Sene 1960 yine aynı zihniyet devredeydi. Gelişen bir Türkiye özlemiyle yanıp tutuşan rahmetli Adnan MENDERES’i elde hiçbir kanıt olmaksızın darağacına götürdüler. Aslında merhumu değil, Türkiye’yi astılar. Gelişen ve özüne dönüş yapan güzelim ülke insanlarını astılar. Geçmişe bakıp geleceği gören ufku astılar. Astılar Balkanlarda, Çanakkale’de geleceğimiz için savaşan atalarımızı astılar. Astılar işte astılar! Ellerine ne geçti diye düşünüyorsanız, çok şey geçti. Türkiye tam 30 yıl geriledi. Yerinde bile saymadı, geriledi. Eğitim seviyesi kasıtlı olarak düşürüldü. Belli bölgelerde planlı okutmama senaryoları yazıldı. Gelenekleri çok iyi bilen ve her ortamda kullanmasını adet edinen bu zihniyet, bizi bizimle vurmayı başarabilen bir topluluk.
1970 – 1980’li yıllar, bu defa senaryo sağcı – solcu olarak hazırlanmıştı. Sağdakiler solcuları dışlıyor, sağcılar faşist sloganları gün be gün manşetlerde yerini buldu. Hasan CEMAL. 21 yaşındaydı. Kitabında şöyle diyor; o dönemde ben 21 yaşındaydım. Darbe olsun diye o dönemin bir gazetesinde elimden geleni yaptım. Her türlü propagandanın içinde faal olarak çalıştım, diyor. O dönemlerde darbe yanlısıydım da diyor. Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra yanlış yaptığımı gördüm, diyor. Devam ediyor. Sağcı – solcu, alevi – Sünni, Kürt – Türk gibi ayrımcı politikalar saf dışı kalacağından, popüler bir yer edinecek olan İslamcı, İslamcı olmayanlar senaryosunun oynatılması ihtimaller arasında görünüyor. Yani önümüzdeki yıllarda ki, şu günlerde popüler bir hal alan “cemaat” kavramı Hasan CEMAL’in öngörüsünü haklı çıkartacak cinsten görünüyor.
90’lı yıllarda görülen baskı rejimi “İslamcıların” canını sıkmıştı. Türban meselesinin zirve yaptığı 90’lı yıllar, baskınların ve baskının zirveyi tırmandırdığı dönemlerdi. Cemaat evleri gelen ihbarlar üzerine baskına maruz kalıyor, cemaat yanlısı ne kadar dershane, okul ve üniversite varsa kapatılma operasyonlarına maruz kalıyordu. Peki, neden? Gerçekten bunlar bir tehdit miydi yoksa senaryonun başka bir ayağı mıydı? Bana sorarsanız Erbakan hükümetini yıkma operasyonlarıydı ki, sonuca baktığımızda bunu kanıtlar nitelikte. Evet, hükümet 28 Şubat’ta düşürüldü. Post modern bir darbe olarak tarihe karıştı. Türkiye ne kazandı? Türkiye benliğinden 10 yıl daha kaybetti. Türkiye her alanda borçlandı, eli dışa bakar hale geldi. Zaten amaçta bu değil miydi? Geçmiş geleceğin aynasıdır arkadaş. Dün ne yapıldıysa bugünde aynısın farklı bir versiyonu uygulanıyor, uygulatılıyor. Erbakan hükümeti döneminde meydan meydan dolaşan aczimendi tarikatı ve Müslüm Gündüz nerede? Gerçekten böyle bir grup var mıydı yoksa grup birileri tarafından hazır mı edildi. Bunlarda kocaman soru işaretleri olarak aklınızın bir köşesinde dursun.
2002 Ak Parti Hükümeti %34’lük bir başarıyla tek başına iktidar oldu. Halk Jön anlayışından bıkmış olmalı ki yenilik vaat eden Sn. Recep Tayip ERDOĞAN’nı tercih etti. Gelir gelmez, senaryo devreye girdi. Türkiye büyük bir tehlikeyle karşı karşıya, ordu hemen harekete geçmeli gibi ifadeler manşetlerde yerini buldu. Hükümetin yaptığı her uygulama karşı tepkiyle karşılandı ve sürekli ordu kışkırtılmaya çalışıldı ki, bazılarının darbe planladığı da söyleniyor. Tabii bunlar iddia. Tam olarak evet planlandı denilmesi hukuken doğru olmadığından kesinlik belirten ifadeler kullanmak etik olmaz. Ak Parti, dışarıya İslamcı olarak tanıtılmaya çalışıldı. İran’a yöneleceğini bunun Avrupa ve Amerika için büyük bir tehdit oluşturacağı propagandaları New York Times gazetesine kadar gitmişti. Ancak tersi yönde gerçekleşen gelişmeler yapılan propagandaları etkisiz kıldı. Ak Parti, beklenilenin aksine Avrupa ve Amerika ile yakınlaşmaya ve hatta önceki hükümetlerden daha çok Avrupa’yı isteyen bir grafik çizdi. Bu da sınır dışındaki ülkelere olumlu olarak yansıdı ve destek gördü. Yozlaşan bir Türkiye profili çizmeye çalışan Jönler, karşı tarafı iyi analiz etmemiş olmalı ki tökezledi. Belki de daha önceki hükümet gibi çok basit politikalarla egale edebileceği düşüncesi vardı. Ama olmadı. Ütopik konuşmak gerekirse, belki de bu anlayış artık Türkiye yanlısı oldu ve belki de Türkiye’nin çıkarları için çalışıyor görünüyor. Zayıf bir an gelince hazırda bulunan senaryo devreye sokulur. Yozlaşma kelimesi “YOZLAŞTI” diyebiliriz. Halk eğitimle seviye atlayınca duvarın arka kısmını da görmeye başladı. Daha önce saf Anadolu insanı olarak lanse edilen ülke insanımız, şimdilerde hem saf hem de cin gibi oldular tabirlerinin kullanılıyor olması, tablonun değiştiğinin açık göstergesidir diye düşünüyorum. Evet, Anadolu halkı bilinçlendi. Eskisi gibi her slogana karşı tepki vermiyor. Aksine “ahmak insana verilecek en güzel cevap susmaktır.” Mantalitesini uyguluyor. Bu da olumsuz reaksiyonların azalmasına neden olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Kim ne derse desin, Türkiye yozlaşmıyor. Türkiye yozlaşmış zihniyetten kurtuluyor. Jön anlayışı yerini Anadolu anlayışına bırakıyor. Yenilikçi ve bir o kadar da ufku geniş her toplumu kucaklayan Mevlana Celalettin-i Rumi’nin anlayışı hâkim oluyor, yurtta sulh cihanda sulh diyen Atatürk’ün anlayışı hüküm sürmeye başladı, Anadolu’nun bağrından çıkmış ve insanı kucaklayan bir anlayışa sahip hey dost diyen Hacı Bektaş-ı Veli anlayışı devreye giriyor, sevgisiyle dillere destan olmuş her ortamda sevgi dağıtan Yunus’un
ideali ülkenin her köşesine yayılıyor. Türkiye gelişiyor, politik, siyasi, ekonomik, sosyal olarak dört koldan gelişim içerinse girmiş bulunmaktadır. İnşaat halindeki Türkiye, bu süreçte bazı kazalara maruz kalabilir; ama bu gelişimini etkilemeyecektir. Aksine önlemleri artıracağından daha güvenilir bir sürece girecektir.
Vesselam,
Hamza KILIÇASLAN.
aydinlikgazete.com/ozgurluk-meydani/turkiyede-yozlasma-nereye-gidiyoruz-h64234.html
bir adım atmalıyız. Bunun için en başta okumalı, düşünmeli ve sorgulamalıyız!…
Hiç yalnız kalıp dingin bir kafayla hayatınızı ya da yaptıklarınızı sorguladığınız oldu mu? Kendinize ve sevdiklerinize ne kadar vakit ayırıyorsunuz veya vakit ayırıyor musunuz? En son kime el uzatınız? Bir çocuğu en son ne zaman sevindirdiniz? Sevdiklerinize en son ne zaman seni seviyorum dediniz?
Stresli bir hayat yaşadığımız kesin. Devamlı bir yerlere yetişmenin, elimizdeki işleri bir an önce bitirmenin telaşı içindeyiz. Çoğu zaman hayatı ıskalıyoruz. Bizi modern köleliğe sürükleyen sistemin, bize dayatığı hayatı yaşamak zorunda kalıyoruz. Güzel ve değerli olan zordur. Emek ister, sabır ister… Genelde kolaycılığa kaçıyoruz. Her şeyi kolayca tüketiyoruz: Aşkları, dostlukları, sevgiyi, saygıyı…
Türk insanı her geçen gün tarihine, diline ve dinine karşı hem yabancılaşıyor hem de duyarsızlaşıyor. Tarihi ve kültürel değerlerini kaybediyor. Bireysel ve toplumsal sorunlar içinden çıkılması zor, karmaşık bir hale geliyor. Geçim sıkıntısı, ekonomik zorluklar hepimizin belini büküyor. Yaşamak, her geçen gün daha fazla mücadeleyi gerektiriyor.
Var olan ekonomik sistem, refah içerisinde mutlu bir yaşam sürmemizi engeliyor. Demokrasiyi içseleştirememiş içi boş siyaset geleceğimizi tüketiyor. Bürokrasi çıkmazı içindeyiz. Aklı ve bilimi rehber edinmemenin, insana değer vermemenin beraberinde getirdiği yozlaşmaları yaşıyoruz.
Bu hali pür melalimizden silkinmeli ve artık üç maymunu oynamayı bırakmalıyız. Yozlaşmaya karşı mücadele etmek adına küçük de olsa bir adım atmalıyız. Bunun için en başta okumalı, düşünmeli ve sorgulamalıyız!…
TÜRKİYE’DE YOZLAŞ-MA!
Türkiye’de iç içe geçmiş o kadar çok sorun var ki! Türkiye’nin sorunları ve Türkiye’de yaşanan yozlaşma hep konuşulur, ancak hiç çözülmez!
Türkiye’de yaşanan yozlaşma, biz kabul etsek de etmesek de, görsek de görmezden gelsek de bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Her geçen gün daha da yozlaşıyoruz ve yozlaştırıyoruz. Daha da önemlisi henüz bunun tam olarak farkında değiliz. Sorunlarımızdan kaçarak ve onları görmezden gelerek bir yere varamayacağımız açıktır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte ümeten milete, kuldan özgür bireye bir geçiş öngörülmüştür. Cumhuriyetin yönetici kadrosu bütün bunları gerçekleştirebilmek için özelikle fikri yozlaşmanın ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyordu. Çünkü her yozlaşmanın temelinde fikri bir yozlaşma vardır.
Bu nedenle devrimler akıl ve bilimin yol göstericiliğinde yapılmıştır. Köklü bir fikri değişim ve dönüşümü gerçekleştirme noktasından hareket edilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatıyla başlayan ve bugün de devam eden süreçte çağdaşlaşma ve bireyseleşme kesintiye uğratılmıştır. Yozlaşma ise daha da derinleşerek ve yaygınlaşarak günümüzde cidi boyutlara ulaşmıştır.
Bizi insan yapan insani niteliklerimizi unutuk. Kendimizden başkasını düşünmez, bizden olmayanı anlamaz olduk. Hayatın bu koşuşturmacası içinde bir şeyler kazanmak isterken neleri kaybetiğimizi bir an olsun durup bir düşünelim! Aynı binada oturduğunuz komşularınızdan kaçını tanıyorsunuz? Hiç yalnız kalıp dingin bir kafayla hayatınızı ya da yaptıklarınızı sorguladığınız oldu mu? Kendinize ve sevdiklerinize ne kadar vakit ayırıyorsunuz veya vakit ayırıyor musunuz? En son kime el uzatınız? Bir çocuğu en son ne zaman sevindirdiniz? Sevdiklerinize en son ne zaman seni seviyorum dediniz?
Stresli bir hayat yaşadığımız kesin. Devamlı bir yerlere yetişmenin, elimizdeki işleri bir an önce bitirmenin telaşı içindeyiz. Çoğu zaman hayatı ıskalıyoruz. Bizi modern köleliğe sürükleyen sistemin, bize dayatığı hayatı yaşamak zorunda kalıyoruz. Güzel ve değerli olan zordur. Emek ister, sabır ister… Genelde kolaycılığa kaçıyoruz. Her şeyi kolayca tüketiyoruz: Aşkları, dostlukları, sevgiyi, saygıyı…
Türk insanı her geçen gün tarihine, diline ve dinine karşı hem yabancılaşıyor hem de duyarsızlaşıyor. Tarihi ve kültürel değerlerini kaybediyor. Bireysel ve toplumsal sorunlar içinden çıkılması zor, karmaşık bir hale geliyor. Geçim sıkıntısı, ekonomik zorluklar hepimizin belini büküyor. Yaşamak, her geçen gün daha fazla mücadeleyi gerektiriyor.
Var olan ekonomik sistem, refah içerisinde mutlu bir yaşam sürmemizi engeliyor. Demokrasiyi içseleştirememiş içi boş siyaset geleceğimizi tüketiyor. Bürokrasi çıkmazı içindeyiz. Aklı ve bilimi rehber edinmemenin, insana değer vermemenin beraberinde getirdiği yozlaşmaları yaşıyoruz.
Bu hali pür melalimizden silkinmeli ve artık üç maymunu oynamayı bırakmalıyız. Yozlaşmaya karşı mücadele etmek adına küçük de olsa bir adım atmalıyız. Bunun için en başta okumalı, düşünmeli ve sorgulamalıyız!…
Arif BİNGÖLl
yozlaşmamız şu sarf etiğiniz kelimelerden beli
akp türkiyeyi geliştiyormuş daha neler şimdi görüyoruz cebimizden çalarak yediği paralarla ülkemizi peşkek çekerek bizi ne kadar ileri ***ürdüğünü,sokakaklarda binlerce insanın kanını dökerek ne kadar medeniyet yanlısı olduğunu görüyoruz yozlaşma adnan menderesin asılmasıyla başlamadı Atatürkün ölmesinin ardından ülkenin yabancı devletlere satılmasıyla oldu kürt türk alevi süni sağ sol muş
bu ülkeyi hepimiz birlikte savaşarak aldık ve topraklarında hepimizin kanı var bunu Atatürkte biliyordu ve tüm halkın yanında oldu bazıları gibi ananıda al git hiç bir zaman demedi halk uyanıyormuş bence halk ancak yabancıların boyunduruğuna girdiğinde uyanır sizin gibiler sağolsun dinide devlet işlerine karıştırmayın
herkesin dini kendini ilgilendirir kimse kimsenin dini inançlarına karışamaz
Yıl 2013,Ağustos;yozlaşma yani İngilizcesi”coruption” olan bu kelime tüm dünyada ve Türkiye’de küresel bir yozlaşmanın pratik olarak yaşandığını,yaşatıldığını anlatabilen geniş manalı ve yalın tek kelime.Zeitgeist”Zamanın Ruhu Belgeseli” filmi de sosyal,ekonomik,dinsel ve çevresel küresel krizlerin,kirliliğin sinyalerini gözler önüne sermektedir.Peter Joseph adındaki bir Amerikalı bunun farkına varmışken;malesef biz Müslüman Türkler,ülkemizde cereyan eden açık yozlaşmayı görmezden geliyoruz,umursamıyoruz yani cahilik ya da cahalık!Peter Joseph,bir Hristiyan,Yahudi ya da dinsiz aktivist tam olarak bilemeyiz ama İslamiyet’e pek fazla değinmeden,diğer tüm bozulmuş dinleri derinlemesine eleştirmekte ve mantıkdışı olduklarını bildirmektedir.Binaenaleyh,modalite olarak faizin yani ribanın tüm kötülüklerin anası olduğunu üstüne basa basa belirtmekte olup vampir ya da vahşi kapitalizmi yerden yere vurmaktadır.İlginçtir ki,7ci yüzyılda Peygamber Efendimiz,Muhamed’e sav. de indirilen Kur’an’da aynı şekilde riba ya da faizin ve alkolün kötülüklerin anası olduğu bildirilmiş sonra da (Haram olmuş) yasaklanmıştır!Fakat 21ci yüzyıldayız ve Türkiye dahil tüm Müslüman ülkelerde faiz açık serbestir!Üstelik;İslam’da sermaye biriktirme,sermayedarlık olmamasına rağmen; yeşil kapitalizm denen ilet de bu küresel sermayeye açık destek vermekte olup,Peygamber Efendimiz döneminde yasaklanan köleliğe ve faiz lobisine dolaylı da olsa hizmet etmekte olması acıdır,vahimdir,korkunçtur,günahtır,haramdır,sömürüdür,vicdansızcadır,merhametsizcedir,kaleşçedir,münafıkçadır,kandırmaktır,riyakarlıktır,tutarsızlıktır,sapıklıktır,cehenem ateşinde yanmak gibidir ve YÜZDE YÜZ AÇIK” YOZLAŞMADIR” !!! Son.
Günün birinde Ak parti güç kaybedecekse işte bu menfat gruplarının çıkarlarının doyuma ulaşmasından sonra olacaktır ki bu partinin daha gerçekleştirmesi gereken çok güzel şeyler olmasına rağmen. Gelelim yozlaşmanın mikro ve makro bazdaki objektif kanıtlarına: Bakın hala; Yahudilerile Arap Filistinli kardeşlerimiz savaşhalinde, Süniler ile Şiler; Müslüman olmalarına rağmen zaman zaman birbirlerini katlediyorlar, dinin sömürü aracı olarak kulanılarak bazılarının zenginleşmesi, benim adamım senin adamın felsefesi, adilce olmayan, hak edilemeden gerçekleşen kadrolaşma, Afrika’nın bazı yoksul ülkelerinde açlık had safhada, dünya kuraklaşıyor, doğal kaynaklar kirlenerek azalıyor, organik doğal yaşantının yerini sentetik-plastik robot yaşantısı almış, emekçiler düşük artışlı maşların, yevmiyelerin modern köleleri haline gelmiş, kapitali olan kapitalistler hoyratça üretim yapıp, tüketime gaz verip, daha zengin pantakrator kapitalistler oldular (yeşili ile, turuncusu ile, kızılı ile, beyazı ile..), sağlıklıca yetiştiremeyeceği, eğitemeyeceği halde 2-3 çocuktan fazla evlat sahibi olan duyarsızlar, aileahalisi içerisinde bile hoş karşılanmayan -çok af edersiniz-kadınların kilotlu çorap ile cadelerde gezinmeleri olağan karşılanıyor (bu 2013 yazında belkide yarı çıplak iç çamaşırları ile cirit atabilirler? sokak hayvanlarının bile kürkleri var. adalet mi bu?)
Yıl 2013, bugün din ya da ırkçılık hakında özgürce tartışıp, konuşabiliyorsak ne faydası olmuş ki? Yozlaşmanın (degeneration, dry-rot, gangrene, taint, retrogresion) manası; bozulma, ters yönde gitme, kötüleşme, ahlaki bozulma, çürüme gibi anlamları taşıyor. Bu dünyalar harikası memleketimiz, Türkiye’miz, yozlaşma ile 2002’den sonra değil, ilk olarak bundan 250-300 sene önce 1718’de Lale Devri ile yüzleşti. Bunda ne Lalenin ne de Osmanlı Padişahlarının günahı vardı sadece, öncelikli olarak liderlerin çevresindeki dalkavukların, menfat sahibi riyakarların, ikili oynayanların suçları vardı. Binaenaleyh, Ak parti hükümeti başa geldiği günden beri bu ülkeye çok değerli hizmetler vermiştir bunu görmezden gelenler sabit fikirliler ve siyasi menfatleri zıt kutuplarda olanlardan başkaları değildir, tabiki ancak Ak parti hükümetine aşırı demokrasi, özgürlük dayatmaları yüzünden ve bırakınız yapsınların ipinin ucunun kaçırılması bu partinin siyasi iradesinde bazı kaçınılmaz sapmalara vesile olmuştur. Çok değerli Sayın Başbakan’ımızın, etrafındaki bazı Ak partili gibi görünen; parti içindeki ve dışındaki menfat grupları malesef, Sayın Başbakan’ımızın iradesini olumsuz yönde etkileyebiliyor kanatindeyim. Yalnız şunu asla unutmamalıyız ki; biz Ademoğuları birbirimizi kandırabiliriz fakat Yüce alah’u Teala’yı hiçbir kimse kandıramaz, O herşeye kadir olan ve gücü yeten tek mutlak ve sonsuzların hakimidir, şükürler olsun…
Muhakaki Alah’tan başka hiçbirkimse kusursuz değildir, O herşeye gücü yetendir anacak Japon dünya görüşünde ve Budizm felsefesinde; insan kusursuz olmalıdır yani insan Tanrı’ya eş koşulur. Binaenaleyh, 2011, Mart ayı büyük Japonya depremi, sonuç? Haşa büyük konuşmayalım, Alah hiçbir aciz Ademoğluna doğal afet ve karanlık azap günleri yaşatmayı nasip etmesin! Daha yazılacak çok şey var fakat gelelim sadede; çocukların ilk öğretmenleri ane ve babalarıdır, temel sağlam ise herşey inş’Alah yolunda gider yok ise, ne kadar en iyi okularda eğitim-öğretim alırsanız alın beyhude… Çok af edersiniz; ”EŞEĞİN SIRTINA KİTAP YÜKLEMİŞLER, ALTINDAN SEMER TAKMIŞLAR EŞEK HALA EŞEK KALMIŞ”? Sürç-i lisan etik ise af ola… Yorumu sizlere bırakıyorum.
Saygılarım ile.
Ordumuz çoğu yüksek rütbeli bazı komutanlarımızın Muhamet ocağı dedikleri kutsal görevlerine rağmen; hala laikliği öne sürüp, İslam’ın temel şartlarının uygulamaya konmasını mantık dışı görüp, küçümsemeleri, inatlaşmaları, bazı Türbanlı kadın-kızlarımızın alkolü içkileri tatma, deneme eğilimleri, Zeytinburnu sahil parkında uluorta, Türbanlı bir kadının iki erkek ile çimlerin üzerinde oturup, bira içmesi, Osmanlı atalarımızın yüksek seviyedeki mimarisini görmezden gelip, hapishane hayatı yaşatan binalar, pencereden pencereyi, balkondan balkonu, pencereden sadece duvarları gören ucube evler, çarpık yapılaşma, toplu taşımada nezaket kuralarının çiğnendiği, eşkiya kuralarının diktatör olduğu itiş kakış (Alah Alah nidaları eşliğinde!) bir telaş aslında yaşamamantı, yüzleri asık, ukela, fesat bakışlı ve selam versen ya ağlayacak ya da sövecek, dövecekmiş gibi bakan kuşkulu, korkulu bakışlı insanlar (selam Alah’ın rahmeti ve merhametidir. Gavur dediğimiz insanlar bunu yapıyor ise, Müslüman’lar öncelikli yapmalıdır çünkü tanımadığın bir kişiye merhamet ile, şevkat ile, artniyetsiz tebesüm etmek İslam’da sadakadır?!).
Camilerde, mescitlerde; değerli İmamlarımız defalarca uyarmasına rağmen, ne hijyen ne de Cami adabı kuralarına uyan cemat sayısı gitikçe azalıyor, Mescitler sadece Cumadan Cumaya doluyor; Pazar Kiliseleri gibi, Alah korusun bir gün Mescitlerimiz hepten boş kalabilir endişesindeyim, tramvay yolu üzerinde top oynayanlar, kahvehanelerden taşıp, sokak köşelerine döşek kurup, dedikodu yapanlar, röntgencilik yapanlar, namuslarına küfür edip, olağan görenler (sözümona KANKİLER arkadaşlar?), sanki ülkemiz mübarek, güzel şehrimiz İstanbul’dan ibaretmiş gibi, Ankara, İzmir gibi büyük şehilerden bile şehrimize (zorunlu olmadıkça; tayin v.s. gibi) fantazilerini gerçekleştirmek için, iş aramak, hoyratça sömürmek için göç eden gençler (1990’dan itibaren hala bu şehre göç ediliyor ise, bu insanlar ne doğup büyüdükleri şehre, köye ne de atalarına hürmet etmiyor demektir. Çünkü toprağını ve atasını seven doğduğu yerde kalır ve oraların kalkınması için mücadele verir. Göçebe ya da Akıncılık devri kemale ermiştir artık. O zaman, doğup büyüdüğümüz şehirleri, köyleri terk edip, satılığa çıkaralım ve hep birlikte tıkış tıkış İstanbul’da yaşayalım mı?!), Kürt kökenli vatandaşlarımızın kendilerini, farklı ethnik kökenli vatandaşlarımızdan hata öz Türk vatandaşlarımızdan dahi üstün görme çabaları, kabul edilemez talepleri,
şöyle bakıyorumda 2002 öncesi türkiyede hiç kimse ne din hakında nede ırkçılık hakında hiç bir konuşma olmuyordu insanlar nasıl para kazanabilirin nasıl işimi geliştirebilirim nasıl çocuğuma iş imkanı sağlıyabilirim bunun mücadelesini veriyordu şimdi ise son zamanlarda en son 2011 den bu yana insanlar din ve ırkçılık konuşmaları iyice had safhaya kadar çıktı artık toplum okadar dolmuş ki artık hep bunlar din ve ırkçılık meseleleri ve türkiyenin geleceği düşünülüyor artık kendini düşünmeyi bıraktı ülke insanlarında bir negatiflik hakim ve herkez tedirgin bir vaziyete bazı muhafazekar insanların tutumu baskıcı bir rejim uygulamaya çalışıyorlar bunlardan örnek vermek gerekirse benim gibi ibadet edeceksin benim gibi giyineceksin benim okuduğum kitabı okuyacaksın benim gibi inanacaksın benin dinlediğim müziği dinleyeceksin benim gibi pisuvara şey etmeyeceksin her şeye daha binlercesi hep benim gibi olacaksın birde bu tarz insanlarla konuştuğun zaman senin her konuşmanda bir put perestlik aramaya başlıyor elinde gücü olsa hemen bir linç girişimi kampanyası çıkartacak geçmş dönemlerde yaşandı bir şapka takanı kafir ilan eden toplumlar vardı daha ötesi teknolojik alet kul****** kafir ilan eden toplumlar vardı 1000 yıl geçtiği halde bu cehaleti atamadık bu toplumdan bu da insanımızın hiç okuma alışkanlığı olmadığından eğitimin kalitesi düşük olduğundan işin ehli hocaların bulunmadığından kaynaklanıyor. Saygılarımla
mayıs-2011 itibariyle,dünyanın en güzel ülkesi TÜRKİYE’miz ukala,küfürbaz,saçı uzun-bıyıksız,kafası dazlak-taskele,kadın aksesuarları takılı,cuma namazında iç çamaşırının görünmesinden,çoraplarının leş gibi kokmasından çekinmeyen,dinci ve dinsiz yozlaşmış erkekleriyle,eteğini evde unutup sokağa dökülmüş,türban takıp kafadan aşağısı erotik görünen,kendini aşırı sergileyen,aile ve analık sorumlulukları yozlaşmış kadınlarıyla,cinseliğin eğitimden,kültürden önde geldiği tv.dizi bağımlısı ve budalası genç ve yaşlısıyla,tarımın ve çiftçinin bitirilip, üretmeyen ve varlıklıların kölesi haline getirilen hizmet sektörünün desteklendiği,betonarme gökdelenlerin,apartmanların gölgelediği yeşilden ve güneşten uzaklaşan,aşırı nüfuslu, yozlaşmış şehirleriyle,malesef ,nereye gidiyor?…