Reenkarnasyon tekrar doğuş, tekrar bedenlenme, ruhun doğum ve ölüm sirkülasyonu sayesinde tekrar tekrar insancıl varoluşa geçmesi anlamına gelir. Amaç tekamüle ulaşmaktır.
Türkiye’de bu inancın yayılmaya başlaması, 1950 yılında Dr. Bedri Ruhselman’ın Meta psişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Derneği’ni kurması ile oldu.
Üstad Ruhselman 16.02.1948 tarihinde yaptığı bir celsede Yüce Ruh Kadri’ye soruyor “Cenab-ı Hak, kudretiyle her şeye nüfuz etmiştir’ mealinde bir tebliğiniz var. Bu kudret Allah’ın kendisi midir? Ya da ondan çıkan ayrı bir şey midir?” Yüce Ruh Kadri cevap veriyor; “Bunlar insanların uydurduğu kelimelerdir. Oğlum hala anlamadınız mı? O her şeydir. Her şey!”
Zaten bu fikre biz de katılıyoruz yani farkımız yok Allah her şeydir diyen bizlerle bu rehber vatandaşın pek farkı olmuyor…
İslam inancında reenkarnasyon var mıdır yok mudur bilemem ama insan ölür, cesedi toprağa, ruhu Allah’a gider. Kur’an-ı Kerim’de İsra Suresi 85. ayette aynen şunlar yazmaktadır; “Ya Muhammed! Sana ruhu sorarlar. De ki; ‘Ruh Rabbimin emrindedir. Ve size, ruh ilminden ancak pek az şey verilmiştir.”
İslam inancına göre, insan dünyada yaptığı en küçük iyilik ya da kötülüğün karşılığını ahirette bulacaktır. Haşr (öldükten sonra dirilme) her insan için bir kimlikle ve tabii ki kendi kimliğiyle olacaktır. Oysa reenkarnasyon inancında ruhlar kemale erme yolunda beden değiştirerek ilerlemektedir.
Dolayısıyla yapılan iyiliğin ya da kötülüğün karşılığını hangi kimliğin, ne zaman, nerede göreceği tartışılıyor ya da ceza görülüp görülmeyeceği…
Hem ruhlar devr-i daim yoluyla terakki ederek kemale erecekse cehennem kimler için olacak, hangi fonksiyon için var?
Aynı şekilde nefsin kemale erdikten sonra cesede ihtiyacı kalmayacaksa, haşr zamanı cesetlerin yaratılışı nasıl gerçekleşecek? Bilmiyoruz…
Bütün bu sorular İslam inancı açısından sorulabilecek sorular ve cevapları da Kur’an-ı Kerim’de mutlak vardır, ancak belki bugün net olarak ifade edilemiyor..
Halen Kuranda şifreler var mıdır diye tartışan da bizleriz, yoksa kaybımız yok ama varsa bulur çözeriz, hiç bağrışmadan hiddetlenmeden yapılan bu araştırmayı inkarcılık kabul etmeden bakmalıyız.
Her şeyi bir yana koyarak bütün bu bilim adamlarını ya da varsayımlara geri çekerek düşünürsek, bu çok mümkünsüz müdür, ben kendi fikrimce hayır diyorum.
Belki birkaç kez daha doğuş ya da yüzlerce defa daha geliş insanın dünyada ki çeşitli yerlerde yaşamasını farklı kişiler gibi görünse de tekamül etmesini sağlayan ve dünyanın nimetini de külfetini de yaşamasına imkan sunan bir şans olabilir.
Bugün dünyanın en ücra köşesinde hayata merhaba diyen bir insanla teknolojinin tüm nimetlerinden faydalanan bir ülkede dünyaya gelen insanın aynı şansı pay ettiklerini düşünebilir miyiz?
Bu anlamda reenkarnasyona çok soğuk bakmıyorum, vardır demiyorum ama yoktur da diyemem…
Belki ilk hayatında sakat doğan biri ikinci hayatında sağlıkla gelecektir, en basit örnekle doğuştan görme yetisi olmayan bir insan dünyayı hiç görmeden ölür peki dünyaya gelmiş yaşamış görmüş müdür? Ya da şöyle diyelim görenle aynı tadı almış mıdır?
Bu bir denge değil adalet nasıl tecelli ediyor ya da bizim adalet anlayışımızla aynımıdır bilmiyoruz, ancak tekrar doğmak belki de bize verilen bir şans, olmak, gelişmek anlamak anlamında çok önemli diye düşünüyorum…
Söylediğim bugün rehber varlıklar olarak adlandırılan gaipten söyleyen öldük tekrar döndük diyenler değil, bu doğuş bizim bir önceki hayatımızdan fazlaca bilgiler olması anlamında ama hafızamızda o yaşamdan anılar kalması anlamında değil ruhsal açıdan gelişmiş çok daha fazla bilgeleşmiş biri olmak bence tek hayata sığmayacak kadar geniş bir olgu…
Bu konu asla şarlatanlığa dökülmeden özünde madde ve çıkar hesabı olmadan değerlendirilmeli, ben bilmem kaçıncı hayatımdayım diye ortaya çıkanlara pirim yaptırmak değil amaç.
İnsan ömrünü ortalama 60 yıl olarak kabul edersek, bunun on hatta on beş yılını da çocukluk olarak alırsak geriye kalan 45 yılda dünyadan ne kadar alabiliriz ne kadar öğrenebiliriz, belki bunları kavrayabilecek kadar zekamız bile gelişmiş değil o halde biz öğrenmeden mi gidiyoruz, peki niye geldik?
Şimdi bu dünya sınama yeri sınanıyoruz diyenler çıkacaktır ve ben de katılabilirim ama sınanmak için de iyi bilgilenmek gerekmez mi, bu kadar bir ömürle yargılanmak öğrenmeden denemek gibi bize çok fazla getirisi olmayan olur.
Ben şu yaşıma kadar hiç okyanusu görmedim, hiç dağa tırmanmadım hiç çok zengin de olmadım, şu yaşamım da bunları yapabilme imkanım da yok, peki ben dünyanın bu güzelliklerini tatmadan ölüp gideceğim ve de benim bu görüp ama yaşayamadığım şeyleri hiç görme şansı olmayan yürüyemeyen duymayan vücudunun hiçbir azasını kullanamayanlar da var onlar da gelip gidecekler, o zaman bu hayat bitecek ve bu durumda yapanla yapmayan bilenle bilmeyen görenle görmeyen aynı şansta mı olacak?
Beni yoran ve aslına bakarsanız biraz da çelişkide bırakan işin bu tarafı ama o zaman açıkla derseniz tekrar var oluş biraz daha yakın biraz daha adil olur derim…
Ben insanın her seferinde yeniden dünyada olabilmesine yine insan şekliyle gelmesi olarak bakıyorum yani biri önce insandı sonra hayvan daha sonra da bitki falan gibi düşünmüyorum, çünkü bence yeniden doğuş insana daha fazla yetenek sağlamak daha fazla bilgilenmek daha fazla tanımak amaçlı bir şekil, yani değişik türlerde olmakla bunu yapmanın mümkün olacağını ve insana tekamül şansı tanıyacağını düşünmüyorum.
Çok zaman duyarız hatta görürüz iki üç yaşındaki çocuk piyano çalar yazı yazar ya da bizim yaşımızda ki insan bize ve bizim yaşıtlarımıza göre çok üstündür, biz onlara zeki deriz ama insan beynini hepimiz az çok tanıyoruz ne kadar çalışırsak bu tarif ettiğim insan yeteneğine ulaşılabilinir ya da bu insanlar özel midir?
Bu bilgelik bu birikim aynı zaman diliminde yaşarken ona nasıl sağlanmıştır? Veya o kaçıncı hayatını yaşıyor?
Dünyada örneklerini gördüğümüz dehalar bu kapasiteyi ilk ömürlerinde mi yakaladılar, iyi de bunun yolu belli eğer okumak gelişmekse biz neden onlara yetişemedik, acaba yeterince çalışmadık mı yoksa yeterince yaşamadık mı?
Bana göre bu bir tekamüldür, insanın gelişimidir fakat sadece bir ömür buna yetmez, yetemez çünkü bu kadar bilgilenmek bu kadar zamana sığmaz…
Olaya farklı boyutlar getirme çabasında olan bazı kişiler reenkarnasyonu isyan ya da Allah’a eş koşma dinden çıkma gibi yorumlarla saptırırlar hiç biri gerçekle bağdaşmayacak kadar bağnazcadır.
Amaç Allah’ın büyüklüğünü tartışmak değil, elimizde olanların ne kadarını biliyoruz onu araştırmaktır, sonuç olarak böyle bir şey olmaya da bilir, bu olamaz bu bizim hakkımız falan dediğimiz yok ama varsa bilmek istiyoruz bunu nesi kötüdür nesi günahtır? Kaldı ki ne yargılanan ne de yargılayan var, sadece araştıran soran bulmaya çalışanlarız.
İlmi Çin’de de olsa bul diyen de bizim inanışımız değil mi?
Hiçbir şeyin önünü kesmek bizi geliştirmez, hele bunu dine dayayarak korkutmak başlı başına yanlış olur, haddini aşmadan yapılan her şey güzele ulaşmamızı sağlar, bundan zarar olmaz, tam aksi fayda sağlanır.
Tabii biliyorum ki hepimiz aynı mantıkta birleşmeyeceğiz birleşmiyoruz da somut bir gerçek yoksa ikna olmak zor ama zaten amacımız ikna etmek değil ne kadar olabilirliğini tartışmak, olması mı muhtemel olmaması mı diye olayı kritik etmek.
Bunu öğrenmek bize ne sağlar?
Bana göre inanılmaz bir rahatlık, çünkü tekrar dünyada olabilme duygusu ölümsüzlük gibi, ölüm var ama geri dönüşü olan bir yol…
Kim bilir belki de bunca araştırmacı o yüzden bu yolu tam olarak kapamıyor hep bir tarafı aralık kalıyor, ilahiyatçıları bile ikiye bölen belki de işin bu tarafı.
Konunun başında dünyadan örnekler verdik ülkemizde ki anlayışı da dokunduk, bir taraf doğrularken bir tarafın yalanladığı hiçbir mesnedi olmayan yalnızca varsayımlara dayalı fikirler atılıyor, bunları kendine rant elde etmek için kullanan işte adlarına rehber varlık denilen bir takım kişiler ortaya çıkıyor, hep böyle olmuştur bilinmeyen her zaman bize giz, o yüzden biraz saparız, ben biliyorum diyenin peşine takılırız fakat bunlardan bir şey öğrenemeyiz, belki de bu hayatımız bunu çözmek için yetmeyecek…
Hayat her şekilde yaşanır, mesele içini doldurmakta ve bunu hangi şekilde yaparsak yapalım, davamız ne isyan ne de yargıdır, bütün hedefimiz şu, dünya kocaman bir bahçe ve de çok renkli, yaşadığımız süreçte bulduklarımız hepsi değil, o halde dahasına ulaşmak için çabalayan, eleştirilmek yerine bence kutlanmalıdır.
Ve ben şuna inanıyorum, eğer yeniden gelmek yeniden doğmak varsa ilk olarak tekamül esas alınmıştır bunu gerçekleştiremiyorsak bin kere daha doğmak bence olmak değil kaybolmaktır…
Eflatun’a göre reenkarnasyon
1. Seçim sistemi: Buna göre ruh eski yaşamındaki eylemlerine uyacak bir hayvan veya insan bedeni seçer. Yani ruh yaşam koşullarını önceden seçmiş ve böylece kaderini belirlemiş olur.
2. Denge sistemi: Burada yeni yaşam tamamen eski yaşama bağlıdır. Eski yaşamda yapılan hataların acısı yeni yaşamda çekilir. Örneğin zenginken fakiri horlayan birisi yeni yaşamında fakirin durumuna düşebilir ve onun çekmiş olduğu acıların aynısını yaşar.
“Ben de cansız varlıkken öldüm, yetişip gelişen bitki oldum; bitkiyken öldüm, hayvan biçiminde tezahür ettim. Hayvanlıktan geçip öldüm, insan oldum; öyleyse ölmekten “Ben de cansız varlıkken öldüm, yetişip gelişen bitki oldum; bitkiyken öldüm, hayvan korkmak niye? Hiç daha kötüye dönüştüğüm, alçaldığım görüldü mü?” (Mevlana Celaleddin Rumi)
“Ete kemiğe büründüm,Yunus olarak göründüm Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası.”(Yunus Emre )
Ünlülerle yapılan hipnoz seanslarından bazı örnekler
Hülya Avşar
Antalya ve Anamur civarında yaşamış göçer bir Yörük kavminden.
Çok zor yaşam şartları ve vizyonda gördüğüm kareler, gerçekten içimi acıttı desem yeridir. çok çocuklu bir aile, keçeden eski bir çadır, kar soğuk ve açlıkla mücadele, yüzü bir kez gülmemiş mavi gözlü afacan bir kız çocuğu, ciğerleri kısa yaşamı boyunca çok rahatsızlık vermiş, otlardan yapılan yemekler, keçiler, çatlak eller ve dudaklar. Banyo yok sıcak bir yatak yok. İçler acısı bir durum.
15 yaşında bir gırtlak azalsın diye obadan bir gençle zorla evlendiriliyor. 2 çocuğu oluyor. Bünyesi çok zayıf. 3. çocuğunu doğururken 27 yaşında ölüyor.
Mezarı Anamur da bir tepededir.
Yaşar Alptekin
Korsanlıkla geçen bir yaşam çizgisi ve diğer rakipleri tarafından duvarlar örülerek ölüme mahkum edilmiş, hem zor hem de tüylerimizi diken diken eden bir seanstı. Yavaş yavaş ve acı dolu ölümü.
Ali şan
Zor bir seans oldu. Kendisi Çanakkale’de şehit düşmüştü. Savaşın vahşetini gözler önüne sermişti.
Fatih Yürek
Eski Mısır’da küçük bir firavun Totankamon’un çocuklarından biri, rekabet yüzünden diri diri labirentin birine gömülüyor. Orada çok büyük acılar çekerek ölüyor. Mısır hakkında inanılmaz bilgiler verdi ve piramitlerin yapımında sirius gezegeninden geldiklerini anlattı. Çok ilginç bir seansttı. “to secret”ta yayınlandı.
Ekin
Çok güzel bir seanstı. Canlı yayında yapmıştım. Cezayir’de yaşamış ve savaşta ölmüştü. Cezayir ritmi ile Kuddüm çalmıştı. Herkes çok etkilenmişti.
Canan Mutluer
Yayınladığım 3. göz programı için bir çekim yapmıştık. Seans sırasında İstanbul’da büyük bir deprem olacağını görmüştü ve 1 ay sonra deprem gerçekleşti. Kendisi etna yanardağı sırasında ölen kutsal bir rahibe imiş.
Dansöz Sibel Gökçe
Bir önceki yaşamında sakat olduğunu ve intihar ettiğini çok büyük acılar çektiğini anlattı. Çok üzülmüştük.
İzel
Yine canlı bir yayında konuk olan İzel seansta pastacı bir kız olduğunu ve çok fakir yoksul yaşamını gözyaşları içinde Star’da anlatmıştı.
Hamiyet
Bir yörük kızı iken ailesini kaybedip ormana sığınıyor. Vahşi bir yaşam ve gerginlik veren dram dolu bir yaşam geçirdiğini yine göz yaşları içinde bizlerle canlı yayında paylaşmıştı.
Hande Ataizi
Fransa’da yaşayan ve ilaç imal eden bir gruba mensubu. engizisyon tarafından ölüme mahkum edilmişti,
Yaşar Alptekin
Korsanlıkla geçen bir yaşam çizgisi ve diğer rakipleri tarafından duvarlar örülerek ölüme mahkum edilmiş. hem zor hem de tüylerimizi diken diken eden bir seanstı . yavaş yavaş ve acı dolu ölümü beni çok etkilemişti.
Futbolcu Kompella
Sevgili Kompela mistik yetenekleri olan spiritüel biri idi. Çok yetenekli olduğu için seans çok zevkli geçmişti. Çok ilginçtir kuzey kutbunda yaşamış bir eskimo olduğunu ve bir buz ayısı tarafından parçalandığını anlatmıştı.
Hıncal Uluç
Sezar zamanında Roma’da yaşamış çok itibarlı senato üyesi bir konsüldü. Sezar’a sadakati ve yakınlığı ile tanınıyor, Sezar’ın sıradaşı ve akıl hocası. Kanunların yapılışında Sezar’a çok önemli fikirler vermiştir. Evli ve 3 çocuk babası muhafazakar bir kişilikti. Ailesi Sezar’a akraba idiler. Sezar’ın yükselmesinde çok büyük katkıları olmuştur. Çok adaletli, akıllı, otoriter biri idi. Sezar onun fikirlerine çok saygı duymuştur. Sezar’ın Kleopatra ile olan ilişkisine asla sıcak bakmamış ve onu sürekli ikaz etmiştir. Bu ilişkinin Sezar’ı yıpratacağına inanmıştır.
Sezar’ın Mısır’ı ele almanın gerekli olduğunu söylemesi üzerine bu ilişkiyi kabullenmiş ama hep uzak durmuştur. Bunu Sezar’ın bir zaafı olarak görmüştür. Çok zengin ve rahat bir yaşamı olmuştur. Sezar’ın öldürülmesinden sonra Roma’dan gizlice ailesi ile kaçmış ve 81 yaşında Palermo’da ölmüştür.
Cem Yılmaz
İspanya’da yaşamış bir çingenedir. Hayatı sıkıntılı ve zor geçmiştir. Parasızlık ve açlık, atlı bir araba ve bütün bir ailenin barınağı gençliği böyle geçmiş. 2 kere para çalmaktan yargılanmış ve hapse girmiş.
Babası çalıştığı sirke 17 yaşında yanına alır ve değişik renkli bir yaşam başlar. İp cambazlığını kısa zamanda öğrenir. Yere ağ germeden akrobasiyi ilk kez dener ve insanların korku dolu bakışları içinde gösterisini inanılmaz bir şekilde sürdürür. Kısa zamanda ünlenir. Sirk dolar taşar. Kadınlar içki ve aşık olur evlenir. Fakat sürekli gezmek zorunda kalmıştır.
Çalıştığı sirkin sahibi hastalanır ve ölür sirki ona bırakır. Şansı dönmüştür. Yorgundur ve aşırı bir kumar ve içki merakı onu daha da yoracaktır. Bütün parasını çar çur eder. Elde olanda yaşlılık için uçup gitmiştir. Yorgun hasta ver parasız bir şekilde 76 yaşında Valensiya’da ölür.
Okan Bayülgen
Fransa’da yaşamış çok ünlü bir halk şairi idi. Tiyatro oyunları da yazmıştır. Asil olmayan ama varlıklı bir aileden geliyordu. Çok çapkın bir insandı aşıklarına yazdığı şiirler seranad şeklinde dilden dile dolaşmakta idi bu gün bile söylenmektedir. Kadınlar etrafında pervane oluyorlardı. 5 evlilik yaptı. Bir müddet İngiltere’de yaşadı. Sonra Paris’e döndü. Kendi adına bir tiyatro ve okul kurdu. Kadınlar yüzünden başı hiç dertten kurtulmadı. Çok sevdi ve sevildi. Aşk üzerine yazdığı bir çok şiiri vardır. Şirlerini okuduğu zaman kadınlar kendinden geçiyorlardı. Aşık olduğu bir kontesin kocası onu düelloya davet ediyor. Ve 56 yaşında ölüyor. Mezarı çiçekleri çok sevdiği için vasiyeti üzerine Gres’tedir.
İlhan Mansız
Çok ünlü bir Rus baletti. Çok hareketli ve çalkantılı bir yaşamı oldu. Yaşamı boyunca her ülkede resitaller verdi. Çocukluluğu çar zamanında Rusya’da yaşamıştır. Bu çok sıkıntılı ve zor bir dönemdir. Ünlü bir balet olmak için Londra ya gitti. Çok çalıştı. Orada harika bale gösterileri yaptı alkışlar ödüller. Renkli ama mutsuz bir yaşam çok yalnızdı. Bale onun her şeyi idi. Vücudu adeta bir lastik gibiydi. Her hareketi büyük bir zerafetle yapıyordu. Hiç evlenmedi. Yaşamı yalnızca disiplin içinde bale ile dolu, çalışmaktan ibaretti. Çok büyük bir aşk yaşadı fakat terkedilince aşka da küstü. Yaşamının son yıllarını Prag’da geçirdi. Çok büyük yetenekler yetiştirdi. 70 yaşında Prag’da öldü.
Tarkan
İtalya’nın güneyinde yaşayan asil bir aileye mensuptu. Çok mutlu bir çocukluk geçirdi. Ailesi sanata çok değer veriyorlardı. Küçük yaşta müziğe piyano çalarak başladı. Çok özel dersler alarak şana başladı. Metzo soprano sesi ile herkesi büyüledi. Çok güzel bir kadındı. Müzik eğitimi almak için Amerika’ya gitti. Her ülkede konserler. Çok titiz ve mükemmeliyetçi biri idi. Bu yüzden aşklar yaşamasına rağmen hiçbir zaman evlenmedi. Şan tekniğine tiz ses tekniğine yeni kullanımlar getirdi. Hayranlar alkışlar. Para sıkıntısı olmadan son derece lüks bir yaşamı oldu. Yaşlandığında ailesi ile yaşadığı şatoya kapandı. Mezarı Tanzaro’dadır.
Hakan Şükür
Fatih Sultan Mehmet zamanında yaşamıştır. Fatih Macaristan’a gittiğinde annesi Beyaz Rus babası Macar olan küçük bir çocuğu yanında getirir. Ona hocalarla disiplin içinde harika bir eğitim verirler. Büyünce yeniçerinin başına geçer. Saraya yeni gelmiş bir cariye ile evlenir. Savaşlar zaferler. Yorucu ama çok debdebeli bir yaşam. Fatih’in sevgisini kazanır. Kısır bir döngü içinde geçen tehlikeli bir yaşamı olmuştur. Fatih Bizans’ı feth ederken onu da beraberinde götürür. İstanbul’a surlardan ilk girenlerdendir. Fatih’in şaşalı döneminde hep yanında ve sadakatle yer almış ve ödüllendirilmiştir. Fatih’in vefatından sonra Macaristan’a gider ve 78 yaşında Budapeşte’de ölür.
Necdet Sezer
Fransa’da yaşamış çok ünlü bir hukuk adamı idi. Aydınlık düşünceleri ve ilerici felsefesi tarihte hukuk açısından çok önemlidir. Hayatını anayasa doktrinlerine adamış. Bir insandı. Bürokrat ve tanınmış bir aileden geliyordu. Yaşamı Marsilya’da geçti. Çok başarılı bir hukuk eğitimi gördü. Babası da kendi gibi hayatını hukuk doktrinlerine adamış biriydi. Daha sonra Paris’e geldi ve üniversitede tanıştığı meslektaşınla evlendi. Çok disiplinli bir yaşam sürdü. Reformist düşünceleri olan biriydi. 3 çocuğu oldu ve Nis’te yaşamını yitirdi.
Orhan Pamuk
Bizans döneminde yaşadı. Sıradan sayılacak şimdiki yaşamı ile kıyaslanmayacak bir yaşamı vardı. Bir kadın olarak doğdu. Orta halli bir aileden geliyordu. Babası bir dokumacı idi. Tutucu bir Hristiyan aileye mensuptu. Genç yaşta evlendirildi. 4 çocuğu oldu. 21 yaşında eski İstanbul depreminde duvar altında kalarak vefat etti.
KURAN ACIKTIR SEN YANLIŞ ANLIYORSUN
ALAHI DEGİLDE ŞEYTANI GÖRMEK İSTERSEN AYNAYA BAKMAN YETERLİ
KURAN I OKUMAYANLARIN BÖYLE KONUŞMASI NORMAL
bu olayı savunduğumdan değil ama kuranda renkarne baslağı altında geçen ve yoruma açık ayetler var bilgin olmadan boyle bloglarda takılma bence
Bu renkarnasyonun amacı neymiş sizin alahınızın ve şeytanınızın amacı nedir olayı şöyle kısaltayım şu dininizin amacı nedir menfatinizle yaşayıp haksızlıkla ruhları bu hayata getirip çocuk doğurup biz yapmadık deyip alahımız bahşeti gibi kelimeler telafüz edip kainatın yaptığı herşeye ortak olup suçsuz davranmanız hiç adil değil sorunuzu yanıtlıyayım alahınızı ve şeytanınızı gördüğümde tükürmek isterdim ve hiç birşey için onların yanında kalmazdım ve herşeyden kurtulmak gerçek huzurdur ama sizin gibiler işte bu kainatı hak ediyor çünkü var olmak sizin gibiler için sonsuza kadar hak etiğiniz kirlenmeyi sevdiğiniz lanet bir cehenemdir…
Sayın Nusret Kaya alt beyin ile ilgili çalışmalarında atalarımızın yaşam tecrübelerinin insanın korteksin dışında kalan ve beynin henüz hakim olamadığımız kısmında atalarımızın bütün tecrübelerinin nesilden nesile geçerek kendimiz yaşamış gibi kayıtlı olduğunu 88 nobel ödülü çalışmalarıda kaynak göstererek bize ifade ediyor. Atalarımızın yaşadığı ve fakat şuraltı hafızalarımızda kayıtlı olan tecrübelerin zaman zaman çeşitli nedenlerle açığa çıkmasının mümkün olduğunu, hata çıktığını aktardığı bazı olaylardan anlıyoruz. Tabi geçmişte yaşanmış fakat bizim şahit olmadığımız bu olaylara yaşamış gibi sahip olmak en çok reklamı yapılan renkarnasyonu hatırlara taşımaktadır. Yukarıda yazdıklarım tecrübelerin RNA lar vasıtasıyla aktarılması olarak Nobel ödülü almaya hak kazanmış bir çalışmadır. Bu durumda renkarnasyondan daha cidi bir yer oluşturmaktadır.
Ayrıca islam açısından bakacak olursak; İslamın bininci yılının mücedidi diye anılan ve bütün islam aleminin referans olarak kabul etiği İmam-ı Rabani K.S. renkarnasyonun olmadığını fakat özel bazı durumlarda yaşayan bazı insanların çeşitli nedenlerle yeni ölmüş bedenlere geçmeyi başardıklarını mektubata yazmaktadır.
Dünya üzerinde yaşanılanlar ve yaşanamayanlar dengesine gelince eğer hoş görürseniz bir yazımda alıntı yapmak istiyorum;
…“Çevrenizdeki olaylara şöyle bir baktığınızda, eşitsizlik yok mu? Eğer bir eşitsizlik varsa, bu adaletin de şüphe vardır, anl***** gelmez mi?” sorusunu yetişkin ve erişkin soran herkes, hikmetini merak ederek soran bilhasa gençlerimizi tenzih ederek, hariç tutarak, diyoruz ki, ilk defa kendi aklına gelmiş gibi büyük bir gurur ve onurla bu soruyu yönlendirir. Aslında kalbinde karargâh kılan şeytan, ona silah zoruyla bir tehdit getirmemektedir. Fakat bu soruyu soranın nefsine cazip geldiği için, gönlünde şüpheyi arzulayıp şüpheli şıkı sahiplenmeyi tercih etmiştir.
Bu ve benzeri sorular sorulduğunda, kimden hangi cevabın alınacağı bilinmektedir. Sorduğu bu sorunun cevabı ise kalbinde çoktan seçmeli şeklinde değil, iki seçenek şeklinde bulunmaktadır. Beğendiği seçeneği tercih ederek, diğerini anlayamıyormuş gibi davranmaktadır. Burada dikat edilen husus, tek cevaba yönlendirilen bir mantık silsilesi değil, kalbe nefisten veya ruhtan ya da şeytandan veya melekten, decaldan veya mehdiden ya da istediğinizi söyleyin, firavundan veya Musa’dan gelen cevaplardan istediğini seçerek, tarafını beyan etmektedir. Sanki kendisine tek bir tebliğ ve tebelüğ mecburiyeti varmış gibi.
Oysa iman sahibi bir kişi de aynı şekilde iki seçeneği müşahede edecektir. Ama kendisini değil de, Alah’ın asla yanlış veya herhangi bir eksiklik yapmayacağını referans alacağı için Alah ile idialaşmayacaktır. Alah’ı tik etmenin ötesinde, düşünce ve tefekür ibadetine sevk eden bir imanla hareket ederse, ilime de kavuşacaktır.
Hz. Ali “Doğru tektir, doğruyu öğrenen bütün yanlışları öğrenmiştir” der. Doğruya ulaşmak için düşünmeye dalanlar ise eşitliğin her zaman adalet olmayacağını anlayacaklardır. Hz. Ömer’e “Ya Ömer herkese farklı ebatlarda kumaş verdin, biz seni adil bilirdik. Neden eşit dağıtmadın?” dendiğinde; “Eşit verirsem adaletsizlik olur” diye buyurduğu bize haber verilmektedir.
Ayrıca Yüce Alah’ın kularına vereceği nimetlerini, ne zaman, ne şekilde dengeleyeceğini bilmek imkânsızdır. Tabi mülkün gerçek sahibinin, bize ne kadar bahşiş de bulunacağını belirlemek de bize düşmez, değil mi? Neyin nimet, neyin külfet olduğunu idrak etmekte aslında yine ayrı bir tercih meselesi gibi durmaktadır.
Basitçe izliyoruz ki, kalplere inmeye başladığımızda çeşitlilik başlamaktadır. Bu çeşitlilik başlangıçta Rabine kuluk etmek isteyenler ve istemeyenler şeklinde iki seçenektir. Üzerinde durduğumuz konu gereğince, Rabine kuluk etmek istemeyenler üzerinde yoğunlaşmamıza gerek yoktur. Onlar bizim zararsız dünyamızı engelemediği müdetçe.
Şıklardan birincisini tercih etiğimizde karşımıza çıkacak çeşitliliğin de Alah’a giden yolun mahlûkatın nefesi adedince olmasındandır ki nihayeti yoktur. Üstelik bu ekseri rahmet ve güzeliktir. Ama bu çeşitlilik yine sonuçta, saf Alah istekleri ve nefsi istekler arasındaki bir yelpazedir…
bu renkarnasyonun amacı ne bilmiyorum ama sizi yani çıkaranları kıyamete ALAH’ın huzurunda görmek isterdim. :angry:
bizim dinimiz İslam kitabımız Kuran-ı Kerim’dir. dinimize göre asla böyle birşey yoktur. Ayeti şeriflerde insanın dünyaya bir kere geleceği açıkça gösterilmiştir. ruhun tekrar başka bir bedene girmesi falan saşma sapan şeylerdir. bunu tartışmaya bile gerek yoktur. bu kitabımızda açıkça belirtilmiştir. Tek kaynağımız Kuran-ı Kerim’dir.