Yazar: sercan

Senden Uzağa Kaçma Hevesim Var

Yine yazasım geldi.Arka fonda Farid Farjadın can yakan parçalarından birisi.Kederliyim…Ne bileyim işte.Sanki, sanki seni özledim.Gözlerine bir bakasım geldi.Saçlarına dokunasım, dudaklarına akasım geldi.Ne bileyim işte.Karışığım.Düz dikenli bir yolda yürüyorum sanki.Gökyüzü masmavi.Arada bir bulut karışmış havaya.Hafızamı yokluyorum en son ne zaman görmüştüm seni.Bilmem kaçıncı yılın kaçıncı ayı.Kafam bir hoş.Gülsem mi ağlasam mı bilemedim.Kaç gündür durgunum, suskunum.Sahte gülücükler dağıtmaktan bıktım.Aslında kaçasım var buradan.Senden uzağa kaçma hevesim var.Ama, ama senden nasıl kaçacağım ki?Sen benim içimdesin.Aklımda, kalbimde, ruhumda.Her yerimi sardın yar, her yerimi!Ahh aptal kafam ahh.Nasıl tutuldum ki ben böyle?Nasıl birisini kendimden fazla sevdim?Nasıl onun hasreti içimi kavurdu?Ve nasıl tatsız bir hayatı seçtim.Eskiden mutluydum, gülerdim, severdim bu hayatı.Umut doluydum umut! Şimdi ne haldeyim bir bilsen.Nelerle mücadele ediyor bu yürek.Minik kalp atışlarından halbukisi ne acılar geçiyor.Kim bilebilir ki benim çektiğim acıyı?Sen bile anlamamışken.Sözü uzatasım yok.Canım sıkkın yine.Ne bileyim işte karışığım.Durgun, mutsuz ve umutsuz.Tek şey var hafızamda; sana olan özlemim.Bazen hafif sıyrık bir hal alıyorum.Duvarın dibinde öylece oturuyorum.Boş boş hayallere dalıyorum.Olmayacak, ümitsiz hayallere.Ama biliyor musun orada yine sen varsın.Seni çok sevmişim meğerse.Seni çok...

Devamını Oku

Rum ve Ben

Anlamaya başlıyorum;Acının ne demek olduğunu.Anlıyorum,Dost olarak neden sadece kitapları seçtiğimi.Yalnız ve sessiz bir ovadaBenzi solmuş bir Rum’unSandalına biniyorumOna orada ne işi olduğunu sormuyorumİlerliyoruz usul usulYüzünde yılların cevabı çizilmişNe kadar derin ve manalıÖfkesini denizden alıyorKürek çekişinden belliBiz ilerledikçe,güneşte yanımızdan geliyorRum’â sormak geliyor içimden;Hayat nedir? diyeDertli, kederli bakışlarında,Hayatı çözmüş bir filozofun karşımda oturduğunu hissediyorumBu düşünceler içindeMinik sesler beliriyor dudaklarımdanÜstad… Hayat nedir?Kederli gözlerini bana dikiyorTatlı ama acıtan bir tebessüm bırakıyor gökyüzüneHayat diyor;Hayat uçurumdur.Kimisi çıkmak için uğraşır,Kimisi atlamak için.Atlayanları anlatayım ben sanaÇünkü hiç en tepeye ulaşamadımGöçtüm, yıkıldımSahtelerle uğraştım ömrüm boyuncaİhaneti tattım hayır yolundaÇiçekler yolladım her seferindeYanıt hep taş olduAlnım kanadı,görüyorsun ya!Hüzün, rakı, keman ve benTek dostlarımdı bunlar benimRakımı yudumlarkenKemandaki hüznü tattımYalnızlığı sevdim aslında dostum,Hırsımı,sulardan aldımÇok seferler beni yutmasını istedim sularınDelice bir arzuyla ölmek istedimNedendir sonra vazgeçtimSonsuzluğa adım atmak isterdimRuhumun iç çekişmesini durdurmak isterdimHemde çok...

Devamını Oku

Ağaç ve Ben

Ağaç ve Ben Seviyorum.Sonunu düşünmedenTüm arınmış sevgilerimleGözlerim ışıl ışılUmutluyumMartılarla birlikte yiyorum simidimiSen sevmesende seviyorumAdımı söylemesende mutluyum İçim huzurla doluKendimi bir ağaca benzetiyorum;Yemyeşil bir yayladaGarip çobanların arada uğradığıGarip ve ıssız bir yerdeYapayalnız bir ağaç.Ama huzurluSessiz, sakinVe gözünün keseceği her yere,Umutla bakan bir ağaca.İçinde sınırsız sevgi biriktiren,Ve bunu her rüzgar estiğinde,Darmadağın eden bir ağaca…Etrafındaki çiçeklere kanıp,Onları koruyan bir ağacaAma kendini düşünmeyen,düşünemeyenHafif saf,İçi sevgiyle doluBasit, kırılgan bir...

Devamını Oku

Boynuma Bir İp ve Ölüyorum

Ruhum…Gittikçe çöküyorUzaklara doğru göçüyorumBambaşka sahiller görüyorumMasmavi bir gökyüzüne elimi uzatıyorumBelki sen varsındır diyeİçimi eritiyorum gülüşünü düşünerekFena halde küfrediyorum kendimeSaçlarını düşünüyorum sonraGizemli bir düşe kapılıyorumKokunu çekiyorum oradaBambaşka bir sabaha uyanıyoruz birlikteGeçmişimize iniyoruzTatlı bir tebessümle bakıyoruz birbirimizeDudaklarında şifayı buluyorumYine, yeniden ve her zaman;Benim olacağını söylüyorsun.Uçuyoruz…Bütün hızımızla,Durmadan.Ve sonra uyanıyorum düşümdenAğlamaklı bir hal alıyorumSenin olmadığını fark ediyorumBoynuma bir ip ve...

Devamını Oku

Minik Sevgiler

Mesafe…Bir sevgiyi şekillendiren unsur bu mudur?Yoksa;Yoksa özlem duymak mıdır sevgi?Sevgiliyi hissetmek, ona sesini duyurmak mı?Can çekişmek midir sevgi?Kıvranmak, ağlamakGözlerini ufuğa doğru çevirip rüzgarın yüzünü okşaması mıdır sevgi?Yoksa gönül bağlamak mı birisine delicesine?Dilsiz hayallerin peşinden koşmak mıdır sevgi?Sadece bakışmak mıdır sevgi?Karamsar gözlerle etrafa bakmak mı? Sevgi…Seni nasıl anlatsam bilmem ki?Bir minik serçe düşün,Minicik, kırılganYerdeki ufak ekmek kırıntılarını görünceÜrkerek yanına yaklaşan,Etrafını dikkatlice kolaçan edenVe sonra o parçayı, o tek parçacığı alınca doğru yuvasına yönelen bir serçeİşte benim içinde sevgi öyle…Bir ufak sevgiyi kendimce dağ yaparKendimi çok şey zannederimAncak o sevgi tükenir, bozulurYine bir düş kırıklığı,Ve yeniden minik sevgiler arama...

Devamını Oku

Sevmek…

Sevmek…Bir insanı delicesineVe almak onu avucunun içineUsul usul okşamakGözlerini gözlerine değdirmekSevmek…Tatlı bir tebessümünMinik bir buseye dönüşmesiKaçamak bakışların ardındanBir cesaretlenmeSevmek…Okşamak sevdiğiniKendini hissettirmekYanar döner bir ateşin içine atlamakVe sonra avaz avaz bağırmakSevmek…Özlemini hissettirmek onaDudağın dudağa akması belki deSevmek…Meydan okumak belki deGözünü karartmak,adam dövmekSevmek…Kaçıp gitmek uzaklaraSessiz sedasız yaşamakSevmek…Gözyaşlarına hakim olamamakGizlice ağlamak belki...

Devamını Oku

Bayrak

Kırmızı kanın üstüne hilal ve ay. Ne kadar basit bir tanım değil mi? Bizim için bayrak bunu mu ifade ediyor acaba? Yoksa Arif Nihat Asya’nın şiirinde ki “canımız, kanımız, herşeyimiz mi?” Türk gençliğinin gün geçtikçe milli bilincini kaybetmesi hepimizin malumu. Gençlik tarihinden bi haber. Hani yalancı,ısmarlama tarih deriz ya işte onun kağıda çevrilmiş hali bize ortaokul,lise sıralarında okutuluyor. Osmanlıyı kurtlar sofrasında yem etmeyen imparatorluğun yıkımını 30 yıl geciktiren Abdülhamid Han’a baskıcı,gaddar sıfatını takan tarih kitaplarımız değil mi? Hasıl-ı kerem konumuza dönelim. Bayrak diyorduk. Kosova savaşında şekillenen ve Allah nasip ederse edebiyen de öyle kalacak olan bayrağımız. O bayrağı dikmek için şehit olan Ulubatlı Hasan acaba bize bu ülkeyi bu hale getirmek için mi şehit oldu? Her haftanın başında okullarda okutulan İstiklal marşımızın öğrenciler tarafından söylenmek için söylendiğini hiçbir duygu katmadan öyle kös kös okunması her gördüğümde içimin cızlamasına sebep oluyor. Ve o anda bayrağımızın göndere yükselmesi esnasında öğrencilerin ağızlarında sakızlar sağa sola sataşmaları milli bilincin yerleşmediğinin en açık örneğidir. O devirde yaşananları anlamak için bayrak ve istiklal marşının yan yana gelmesi yeterlidir. O anda hissettiklerimi sizlere anlatamam. Dedelerimin imanla, şevkle, vatan sevgisiyle savunduğu bu ülke, bu bayrak gözlerimin önüne geliyor. Gözlerim yaşarıyor.Birşeyler söylemek istiyorum.Kelimeler boğazımda düğümleniyor. Çıkıp kürsüye öğrencilere bir iki çift laf etmek istiyorum. Ancak kendimden utanıyorum bu sefer. Merak etme diyorum kendime. Bu ülkenin evlatları yine de bilir, ülkesi için çalışır, didinir, okur. Belki de böyle avutuyorum...

Devamını Oku

Nazım Hikmet Vatan Hainliğine Devam Ediyor Hala!!!

Vatan sevmenin adam öldürmek,silah taşımak,mafya adamı olarak etraflarda salya akıtmak olarak benimsendiği günümüzde gerçek bir vatan severi naçizane anlatmak istedim kardeşlerim.Hani hala günümüzde vatan haini olarak atfedilen büyük şairimiz var ya işte o.Hani biz hariç diğer memleketlerde dünyanın en büyük şairi olarak tanıtılan kişi var ya işte o. Hani şiirleri zamanında ülkemizde yasaklatılan şair var ya o.İşte o Nazım Hikmet.Vatanından uzak kalmış ama hiçbir zaman orayı unutmamış her zaman şiirlerinde o özlemi nasıl duyduğunu anlatmış şair.Benim gözlerimi dolduran vatan özlemiyle ilgili birkaç mısrası vardır ki eminim sizleri de her zaman düşündüren her zaman üzen mısralardır bunlar;                        “bir vapur geçer boğaza doğru                        nazım usulcacık okşar vapuru,yanar elleri…” Nasıl bir özlem nasıl bir anlatım biçimidir bu kardeşler sorarım size? Vatan hasreti 2 mısrayla nasıl böyle anlatılır ve nasıl insanı üzer? Belki de Nazım Hikmeti gerçekten büyük şair kılan insanların iki sayfayla anlatabileceği şeyleri o iki mısrayla anlatabilmesidir.O hakikaten büyük bir şairdi. Şiirlerini bir türlü okuyamıyorum.Okumaya çalışırken kafamı karıştırıyor, allak bullak ediyor.Bir insanın şiirinde her söz mü böyle insanı çarpar insana tesir eder.Her mısrasında ayrı ayrı düşünüp yorumlamak gerekiyor bu adamın şiirlerini.Ancak böyle bir şairi hala günümüzde tartışan onu okumadan yorum yapan asalakları dinledikçe hırsım artıyor öfkem zirvelere çıkıyor.Nasıl eleştirebilir ve nasıl bir şiirini bile doğru düzgün okumadan bu adam vatan haini diyebilirsin?Ülkemizde bilip bilmeden insanları yargılamak ne güzel değil mi? Siz devam edin eleştirmeye ot beyinler.Nazım siz eleştirseniz de dünyanın...

Devamını Oku

Nur Dede

Köyün patikasından aşağıya doğru alabildiğince hızlı bir şekilde koşuyordu. Sanki dünyaları ona vermişler gibi sevinçle haykırıyordu. “Rahmet yağıyor rahmet!!!” Küçük çocuk şimdi patikayı yarmış köy meydanına doğru koşuşuna devam ediyordu.Köy meydanında kalabalık bir topluluk birbirlerine sarılıyor şenlik havasını andıran bir sevinçle çocuklar gibi eğleniyorlardı.Köye uzun zamandır yağmur uğramıyordu.Köylüler yağmur kıtlığından sonra büyük zarara uğramış ekin ve mahsulleri kurumuştu.İnsanlar başka bir ekmek kapısı aramaya koyulmuş kimisi köye gelen arabalarla başka ilçelerde odun kesmeye,hamallık yapmaya gidiyorlar ailesini geçindirmeye çalışıyorlar. Zordu hayat onlar için.Halbuki bir ekmekle bir aştı onlar için hayat.Diğer insanlar ne alemdeydi oysa.Kazandıkları onca nimeti,parayı boş işlerle harcıyorlar ve en önemlisi şükretmiyorlardı.Oysa köylü için şükür ALLAHA bir teşekkür bir yaklaşmaydı.Bunun bilincindeydi köylü.Yağmayan yağmurdan sonra bile şükretmeyi bırakmamışlar buna da şükür demişlerdi.Elinde olup da şükretmeyen insanlardan olmaktansa böyle bir kul olmayı tercih etmişlerdi. Halkın yaşadığı beldeyi anlatacak olursak Urfa’nın şirin küçük bir köyüydü yaşadıkları yer. 40 haneli bu köyde evler tahtadan yapılma mazisi 100 yıllık olan yapılardı.Köyde cami,bakkal ve kahve bulunuyordu.Kahveyi anlatacak olursak bu kahve sandığımız kahvelerden çok farklıydı.Kahvenin sahibi köyde çok saygı gören,sözüne hürmet edilen,nur yüzlü,ak saçlı,sakalları uzun iman ehli 55-60 yaşlarında bir amcaydı.Bu amcanın adı Salih’ti.Salih amcaya köyde Nur dede diyorlardı.Nur dede küçük yaşlardan itibaren İslam ilmiyle uğraşmış gayet kültürlü elinden Kuranı düşürmeyen bir amcaydı.Kahvede kesinlikle kumar oynatmaz,kahvede gereğinden fazla kalanı kovar veyahut bir iş yaptırırdı.Boş oturmayı sevmez ve boş oturanlara da selam vermezdi.Ona neden selam vermediklerini sorduklarında ise...

Devamını Oku

İstanbul'da Sonbahar

İstanbul’da sonbahar… İstanbul’da kuşların birbir uçup gittiği mevsim… Rüzgarın ağaç yapraklarına yaptığı basit oyunlar. Memleketimin en güzel şehrinde bambaşka olur sonbahar. Sırf renklerindeki zevki görmek için, İstanbul’a gelinsin isterim. Rüzgarın hafif esişiyle, yüzüme çarpan o irkilmeden aldığım hazzı başka hiçbir şeyden alamam. En sevdiğim mevsimdir sonbahar. Özellikle ağaç yapraklarının o düşüşü beni kendimden almaya yeterde artar. Kuşların havada birbirlerine sevgi muhabbetleriyle ötmesini ve uzak diyarlara doğru göçmelerini izlemenin, herbirimizin anı defterlerinde en mümtaz köşeye yerleştirildiğini  sezebiliyorum. Hele dört bir yanını saran sahillerde, dalgaların kıyıya vuruşları ile deniz köpükleri arasından martı kuşlarının yem bulma gayretleri İstanbul’un ne kadar heyecanlı bir şehir...

Devamını Oku