postmodernizm ve Postmodernite birbirlerine bir zincirin halkaları gibi bağlanmışlardır. Dolayısıyla postmodernizme geçmeden postmoderniteyi iyice kavramamız gerekir. Postmodernite kavramı, postmodernizmin bütünüyle olgunlaşıp bağımsız bir düşünce biçimine varmadan önceki halidir. Bir başka deyişle postmodernite, postmodern düşüncenin henüz yeni yeni şekillenmeye başladığında, düşüncenin henüz ‘ izm’e dönüşmediği ancak modern düşüncenin yavaş yavaş işlevselliğini kaybettiği, bunalımlar yaşadığı postmodern döneme geçiş süreci olarak ifade edebiliriz.

Postmodernite hakkındaki görüşlere baktığımızda ise Ihab Hassan ise postmoderniteyi bir proje olarak düşünür ve bu projenin yalnızca politik temellerle açıklanabileceğini söyler: ‘ Yöresel ile küreselin, çevre ile merkezin, azınlıkla çoğunluğun, somut ve belirli ile evrenselin, yalnız olanların da değil yöresel ile yöreselin, çevre ile çevrenin, azınlıkla azınlığın, dahası çeşitli evrensellerin birbirleriyle açık bir diyalog içine girmesi’[4]

Birçok postmodernite kuramcısı, postmoderniteyi (Sanayi Devrimi veya Aydınlanmayla özdeşleşmiş bir dönem/durum olarak tanımlanan) modernitenin sona erme nedenlerine işaret eden tarihsel bir durum olarak
görür. Modernitenin projelerinden birinin -toplum ve sanat hayatının farklı cephelerine akılcılık (rasyonalite) ve hiyerarşi ilkelerinin katılmasıyla başarılabileceği düşünülen- ilerlemeyi teşvik etmek olduğu söylenir. Terimin bu biçimde kullanımı Jean-François Lyotard ve Jean Baudrillard’e atfedilir. Lyotard moderniteyi, “ilerleme peşinde sürekli değişim” olarak nitelendirilen kültürel bir durum olarak anlar ve postmodernite de bu sürecin doruğa -sürekli değişimin statüko halini aldığı ve ilerleme fikrinin modası geçmiş hale geldiği bir noktaya- varmasını temsil etmektedir. Ludwig Wittgenstein’in mutlak ve tam bilginin olanaklılığı üzerine yaptığı eleştirinin ardından, Lyotard da pozitivist bilim, Marksizm ve yapısalcılık gibi ilerlemenin çeşitli büyük anlatılarının; ilerleme yaratan yöntemler olarak ‘‘ölmüş’’ olduklarını tartışır.

Edebiyat eleştirmeni Fredric Jameson ve coğrafyacı David Harvey post-moderniteyi geç dönem “kapitalizm”i ya da “esnek kümülâsyon”; başka bir deyişle finansal kapitalizmi takip eden kapitalizm evresi ile tanımlamışlardır. Bu kapitalizm evresi, yüksek derecede sermaye ve emek hareketliliği ve Harvey’in “zaman ve mekân sıkıştırması” olarak adlandırdığı fenomenle ifadesini bulur. Bu evrenin İkinci Dünya Savaşı sonrası ekonomik düzeni tanımlayan Bretton Woods sisteminin çöküşüyle aynı zamana denk geldiğini ileri sürerler.

Birçok filozof, özellikle de kendilerini “modern projenin” içinde görenler, post-modernite terimini karşıt bir biçimde “post-modern fikirlere sahip olmanın varsayılan sonuçları” anlamında kullanırlar. En belirgin biçimde Jürgen Habermas ve post-modernitenin uzun süredir varolan Aydınlanma karşıtı fikirlerin yeniden dirilişini temsil ettiğini savunan diğer filozoflar bu görüştedir.’[5]

Postmodernite kavramını incelerken postmodern durumdan da bahsetmemizde fayda vardır. Zaten birçok postmodernist, postmodernite kavramını postmodern durumla açıklar. Aynı isimle yayınladığı kitabında Postmodern durumu en iyi şekilde açıklayan Jean-François Lyotard bu durumu şu şekilde ifade eder: ‘Modernist öğretilere ve onların kendilerini temellendirdikleri kavram ve kategorilere yönelik derin bir inançsızlık ve kuşku hali bulunmaktadır.’[6] Lyotard bu kuşkunun kaynaklarını ve anlamlarını kuramsal olarak ortaya koyar.  Temelde bilgiye değinen Lyotard toplumları en çok etkileyen hususu ‘Bilgisayarlaşmış Toplumlarda Bilgi’ye değinir. Bu husus kısaca; Bilimsel bilgi bir söylem türüdür.[7] Ayrıca son 40 yıl içinde ‘ önde gelen’ bilimler ve teknolojiler dille ilgilenmek durumunda kalmışlardır: Fanoloji ve linguistik teorileri.  İletişim ve sibernetik problemleri, modern cebir ve bildirişim ( informeties) teorileri, bilgisayar ve onların dilleri, tercüme sorunları ve bilgisayar dilleri arasındaki yarışma alanlarının araştırılması, enformasyon, birikim ve veri bankalarına ilişkin sorunlar, telematik ve zekâ terminallerinin kusursuzlaştırılması ve paradoksoloji. Olgular kendileri için konuşmaktadır(ve bu liste de tüketici değildir)[8]

‘Kitabın alt başlığı, “Bilgi Üzerine Rapor” olarak yazılmıştır. Dolayısıyla burada bilgiyle ve ona dayalı siyasal /toplumsal hedeflerle ilgili modernist girişimlerin çok sorunlu oldukları belirtilir ve bu sorunlar irdelenir. Endüstri-sonrası-toplumlar ‘da, erekselci tarih anlayışlarına karşı derin bir inançsızlık hali söz konusudur bu nedenle. Modernleşme projesinin kuramsal sınırları bu inançsızlığı aşabilecek bir olanağa sahip değildir. İnançsızlığın kaynağındaki meşruiyet bunalımını, modernizm kendi teorik ilkelerine bağlı kalarak aşamaz bir noktaya gelinmiştir. Dolayısıyla da yeni bir düşünme ve yaşam kipi ortaya çıkmıştır. İşte Postmodern Durum olarak adlandırılan dönem budur. Lyotard burada iktidar ve bilgi bağlamında modernizmden postmodernizme geçişin izlerini sürmektedir.

Yani iletişim yollarının artması ve bilginin salt olarak sunulması pratikte fayda sağlamadığı için kuramsal olarak kalmış ve zaman içerisindeki işlevselliğini kaybetmiştir. Hazır sunulan bilgi insanlığı tembelliğe iterek var olanı tekrardan ibaret kılmış ve modernizmin kısır bir döngüye dönüşmesine sebep olmuştur. İletişim kaynaklarının bu tür kullanımı postmoderniteyi de beraberinde getirmiştir.

Postmodernite terim olarak da birkaç farklı anlama gelecek biçimde kullanılır. En yaygın kullanımında postmodernite, -özellikle postmodern sanat ve postmodern mimariye atıfta bulunulurken- postmodern olma durumu veya koşulu (modern olana ardıl olan ya da ona tepki olarak ortaya çıkan) olarak tanımlanır. Felsefe ve eleştirel teoride postmodernite, moderniteden sonra varolan toplumun durum veya koşullarını ifade eder. Bununla ilişkili başka bir terim, modernizme tepki olarak ya da postmodern duruma yanıt olarak ortaya çıkan hareketler ve felsefî görüşlerle ilgilenen postmodernizmdir.’[9]

Postmoderniteyi incelerken karşımıza ‘–’ (tire) işareti kullanılarak yazılmış post-modernite çıkar. Postmoderniteden farklı olarak post-moderniteyi açıklayacak olursak,  modernitenin bir devamı tıpkı başlangıçtan beri onun şemsiyesi altında bulunup, sadece fraksiyoner farklılıklar gösteren bir uzantısı olarak gören anlayışlar tarafından, onu olumsuzlamak, gücünü zayıflatmak, törpüleyip tahkir etmek ve aşağılamak için kullanılan bir tabirdir. ‘Post’ ön eki, moderniteye yamanmış, gereksiz, iğreti, özü oluşturmayarak kabukta kalmış anlamında kullanılmaktadır. Postmoderniteyi aydınlanma felsefesine aykırı, Batı’nın bugüne değin edindiği birikim ve kazanımları silip süpürecek yozlaştırıcı bir hareket olarak gören modernistler, moderniteden bağımsız tıpkı onu öncesinden ayıran çizgiler gibi belirgin, kendine özgü bakış açısı bulunan bir anlayış olarak görmeme eğilimlerinin devamı olarak gördükleri için bu kavramı tire(-) ile ayırırlar.

Sonuç olarak postmodernite; modernizme tepki ve postmodernizme bir geçiş süreci şeklinde ortaya çıkmıştır. Postmodernite işlevselliğini yitiren modernizmi yerer ve yeni çareler arar. Bu noktada ‘Postmodernizm’ ortaya çıkar. Postmoderniteden farklı olarak günümüzde etkisini gösteren postmodernizm, postmodernitenin temelleriyle şekillenmiştir.

II. Postmodernizm ve İşlevleri:

Postmodernizm; modernitenin pratiklerinin modern teorinin düşlediği bir zeminden çıkarak kendine yabancılaştığı, kendini dönüştürüp yeni bir dönemi başlattığı sürece verilen addır. Bu yönüyle postmodernizm, artık postmodernite oluşumları, modernitenin devamı olmaktan çıkarak, ondan farklı bir anlayışa dönüşmüştür. Postmodernizm; 1960’ların sonlarında, öncelikle Fransa’da yaygınlaşmaya başlayan, 1970’lerden itibaren de giderek A.B.D.’de ağırlık kazanan bir harekete verilen addır.

Mikhail Epstein, postmodernizm ile postmoderniteyi en belirgin biçimde ayrıştırıp her ikisini de farklı süreçlerle değerlendirmiştir. Epstein, bu ayrımsamayı yaparken modernitenin terminolojilerinden yararlanarak, modernite ile modernizmin kopuş noktalarından hareket eder. Ona göre, modernite, dünya tarihinin Rönesans’tan başlayarak 20. yüzyılın ortasına kadar süren oldukça uzun bir dönemi işaret eder. Modernitenin etkin olduğu yaklaşık beş yüz yıl boyunca eski çağların Tanrı merkezli dünya görüşü, inançlar ve değerler sistemi yerine insan merkezli düşüncelerin, kurum ve kuruluşların normatif değer ve
uygulamaları egemen olmuştur. Buna karşın ‘Epstein’e göre modernizm, modernitenin yalnız son elli yılına damgasını vuran, onun bireyselliğinin, bütüncüllüğünün yarattığı çelişkilerin derinleşerek aktardığı çeşitli felsefe ve sanat okullarını (sembolizm, ekspresyonizm, kübizm, sürrealizm gibi) da içinde barındıran bir sanat kültür akımıdır. Epstein postmodernite dönemin, modernizm akımının bitişiyle birlikte, 20. yüzyılın ikinci yarısında başladığı ve ne zaman biteceğinin henüz bilinmediğini söyler. Postmodernite, durum ve yaklaşım olarak modernitenin ortaya çıkarıldığı hümanizmin, bireyselliğin ve biçimsel liberalizmin sonunu gösterir, evrensel insan kavramını, birey merkezli düşünceyi siler ve merkezi belirli olmayan, devingen söylemleri ve dünya görüşlerini benimser.  Postmodernizm bir kültür akımı olarak modernist akımları yapı çözümcü ve diğer şüpheci düşünce yöntemleri yoluyla sorgulayıp yok ettikten sonra kendini tekrarla yetindiğinden Epstein’e göre tükenmiş, sona yaklaşmıştır. Ancak postmodernizmin sonu kesinlikle postmodernitenin sonu değildir.’[10]

Ihab Hassan, postmodernizm ile postmodernitenin ayrımını yaparken, art zamanlı bir yaklaşımın yerine eş zamanlılığı koyarak, birini genel, ötekini bu genelin içine yerleşmiş daha özel ve sınırlı bir durum olarak görür. ‘Ona(Ihab Hassan) göre postmodernizm; kültür, sanat, edebiyat, mimari, felsefe alanlarını kapsar ve o alanlarda düzen yerine düzensizliği vurgular. Postmodernite ise bir yandan jeopolitik bir süreç bir yandan da her yerde aynı olmasa bile ana hattıyla küresel bir olgudur.’[11]

Postmodernizmin tarihine bakacak olursak; postmodernizmin hem kavram olarak, hem de işlev bakımından tarihini vermek için bile kendisinden önceki süreçlere, onu ortaya çıkaran anlayışlara bakmak gerekiyor. Bu, hem bir düşünceyi, hareketi ve dönemi anlamak için kendinden öncekini bilme zorunluluğundan, hem de postmodernizmin kendine özgü karmaşasının yarattığı bulanıklıktan kurtulmak için gereklidir. Doltaş, belki aşırı sayılabilecek, ancak işimizi kolaylaştıran bir genelleme yapıyor ve batı dünyasının gerçeğe yaklaşma biçimini sunarken üç aşamadan bahsediyor. Her gerçeğe yaklaşma biçimi aynı zamanda nesneyi algılayış ve eğer üretimiyle ilgili olduğu için, modern öncesi, modern ve postmodern süreç olarak adlandırdığımız dönüşüm noktalarını yerli yerine oturtmak için bu tasnifinden yararlanabiliriz:

1. Tanrı’yı merkez alan ve gerçeği tanrısal kaynaklar yoluyla tanımlayan düşünce biçimi: İnsanlar, Tanrı’nın yarattığı değişmez ve benzer niteliklere sahip tipler olarak görülür.

2. İnsan-merkezli olup gerçeği insan bağlamında ve onu norm kabul ederek tanımlayan düşünce biçimi: İnsan merkezli düşünceye göre gerçek, insanoğlunun aklı, kavrayışı ve duygularıyla algılayabildiği ve açıklayabildiğidir.

3. Merkezsiz düşünce biçimi: Bu düşünceye göre ne Tanrı ne de insan gerçeği tanımlamada birçok odak noktası, temel ya da merkez oluşturabilir. Bir başka deyişle, gerçek olumsallıklara göre değişebilir; kesin, evrensel ve tanımlanabilir bir gerçeklikten söz edilmez. Bu durumda epistemolojik yaklaşımları benimsemek, net ve bilgilendirici cevaplar bekleyen sorular üretmek anlamsıdır. Ayrıca, merkez, kaynak, temel ve evrensellik gibi kavramlar üzerine kurulu kuram, yaklaşım ve kurumları kabul etmek mümkün değildir. Özetle postmodern diye adlandırılan bu düşünce biçimi bağlamında gerçeğe ilişkin epistemolojik kuşku yerini ontolojik kuşkuya bırakmış olur.[12]

Postmodernizmin olgusal değil de kavramsal tarihine baktığımızda 1800’lü yılların ikinci yarısına kadar gitmemiz gerekir. Kelimeyi, bugün kullandığımızdan oldukça farklı bir anlamda kullanmış olmasına rağmen Best ve Kellner’e göre ilk kullanan kişi ressam John Watkins Chapman’dır. 1870 yılı civarında, ‘Fransız izlenimci resimden daha modern ve avangard olduğu iddia edilen resim türünü tarif etmek üzere ‘postmodern resim’den bahsettiğini ifade eder.’[13] Ayrıca, 1917’de Rudolf Pannowitz’in yazdığı bir kitapta çağdaş Avrupa kültüründeki nihilizmi ve değerlerin çöküşünü betimlemek üzere kelimeyi, terimsel anlamda kullanmıştır.

Best ve Kellner, postmodernizm teriminin bilinçli ve bugünkü anlamına yakın bir anlamda ilk kez tarihçi Arnold Toynbee’nin A Study of History(1947) adlı kitabının 8. ve 9. ciltlerinde kullandığını ifade eder.

Terim anlamıyla postmodern 1960’larda edebiyatta, toplumsal düşüncede, ekonomide ve hatta dinde ‘post-Hıristiyanlık’ teknik ve kavramsal yönden daha geniş bir çerçevede kullanılmaya başlanmıştır.

Post-modernizm tartışmasının da iki merkezli olan mimari ve edebiyatta gelişmesi ise 1970’lere denk gelir. Burada post kelimesinden sonra tire kullanılması bu tartışmaların daha çok özerk ve yapıcı bir hareket olduğunu gösterir.  1980’lerde ise bir dizi yeni, yaratıcı hareket ortaya çıktı. Bunlar kendilerine  ‘yapıcı’, ‘ekolojik’, ‘temelli’, ‘yeniden kurucu’ postmodernizm gibi adlar veriyorlar.

Postmodernizmin kavram olarak kullanılışının her ne kadar 20. yüzyılın başlarına kadar götürülebileceği söylense de bugün algıladığımız biçimi ve olgusal tarafıyla postmodernizmin ciddi bir hareket olarak ortaya çıkışının 2.Dünya Savaşı sonrası ve özellikle de 1960’lı yıllar olduğu söylenebilir. Bunun gerekçelendirilmesini de şu şekilde yapmak mümkündür: Batı dünyasını değer yargıları 1.Dünya Savaşı’nda sarsıntıya uğramış ve 2.Dünya Savaşı’ndan sonra da büsbütün dağılmıştır. 1960’lardan itibaren bütün dünyada sol hareketler de sarsılmaya ve irtifa kaybetmeye başlayınca postmodern hareket kendisini iyiden iyiye modernizm karşısında ciddi bir alternatif olarak gösterme fırsatını bulmuştur. Elbette bunda, başlangıçta, Marxist bir hareket olan Frankfurt Okulu’nun zaman geçtikçe bu anlayışından uzaklaşarak postmodernist düşünceyle ilgili çalışmalar yapmasının da büyük katkısı vardır. Postmodern düşüncenin çıkış noktaları olmuş isimler: Soren Aabye Kierkegaard, Martin Heidegger, Friedrich Wilhelm Nietzsche, Jacques-Marie Emile Lacan, Edmund Husserl, Ludwig Josef Johann Wittgenstein’dır.

İçerik olarak postmodernizm Batı dünyasındaki etkilerini edebiyat, sanat, ekonomik, sosyal ve mimari alanlarda göstermiştir. Başlıca etki alanları olan ve gözle görülebilen etki alanlarınadn olan mimari ve edebiyata etkilerini inceleyelim.

Postmodern mimari ilk örneklerinin 1950’lerde başladığı varsayılan ve günümüz mimarisinde de etkisini sürdüren uluslar arası bir üsluptur. Mimarlıkla postmodernitenin habercisi, genellikle modernizmin sahip olduğu uluslar arası üslubun biçimciliğine bir yanıt olarak “nüktenin, süslemenin ve göndermenin” geri dönüşüdür. Pek çok kültürel hareket gibi, postmodernizmin en fazla dillendirilen ve görünür olan fikirleri mimaride gözlemlenebilir. Modernizmin işlevsel olan ve resmileştirilen şekilleri ve alanları tam aksi yöndeki bir estetikle yer değiştirmiştir: Üsluplar çarpışır, kendi için biçim anlayışı ortaya çıkar ve tanıdık üslup ve alanlara bakmanın yeni biçimleri fazlalaşır.

Modern mimarinin klasik örnekleri arasında, ticari alanda Lever House ve Seagram Binası, özel yahut kamu alanları arasında da Frank Lloyd Wright veya Bauhaus gösterilebilir. Postmodern mimarinin geçiş örnekleri arasında
Oregon, Portland’daki Portland Binası ve New York’taki Sony Binası gösterilebilir. Bu yapılar geçmişten bileşenler ve referanslar alır, rengi ve sembolizmi mimariye yeniden sokar. Postmodern mimariden etkilenim taşıyan birincil örnekler arasında Las Vegas’tan Öğrenmek adlı ve 1977 tarihli kitabında Robert Venturi tarafından üzerinde durulan Las Vegas Strip adlı bina vardır. Venturi kitabında binanın sıradan ve evrensel mimarisine alkış tutmaktadır.

Postmodern mimari yeni-eklektik mimari olarak da tanımlanmıştır; binaların cephesi göndermeler ve süslemelerle doludur ve sert süslemesiz modern üslubu karşısına alır. Bu eklektizm, Stuttgart Devlet Galerisinde ve Charles Willard Moore tarafından yapılan Piazza d’Italia’da en belirgin halini alan, dik olmayan açıların ve alışıldık olmayan yüzeylerin kullanımı ile kendini gösterir. Edinburgh’taki İskoç Parlemento binası da postmodern modanın bir örneği olarak gösterilmektedir.

Postmodernizmin en büyük etki alanlarından biri olan ve günümüze kadar etkisini devam ettiren bir başka alan olan edebiyatta postmodernizme değinelim. Postmodernizmin edebî boyutu elbette en az felsefî, sosyolojik ve kültürel endüstri boyutu kadar kendi geleneğini dönüştürdüğü bir nitelik değişimine uğramıştır.  Bu değişimden en fazla etkilenen edebi tür kuşkusuz romandır. Bu, şiir, öykü, hatıra, günlük vs. edebî türlerin yoğunlukla hayatın sadece tek ve belli kısımlarını, türe özgü doğalarının verdiği üslup imkânıyla konu edinmelerine karşın romanın hayatı bütünlüğüyle kuşatma ve kavramayı amaç edinen, üslup olarak da daha geniş davranabilen bir tür olmasıyla ilgilidir. Bundan dolayı özellikle Marcel Proust, Robert Musil, Franz Kafka ve James Joyce sonrası metinlerle öncekiler arasında roman türünün köklü değişime uğraması anlamına varıncaya dek büyük bir farklılaşmadan söz etmek mümkündür.

Postmodern roman[14]ın kökleri, öncelikle postmodern durumun ve postmodern düşüncenin ortaya çıkmasından çok daha eskilere gider. Daha klasik roman olarak adlandırılan roman geleneği içinde bile postmodern romana ait öğelerin görülmesi söz konusudur. Hatta roman türünün öncü metinlerinde postmodern romanın özellikleri olarak kabul edilen girişimler görülür. Jale Parla, Don Kişot’un bir anlatı türü olarak romanın öncüsü olduğu kadar, üst-kurmaca, temsilin sorunsallaştırılması, parodi, ironi ögelerini de barındırdığını, bu bakımdan Miguel de Cervantes’in ve kitabının modernitenin öncü yazarlarından ve yapıtlarından olduğu kadar postmodernizmin de habercisi olduğunu belirtir.

Bir başka köken, geç dönem modernist romanlarda görülür. Postmodern romana ait olduğu kabul edilen ögelerin çoğunun bizzat modernist roman içinde ortaya çıkması söz konusudur. Meselâ, Thomas Mann, James Joyce, Wirginia Wolf, Samuel Beckett gibi yazarlar, hem işledikleri konular hem de işleyiş biçimlerindeki yenilikleriyle postmodern romanın köklerinde yer alırlar. Ancak modernist romancılar, belirli bir ölçüde sanatçı olan okurları hedeflemelerine rağmen, postmodern yazarlar bir anlamda metnin okumalarını çoğaltırlar. Modernist roman okurun belirli bir yoruma ulaşmasını zorlaştırmak için elinden geleni yaparken, postmodernist roman, belirli bir evrensel yoruma yol açabilecek anlam bütünlüklerine kuşkulu bakışı dolayısıyla anlamın sürekli kaybolduğu ya da ertelendiği metinler olarak üretilir.

Postmodern romanın köklerinden birisi de Beat Kuşağı olarak adlandırılan yazarlara uzanır. Jack Kerouac ve Allen Ginsberg’in bu kuşağın ruhunu yansıtan avangard yapıtları ve William Burroughs’un kitapları, anlatı geleneğinde sürrealizme benzeyen bir eğilim olarak belirginleşir. Macera, coşku ve cinsel fantezilerdeki yoğunluk, sanat-dışılık ve toplumu ve onun taleplerini reddedişteki bireysel radikallik bu kuşağın özellikleri olarak bilinir; yazınsal alanda da tam bu şekilde bir içerik ve söylem yapısı kullanmışlardır. Postmodern romanlarda bu tür etkileri görmek mümkündür.

Kendi yapıtlarını başka yapıtların bir parçası olarak tanımlayan Fransız yazar Georges Perec postmodern romanın köklerinde bulunan yazarlardan biri olarak değerlendirilebilir. Perec’in neredeyse konularından daha çok kitaplarının teknik yönleri ilginçlikler barındırır. Postmodern romanlarda görülen zevk ya da okumanın amacı ve gerekçesi olarak zevk ögesini Perec’in metinlerinde görürüz. Onun lipogramlara dayanan metinleri bir ilginçlik örneğidir. Kayboluş adlı romanını Perec hiç “e” harfi kullanmaksızın yazmıştır.

Jorge Luis Borges ise, postmodern romancılar arasında değilse bile köklerinde tartışmasız bir şekilde yer alır. Üst-anlatı, parodi, anlamın sorunsallaştırılması, çoğulluk ögeleri Borges’in hemen bütün metinlerinde görülen özelliklerdir. Bunun yanında, gerçek/gerçek-dışı onun metinlerinde sürekli birbirine geçiştirilir, gerçeklik sürekli olarak yeniden yorumlanabilir şekilde kurgulanır. Fantazi Borges anlatılarının vazgeçilmez ögelerinden biridir.

Postmodern romanın genel özelliğine baktığımızda Postmodern roman denilince ilk akla gelen dil oyunları düşüncesidir. Dilin gerçekliği temsil eden değil kuran bir yapı olduğu önermesinden hareket ederler. Postmodern romancılar, bu anlamda postmodern teorinin temsili sorunsallaştırma girişimini üstlenirler ve gerçekliği temsil etmekten ziyade anlam çoğulluğunu hedeflerler. Çünkü dil, postmodern anlayışa göre bir gerçekliği temsil etmez, belirli bir anlamda aksine gerçekliği kurar. Postmodern roman, tam da dile dair bu bilgi ile üretilen anlatıları işaret eder.

Çoğu postmodern romancıda, hem anlatıcının (yazar’ın) hem anlatının sürekli devrede olması, metin içinde birçok anlatıcı sese imkân verilmesi, anlatı içinde anlatıların iç içe geçmesi ya da anlatı içinde başka bir anlatının/ya da anlatıların izinin sürülmesi türünde ögeler görülür. Bu romanlarda yazar’ın geleneksel statüsünü kaybettiği ya da en azından bu statüsünün sorunsallaştırıldığı görülür. Temsilin yani sıra yazarın konumu da sorunsallaştırılır. Bu noktada, “anlamı üreten okurdur” düşüncesi belirginlik kazanır. Bu önerme tamamen ona ait olmasa bile büyük ölçüde postmodern roman anlayışının düsturlarından biridir.

Öte yandan, romanlar, kendilerinden önceki anlatıların seslerini yankılarlar. Bu anlamda, postmodern roman, edebi anlatıların ya da daha doğrusu tüm edebiyat geleneğinin bir parodisi olarak belirir. Kristeva’nin değişiyle bu durum, edebi metnin, metinler arası bir göndermeler mozaği içinde oluştuğu anlamına gelir. Bu nedenledir ki, postmodern roman, tek doğrultulu, kapalı, kapanabilir tek bir anlam katmanına sahip anlatı türlerinden farklılaşmanın bir ürünüdür.

Postmodern roman, klasik romandaki gibi olay örgüsü üzerine kurulu bir anlatı değildir. Olay örgüsünden daha çok olay’ın ya da olayların ön plana çıkması söz konusudur. Postmodern roman modernist romandaki gibi zor da olsa ulaşılabilir olan anlam bütünlüklerine sahip bir anlatı değildir. Postyapısalcı felsefenin dil dolayımında ulaştığı kuramsal sonuçlar, postmodern romanın perspektifini doğrudan belirlemektedir. Buna göre, metin, anlamın tamamlanıp bitirildiği ve tüketildiği bir yer değil, aksine hiçbir zaman tamama erişilemeyen, her okumada yeniden değerlendirilmeye açık bir uğraktır; çünkü ardında ya da daha doğrusu yapısında asla bir yere indirgenemeyecek olan uçsuz bucaksız bir işaretler sistemi olan
dil vardır.

Jale Parla, postmodern romanda okur-yazar-metin ilişkisini şu şekilde belirtmektedir: “Hiç bir metin tamamlanmış bir bütün değildir. Bu da okur ve yazarı yeni bir konumda düşünmemizi gerektirir. Okur ve yazar dil denizinde sözcüklerin anlamlarının dalgalar gibi birbirini izlediği bir devinim içinde yüzerken, metinler, benlikler, kimlikler ve yorumlar da yeni göstergelere dönüşürler… Bu epistemolojiye göre, belirleyebileceğimiz yazar, okur, metin yoktur; yalnızca o metin aracılığıyla oluşan söylemler vardır”

Dünya çapında tanınan postmodern yazarların en özgün örneği olarak İtalio Calvino (Bir Kış Günü Eğer Bir Yolcu kitabıyla), Umberto Eco (Gülün Adı ve Foucault’nun Sarkacı adlı kitaplarıyla), aynı zamanda postyapısalcı felsefenin öncüsü olan, felsefi sorunları edebiyat aracılığıyla işleyen Jacques Derrida (özellikle Kartpostallar kitabıyla) ilk başta anılabilir. Ancak postmodern romanın temsilcisi olan yazarların listesi bir hayli kabarıktır. Bunların bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

Paul Auster
John Barth
Don Delillo
Raymond Federman
William Gaddis
Christian Kracht
Viktor Pelevin
Thomas Pynchon
Alain Robbe-Grillet
Salman Rushdie
Vladimir Sorokin
Philippe Sollers (“Cennet”)
Berna Moran, Jale Parla ve Yıldız Ecevit gibi edebiyat kuramcıları Türkiye’deki edebiyatta kimi yazarların postmodern roman özellikleri taşıyan eserler ortaya koyduğunu belirterek bunları değerlendirirler.

Genel olarak ismi anılan yerli postmodern yazarlar ve yapıtları şöyledir:

1. Oğuz Atay, (Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyunlar, Korkuyu Beklerken)
2. Orhan Pamuk, (Benim Adım Kırmızı, Kara Kitap, Yeni Hayat)
3. Hasan Ali Toptaş, (Bin Hüzünlü Haz)
4. Metin Kaçan, (Fındık Sekiz)
5. Latife Tekin, (Sevgili Arsız Ölüm, Buzdan Kılıçlar)
6. Murat Gülsoy, (Bu Kitabı Çalın, Bu Filmin Kötü Adamı Benim, İstanbul’da Bir Merhamet Haftası)
7. Elif Şafak, (Mahrem, Pinhan, Bit Palas, Baba ve Piç)
8. Sema Kaygusuz, (Yere Düşen Dualar, Sandık Lekesi)
9. İhsan Oktay Anar, (Puslu Kıtalar Atlası, Afrasiyab’in Hikâyeleri)
10. Süreyya Evren, (Kanlar Ülkesinde Karnaval, Ur Lokantası, Postmodern Bir Kız Sevdim)
11. Murat Uyurkulak, ([[Tol], [Har]])
12. Mehmet Açar, (Siyah Hatıralar Denizi, Hayatın Anlamı)

Sonuç olarak postmodernizm, üzerinde tam bir antlaşma sağlanamamış olmakla beraber, kavram karmaşaları ile dolu günümüzde özellikle; edebiyatta etkisini gösteren, postmodernite üzerinde temellenmiş ve modernizmin işlevselliğini yitirmesi üzerine bir kurtuluş yolu olarak ortaya çıkmıştır. Belirsizlikler içeren postmodernist tarz, edebiyat ve sanat dünyasında hala tartışılsa da varlığını devam ettirmektedir. Felsefe ve siyasi alandaki etkileri postmoderniteyi günlük yaşamda ve düşüncede de öne çıkartmıştır.

DİPNOTLAR

[1] Sezgin Kızılçelik,  “Postmodernizm: ‘Modernlik Projesine’ Bir Başkaldırı”, Türkiye Günlüğü, Sayı: 30, 1994. s. 87.
[2] Göran Therborn,  “Modernlik Yoluyla Modernliğe Giden Yollar”, Postmodernizm ve İslâm Küreselleşme ve Oryantalizm, (Derleme: Abdullah Topçuoğlu-Yasin Aktay), Vadi Yayınları, Ankara 1996, s. 67.
[3] Dilek Doltaş, Postmodernizm ve Eleştirisi, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 20003, s. 22.
[4] Dilek Doltaş, Postmodernizm ve Eleştirisi, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 20003, s. 197.
[5] İsmet Emre, Postmodernizm ve Edebiyat, Anı Yayınları, Ankara, 2004, s. 30.
[6] J. F. Lyotard, Postmodern Durum, Vadi Yayınları, Ankara, 2000, s. 144.
[7] J. F. Lyotard, Postmodern Durum, Vadi Yayınları, Ankara, 2000, s. 16.
[8] J. F. Lyotard, Postmodern Durum, Vadi Yayınları, Ankara, 2000, s. 17.
[9] http://tr.wikipedia.org/wiki/Postmodern_Durum
[10] Dilek Doltaş, Postmodernizm ve Eleştirisi, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 20003, s. 193.
[11] Dilek Doltaş, Postmodernizm ve Eleştirisi, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 20003, s. 195.
[12] Dilek Doltaş, Postmodernizm ve Eleştirisi, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 20003, s. 19-20.
[13] Steven Best, Douglas Kellner; Postmodern Teori, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1998, s. 19.
[14] http://tr.wikipedia.org/wiki/Postmodern_roman

KAYNAKÇA

Best, Steven, Kellner Douglas; Postmodern Teori, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1998.
Doltaş, Dilek; Postmodernizm ve Eleştirisi, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 20003.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Postmodern_Durum
http://tr.wikipedia.org/wiki/Postmodern_roman
Kızılçelik, Sezgin;  “Postmodernizm: ‘Modernlik Projesine’ Bir Başkaldırı”, Türkiye Günlüğü, Sayı: 30, 1994.
Lyotard, J. F; Postmodern Durum, Vadi Yayınları, Ankara, 2000.
Therborn, Göran; “Modernlik Yoluyla Modernliğe Giden Yollar”, Postmodernizm ve İslâm Küreselleşme ve Oryantalizm, (Derleme: Abdullah Topçuoğlu-Yasin Aktay), Vadi Yayınları, Ankara 1996.

Edebiyatcı tarafından “Makale Yarışması” için yazılmıştır…