İnsan kalbinde bulunanlar sayılamayacak kadar çoktur. Malum kalbimiz Kâbe’ye benzetilmektedir. Bunun sebebi ise Yüce Yaratıcımızın, “Arşa, kürse sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım” buyurmasındandır. Fakat kalbimizde bir çöp tanesi kadar, Allah harici bir şey bulunursa, yanında başka bir şey bulunması yakışmayan Allah, makamına teşrif etmez.

Sponsor Bağlantılar

Bir zamanlar Kâbe’de putlar bulunmuştur. Peygamber efendimiz, en son olarak Hz. Ali ile beraber o putları tek tek temizledikten sonra, orayı Müslümanlara kıble yapmıştır. Meleklerin secde ettiği Hz. Âdem’den, miras aldığımız kalbimizin de, peygamberimizin Kâbe’yi temizlediği gibi, putlardan temizlenmesi gerekmektedir.

Kâbe’de temizlenmeden önce, üç yüz atmış put bulunduğu söylenmektedir. Bu üç yüz atmış putun sökülüp atıldığı gibi, kalbimizi besleyen üç yüz atmış damarın pompaladığı kanla beslenen, kalbî putlarında temizlenerek, gönüllerden sökülüp atılması gerekmektedir. Aksi halde, o kalp, Allah’ın meskeni, meleklerin nazarğahı olacak temizliğe, letafete, hassaslığa ulaşamamış demektir.

“Kalbinizde neyi beslerseniz mabudunuz ( ilahınız ) odur” hadisi kutsisinde işaret edildiği gibi, kalbimizde yalnız Allah’ı bulundurmamız gerekmektedir. Salih baba; “Hatiatın büyüğünü hubbi dünya bilirim” diyerek bu noktaya dikkatimizi çekmektedir.

Hep hatîâtın büyüğü hubb-ı dünyâ bilirem

Ânı terk etmek de güç pek kipçe sarılmak da güç

Öyle bir derde giriftar olmuşum âlemde kim

ittisale çare yoktur dahi ayrılmak da güç

                                                   Salih baba

Hatiât = Hatalar, yanılma.

Hubb-ı dünya = Dünya sevgisi.

Giriftar olmak = Düşmek, düçar olmak.

İttisal = Uyma, o halle hâllenme.

“Hatiat” hatalar, yanılma ya da bazen de bu kelime yerine kullanılabilen, aslında aynı anlama gelen “Hatırat” akla, gönle, hatıra gelen, Allah harici, Allah ile ilgisi olmayan düşünce ve diğerleri yani Allah’tan gayrı anlamına gelmektedir. Konunun ağırlığı ise meselelerin gönle gelmesi değil, gönülde eğlenen, bizi meşgul ederek, Allah’ı unutmamıza sebep olan, yani yanıltan düşünceler olarak kullanılmaktadır.

Herhangi bir düşünce, bir sıkıntı veya bir istek, arzu kalbimizde karargâh kılar. Hakiki Padişaha layık olan bu mekân, çok hoş olduğundan orada oyalanmak ister. Onu atamayız, atmayız. Bizi mütemadiyen, hiç bıkamadan, usanmadan meşgul eder. Adeta diğer her şeyle ilgimizi kestiği olur. Tabi kalbimizde Allah ve Allah’ı hatırlatanların dışında, aklımızı gönlümüzü esir alacak kadar duran bir düşüncede, bize Allah yolunda büyük engel teşkil edecektir. Dahası ilah sayılacaktır. Nedeni, kalbinde sürekli Allah olması gereken kul, Allah’ın kendi makamı olan kalbini sahibine tahsis etmeyip, örneğin; Sürekli yeni almayı düşündüğü ve çok arzuladığı evini, kalbine koymaktadır. Oysa Allah, o eve sığmaz, o kalpten dar ve geçici dünya evini çıkaracaksınız, başka şeylerinde gelip yerleşmesine izin vermeyeceksiniz ki ev sahibi teşrif etsin, hane sahibi adalet buyursun.

Hatırat, çeşit çeşittir, saymakla bitiremeyiz. Gönlümüze neler neler gelir ve geçer. Geçerse problem değildir, orada biraz da olsa oyalanırsa sorundur. Sivrisinekler gibi kalbimizi istila eden bu hatıratın bataklığı ise hubbi dünya yani dünya sevgisidir. Salih baba bize bunu “hubbu dünya” ifadesi ile çeşitli dizelerinde yer yer bildirmektedir.

Sâni’ın sun’unda cümle mest ü hayran oldular

Seyr edip vahdet yüzünden görmediler kesreti

Ehl-i dünyâyı görüp bir bir temâşâ ettiler

Hep esîr etmiş oları hubb-ı dünyâ illeti

Cümle âlem kabza-i kudretdedir çün gördüler

Her biri bir âlet olmuş dönderir bu fülketi

                                          Salih baba

Sâni’ın sun’u= Yaratanın sanatı

Mest ü hayran = İlahi aşkın sarhoşu ve çok tutkunu.

Vahdet = Birlik, teklik. Eşi ve benzeri olmama hâli. Allah’ın sıfatı.

Kesret = Çokluk, kalabalık.

Temaşa = Seyretme.

Hubb-ı dünya = Dünyasevgisi.

İllet = Hastalık.

Kabza-i kudret = Kudreteli.

Fülket = Gemi, çark.

Derûnum pâk edip hubb-ı sivâdan

Münevver eylemek sânındır ânı

Bu ten-i Ya’kûb’un ref et hicabın

Görünsün Yûsuf’un vuslat nişanı

                                          Salih baba

Derun = İç, batın.

Hubb-ı sıva = Dünya, madde sevgisi.

Münevver eylemek = Nurlandırmak.

Ref = Kaldırma, açma.

Hicab = Örtü.

Vuslat =Kavuşma.

Hubb-ı dünyâ seni sarhoş eylemiş

Şöhret-i dünyâya olmuşsun peres

Kîl ü kâl ile geçirme ömrünü

Bir dahi eline geçmez bu kafes

                                          Salih baba

Hubb-ı dünya = Dünya sevgisi.

Şöhret-i dünya = Dünyanın şöhret, nefsin arzuları.

Peres = Tapan.

Kil ü kâl = Dedikodu.

Hubb-ı dünya şugl-ı süflâ ile varılmaz yola

Andelîbi gör nice feryâd eder gonca güle

Pîre kulluk eyleyüben nefsini bilmek dile

Mevlâ’yı fehm eylemektir bil ki nefsinden garaz

Çık aradan sen seni terk eyle gör var olanı

Benliğin imiş göresin hep sana nâr olanı

Kim-durur gör ol zaman da yâr ü ağyar olanı

Hem budur maksûdun ancak Hakkı danadan garaz

                                          Salih baba

Hubb-ı dünya = Dünya sevgisi.

Şuğl-ı süfla = Kötülüklerin hasıl ettiği şuğul, kalbden geçen kötü zanlar.

Andelip = Bülbül.

Fehmeylemek = Anlamak.

Nâr = Ateş

Yâr-ağyâr = Dost-yabancı.

Maksûd = Maksat, gaye.

Hakkı Dânâ = Hakk’ı bilen, Allah’ı bilen

Pîr-i Sâmî tuttu destim sâki-i sahbâ gibi

Yek nazarda aklım aldı dilber-i ra’nâ gibi

Varlığım dağını deldi açtı vuslat râhını

Bir nefeste cûşa geldi şehr-i dil derya gibi

Gönlümün put-hânesinden hubb-ı dünyâ nakşını

Pûte-i aşkında yaktı nârına perva gibi

Vahdetin sırrın duyup yağmaya verdim gönlümü

Dost göründü her taraftan aynıma Leylâ gibi

Bu anâsır fülkesini Hızrıma deldireli 1

Nefret-i dünyâ kazandım cennet-i me’vâ gibi

“Semme vechullâhi” sırrın nûr-ı Ahmed’den görüp 2

Seyr edip vahdet yüzünden kesret-i bina gibi

Teşne diller âhiri vahdet şarâbından içer

Nûr-ı ezherden giyer bir hil’at-ı zîbâ gibi 3

“Lî meallah” dersini aşkın kitabından oku . 4

Gir tecerrüd âlemine Hazret-i îsâ gibi

Âdemin ilmin dilersen mekteb-i irfana gel

Hızr ile hem-dem olagör Hazret-i Mûsâ gibi

Kuhl-ı “Mâzâğa’l basar”dan çek gözüne tûtîya 5

Nice bir a’mâ gezersin ol put-ı tersâ gibi

Hâtemin dîv-i recîmden almak istersen eğer

Kıl celîsin şehr-i dilde sadra Belkîsâ gibi 6

Gir velîler gönlüne oku ledünnî ilmini

Zahidin yoktur muradı zühdü tedrîsâ gibi

Varidatın âb-ı zemzem eyle cismin kûh-i 7

Tûr Kalbin olsun beytü’l-ervâh Mescid-i Aksa gibi

Şöhret-i dünyâyı terk et marifet kenzini bul

Sür çıkar hubbu gönülden eki ü meibûsâ gibi

Pîrim İskender olup Yecûc şeddin bağladı

Görmedim böyle cihân-gîr Sâmî-i Mevlâ gibi

Bâğ-ı vahdet güllerine andeiîb ol Sâlih’â

Bundan artık devlet olmaz aşk ile sevda gibi

Sakî-i sahbâ = Şarap sunucusu

Yek nazar = Bir bakış

Dilber-i ra’nâ = Gül gibi güzel

Vuslat râhı = Kavuşmanın yolu

Cûşa gelmek = Coşmak

Şehr-i dil = Gönül şehri

Hubb-ı dünya = Dünya sevgisi

Fülke = Gemi

1 = Zalimler eline geçmemesi için, Hızırın sağlam gemiyi delerek yaralayıp, gözden düşürmesi gibi (Ya da bir balona küçük bir delik açarak, şişerken patlamasını engellemek gibi) insanın vücut gemisine üstadı tarafından nefs eline düşmesin diye alınan tedbirler.

2 = Yüzünüzü çevirdiğiniz yerde Allah vardır” (Bakara; 115).
Kesret-i bina = Binanın parçaları

Teşne dil = Susamış gönül

3 = Beyaz nurdan süslü bir elbise giyer

Nur-ı ezher = Beyaz nur. Hil’at-ı zîbâ = Süslü elbise

4 = “Allah benimledir” Hadis

Tecerrüd = Yalnızlık

5 = “Gözü ne kaydı ne de başka şeye baktı” (Necm;17)

Kuhl = Göze çekilen sürme

Put-ı tersa = Hıristiyan putu, Haç

Hatem = Yüzük

Div-i recîm = Lanetlenmiş taşlanmış şeytan

6 = Gönül şehrinin tahtında Belkıs gibi otur

Celîs = Oturma Sadır: Taht Belkıs = Süleyman Peygamber zamanında Sebe ülkesinde güneşe tapan bir kavmin melikesi. Hz. Süleyman’ın daveti ile Hz. Süleyman’ın dinine girmiş ve zevcesi olmuştur

Zühdü tedrîsâ = Kaba sofuluk okuyan

7 = Virdini zemzem suyu, cismini de Tur Dağı et

Beytü’l-ervâh = Ruhların evi

Eki ü melbusa = Yıyecek ve giyecek

Yecuc Şeddi = Yecuc-Mecuc kavmini insanlardan ayırmak için Iskenderi Zülkarneyn’in yaptığı sed.(Kehf; 92-98).

Andalip = Bülbül

Dünya’ya olan sevgi, dünya üzerindeki sayısız varlıkları arzu etmekten, onların bize verdikleri sıkıntılardan kurtulma arzusuna kadar, geniş bir yelpaze gibi oluşturduğu perde şeklinde Allah ile aramızdadır. Bu perdeyi açmamız gerekmektedir. Bundan kurtulmak lazımdır. Bundan kurtulmanın yolları araştırılmalı ve kalbimize gelen hatırattan kurtulmamız için, hubbi dünyayı, dünya sevgisinin zararlı halini terk etmemiz gerekmektedir.

Bir kalp de iki sevgi olmaz. Eğer kalbimize Allah sevgisi koyarsak, hubbi dünya erir ve yok olur. Tek başına bir köşede kalmak ya da dünyanın gereğinden fazla işleri peşinden koşmak yerine, Allah sevgisine sahip dostlarımızla, Allah sevgisi ve rızası dışında hiçbir maksat gözetmeden, yapacağımız sohbetler, teşviki mesailer, birbirimizin Allah sevgisini artırarak, dünya bağlılığını kabul edilebilir bir seviyeye çekecektir.

Burada, “Kişi refikinden azar” (hadisi şerif ) veya “kötü arkadaş” olgusundan, bizi dünya sevgisine yönlendiren nefs, şeytan ve kötü arkadaş tesirlerinden kurtulmak, ön plana çıkmaktadır.

Dahası ve en önemlisi ise;

Nefs-i emmârenin bilinmez fendi

Gönül şehri bahr-ı Nîl olmayınca

                                                 Salih baba

Dizesinde ifade edildiği gibi, gönül şehrine, kalbe gelen, hubbi dünya kaynaklı, arzular, istekler bir çöp yığını gibi algılanıp, kalbin damarlarında dolaşan, kan Nil’inin coşkun sularıyla dışarıya atılmalıdır. Bunlar sadece arzular ve istekler değildir. Meşgul eden her şeydir. Baş harflerinden “hamd”ı okuduğumuz, hastalık, aşk, mihnet ve dert tokmaklarının acısını da, kalp de oyalamadan uzaklaştırmak ve Allah’a sığınmak, yönelmek gerekmektedir. Tabi bu tokmaklar, yani acı menşeleri, aynı zamanda Allah’tan bilinerek, hamd edilmeli, şükür edilmelidir.

Kalbimizden atmamız gereken arzu, istek veya bizi Allah’tan ayırarak oyalayan her ne ise, onu attıktan bir zaman sonra tekrar gelecektir. Ama cennet veya arzu edilen daha büyük nimet, yani Allah, mücadele, cihat ile kazanılacağından, değeri de buradadır, bir daha gelmesinden kaynaklanan cihatta. Kalbimize gelen bu düşman ile Allah için cihat etme fırsatını yakalamış oluyoruz, “Sıra büyük cihat da” hadisi şerifinde ki gibi.

Hatırat tekrar tekrar, hiç usanmıyormuş gibi gelecektir. Fakat biz hissetsek de, hissetmesek de her gelişinde daha az oyalanacaktır, eğer biz onu oyalamazsak. Bu aslında aynı zaman da bir psikolojik tedavi yöntemi gibidir de. Her gidişinden sonra, tekrar gelme süresi uzayacaktır. Bir gün tamamen yok olacaktır. Beklenmedik bir zaman da, seneler sonra aniden karşımıza çıksa da, karar bulamayacak ve oyalanamadan geri gidecektir. Bizi rahatsız ve meşgul edemeyen herhangi bir nesne gibi hissedilecek ve kalpten dışarı atılıverecektir. Vefasızlık yapmış, eskiden çok değer verdiğimiz, birisinin, belki de birilerinin önemsenmemesi gibi…

Bir gölet düşünelim, içine pislik atılıyor veya bir yerden geliyor. Biz o pisliği aldık, attık. Bir de baktık ki yine gelmiş, tekrar atacağız. Biz atıyoruz ama çer, çöp, pislik tekrar geri geliyor diye,  eğer pisliği atmaktan vazgeçerek, onu olduğu gibi bırakırsak, o mezbelelik gölet’in bütün yüzeyini kaplar. O gölet pislikten geçilmez olur, bataklık olur. Önüne geçilemez ve temizlenemez bir pislik kaynağı oluşur. Yaşam alanımızı kaybederiz.

Hanımların toz almasını düşünelim. Neredeyse gözle görülemeyecek kadar küçük olan toz zerrecikleri, hanımların muhteşem gayretleri olmasa, periyodik zamanlarda toz almasalar, evleri ne hale getireceğini, bazı erkeklerin virane bekâr evlerinden bilenler vardır. İşte bu sebeple gönül evimizi meşgul etmeye çalışan yabancı kaynaklı unsurları, kalbimizi istila etmesinler diye, Allah’ın ihatasına açık tutalım diye, usanmadan temizlememiz lazımdır. Yani hatıratı atmak gerekmektedir.

Zaman zaman bahsedilen insanın dört kötü düşmanını nefs, şeytan, dünya ve kötü arkadaş olarak biliyoruz.

Nefs bunların en başında gelmektedir. Diğerlerinin elebaşıdır. Bütün sıkıntı da, onun arzu edilen saf hale ulaşamamış olmasıdır. Şeytan ve kötü arkadaş ise dünyanın sergilediklerini, nefsimize göstererek, başarıya ulaşmaktadır. Aslında buradaki kötü arkadaş, şeytanın suri görünümünden başka bir şey de değildir. Bir başka faninin, damarlarında akıp, ona tasarruf ederek, o faninin azdırdığı nefsinin kudreti ile karşımıza çıkmaktadır. Adeta şeytan, ihanet tuzağına düşürdüğü arkadaş görünümlü, balıkçı maşası vasıtasını devreye sokarak, dünya nimetlerini zoka yaptığı oltası ile sazan durumuna düşen nefsi avlamakta ve bataklığın dibine doğru çekmektedir.

Cenabı Allah bizlere, günah işlememek yerine, günaha yaklaşmamayı önermektedir. Hatta emretmektedir[i].Çünkü nefsimiz zorlanacağı bir imtihana tabi tutulacaktır. Neden böyle bir durumla yüz yüze kalarak, tehlikeye düşelim? Problem, engel ve imtihan kaynağı olan olgulardan uzak durmak, onlarla mücadele etmekten daha kolaydır.

Benim iradem güçlü, ben nefsime yenilmem diyerek, günaha yaklaşmak ise günahı işlemek gibi katmerli ayrı bir günahtır. Çünkü en ilahi emir, Allah’ın emri çiğnenmiştir. Nefsine güvenmekle nefsine zaten yenilmiştir, bu durumdan kuvvet bulan nefs kuvvetle muhtemeldir ki günahı da tadacaktır. Ancak yinede hakkıyla pişman olarak talep edildiğinde umulur ki sözü dinlenmemesine rağmen Allah’ın yardımı ulaşacaktır. Fakat nefsin gözleri kör ettiği bu anlarda Allah’ı hatırlamak bile çok güçtür. Eğer zaafımızda o yönde ise aman yarabbi bu haram yaş pastayı yemekten beni kurtar diye yarım ağızla kendi kendine dua ediyormuş gibi gevelemeler yapılsa da razı derunundan yalvarmak imkansız gibidir. İşte şeytan veya kötü arkadaş, bizi kaynağı dünya olan, nefsin halas olma yolundaki engellere taşımaya çalışmaktadır.

Nefs terbiyesi, tezkiyesi gerekmektedir. Bu da dünyadan gözünü ayırmakla, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmekle yavaş yavaş olur. Ancak düşülecek Allah aşkı ise bu işi çok kolay bir hale getirecektir. Nefs terbiyesini alarak saf, pak, temiz hale gelen nefs için ise artık imtihan olacak bir şey kalmamıştır. Onun olgunlaşma imtihanı, sınavı, aslında nimeti olan bütün bu zorluklar, onun için artık hayat yolunda, sadece yanından yürünüp geçilen, sıkıntı veremeyen olgulara dönüşmüştür.

Bu olgular aslında, onun da çok dikkatini çekmektedir. Ancak sıkıntı ve problem kaynağı olarak değil, çok farklı boyutlar olarak. “Arif’e olmuştur, her eşya mir’at” cümlesindeki gibi, bütün cisim ve olaylarda, Allah’ın kudret ve sanatını müşahede ederek;

Görelim Mevlam neyler

Neylerse güzel eyler

Hak şerleri, hayr eyler

Zannetmeki gayr eyler

Arif olan seyr eylrer

                      Erzurumlu İ.Hakkı

Dizelerinde işaret edilen güzellikleri, Ariflere ait bir hal ile seyrederler. O henüz dünyadayken yakaladığı, murakabe, müşahede gibi cennet nimetlerinin lezzeti eşliğinde Allah’a uçmaktadır. Artık “Ölmeden önce ölünüz” hadisi şerifi tecelli etmiş, dünyalık arzular için ölünmüş, ukba dahası Allah için var olunmuştur. Mücadele ise bu işi başaranlar için bitmiş, fakat yeni savaşçılar olarak bizleri beklemektedir.

Cenabı Allah cümlemize, sırat-ı müstakimde olanların ışığında, yürümemizi ve gazalardan başarıyla çıkmamızı nasip etsin, inşallah.

NEDEN MEVLANA SON OLSUN? ( KİTAP )


[i]

17 İsra Suresi

32 – Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur. ( Diyanet meali )