1978 yılında kurulan PKK, Suriye’nin ilgisini çekebilmek için Türkiye’ye karşı eylemler düzenlemeye başlamıştı. Türkiye’nin otoritesine zarar verecek ve bu sayede Suriye’den destek görebilecektir. PKK’nın amacı ve ideolojisi çok sertti. Bu ideoloji karşısında devlet antitez üretemedi. PKK’yı “üç buçuk eşkıya” olarak tanımlayanlar, örgütün analizini yapmakta çaresiz kaldılar. Bu analiz hatasının sebebi; askeri vesayetin gücünü kaybetme korkusundan başka ne olabilirdi ki? Asker, yeni bir örgütle karşılaşmış ve bu örgütü çözememişti. Bunun çaresizliğini dile getirmemek için sivil iktidar üzerinde büyük bir askeri diktatörlük kurulmuştu.Asker istemedikten sonra reformların yapılması imkansız hale gelmişti.
“Bu ülkede askerin kucaklamadığı bir şeyi yapmak zordur”
Süleyman Demirel
Tarih:07.03.1991
Yer:Diyarbakır
Sponsor Bağlantılar
Zaman ilerliyor,yıllar geçiyor fakat tahlil edilemeyen örgüt baskınlarla onlarca şehit vermemize sebep oluyordu. Bir canavar olarak görülen örgüt karşısında devletin iki farklı görüşü vardı. Birine göre; önce devlet terörün işini bitirecekti. Terör bitinceye kadar, siyasal ya da kültürel alanda Kürtlere ödün anlamını taşıyabilecek Kürtçe yayın, Kürtçe öğrenim gibi herhangi bir adım kesinlikle atılmayacaktı. İkinci görüş tek değil iki boyutluydu. Yani, PKK terörüyle mücadele sürecinde bazı adımların atılmasını öngörüyordu. Tabii ki bu görüşler; devletin askerden aldığı dosyalarda mevcuttu.
Şimdi sorunun çözülme aşamalarına gelelim. Çözülme konusunda, askerin yasa dışı faaliyetleri sorununun diğer organlara da bulaşmasına ve ülkenin yıllarca mücadele edilecek bir hastalığa kapılmasına sebep oldu. Köy baskınları sırasında Kürt halkına yapılan fiziki saldırılar, Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’ nde Esat Oktay Yıldıran tarafından bizzat uygulanan işkenceler PKK’nın popülaritesini artırmıştı. Önünden durulamayacak kadar halk desteği almıştı.
Devlet ahalisi çok düşündü,bir türlü insani bir reform yapamadı. Baskı kurmakla halkı yola getirebileceğini sanan cahiller, saldırıların artmasıyla, dış baskıların da etkisiyle Kürt sorununu dile getirmek zorunda kaldılar.
Süleyman Demirel: “Kürt kimliğine karşı çıkılamaz. Kürt realitesini artık tanımamız gerekiyor”
Süleyman Demirel Diyarbakır mitinginde bunları söyledi. Sonra ne oldu. Söylenenler tarihin silik sayfalarında yerini aldı. Başta da söylediğimiz gibi, bu pasifliğin sebebi; askerin sivil üzerindeki baskısıydı.
Ortada bir terör örgütü vardı. Bununla birlikte bir de koskocaman Kürt sorunu vardı. İkisi çok karıştırıldı. Hakkını arayanlara ve silahla dağda dolaşanlara aynı muamele yapıldı. Bazı tutarsız reform söylemlerinin arkası bir türlü gelmedi.
Sonuç: Yakılmış köyler, psikolojisi bozulmuş on binlerce insan ve iki tarafta da ağlayan analar.
Kürtler-1
Kürtler-2
Kürtler-3
Kürtler-4 (Hikayeler)
Kürtler-4 (Hikayeler-2)
Kelimelerle oynayarak çok güzel yalanlar söyleyebilirim halkıma. Şimdiki aydınlar nasıl yapıyorsa, aynısını ben de yapabilirim. Fakat ben “Nihat Genç” gibi yazarları örnek seçtim. İmla konusuna gelince,önemli fakat edebiyat hocamızın sıkıcılığı kadar değerli değil. Analatabiliyorum sanırsam ne demek istediğimi?
Çok merak etim kimiş bu dış güçlerin uşakları? Komplo teorilerine başvurmadan cevapla… İç güçlerin içinde buna sebep oalnlar kimler?
Notuna gelince; yazının içeriği ne kadar önemli olursa olsun onu ortaya çıkaran yazarın kelimeleri kulanmasındaki harikalık, “yazım”a ve “noktalama”lara dikat etmesidir. Sana mantıklı mı geliyor “yazımın içeriği zaten çok güzel o halde yazımı ve noktalamaları salayayım?”
İmlaya ve noktalamaya dikat etmeyen kişiden yazar filan olmaz… Görüyor musun örneğini hiç?
Şidet uygulanınca dağa çıkmak klasik bir hal alır. O insanlar suçlanamaz fakat onları dağa çıkaran dış güçlerin uşakları suçlanabilir buna o zaman ki terör politikalarını belirleyen üst düzey görevliler de dahil.
Not: Ne için imla,noktalamaya bu kadar önem veriyorsunuz. Önemli olan yazının içeriği değil mi?
Ömer;
Yazılarının içinde en az imla ve noktalama yanlışı bu yazında var. Ve ayrıca şimdiye kadarki yazdıklarının içinde en açık şekilde yazdığın yazın olmuş.
Şimdi geleyim soruma: “Hakını arayanlara ve silahla dağda dolaşanlara aynı muamele yapıldı” diyorsun ya, acaba silahla dağda dolaşanların, en azından, bir kısmı haklarını aramak için dağa çıkmış olabilirler mi?