Akşam ezanı okunuyor. Sokakta ne in var ne de cin. İnsanlar evlerde iftar keyfini yaşıyor. Daha sonra sokağa çıkıyor. Arkadaşlarına bir selam çakıyor. Hep beraber bir kahveye gidiyorlar. Kahveye gitmeden önce de karılarından izni koparıyorlar. “Boş duranı Allah sevmez” öğretisine uygun davranıyorlar.Hemencecik bir masaya oturuyor ve okey malzemelerini kahveciden istiyorlar. Yanında da en demlisinden dört çay. Beyler masanın üstünde sanki dünyayı kurtarıyorlar. Birbirlerine küfürler sallıyor şiddetli bir biçimde masaya vuruyorlar. Masanın tadı kaçtığı anlarda ise caddeden geçen kadınları süzüyor erkeksi şakalarla eğleniyorlar. Okey mesaisine bazen küçük bir ara veriyor, Fenerbahçe’den bahsediyor onun haklarını tartışıyorlar.
20.00
Teravi namazı geliyor, hoca ezanı okuyor fakat kimsenin masadan kalkmaya niyeti yok. Ezan yüksek sesle okunurken bizimkiler Fenerbahçe’den daha fazla bahsetmeye başlıyorlar, sanki ezanın sesini susturmak istermişçesine. İçlerinden teraviye gitmek isteyen olursa kandırmak için her türlü baskıyı yapıyorlar. O da çok niyetli olmadığı için hemencecik çöküyor sandalyesine.
21.00
İkinci çaylar geldiğinde muhabbet koyulaşmış oluyor. Saatler hızla ilerliyor. “Sahura daha çok var” diyen Ahmet zamanı geçirmek için daha fazla ne yapmaları gerektiğini düşünüyor. Diğer okeyci Mustafa biraz önce yanından geçen kadının güzelliğini düşünüyor. Şükrü ise hepsinden bihaber, kendini oyuna vermiş gırla şansına küfür ediyor. Ali (camiye gitmek isteyen): “Keşke camiye gitseydim. Ne için gitmedim ki sanki? Şimdi kalksam yetişirim fakat bizimkiler gülecekler bana. Dalgaya alacaklar. Oyunbozanlıkla suçlayacaklar. En iyisi kazaya bırakmak” diyerek sessizce vicdanıyla hesaplaşmaya çalışıyor.
22.00
Mustafa karısı arayınca kalkmak istiyor, diğerleri dalga geçince yerine oturuyor. Onun halini gören Ali konuşmamakta ne kadar haklı olduğunu düşünüyor. Şükrü, çişi geldiğini söyleyip tuvalete gidiyor. Diğer ikili Şükrü’nün gitmesini fırsat bilip arkasından konuşmaya başlıyorlar. Sallıyorlar da sallıyorlar okey arkadaşlarının arkasından. Ali gaza gelmiş tam bir şey söyleyecek, Mustafa kaş gözle onu susturuyor. “Şükrü geliyor kes sesini “ diyor sessizce. Ali çaresiz susuyor. Aslında amacı Şükrü’yle alakalı olmayan Ali konuşmayı bir türlü beceremiyor.
23.00
Yavaş yavaş uykular gelmeye başlıyor. Okeyin kralı Mustafa arkadaşlarını uykudan uyandırmak için ülkenin en önemli meselesine tekrar geliyor: “Arkadaşlar! Ne olacak bu Fenerin hali” diyor ve ekliyor: “Bu sene kupayı da bize verdiler mi? Adalet sağlanmış olur” Arkadaşları “Yaşa!” nidalarıyla onu destekliyor. Bizim Musto gaza gelince Demirel’i aratmaz. Coşuyor Musto. Fener için ağza alınmayacak ne kadar küfür varsa hepsini sıralıyor. Arkasından geride kalmayı hiç sevmeyen Şükrü. Ahmet küfrün ilahı oluyor. Ali küfür etmek istiyor, fakat bir türlü kelimeleri toparlayamıyor. “Ramazan da bu kadar fütursuzca hareket etmemeliyim” diyor içinden. Ekliyor vicdanı: “Kardeşim Ramazan’da okey oynamak fütursuzca değil mi?” Ali susuyor. Cevap vermek istemiyor. Vicdanından kurtulmak için taşları hızlı vuruyor masaya.
01.00
Yorgunluk had safhaya çıkıyor. Musto yorgunluğunu bir cigarayla bertaraf ediyor. Onun cigara içtiğini gören Şükrü hemen bir sigara yakıyor. Peşinden Ahmet. Herkes sigara yakınca Ali ortamda soytarı gibi kalıyor. “Ne yapmalıyım bu ortamdan dışlanmamak için” diyor ve o içinden konuşurken, durumu kavrayan Musto hemen bir sigara uzatıyor. Ali nasıl yakacağını bilmeden sigarayı alıyor. Arkadaşlarının yardımıyla sigarayı yakıyor. Mustafa ortamın kralı olmak arzusuyla: “Ben ağzımdan halka şeklinde duman çıkarıyorum. Sizin aranızda bunu yapabilen var mı?” Şükrü: “Ben üçgen şeklinde çıkarıyorum. Sen ne zannettin birader” diyerek ön plana atıyor kendisini. Ahmet arayı kızıştırıyor ve bir bahis ortamı kuruluyor. Bahsi kazanan halkalı Musto oluyor. Arkadaşının son elli lirasını çarpıyor. “Ramazan ramazan iyi para kaptık” diyor kendi kendine.
01.30
Şükrü, kaptırdığı paranın hıncını siyasetten çıkarmak istiyor. Kuvvetli solcu bizim Şükrü. Sosyalist ayaklarda takılıyor. Neyse bizim şükür parlamentten bir tane daha kapıyor ve başlıyor AKP’ye sövmeye. Millet pür dikkat kesilmiş onu dinliyor. Şükrü’nün bu kadar ilgi çekmesinden rahatsız olan Musto da siyasete atılıyor. Sabahleyin Zaman gazetesinde gördüğü bir başlığı yüksek sesle söylüyor. Başlıktan hareketle askere demediğini bırakmıyor. Milliyetçi Ahmet’te içini döküyor ve sıra her zaman ki gibi Ali’ye geliyor. Ali bu sefer konuşmakta ısrarlı. “Arkadaşlar! Biz…” diyor fakat devamını getiremiyor. Musto lafı ağzına tıkıyor. Tekrar konuşmak için harekete geçiyor: “Burada…” Bu sefer sözünü Ahmet kesiyor. Ve sonunda yüksek sesle:
“Yeter! Aptallar! Burada ne halt ediyoruz biz. Bu ay Ramazan. Sözde oruç tutuyoruz. İftar saatinden sonra kahvede okey oyna, kızlara bak ve erkeksi şakalarla kendini tatmin et. Lanet olsun bize. Bizi bu hale getirmek için ne kadar çabaladılar. Ne yaptılar ki bizler uyuşuk köpeklerden oluverdik. Burada oturup, birbirimize küfür ediyoruz. Hayatımızdan bir kitap okumadığımız halde siyasette başbakanı aratmıyoruz. Onlar mı bizi bu hale getirdi. Yoksa biz mi zaten uyuşuk bir yaşamın içindeydik ve kendimiz gibi uyuşukları seçtik. Beyler bu ay Ramazan. Ne siyaset istiyorum ne de kahve ortamı. Doğrusu; Ramazan ayında insanlarla güzel sohbetler etmek, camiye gitmek ve bol bol sadaka dağıtmaktır.” Der
Kahve sanki donmuştur. Bir kişi bile yerinden kımıldamaz. Küçük çocuk yüksek sesle gaz kaçırınca büyü bozulur.
Orta masada okey oynayan hocanın oğlu: “Ne yapalım yani? Yapacak başka bir şey yok. Vurun okeyin gözüne
Üniversite de profesör olan Hamza: “S..ktir et bu salağı. Vur abi vur okeyin gözüne”
Ahmet: “Haa haa haa. Ulan bize din dersi mi veriyorsun sen. Biz hem namazımızı kılarız hem okeyimizi oynarız.
Ahmet’in milliyetçi olduğunu bilen Şükrü para koparmak için:
“Biz! Türk Milleti! Çalışkandır. Bizler okey oynayan ve bunu dinine bulaştırmayan, kendisine geldi mi kızlara askıntılık eden , fakat kendi bacısına ahlak polisliği yapan, camide bile başbakan alkışlayan Müslüman bir milletiz”
Ali hızla masadan kalkar ve filmlerde gördüğü bir sahneyi uygulayarak, kimseye bir şey söylemeden gider. Onun gitmesi masada bir üzüntüye yol açmaz. Karşı masadan yedek oyuncu İsmail gelir. Oyuna kaldığı yerden devam edilir.
Sonuç: Ali bir ay evden çıkmaz. Kimseyle konuşmaz. Yalnızlık bir ay sonra meyvelerini vermeye başlar. “Üzüntü, depresyon” derken çocuk kendini kaybeder. Annesi doktora götürür. Doktor, çocuğun eski arkadaşlarına dönmesi gerektiğini, travmanın ancak bu şekilde atlatılabileceğini söyler. Annesi doktorun sözünü dinler. Ahmet, Musto, Şükrü iftar için eve davet edilir. Onlar gelmeden önce de küçük odaya bir okey masası koyulur. İftar yapılır. Okeye oturulur. Ali çevresine bakar. Konuşmak ister. Saçmalamaktan korkar. Susar. Diğerleri
Ali’ye birazcık torpil yapar. Bir süre sonra Ali de onlara katılır. Gülmeye başladığını gören arkadaşları geçen gece ki konuşmalarını sorar. Ali: “Çaktırmayın anneme. O akşam biraz içkiliydim. Annem kızar diye söylemedim.” Der. Arkadaşları Ali’nin sözleriyle beraber coşmaya başlar. Çay bardakları havaya kaldırılır: “Ramazan’da içki içen bizim Müslüman Ali’nin şerefine” diyerek kadehler kaldırılır. Hikâye de burada biter.