Yazar: Fuat Türker

O Tek Olan, O Vahid Olan…

Allah’ın her yeri sarıp kuşattığının, tüm mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunun… Bütün doğa olaylarının Allah’ın denetiminde gerçekleştiğinin, gökten yere tüm işleri evirip-çevirenin O olduğunun… Doğudaki, batıdaki, kuzey ve güneydeki yaşamış/yaşayan tüm insanların Allah’ın kontrolünde olduğunun… Sahip olduğumuz tüm nimetleri verenin Allah olduğunun, rızkı yalnızca O’nun verdiğinin, her varlığın her konuda O’na muhtaç olduğunun tam olarak bilincinde miyiz?… Allah’ın sonsuz kudretinin bilincinde olmayan insanlar yüzyıllardır Allah’a denk güçler aramışlar ve kendilerince yücelttikleri şeylere tapmışlardır. Kimi Güneş’i daha üstün görmüş, ona tapmış; kimi de heykelcikler önünde ‘bel büküp eğilmiştir’. Hatta kimileri aczini görmeden, güç sahibi olduklarını düşünmüşlerdir. Hz. İbrahim ile Allah’ın...

Devamını Oku

Evreni Düşünmek

Evren, derin düşünmemize ve Allah’a yaklaşmamıza vesile olabilecek örneklerden biri. Dünyanın ve uçsuz bucaksız evrenin yaratılışını düşünen insan, tüm evreni saran ihtişamı ve kusursuz dengeyi daha iyi anlar. İnsan uzayın sonsuz boşluğunda asılı duran küçücük bir kürenin üzerinde yaşar. Dahası bu küre her an uzaydan gelebilecek tehlikelerle karşı karşıya. İnsanın ise bu tehlikelere karşı alabileceği hiçbir önlem yoktur.Örneğin milyonlarca ton ağırlığındaki göktaşları uzayda başıboş dolaşır. Bunların herhangi biri dünyaya çarparak yaşama zarar verebilir. Dünyayı tehdit eden bir başka tehlike kaynağı, güneşte oluşan patlamalar.Güneşteki patlamalar artabilir ve dünyaya gelen zararlı ışınların oranı yoğunlaşabilir. Yalnızca gökyüzünde değil yeryüzünde de insan yaşamını tehdit eden birçok tehlike vardır. Yer kabuğunun biraz altı, mağma dediğimiz çok sıcak bir “ateş tabakası”yla kaplı. Ve yer kabuğu bir elmanın kabuğuna oranı ölçüsünde mağmadan korunur. Bu yüzden, her an bir yanardağ patlamasıyla yer altından lavlar yeryüzüne çıkabilir. Ya da yerkabuğunda meydana gelecek bir kırılma büyük bir depreme neden olabilir… İnsan, her an bu gibi tehlikelerle birlikte yaşadığını hiç unutmamalı. Dünyamız, bu olası tehlikelerden çok hassas dengeler sayesinde korunur. Bu gerçekleri düşünen insan anlar ki, dünya üzerindeki tüm canlılar, Allah’ın dilemesiyle ve O’nun yarattığı kusursuz bir denge sayesinde yaşarlar. Uzay boşluğu alıştığımız yaşam biçiminden tamamen farklı. Şu anda oturduğunuz yerin 560 km yukarısında güneşteki patlamalardan kaynaklanan ve hızı saatte 100 binlerce kilometreyi bulan radyasyon fırtınaları gerçekleşmekte. Bir de uçsuz bucaksız uzay boşluğundaki kendi konumunuzu düşünün. Bunun için öncelikle dünyadaki...

Devamını Oku

Darwin'in Korktuğu Başına Geldi!

Darwinizm’in, iddialarını açıklayabilmek için başvurduğu kavramlardan biri, “indirgenebilirlik” kavramıdır. Evrim, canlılardaki kompleks sistemlerin çok basit hale indirgenebileceklerini ve sonra da kademe kademe gelişmiş olabileceğini iddia eder. Teoriye göre her kademe, canlıya sürekli avantaj sağlar ve süreç böyle devam eder. Bu sayede, Darwinizm’e göre, gözü olmayan bir canlı türü kusursuz bir göze sahip olur, uçamayan bir başka canlı türü de kanatlanıp uçar duruma gelir.Bu, tesadüflerin başrolünde oynadığı bilim kurgu bir filme benzemiyor mu? Hatta evrimci kaynaklarda çok makul bir olay gibi anlatılan bu iddianın filmden daha çok masala benzediği açıktır. Darwinistlerin “indirgenebilirlik” iddiası bir yanılgıdır; çünkü canlılarda “indirgenemez komplekslik” adı verilen bir olgu vardır. Şöyle ki; canlıların sistem ve organlarının çoğu, çok sayıda bağımsız organelin bir arada çalışmasıyla işlev görür. Bu parçaların sadece biri olmadığında, sistem ya da organ hiçbir işe yaramaz. Kulağımızdaki ufacık bir kemiğin, örneğin “örs”ün olmaması durumunda hiçbir şey işitemeyiz. Sesleri duyabilmemiz için örs kemiğinin yanı sıra çekiç ve üzengi kemikleri, ayrıca dış ve iç kulak zarı, salganyoz, salyangoz sıvısı, algılayıcı hücreler, bu hücrelerin titreşimi algılamalarına yarayan tüycükler, beyne giden sinirler ve beyindeki duyma merkezinin de noksansız olarak var olması gereklidir. Bu sistem “aşama aşama” gelişemez; çünkü bu parçaların oluşumu sırasında insan işitemez. Gözlerimiz de yaklaşık 40 ayrı hassas parçadan oluşan çok kompleks bir sistemdir. Bu parçalardan yalnızca biri olan göz merceği olmasa cisimleri net göremeyiz. Çünkü görmemizi sağlayan, göz merceğimizin saniye saniye sürekli “otomatik odaklama” yapmasıdır....

Devamını Oku

Şeytanların Anlattıkları…

Büyü ve sihir gibi inanışlar Kur’an’da “şeytanın işi olan pislikler” olarak nitelendirilir. Yüce Allah, şeytanın aldatmacası olan bu batıl yöntemleri haram kılmıştır.Kur’an’da haber verildiği üzere Hz. Süleyman’ın yaşadığı dönemde büyüye başvuran ve bunu kötü amaçlarla kullanan bazı insanlar vardır. Kur’an’da bu olayın anlatıldığı kıssa, tüm insanların sihir, büyü gibi sapkın yöntemlerden özenle sakınmaları için önemli bir örnektir. Söz ettiğim kıssada, Hz. Süleyman döneminde bazı Yahudilerin özel bir ‘büyü ilmi’ öğrendikleri bildirilir: “Ve onlar, Süleyman’ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkâr etmedi; ancak şeytanlar inkâr etti. Onlar, insanlara sihri ve Babil’deki iki meleğe Harut’a ve Marut’a indirileni öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: Biz, yalnızca bir fitneyiz, sakın inkâr etme’demedikçe hiç kimseye öğretmezlerdi. Fakat onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa onunla Allah’ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. Buna rağmen kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu satın alanın, ahiretten hiçbir payı olmadığını bildiler; kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü; bir bilselerdi.” (Bakara Suresi, 102) Ayetlerden, şeytanların Harut ve Marut adlı iki melekten öğrendikleri büyü yöntemlerini, insanlara öğrettiklerini anlıyoruz. Melekler bunun bir deneme olduğu söylüyor, inkara sapmamaları yönünde öğrettikleri kişileri uyarıyorlardı. Ancak şeytanlar bunu insanlara kötü amaçlarla öğretiyorlardı. Açıktır ki insanların arasını açmak için bu batıl inanışlarla zaman geçirmek şeytanın oyununa gelmektir. Şeytanın amacı insanları doğru yoldan engellemektir. Sihir benzeri işlerle uğraşanlar da, şeytanın aldatmacasına kanmış kimselerdir. Yüce Allah, ”Ey iman edenler, içki,...

Devamını Oku

İnsanları Allah'a Yönelten Büyük Gerçek

İnsanların bilmesi gereken çok hayati bir sır var. Bu aynı zamanda bilim tarafından kanıtlanmış önemli bir gerçek; maddenin gerçeği. Siz, ben ve hiç kimse maddeyi asıl haliyle göremeyiz. Yaşamımıza dair bildiğimiz herşey gözlerimizle gördüklerimiz, kulaklarımızla duyduklarımız, ellerimizle dokunduklarımızdan kısacası duyu organlarımızla algıladıklarımızdan oluşur. Uzaydaki gök cisimleri, yaşadığımız dünya, dünyadaki milyarlarca insan, tüm canlılar, evimiz, odamızdaki eşyalarımız, oturduğumuz sandalye, önümüzdeki bilgisayarımız ve sayamayacağımız daha birçok detay. İşte bütün bu saydıklarımızın aslını şimdiye dek hiçbir insan göremedi.Gördüğümüz, dokunduğumuz, duyduğumuz ve adına “madde” dediğimiz kavramlar, bizim için yalnızca beynimizde oluşan elektrik sinyalleri. Madde bildiğimiz gibi sert, renkli ve kokuya sahip değil. Bugün bilimsel delillerle ilk kez bu kadar somut, açık ve anlaşılır bir biçimde bu gerçek ortaya konmuştur. Örneğin bir portakalı düşünelim: Tadı, kokusu, görünümü, sert ya da yumuşak oluşu ile ilgili elektrik sinyalleri sinirlerimiz aracılığıyla beynimize ulaşır ve orada portakalı oluşturur. Beynimize ulaşan elektrik sinyallerinin kesintiye uğradığı ya da sinirlerimiz kesildiğinde ise portakala ait tüm algılar ortadan kalkar. Kısacası portakal artık yoktur. Portakalın dışarıdaki hali asla ulaşamayacağımız bir bilgidir. Hiç kimse beyninin dışarısına çıkıp, portakalın gerçek halini göremez. Bildiğimiz Anlamda Işık, Renk ve Ses Beynimizde Oluşur Gerçekte, dışarıdaki ışık bizim tanıdığımız anlamda değildir. Dış dünyada ışık olarak tanımladığımız şey, elektromanyetik dalgalar ve fotonlardır (fotonlar tanecik şeklindeki enerjidir). Bu dalga veya fotonlar, gözlerimizdeki retinayı uyardığında, bizim tanıdığımız “ışık” oluşur. Fizik kitaplarında ışığın bu özelliği şöyle tanımlanır: “Işık kelimesi fiziksel veya objektif bir...

Devamını Oku

Gün İçinde Zorluklar Yaşarsanız…

Gün içinde çeşitli zorluklarla karşılaşırız. Ancak yaşanan zorluk nasıl olursa olsun tevekküllü davranmak ve şöyle düşünmek önemli: “Dünya hayatında yaptıklarım ve düşündüklerimle her an sınanıyorum. O halde bir zorlukla karşılaştığımda ya da olayların yolunda gitmediğini düşündüğümde, Allah’ın benim tavrımı denemek için bu zorluğu karşıma çıkardığını kesinlikle unutmamalıyım. Aksilik gibi görünen her olayda mutlaka bir hayır vardır ve Allah’ın yardımıyla yaşanan her şey en güzel şekilde sonuçlanacak.”Aklımızdan geçen bu düşünceler, günlük yaşamda karşılaştığımız büyük ya da küçük her olay için geçerlidir. Örneğin saatlerce bilgisayarda üzerinde çalıştığımız bir program, ani elektrik kesilmesi nedeniyle bir anda yok olabilir ya da yetişmemiz gereken önemli bir yere giderken uçağı veya otobüsü kaçırabiliriz… Hepimiz günlük yaşantımız içinde bu gibi olaylarla karşılaşabilir, zorluk ve aksilik gibi görünen sayısız olay yaşarız. Bu olayların her birinde Allah’ın davranışlarımızı ve sabrımızı denediğini, bu olaylara dalıp, üzülüp vakit kaybetmenin yersiz olduğunu düşünmeliyiz. Her olayın arkasında bir hayır olduğunun bilincinde olarak, işlerimizi kolaylaştırması için Allah’a dua etmeliyiz. Allah, üst üste sürekli zorluk vermez. Her zorluğun ardından mutlaka bir kolaylık gelir. O kolaylık geldiğinde, bunun, Allah’a ettiğimiz duanın karşılığı olduğunu ve Allah’ın dualara icabet eden olduğunu düşünüp şükretmeliyiz. Örneğin bineceğimiz aracı kaçırdığımızda, “belki bu aracı kaçırmak beni bir kazadan korumuştur” şeklinde düşünebiliriz. Ya da bu olayın bir başka hikmeti olabilir. Yaptığımız planlar her zaman istediğimiz sonucu vermeyebilir. Olayların akışı istediğimiz yönde gelişmeyebilir veya kendimizi bir anda planladığımızdan çok değişik bir ortamda bulabiliriz....

Devamını Oku

Mucize Buluşma

Büyüklüğü bir tuz taneciğinden daha küçük olan yumurta hücresi insanın oluşumundaki en önemli parçalardan biridir. Renksiz ve yarı saydam bir küre şeklindedir. Dışı, jelatine benzer bir zarla çevrilidir. Erkekten gelen sperm hücresinin yapısı ise yumurtadan oldukça farklıdır. Baş, boyun ve kuyruk olmak üzere üç bölümden oluşur.Yumurta ve sperm hücresi buluşacakları yere ulaşana kadar bir yolculuk yaparlar. Bu yüzden yapıları, yolculuğu başarı ile tamamlamalarında çok önemlidir. Hepimiz uzun bir yolculuk öncesi gideceğimiz yere göre planlar yaparız. Gideceğimiz aracı, götüreceğimiz giyecekleri, temizlik malzemelerimizi o plana göre hazırlarız. Yumurta ve sperm de bu yolculuk için hazırlık yaparlar. Ancak sperm için durum biraz daha zorludur. Çünkü daha önce hiç gitmediği ve hakkında en ufak bir bilgiye sahip olmadığı yabancı bir yere, dişi organizmasına gidecektir. Karşılaşacağı sorunları ve çözümünün ne olacağını bilmesi de mümkün değildir. Kuşkusuz bu iki hücreye buluşacakları yere kadar gitmeleri için gerekli sistemleri kuran üstün bir akıl vardır. Bu üstün akıl sahibinin gücüne yakından tanık olmak için spermin yapısına ve yaptığı yolculuğa kısaca bir bakmak yeterlidir. Spermlerin yolculuğu anne haznesindeki güçlü asidik sıvı içerisinde başlayacaktır. Bu asidik ortam anne rahmini dışarıdan gelecek mikroplara karşı korur. Dışardan gelen bir çok organizmanın ölümüne sebep olan bu ortamda sperm hücresi nasıl sağ kalacaktır?.. İşte spermin baş kısmındaki zırh, onu bu asidik ortamdan koruyacaktır. Sperm, bu zırh olmasaydı annedeki asidik ortam nedeniyle daha yolculuğunun başında iken ölürdü. Yalnızca zırh, spermin yolculuğunu yapması için yeterli midir?...

Devamını Oku

Kalplerdeki Korku

Yüce Allah birçok Kur’an ayetinde müminlerin kalplerinin sağlamlaştırıldığını, inkar edenlerin kalplerine ise korku verdiğini bildirir: Rabbin meleklere vahyetmişti ki: “Şüphesiz ben sizinleyim, iman edenlere sağlamlık katın, inkar edenlerin kalblerine amansız bir korku salacağım…” (Enfal Suresi, 12)Bu ayette haber verilenler Allah’ın yarattığı bir mucizedir. Rabb’imiz, Enfal Suresi’ndeki ayetlerde, Allah’a ve din ahlakına karşı mücadele içindeki inkarcıların kalplerine korku duygusu salarak, onların güçlerini azalttığını bildirir. Müminin bu ayetle düşünmesi ve ders alması gereken konu, kalplerin Allah’ın elinde olduğu ve dilediği kalbe dilediğini ilham ettiği gerçeğidir. Mümin samimi olduğunda Allah onu sağlamlaştıracak, Kendi yolundaki çabasının karşılığında onu, Kendi Katından gönderdiği yardımlarla koruyacaktır. Bu ayette de bildirildiği gibi düşmanlarının kalplerine korku salacak ve müminlerin üzerindeki tehlikeleri kaldıracaktır. Yüce Allah, inkar edenlerin kalplerine ölüm korkusu, gelecek korkusu, aç kalma korkusu, felakete uğrama korkusu gibi yüzlerce korku verebilir. İnkarcılar, ahirete de kesin bilgiyle inanmadıkları için ölümü de bir son, hatta kaçınılmaz bir son olarak görürler ve müthiş korkarlar. Ölümle yok olacaklarını, ölümün kendilerini dünyaya bağlayan şeyleri kesip bitireceğini düşünürler ve duydukları bu korku onları güçsüzleştirir. Kuran’da, “Kendisi hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah’a ortak koştuklarından dolayı küfredenlerin kalplerine korku salacağız. Onların barınma yerleri ateştir. Zalimlerin konaklama yeri ne kötüdür.” (Al-i İmran Suresi, 151) ayetiyle bildirildiği üzere Allah, Kendisi’ne ortak koştukları için inkar edenlerin kalplerine korku salmaktadır ve bu insanların uğrayacakları son, sonsuz azap olacaktır. İnsanın Allah’a teslim olamamasını Bediüzzaman, hareket halindeki bir gemide yükünü sırtında...

Devamını Oku

İman ve İnkar

İman etmek hayatın en önemli konusudur; insana hem dünyada hem ahirette mutlu ve huzur dolu bir yaşam sunar. İman eden insanların, Allah’a karşı duydukları sevgi, bağlılık ve kadere olan teslimiyetleri, onları huzursuz edebilecek her türlü nedeni ortadan kaldırır. Çünkü inanan insan için hayatı boyunca ‘kötü’ olarak nitelendirebileceği hiçbir şey yoktur. Yüce Allah’ın, zahiren ‘şer’ gibi olan herşeyi, kendisi için ‘hayra’ dönüştüreceğini çok iyi bilmektedir. Bu da müminin her zaman imani bir coşkuya sahip olmasını sağlar. Herkesin karamsar olduğu ortamlarda bile, onu üzecek herhangi bir neden mevcut olmadığından, neşesinden hiçbir şey kaybetmez.Harvard Üniversitesi’nden Dr. Herbert Benson’ın dini inanç ile bedensel sağlık arasındaki ilişkiyi inceleyen kapsamlı araştırmaları, bu konuda dikkat çekici sonuçlar vermiştir. Benson, inançsız bir kişi olmasına rağmen, Allah’a olan inancın ve ibadetlerin insan sağlığı üzerinde başka hiçbir şeyde görülmeyecek derecede olumlu bir etki meydana getirdiği sonucuna varmıştır. Benson’ın vardığı sonuç, kendi ifadesiyle, insan bedeninin ve zihninin “Allah’a iman etmeye göre ayarlı” olduğudur. (Rod R. Seeley, Trent D. Stephens, Philip Tate, Essentials of Anatomy & Physiology, 2. baskı) İman etmeyen insanlar, ne kadar gayret etseler de, imani bir neşeye sahip olamadıklarından, hiçbir zaman gerçek mutluluğu yaşayamazlar. Çok isteseler bile, bir türlü samimi ve içten bir neşe ile hareket etmeyi başaramazlar. Çünkü mutluluk hissini insan ruhuna hissettiren Allah’tır ve sadece iman eden kullarına bu hissi verir. İmanın kendilerine getireceği huzurdan uzak kalan insanlar gerçek anlamda rahat olamaz, karşılarındaki insanlara da rahatsızlık...

Devamını Oku

Doğa Yasalarını Yaratanı Bulmak

Yeryüzündeki tüm varlıklar muhteşem detaylara sahiptirler. Bir canlıyı incelediğimizde, sahip olduğu her detayda sayısız yaratılış mucizesi görürüz. Detaylardaki mucizeler, tüm canlılığın yapıtaşı olan atomlarda başlar, olağanüstü dengeler ve düzenlere sahip gökyüzü, galaksiler, Güneş, insan vücudu, bitkiler, dağlar ve denizlerdeki sayısız detay ve özelliklerle devam eder. Hepsinin sahip olduğu özelliklerde bir sanat vardır. Bu, Allah’ın muhteşem yaratma sanatıdır. Tüm canlılara dilediği şekli veren, tüm doğaya hakim olan, üstün güç sahibi Yaratıcı’nın sanatı… Rabbimiz evrendeki her şeyi en küçük detayına dek üstün bir ilim, hassas bir ölçü ile yarattığını, “Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir.” (Furkan Suresi, 2) ayetiyle bildirir ve ayetlerinin canlı örneklerine şahit olmamızı ister. İnsanın yaratılışında da, Allah’ın bir örnek edinmeksizin yaratmasının çok sayıda mucizevi delili vardır. Örneğin, embriyonun gelişimi sırasında bütün hücreler adeta görev yerine dağılan işçiler gibi bölük bölük hareket ederler. Sonra aynı organı oluşturacak hücre grupları birbirine yapışarak birikir ve organları oluşturmak için hazırlanırlar. Bu yoğun faaliyetler sonucunda, kemik hücreleri kemiklerin olması gereken yerde, kas hücreleri kasların olması gereken yerde birikirler. Bazıları daha iç kısımlara giderek iç organları yapmaya başlarlar. Bazıları beyni, bazıları gözleri, bazıları ise damarları oluştururlar. Bu sürece zamanla yeni süreçler de eklenir; örneğin hücrelerin tesbit edilmiş yönlere doğru göç etmesi, programlanmış hücre ölümleri ile bazı organların inşa edilmesi vs… Kısacası bu başkalaşım sürecinde mükemmel bir strateji...

Devamını Oku

Türk İslam Birliği'ne Doğru

Kur’an birçok ayetiyle yeryüzünde akan kanın, insanlar arasına sokulan fitnenin ve bozgunculuğun son bulması için inananların birlik ve beraberlik içinde olmaları gerektiğini emreder. Tüm dünyada Müslümanlar yıllardır sürgün hayatı yaşarken, baskı altında iken, türlü işkencelere maruz kalırken, öldürülürken bu zulme sessiz kalmak, Kur’an’a uygun değildir ve zulme ortak olmaktır. Katliamların, çilelerin, acıların, fitnenin ve dolayısıyla şeytani sistemin son bulması ancak Türk ve İslam Ülkelerinin ittifak etmeleri ile mümkündür.  Akan kanı durduracak güç, net ve kesin çözüm Türk İslam Birliği’dir. Türk – İslam coğrafyasındaki kargaşa, karmaşa, anarşi ve yoksulluğun ortadan kalkması, huzur ve güven içinde bir uygarlığın yeniden inşası için Türk İslam Birliği’nin kurulması çok önemlidir. İslam dünyası birlik olduğunda, zayıf bırakılmış tek bir insan bile zarar görmeyecektir. Bugün İslam dünyasının hurafe ve aşırılıklardan, din dışı çarpık görüşlerden arındırılarak, Kur’an temelli bir İslam anlayışı ile yeniden inşası gerekmektedir. Sorunlar, güçlünün değil hukukun üstünlüğü prensibine dayanan Türk – İslam Birliği’nin kurulması ile çözülecektir. Dünyanın bugün bu birliğe ihtiyacı vardır. Son günlerde İslam dünyasında yapılan tüm toplantılarda bu konu olarak işlenmekte,Türk ve İslam dünyasından yetkililer birlik mesajlarını yüksek sesle dile getirmektedir. Geçtiğimiz yıllarda imkansız gibi görünen birçok olay gerçekleşmektedir. Örneğin 60 dan fazla ülkeyle aramızdaki vize uygulaması kaldırılmıştır. Türk İslam Birliği ve bu birliğin liderinin Türkiye olması gerektiği konusunda çarpıcı açıklamalar yapılmaktadır. Tarihte tüm dünyayı aydınlatan İslam Medeniyeti gibi, Türk – İslam Birliği de dünyayı yeniden aydınlatacaktır. Yaşanan gelişmeler bu güzel dönemin...

Devamını Oku

"Rabb'im İlmimi Artır"

Bilim, evreni ve içindeki varlıkları incelemenin ve Allah’ın sanatındaki kusursuzluğu, yaratışındaki üstünlüğü keşfederek insanlığa açıklamanın yoludur. Yüce Allah, samimi inananların gökleri, yeri ve ikisi arasındaki her şeyi detaylarıyla araştırmalarını, bilimsel gerçekleri öğrenmelerini birçok Kur’an ayetinde öğüt verir. Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda ‘göz alıcı ve iç açıcı’ her çiftten (nice bitkiler) bitirdik.  (Bunlar,) ‘İçten Allah’a yönelen’ her kul için ‘hikmetle bakan bir iç göz’ ve bir zikirdir. (Kaf Suresi, 6-8) Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı? Göğe, nasıl yükseltildi? Dağlara; nasıl oturtulup-kuruldu? Yere; nasıl yayılıp-döşendi?.. (Gaşiye Suresi, 17-21) Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164) Kur’an bilimsel ve matematiksel yönden birçok mucize içerir. Bu özel mucizelerin yanı sıra, birçok Kur’an ayetinde Yüce Allah, iman edenlerden, tanık oldukları yaratılış delillerini incelemelerini, olağanüstü yaratılış ilmini öğrenmelerini ve üzerinde düşünmelerini ister.   Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.” (Al-i İmran Suresi, 191)...

Devamını Oku

Dağlardaki Mucizeler

Kur’an’da birçok ayette dağlardan söz edilir. Dağların jeolojik yapılarına, işlevlerine ve özellikle kıyamet günü alacakları duruma dikkat çekilir. Örneğin dağların önemli bir jeolojik işlevi Kur’an’da, “Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık… (Enbiya Suresi, 31) şeklinde ifade edilir. Yukarıdaki ayette, dağların yeryüzündeki sarsıntıları önleyici özelliği haber verilir. Kuran’ın indirildiği dönemde insanların bilmediği bu gerçek, son jeolojik bulgular sonucu ortaya çıkarılmıştır. Dağların, yeryüzünün yüzeyindeki yükseltiler olduğu düşünülürken, yalnızca yükselti olmadıkları, dağ kökü denilen kısımlarının bulunduğu anlaşıldı. Dahası dağ köklerinin, dağların boylarının 10-15 katı kadar yer altına doğru uzandığı ortaya çıktı. İşte dağlar bu özellikleriyle, bir çivinin ya da kazığın çadırı sıkıca yere bağlamasına benzeyen bir işleve sahiptir. Zirvesi 9 km yükseklikte olan Everest Dağı’nın 125 km’den fazla kökü vardır. Dağlar, yeryüzü kabuğunu meydana getiren çok büyük tabakaların hareketleri ve çarpışmaları sonucunda oluşur. İki tabaka çarpıştığında daha dayanıklı olan diğerinin altına girer. Yukarıdaki tabaka kıvrılarak yükselir ve dağ meydana gelir. Alttaki tabakanın yerin altında ilerlemesiyle de aşağıya doğru derin bir uzantı –dağ kökü- oluşur. Bilimsel bir kaynakta dağların bu yapısından, “kıtaların daha kalın olduğu dağlık bölgelerde yer kabuğu mantoya derinlemesine saplanır.” şeklinde söz edilir. Jeolog Prof. Siaveda, dağların yeryüzüne kökler şeklinde saplı olduklarını, Amerikan Bilim Akademisi eski Başkanı Frank Press ise kendi yazdığı Earth adlı üniversite ders kitabında, dağların kazık şeklinde yeryüzüne derinlemesine gömülü oldukları söyler. Kur’an ayetlerinde, dağların bu işlevine, “kazık” benzetmesi yapılır: Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları...

Devamını Oku

Yaratılıştaki Mucizeler

Yeryüzündeki tüm varlıklarda sayısız yaratılış mucizesi vardır. Detaylardaki mucizeler, tüm canlılığın yapıtaşı olan atomlarda başlar, olağanüstü dengeler ve düzenlere sahip gökyüzü, galaksiler, Güneş, insan vücudu, bitkiler, dağlar ve denizlerdeki sayısız detay ve özelliklerle devam eder. Hepsinin sahip olduğu özelliklerde bir sanat vardır. Bu, Allah’ın muhteşem yaratma sanatıdır. Tüm canlılara dilediği şekli veren, tüm doğaya hakim olan, üstün güç sahibi Yaratıcı’nın sanatı… Akıl ve hikmet gözüyle bakabilen bir insan, bir kelebeğin kanatlarındaki yanardöner renklerde ve desenlerinde gördüğü sanatın yanı sıra, detaylarındaki tüm sistemleri de öğrenecek, Allah’ın üstün ilmine ve sonsuz gücüne daha yakından şahit olacaktır. Allah, yarattığı tüm canlılara ayetlerini yerleştirmiş, varlığının delillerini insanlara göstermiştir: “Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.” (Casiye Suresi, 4) Evrende, maddeyi oluşturan atomlardaki elektronların yörüngesinden, gezegenlerin yörüngesine kadar her şey muhteşem bir tasarım ve düzene sahiptir. Tüm maddelerin yapıtaşı olan atomun çekirdeğini bir arada tutan  ‘güçlü nükleer kuvvet’ , fizik kurallarının tanımlayabildiği en büyük kuvvettir. Bu kuvvet daha da güçlü olsa çekirdekteki protonlar ve nötronlar birbirlerinin içine geçecek, biraz daha az olsa dağılıp gidecek ve hiçbir varlık oluşamayacaktı. İşte bu kuvvet Büyük Patlama’nın ilk saniyelerinden itibaren atom için gerekli olan en uygun değere sahiptir. Evrendeki yıldızların, gezegenlerin yörüngelerinde kalmalarının nedeni olan ‘kütle çekim (yerçekimi) kuvveti’ ise evrendeki diğer kuvvetlere oranla şiddeti en düşük kuvvettir. Bu kuvvetin değerlerinde bir azalma olursa yıldızlar yerinden kayar, dünya yörüngesinden kopar, bizler dünya...

Devamını Oku

Tek Olan Allah ve Yaratışındaki Çiftler

Yüce Allah, tek olan, Zatında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde, asla ortağı veya benzeri, dengi bulunmayandır; Vahid’dir.  Sizin ilahınız tek bir ilahtır; O’ndan başka ilah yoktur; O, Rahman’dır, Rahim’dir (bağışlayan ve esirgeyendir). (Bakara Suresi, 163)Allah, içinde yaşadığımız evrenin yaratıcısıdır. Evren yaratılmadan önce, maddesel anlamda hiçbir şey yoktu. Evrenin yaratıldığı anda; zaman, madde ve mekân yaratılmıştır. Allah, bunların hiçbirine tabi değildir. O ezeli ve ebedidir; “Ol” buyruğuyla yaratandır. Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “OL” der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117) Allah, pekçok insanın zannettiğinin aksine, yarattığı her şeyi sürekli kontrolü altında tutar. Uzaydaki olağanüstü sistemler ve dengelerden, insan bedenindeki mükemmel işlemlere kadar tümünü an an yaratan ve denetiminde tutan Yüce Rabb’imizdir. O, hiç kuşkusuz tüm eksikliklerden, acizliklerden münezzehtir. Evrendeki herşey Yüce Allah’ın eseridir, O, tek Yaratıcı, tek güç ve kudret sahibidir. De ki: O Allah, birdir.Allah, Samed’dir (herşey O’na muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır).O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır.Ve hiçbir şey O’nun dengi değildir. (İhlas Suresi, 1-4) Allah tüm evreni yoktan var eden, tüm evren üzerinde mutlak hakimiyet sahibi olandır. Göklerin ve yerin mülkü yalnızca O’na aittir. Allah her yerdedir. Her varlık Allah’ın tecellisidir; O, üstün güç ve kudretini, yaratma sanatını, dilediği varlıkta dilediği şekilde göstermeye kadirdir. İnsanlar, hiçbir zaman Allah’ın Yüce Zatı’nı göremezler, ama O’nun tecellileriyle her an muhataptırlar. O, evrende var olan her şeyi, tüm varlıkları sarıp kuşatmıştır....

Devamını Oku

Hak Onların İstek ve Tutkularına Uyacak Olsaydı?

Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey) bozulmaya uğrardı. Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar. (Mü’minun Suresi, 71) Gerçek İslam ahlakı, Allah’ın buyruklarının tam olarak yerine getirilmesiyle yaşanır. İnsanların birçoğu ise bu ahlakı yaşamaktan şiddetle kaçınır. Kur’an hükümlerine tam olarak uymaz, nefislerinin de tatmin olacağı bir model oluşturmak isterler. Bunun için bazı kurallar, prensipler oluşturur, kendilerince dini bu prensiplere uygun hale getirmeye çalışırlar. Kurallarına ve mantık örgülerine uygun olduğu sürece din ahlakını yaşarlar. Oysa bu çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü gerçek din ahlakı, insanların değil Allah’ın koyduğu kurallara göre yaşanan ahlaktır.   Kendi belirledikleri sözde doğru ve yanlışlara göre yaşayan kimseler, hayatın en önemli konusu olan ahiret hakkında duyarsız ve umursamaz bir davranış sergilerler. Ancak bu seçim, onlara hem ahiretlerini kaybettirir hem de dünyada güzel bir yaşamdan yoksun bırakır. Yaşamın amacı aynı görüşte olan bu kişiler için birbirinden farklı değildir: Sınırlı dünya hayatını kendilerince olabilecek en iyi koşullarda yaşamak… Kur’an ahlakının yaşam için ne denli önemli olduğunun bilincinde olmayan bu kimseler,  dinin ancak bazı konularda hayatlarına yön verebileceğini zannederler. Yalnızca zorluk zamanlarında, büyük bir tehlikeyle karşı karşıya geldiklerinde, ciddi hastalık geçirdiklerinde, güç yetiremedikleri bir korku yaşadıklarında ya da ölümle karşılaştıklarında Allah’a sığınırlar. Din ahlakından hayatları boyunca olabildiğince uzak durur, dini konularda konuşmamaya özen gösterirler. Hatta güzel...

Devamını Oku

Zaman Algısı Nedir?.. Nasıl Oluşur?

Bizler beynimizde muhafaza edilen birtakım bilgiler arasında kıyas yaparak zaman algısına ulaşırız. Hafızamız olmasa, beynimiz de bu yorumları yapmayacaktır ve dolayısıyla zaman diye bir algı da oluşamayacaktır. Hatta hafızamız olmasa, şu ana kadar yaşadığımız yıllara dair bir bilgi de beynimizde bulunmayacak ve bizim için yalnızca şu ‘an’ olacaktır. Nasıl mı?..Zaman, bir anı başka bir anla kıyasladığımızda ortaya çıkan algıdır. Penceremizden caddeye baktığımızda, görüş alanımıza giren ilk araç ile ikinci aracı gördüğümüz an arasında bir süre olduğunu düşünür ve arada geçen süreye zaman deriz. İkinci aracı gördüğümüz anda, ilk aracın bilgisi zihnimizdeki bir bilgidir; o bilgiyi yaşadığımız anla kıyaslar ve zaman algısını elde ederiz. Bu kıyaslamayı yapmasak zaman da olmayacaktır. Aynı şekilde, gece yatağımızda yatarken susamamız, kalkıp elektrik düğmesine basmamız, mutfağa ilerlememiz, bardağı raftan alıp içine su doldurmamız ve içmemiz; kısacası yatağımıza tekrar yatana kadar geçen süreç, yalnızca beynimizde yer alan bilgilerdir. Zaman algıdan ibarettir ve tamamen algılayana bağlı, yani izafi/göreceli bir kavramdır. Zamanın göreceliğini rüyalarımızla açıklayabiliriz. Saatlerce sürdüğünü zannettiğimiz rüyalarımız, aslında birkaç dakika ya da birkaç saniye sürer. Arkadaşlarımızla oturup, sohbet ettiğimizi düşünelim. Ne kadar süre birlikte olduğumuz konusunda, herkes farklı bir zaman süresinden söz edecektir. O halde zamanın akış hızıyla ilgili bilgi, algılayana göre değişmektedir. A. Einstein ve İzafiyet Teorisi İzafiyet Teorisi 20. yüzyılın en büyük fizikçisi olan Albert Einstein’a aittir. Görelilik kuramı olarak da isimlendirilen teoriye göre uzay ve zaman bir algıdır. Mutlak zaman yoktur; uzay ve...

Devamını Oku

Dua Eden Bilir ki, Birisi Var; Onun Sesini Dinler, Derdine Derman Yetiştirir…

Derdini ve isteğini Allah’a açan, hatasını itiraf eden, Kendisine yakaran kulunun isteğini Rabb’i işitir ve icabet eder; duasını karşılıksız bırakmaz. Dua, Allah ile kulu arasındaki önemli bağlantıdır. Duanın  belli bir kalıbı yoktur. “Allah’ı ayaktayken, otururken, yan yatarken zikredin.” (Nisa Suresi, 103) ayeti gereği, insan her durumda ve her koşulda, her an Allah’ı anıp O’na dua edebilir. Önemli olan şekil değil kişinin samimiyeti, içtenliğidir.Dua etmek için belirli bir mekâna da ihtiyaç yoktur. Sokakta, otobüste, markette, okulda, ofiste kısacası her yerde dua edilebilir. Dua sırasında boş düşüncelerden arınmak, içten Allah’a yönelerek O’nun yakınlığını hissetmek önemlidir. İnanan insan, “… Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez” (Yusuf Suresi, 87) ayeti gereği asla ümidini yitirmez ve Rabb’inin karşılık vereceğinden emin olarak sabırla O’na yalvarır. Bediüzzaman, müminlerin dua ile gösterdikleri derin teslimiyeti ve Allah’a yönelmelerinin verdiği huzuru bir sözünde şöyle açıklar. “Duanın en güzel, en latif, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki: Dua eden adam bilir ki, birisi var ki onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder, O’nun Kudret Eli herşeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil, bir Kerim Zat var, ona bakar, ünsiyet eder. Hem onun hadsiz ihtiyacatını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını defedebilir bir Zatın huzurunda kendini tasavvur ederek, bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp “Elhamdülillahi Rabbi’l-alemin” der.” (Mektubat, s. 291) İnsan aceleci bir...

Devamını Oku

"Barış ve Güvenliğe Girin"

Din ancak kutsal kaynağı incelendiğinde doğru ve gerçek anlamda tanınabilir. Çünkü o dini birçok insan yanlış uyguluyor olabilir. Dinimizin kutsal kaynağı Kur’an’dır. Kur’an ahlâkı, sevgi, şefkat, merhamet, tevazu, özveri, hoşgörü ve barış kavramlarına dayanır. Bu ahlâkı gerçek anlamda yaşayan insan, son derece ince düşünceli, alçakgönüllü, adil, güvenilir ve uyumlu bir insan olur. Çevresine sevgi, saygı, huzur ve şevk verir. Terör ise genel anlamda, askeri olmayan hedeflere karşı siyasi amaçlı şiddet kullanımıdır. Genelde teröre hedef olanlar da tamamen suçsuz, sivil insanlardır. Tek suçları, terör eylemcisinin gözünde ‘öteki taraf’ olmalarıdır. Bu nedenle suçsuz insanlara karşı şiddet uygulanması anlamına gelen terörün ahlâki hiçbir mazereti olamaz. Terör, tarih boyunca tanık olunan tüm cinayetler, katliamlar gibi, bir insanlık suçudur. Kur’an ayetlerinde insanlar, yeryüzünde merhametin, şefkatin, hoşgörü, güvenlik ve barışın yaşanabileceği örnek model olarak İslam ahlakına çağırılırlar. Toplumların güvenliğinin Kur’an ahlakının yaşanmasıyla sağlanabileceği, “Ey iman edenler, hepiniz topluca “barış ve güvenliğe (Silm’e, İslam’a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (Bakara Suresi, 208) ayetiyle haber verilir. Kur’an ahlakını yaşamına hakim kılan bir mümin, diğer tüm insanlara karşı iyi ve adil davranmakla, güçsüzleri ve masumları korumakla ve ‘yeryüzünde bozgunculuğu önlemekle’ yükümlüdür. Bozgunculuk; güvenlik, barış ve huzuru yok eden her türlü anarşi ve terör durumudur. Ve “Allah, bozgunculuğu sevmez”. (Bakara Suresi, 205) İslam suçsuz yere insan öldürmeyi yasaklar; tüm insanları öldürmekle eş tutar. Kur’an’da,    “… Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da...

Devamını Oku

Şeytanın Oyunu: Ertelemek

Şeytanın insanlara verdiği sinsi telkinlerinden biri din ahlakını yaşamayı ertelemedir. Sonsuz yaşamını etkileyecek bu konuyu kişi, ileride telafi edeceği zamanı olabileceğini düşünür. Bir saat, bir hafta, bir ay, gelecek sene ya da yaşlandığında dinin gereklerini yapabileceğinden kendince emindir; o nedenle dini yaşamayı, ibadetlerini rahatlıkla erteler.Oysa insanın ne kadar yaşayacağı ve ne zaman öleceği belli değildir. Kişi, “bunu ileride yaparım” diye düşünürken, onun için ‘ilerisi’ diye bir süre hiç kalmamış dahi olabilir. İnsan nefsinde, tembellik, üşenme, acil görmeme gibi pek çok nedenden dolayı erteleme eğilimi vardır. Gündelik yaşamda pek çok insan bazı işlerini son ana kadar ertelemeye çalışır. Bunlar genellikle zararı göze alınabilecek türden ertelemelerdir. Ancak şeytanın telkini olan “Kur’an ahlakını yaşamak” konusundaki erteleme, geri dönüşü mümkün olmayan bir gaflet durumudur. Peygamberimiz (sav) bu konudaki bir hadisinde; “Tevbeyi geciktirmek aldanıştır, yapılacakları ertelemek ise şaşkınlıktır. (Günah işlemek amacıyla) Allah’a karşı bahane aramak, helak olmaya sebep olur. Günah işlemekte ısrar etmek, kendini Allah’ın tuzağından güvende bilmenin sonucudur.”  buyurur. “Oysa Allah’ın tuzağından güvende mi idiler? Allah’ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz.” (Araf Suresi, 99) İnsan şeytanın telkiniyle “bunu sonra yaparım” derken, yarını yaşayacağından nasıl emin olabilir? Yarın kendisini nelerin beklediğinden haberi yoktur; dahası yarını görebileceğinin dahi garantisi yoktur! Tümü, Allah dilerse gerçekleşecektir. “Hiçbir şey hakkında: “Ben bunu yarın mutlaka yapacağım” deme. Ancak: “Allah dilerse” (inşaAllah yapacağım de)…” (Kehf Suresi, 23-24) İnsan, yaşamının her anını unutulmaması gereken şu...

Devamını Oku

'Kendi Dinini Yaşama' Yanılgısı

“İşitmiş itaat etmiş” insan, artık kendi dinini yaşamayı terk etmiş, Kur’an’a tabi olmayı seçmiştir. Tabi olduğu Kur’an, insanları ‘karanlıklardan nura çıkaracak bir hidayet, bir rahmet, bir müjde ve şifa’dır. İnsana, karşılaşabileceği her konuda kendisini kurtuluşa ulaştıracak doğru yolu işaret eder. Huzurun, mutluluğun, güzel bir yaşamın bilgisi ve sırları Kur’an’dadır.Gerçek din, Kur’an ahlâkının eksiksiz yaşanmasıyla mümkündür. Bazı insanlar belirli zamanlarda Kuran ahlâkını bazen de nefislerinin isteklerine uyarak dini yaşadıklarını zannederler. Bu yalnızca Allah’a ‘bir ucundan ibadet’ etmektir ve bir aldatmacadır. İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır. (Hac Suresi, 11) Bu yanlış inanca göre, namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak, infak etmek, sabretmek, tevekkül etmek, bağışlayıcı olmak, muhtaçları koruyup kollamak ancak çıkarlarıyla çelişmediğinde uygulanabilir. Kişi, eğer toplumda saygınlık kazandıracak ve hakkında “ne iyi bir insan” denilecekse bu ibadetleri yapar ve güzel ahlak özellikleri sergiler. Ancak toplumdan alacağı olumsuz bir tepki, onu bu dinî sorumluluklardan habersizmiş gibi davranmaya yöneltir. Söz ettiğimiz çarpık mantık, Allah’ın hakkını gereği gibi takdir edememek ve ahiretin varlığına da kesin bilgiyle iman etmemekten kaynaklanır. Bu kimselerin yaşamlarının bir kısmı dine, büyük bir bölümü de dünya hayatına ayrılmıştır. Hatta ibadet etmeye, dini yaşamaya ayırdıkları çok az bir zaman bile kimi zaman onlara çok gelir. Kendi dinlerini yaşayanların en büyük...

Devamını Oku

Mücadele Ne İçin Olmalı?

İnsanlar, Allah’a kulluk için yaratılmışlardır. İnsanların büyük bir çoğunluğu ise bunun farkında olmadan; yani asıl amacın ne olduğunu bilmeden yaşar. Oysa atomdan hücreye, evrenden insana ve tüm canlılığa kadar her şey mükemmel sistemlerle yaratılmıştır. İnsanlara tüm bunların gerçekte ne amaçla yaratıldığını anlatmak, bunu düzeltmek için uğraşmak gerekir. Dünya hayatının hiçbir amacı kalmadığında Allah dünyayı yok eder; çünkü amaç insanların kör bir boğuşma içinde yaşaması değildir. Birçok insanın en önemli yaşam amacı, evlenip-çocuk sahibi olmak; sonra da hayatta kalmak için, yiyecek aramaktır. Adeta içgüdüsel bir şekilde yaşam bu hedeflerin üzerine kurulur. Diğer canlıların da yaptığı doğmak, büyümek, çoğalmak ve ölmek ise insanın diğer canlılardan farkı nedir?.. Allah’ın varlığını ve gücünü kavramış olan insan, ne amaçla yaratıldığını ve Rabb’inin kendisinden neler istediğini bilir. Bu nedenle de dünya hayatındaki hedefi, Allah’ın razı olduğu bir kul olmaktır; her durum ve koşulda gayreti bu yöndedir. Kendisini hedefine ulaştıracak her yolu dener, bunun için ciddi bir şekilde çaba gösterir. Böylece inkâr edenler için kesin bir yıkım olan ölümün sırrı da önünde açılır: ölüm asla yok oluş değil, gerçek yaşama geçiş aşamasıdır. İnkârcılar, yaşamlarının da ölümlerinin de ‘rastlantılarla ve kendiliğinden’ meydana geldiğini zannederler. Oysa yaşamı da ölümü de yaratan, bütün varlıklar üzerinde gözcü olan ve bütün işleri kontrolü altında tutan Allah’tır. Ölüm, rastlantı sonucu ya da kaza ile meydana gelen bir olay değil, Allah’ın özel olarak yarattığı, kaderde zamanı, yeri ve şekli belirlenmiş bir olaydır. Ölümün...

Devamını Oku

İnsan Yaşamın Devamı İçin Neye Güç Yetirebilir?

Bir an bedenimizdeki yaşamsal faaliyetleri bizim kontrol altına aldığımızı –imkansız da olsa- düşünelim… Yalnızca kalbimizin birkaç dakika durması yaşamımızı sona erdirmeye yetecektir. Çok kısa bir süre soluk alamamak da aynı şekilde. Ayrıca tüm bu işler biz uyurken nasıl devam edecektir? Uyurken de tüm organlarımız çalışır çünkü. Söz ettiğimiz tüm faaliyetleri düzenli bir şekilde kontrol ettiğimizi varsaysak bile, yaşamımızın devamlılığı için gerekli olan dış etkenler ne olacaktır?… Kendi bedenimizi kontrolümüz altına alamazken, dış dünya ve evrendeki insan için özel yaratılmış ‘ince ayar’ ve denge üzerine kurulmuş mükemmel sisteme müdahale edebilmeyi düşünmek ütopya olacaktır. Tüm bunları detaylarıyla derin düşünmek, herşeyi sonsuz akıl ve güç sahibi olan Allah’ın kontrol ettiğini kavramamıza yardımcı olur. Canlı-cansız her varlık, Allah’ın “Ol” buyruğuyla yaratmasıyla meydana gelmiştir ve tümü O’nun kontrolündedir. Bunların bilincine varmak insana aczini hatırlatır ve içinde yaşadığı gaflet halinden kurtulmasına yardımcı olur.  Yöneten, bütün yaratılmışları düzenle ve dengeyle idare eden ve birbirine yardımcı eden (Müdebbir) Allah her an insanları gözetimi ve denetimi altında tutar, her olayı an ve an yaratır. “Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için.” (Talak Suresi, 12) ayetiyle bildirilir; O her an insanları sarıp kuşatır. “… Muhakkak Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır.” (İsra Suresi, 60) ayeti gereği Rabb’inin kendisini çepeçevre kuşattığının şuurundaki mümin, gizli ya da açık yaptıklarının, konuştuklarının, kısacası...

Devamını Oku

Amaçsız ve Boş Sözler

Günümüz toplumunda birçok insanın en belirgin özelliklerinden biri, konuşmalarının boş ve amaçsız olmasıdır. Halkın oldukça büyük bir kesiminde, “laf olsun torba dolsun” ifadesiyle tanımlanan boş konuşma, adeta bir davranış şekli haline gelmiştir. Hiçbir çözüme ve sonuca götürmeyen, kalıplaşmış belli sözler bu boş konuşmaların temelidir. Konuşulan konular belli ve kısıtlıdır ancak içeriği oldukça geniştir. Halk arasında, “geyik muhabbeti” deyimiyle ifade edilen ve ne denli gereksiz olduğu açık olan bu tarz konuşmalar, saatler ilerledikçe uzar, genişler, bir konudan diğerine atlanır. Bilgi sahibi olunmasa da, hemen herkes her türlü konuda fikir beyan eder. Hiçbir sonuca ulaştırmayan, hiçbir yarar sağlamayan bu konuşmalar, genellikle karşısındakilere fikir, düşünce ve görüş sahibi olduğunu hissettirme amacı taşır. Bu arada, gerçekten konuşulup halledilmesi gereken konular bile, içinden çıkılması güçleşen çözümsüzlüğe sürüklenir. Kısa sürede çözülebilecek sorunlar saatlerce bazen günlerce uzar. Konuşmalar çözüm üretme yerine iddialaşma ve kişilik gösterisi haline gelir. İş toplantıları, apartman toplantıları hatta arkadaş toplantılarında hep bu tür görüntülere rastlanır. Konular her zaman basit ve yüzeysel olarak ele alınır. Oysa sorunlar akılcı, özüne inerek ve hikmetli bir biçimde dile getirilse çözüm yolları da bulunabilir. Akılcı ve hikmetli yaklaşım, Yüce Allah’ın dilediği kullarına lütfettiği bir üstünlüktür. Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Bakara Suresi, 269) Allah’ın katından bir nimet olan akıl ve hikmete sahip olmayan kişi, birkaç cümlede özetlenecek bir konuyu saatlerce anlatsa da...

Devamını Oku

Çile Cennete Ulaştırır

İnsanların yalnızca diliyle “ben inanıyorum” demesi yeterli değildir; Allah kullarından samimi bir iman ister. İnsanın dünyadaki görev ve sorumluluğu Allah’a iman etmek, Kur’an ahlakını yaşamak, Rabb’inin sınırlarını korumak ve O’nun rızasını kazanmaya çalışmaktır. Yüce Allah, “iman ettim” diyen kulunu dünya hayatında imtihan edeceğini bildirir. İnsanlar, (sadece) “İman ettik” diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? (Ankebut Suresi, 2) Dini yaşamaya karar veren insan, şeytanın kendisini saptırmak için göstereceği tüm çabalara rağmen Allah’ın dosdoğru yolunda yürümekte kararlı olduğunu kanıtlamalıdır. Nefsinin bencil tutkularını Rabb’inin hoşnutluğuna tercih etmeyeceğini de davranışlarıyla göstermelidir. Peygamberimiz(sav) de bir hadisinde; “İman, kalben bilip tasdik etme, dil ile söyleyip ikrar etme, beden uzuvlarıyla da amel etmektir.” (Hz. Ali r.a. Kütüb-i Sitte, 16. Cilt , Sf. 492) buyurur. Allah, imanı yaşamayı kabul eden kulunun karşısına sabır göstermesi gereken zorluklar çıkaracak ve göstereceği tepkilerle onu sınayacaktır. Allah Kuran’da Bakara Suresi, 155. Ayette, müminleri korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğini bildirir. Kur’an’la haber verilmesine rağmen, iman eden insanın karşılaştığı zorluklara şaşırması doğru değildir. Yaşanan zorluklar sıradan gibi görünen günlük sorunlar ya da büyük bir felaket gibi görünen olaylar olabilir. Samimi mümin, tümüne imtihan gözüyle bakar, Allah’a tevekkül eder ve O’nu hoşnut edecek en uygun olan davranışı gösterir. Mümin zorluktan, çileden, beladan kaçmaz; çünkü her şey kusursuz olsa, o zaman sınama olmaz. İmanın denenmesi ve yaşanan zorluklar karşısında imanın olgunlaşması/derinleşmesi, kısacası sağlam olabilmek için insanın zorlanması, canının acıması gerekir. İmtihan mekanı...

Devamını Oku

“Sabredin ve Sabırda Yarışın”

Samimi inanan insanın alabileceği en güzel karşılık Allah’ın sevgisini, hoşnutluğunu, rahmetini ve sonsuz cennetini kazanabilmektir. Bu güzellikler, dünyadaki hiçbir nimetle ya da zevkle kıyaslanamaz. Yüce Allah Kur’an’da sabredenleri sevdiğini haber verir. Bu sevgiyi kazanabilmek için, Allah’ın her olayı bir hikmet üzere ve müminler için hayırla yarattığının bilincinde olmak ve yaşananlar karşısında tevekküllü olmak gerekir. Mümin, tek güvenilir varlık olan Allah’a dayandığı için her konuda sabır gösterir, zorluklara boyun eğmez. Ve karşılığında da O’nun sevgisini kazanır. Yüce Allah bir ayette, “Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın, (sınırlarda) nöbetleşin. Allah’tan korkun. Umulur ki kurtulursunuz.” (Al-i İmran Suresi, 200) sözleriyle müminlerin bu ahlakı ve dolayısıyla sevgisini kazanmak için yarışmalarını buyurur. Peygamberimiz (sav) söyle buyurur: “Müminin işi ne güzeldir! Allah onun hakkında ne hüküm uygularsa o mümin için hayır olur. Eğer ona iyilik dokunursa teşekkür eder, bu mümin için hayır olur. Ona bir zarar dokunursa sabreder, bu da onun için hayırdır.” Kusursuz yaratılmış imtihan mekânı olan dünyadaki yaşam, Kur’an’da tavsiye edilen ahlakı yaşayanlar için de, yaşamayanlar için de aynı hızla geçmektedir. Bu kısacık yaşamda Rabb’imizin imtihan için yarattığı olaylara sabır göstermeyen, isyan eden, kulluk ve ibadetlerinde kararlı olmayan kişi de belirlenen günde mutlaka ölümü tadacaktır. Allah’ın sınanmaları için yarattığı olaylara sabrederek, kaderlerine teslim olanlar, ahirette kurtuluşa ve eşsiz ağırlanma konağı olan cennete kavuşacaklardır. Dünya hayatında sabır değil, tahammülsüzlük gösteren,  yaşadıkları zorluklardan sürekli şikâyet edenlerin ise, dünyadayken içinde yaşadıkları karanlık ahirette de sürecek,...

Devamını Oku

Uçak Yapılmış, Kuş Tesadüfen Olmuş… Öyle mi?

En kusursuz uçuş makinesi hangisidir? Skorsky helikopteri mi, Boeing 747 yolcu uçağı mı, yoksa F-16 savaş uçağı mı? Reader’s Digest dergisinde konu olarak kuşları ele alan bilimsel bir makale aşağıdaki cümle ile başlayarak bu sorunun cevabını şöyle vermektedir: “Aeorodinamik bir harika olan kuşla kıyaslandığı zaman en gelişmiş hava aracı bile sadece kabataslak bir kopyadan öteye geçmez.”Kuşlar mükemmel uçuş makineleridir. Bir aracın uçabilmesi için hafif olması gereklidir. Bu, kanadı tutturmak için kullanılan vida ve perçinler için de geçerli bir kuraldır. İşte bu nedenle insanlar uçak imalatında hep özel malzemeler kullanmaya çalışırlar: Sert ama hafif, aynı zamanda da darbelere dayanıklı. Bütün çabalara rağmen bu konuda kuşlara yaklaşamadığımızı söyleyebiliriz. Siz hiç iniş sırasında infilak eden ya da parçalanan bir kuş gördünüz mü? Ya da uçarken gövdeye olan bağlantıları zayıfladığı için kanadı düşen bir kuş? Kuşlardaki kusursuz tasarımların havacılığın gelişmesinde çok büyük etkileri vardır. Nitekim uçağın mucidi olarak kabul edilen Wright kardeşler, Kittyhawk adındaki uçaklarının kanatlarını yaparken akbaba kanatlarının tasarımını örnek almışlardır. İçi boş hafif kemikler, bu kemikleri hareket ettirecek güçlü göğüs kasları, havada tutunmayı sağlayacak nitelikte tüyler, aerodinamik kanatlar, yüksek enerji ihtiyacını karşılayacak bir metabolizma. Kuşların bir tasarım ürünü olduğunu açıkça gösteren tüm bu özellikler onlara havada büyük bir hareket kabiliyeti verir. Kuşlar daha pek çok bakımdan da uçaklardan çok ileridir. Örneğin kuzgun, güvercin gibi kuşlar havada takla atabilirken, arı kuşları havada asılı kalabilirler. Havada uçarken fikir değiştirerek ani bir hareketle bir...

Devamını Oku

"Rabb'ime Dua Etmekle Mutsuz Olmayacağım"

“…Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım.” Dua, bize can veren, akıl ve beden lütfeden, yeryüzünü yarattıkları için yararlı ve elverişli kılan Yüce Allah’a gereği gibi yakınlaşma yoludur. Yalnızca sıkıntı ve zorluk zamanlarında değil, sürekli yapmamız gereken bir ibadettir. Dua, O’nun bize çok yakın olduğunun, fısıltıyla söylediğimiz hatta içimizden geçirdiğimiz her sözü işittiğinin bilincine varmamıza vesile olur. Allah her şeyi sarıp kuşatandır, insanın yaşamındaki en büyük dost ve yardımcıdır. “Çağırmak, yardım istemek” anlamındaki dua ihtiyaç içindeki, güçsüz ve sonlu bir varlık olan insanın, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, tek büyük güç sahibi, sınırsız ve sonsuz Rabb’ine çağrıda bulunması,  yardım dilemesi ve tüm benliğiyle O’na yönelmesidir. Samimi inanan insanların yaşamlarının ayrılmaz doğal bir parçası olan dua, birçok insanın ise sadece zorluk zamanlarında; korku duyduğu ya da bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığında hatırladığı bir ibadettir. Oysa insan Yüce Allah karşısındaki aczinin şuurunda olarak hem rahatlıkta, hem de zorlukta Allah’tan yardım istemelidir. Dua etmenin önemi Kur’an’da, “… Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?” (Furkan Suresi, 77) ayetiyle haber verilir. İnsan kulluğunun şuurunda olduğu sürece Allah katında değer kazanabilir. Bu nedenle Allah’a yönelmek, yapılan hatalar konusunda Allah’a itirafta bulunmak ve yalnızca Allah’tan yardım dilemek gerekir. Bundan farklı bir davranış Allah’a karşı büyüklenmektir. Dua, önceden ezberlenmiş belli cümleleri –bazen anlamını dahi bilmeden- tekrarlayıp durmak değildir. Kur’an’da açıklanan dua bundan tamamen farklıdır. Dua edilirken, Allah’ın varlığı, birliği, büyüklüğü, gücü, her kulunu...

Devamını Oku

"Onların Fısıltılarını Duyuyor musun?"

Biz, onlardan önce nice insan nesillerini yıkıma uğrattık; (şimdiyse) onlardan hiçbirini hissediyor veya onların fısıltılarını duyuyor musun? (Meryem Suresi, 98) Tarih boyunca tüm kavimlerin Allah’a başkaldırmak, O’na şirk koşmak, yeryüzünde haksız yere büyüklenmek, insanların mallarını haksızlıkla yemek, sapkınlık ve azgınlık yapmak gibi ortak bazı özellikleri olmuştu. Bir başka ortak özellikleri de, müminlere karşı baskı ve zulüm uygulamalarıydı. Bu azgın toplumlar müminleri sindirmek için her yolu denemişlerdi. Kur’an bu toplumlara ilişkin bize birçok bilgi verir. Bunların hatırlatılmasındaki amaç, kuşkusuz tarih bilgisi vermek değildir. Peygamber kıssaları “ibret” alınması için anlatılır ki; helak olanlar, arkalarından gelenleri doğruya yöneltsinler. Kendilerinden önceki kuşaklardan nicelerini yıkıma uğratmamız, onları doğruya yöneltmedi mi? (Oysa bugün kendileri) onların kaldıkları yerlerde (tarihi kalıntıları üzerinde) gezinip durmaktadırlar. Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri için ayetler vardır. (Taha Suresi, 128) Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır…(Yusuf Suresi, 109-111) Kıssalara “ibret” amacıyla bakarsak, bugün içinde yaşadığımız toplumda da helak edilmiş toplumlara benzer bir dejenerasyon yaşandığını görebiliriz. Özellikle “kavmin önde gelenlerinin” önemli çoğunluğu, helak olmuş kavimlerden pek de farklı değildir. Bu kimseler dinin hükümlerini bildikleri halde, taşkınlık, azgınlık ve sapkınlık yapmaktan çekinmezler. Dahası kendilerine Allah’ı hatırlatan müminlere karşı düşmanlık yaparlar. Tüm kavimler, doğal sebeplerle gelen afetler sonucunda cezalandırılmışlardır. Deprem, sel, fırtına, yanardağ patlaması gibi. Bugün çirkin utanmazlıklarda bulunan ve eski toplumların işlediği suçları işleyenler de, benzer cezalarla karşılaşabilirler. Ülkemiz için de tüm bu anlattıklarımız geçerlidir. Özellikle büyük kentler, inkarcılık, dini ve müminleri...

Devamını Oku

Allah'tan Hoşnut Olmak

Dünyevi değerlerini kaybetme ya da kazanma endişesi içinde olan kişiler, Allah’a gönülden teslim olup, yalnızca Allah için yaşayamazlar. Allah’ın buyruklarına değil, kendi nefislerine uygun olanı seçerek kendilerince din ahlakını yaşamaya çalışırlar. Yaşamlarında bir zorluk oluştuğunda, değerlerinin zarar görebileceği bir durumda öncelikleri, dünyevi çıkarları ve nefislerinin bencil tutkularıdır. Mallarını ve canlarını Allah yolunda feda etmiş olan müminler için ise Allah Katında bulunan, dünyevi tüm değerlerden daha hayırlıdır. Samimi müminlerin yaşamında ‘biraz Allah hoşnutluğu için, biraz nefsi için’ gibi bir mantık olmaz. Her işlerinde Allah’ın rızasını ve cennetini kazanma gayreti içindeki müminlerin bu özellikleri, “Oysa onlar (kendilerini tümüyle Allah’a ve İslam’a teslim etmeyenler) bir ticaret ya da bir eğlence gördükleri zaman, (hemen) ona sökün ettiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: “Allah’ın Katında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cum’a Suresi, 11) ayetiyle bildirilir. Bu insanlar, kaderlerine tam olarak teslim olamadıkları için, karşılaştıkları olaylara olumsuz yaklaşarak umutsuz ve karamsar bir ruh haline bürünürler. Oysa insan yaşadığı olaydaki hikmetli yönleri görür, Allah’ın kendisi için her olayı hayırla yarattığına kanaat getirirse bu bakış açısından kurtulur ve kadere imanın huzurunu yaşar. Her insan Allah’ın kendisi için yarattığı kaderle muhataptır. İnsanın, olaylar karşısındaki tevekkülsüz ve isyankar davranışları, ”ben bu kaderi beğenmedim” anlamına gelir ve büyük hatadır. Oysa kişi, başına gelen her musibete kader gözüyle bakıp, “Allah’tandır” diye düşündüğünde rahat edecektir: Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet...

Devamını Oku

Dünyadan Geçebiliyor muyuz?

“…onları bırak, içine ‘daldıkları saçma uğraşılarında’ oyalanıp-dursunlar. Dünyaya bir kez gelmek ve yaşamın kısalığı ve belli bir vakitte öleceğini bilmek her insan için en önemli gerçektir. İnsan bu gerçeği geç bile fark etse, kendisini gözden geçirerek, yaşantısını Allah’ın istediği şekilde yeniden düzenleyebilir. Önemli olan; fark ettiğinde telafisi olmayacak kadar geç olmamasıdır. Yüce Allah dünya hayatını, “O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.” (Mülk Suresi, 2) ayetiyle bildirildiği üzere, insanlardan hangilerinin daha güzel davranacağını ve kimlerin Kendisi’ne bağlı kalacağını denemek için yaratmıştır. Dünya, Allah’tan korkup sakınanlarla, O’na nankörlük ederek yüz çevirenleri ayırt etmek için hazırlanmış bir imtihan ortamıdır. Ve her insanın ahirette alacağı karşılık, yaşamı boyunca Allah’a gösterdiği sadakati ya da sadakatsizliği oranında olacaktır. Aslında dünya hayatının kısalığı toplumda bilinen, konuşmalarda söz edilen ancak ciddiye alınmayan bir konudur. Dünya hayatı hakkındaki, “ölümlü dünya”, “iki günlük dünya” insanların çok sık kullandığı sözcüklerdir ancak samimiyetsizce söylenir. Dünyanın ölümlü ve iki günlük olması, onlara ahireti değil, ölümle birlikte kaybedecekleri zevkleri çağrıştırır. Bu nedenle de kısa olan hayatlarını, ‘dünyaya bir kez gelineceği’ düşüncesiyle ‘günlerini gün ederek’ yaşamaya çalışırlar. Ahiretten gaflette yaşayan bu kişilere, Kuran’da da haber verildiği üzere dünyevi nimetler çekici kılınmıştır. Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara ‘süslü ve çekici’ kılındı. Bunlar, dünya...

Devamını Oku

Huzuru İslam Dışı Sapkın İnançlarda Aramak

İnsanların büyük çoğunluğu, yeryüzünde yaşanan kargaşanın, kavgaların, savaşların, sıkıntıların, samimiyetsizliğin, bencilliğin sona ermesini, huzur, barış ve mutluluk içinde bir yaşama ulaşmanın yollarını arar. Bu arayış içindeki bazı kişiler özlemini duydukları yaşamı, insanlar tarafından oluşturulmuş batıl dinlerde bulabileceklerini düşünürler. Oysa yalnızca dünyada ve ahirette sonsuza dek sürecek bir yaşam, ancak Kur’an ahlâkının gereğince yaşanmasıyla umut edilebilir. Söz ettiğimiz batıl dinler Doğu dinleridir ve pek çok sapkın inanç içerirler. Ancak insanların birçoğu, bu görüşlerin iç yüzlerini detaylı olarak bilmezler. Yahudilik, Hıristiyanlık -ilk vahyedildikleri durumları- ve İslamiyet gibi vahye dayalı dinler, insanları aydınlık, huzur, barış ve güven dolu bir yaşama çağırırlarken, genellikle Doğu dinleri olarak bilinen çarpık inanışlar, dünyadan tamamen uzaklaşıp sefil koşullarda yaşamayı, her yönüyle batıl, kasvetli bir yaşamı önerirler. Bu sapkın dinin bireylerinin asıl ve en önemli yanılgıları ise Allah’ın mutlak varlığını kabul etmeyip, kendi yaptıkları putlara tapmaları ve bu putlardan yardım ummalarıdır. İnsanın kendi yaptığı bir puta güç atfetmesi, o putların yardım edebileceğini ya da cezalandırabileceğini zannetmesi, ondan korkması ya da saygı göstermesi büyük bir sapkınlık ve akılsızlıktır. “Siz yalnızca Allah’tan başka birtakım putlara tapıyor ve birtakım yalanlar uyduruyorsunuz. Gerçek şu ki, sizin Allah’tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah’ın Katında arayın, O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Siz O’na döndürüleceksiniz.” (Ankebut Suresi, 17) Hinduizm, Budizm ve Caynizm gibi sapkın Doğu dinlerinde Karma inancının çok önemli bir yeri vardır. Karma yanılgısına göre, bir insan geçmişte...

Devamını Oku

İçinde Yaşadığınız Dünyanın Gerçekliğinden Emin misiniz?

Şu anda karşınızdaki bilgisayar ekranının, yazı ve resimleriyle, parlak ve canlı renkleriyle, aslında beyninizde izlediğiniz üç boyutlu bir görüntü olduğunu biliyor musunuz? Dokunduğunuz klavyenin, parmaklarınızın üzerinde gezindiği tuşların da aynı şekilde beyninizde dokunduğunuz klavyeye ait olduğunu?.. Söz ettiklerimiz bir varsayım değil, bilimsel gelişmelerle ortaya konmuş kesin bir gerçektir. Örneğin, ekrana baktığınızda yansıyan ışık, gözünüzün retina hücreleri tarafından elektrik sinyallerine çevrilir. Optik sinirler aracılığıyla iletilen bu sinyaller, monitörün şekli, görüntülerin rengi hakkında bilgileri beynin görme merkezine taşırlar. Sinyaller, burada yorumlanır, anlamlı bir bütün haline getirilir; böylece izlediğiniz görüntü sizin için, ışığın asla giremediği başınızın içindeki karanlıkta yeniden inşa edilir. O halde, gözünüzle gördüğünüz düşüncesi aslında gerçekleri yansıtmaz. Gözler yalnızca gelen ışığı elektrik sinyaline çevirir. Karşınızda olduğunu düşündüğünüz ekranın görüntüsü de zannedildiği gibi sizin dışınızda değil, aksine içinizdedir. Hatta zihninizdeki bu görüntünün, dış dünyada maddesel bir karşılığı olup olmadığından, gerçekliğinden de hiçbir zaman emin olamaz, bilgisayarın dışarıdaki aslına da asla ulaşamazsınız. Tuşları elinizle hissediyor olduğunuz için klavyeyi dışınızda zannedebilirsiniz. Oysa bu his de, aynen görme algısında olduğu gibi beyninizde meydana gelir. Derinizdeki sinirler uyarılır, bu uyarılar elektriksel sinyaller halinde beyne ulaşırlar. Beyindeki dokunma merkezine ulaşan bu iletiler dokunma, sertlik-yumuşaklık, sıcaklık-soğukluk gibi hisler olarak algılanır. Gerçekte ise, hiçbir zaman beyninizde izlediğiniz görüntünün dışarıdaki aslına dokunamazsınız. Bu durum diğer tüm duyular için de geçerlidir. Örneğin, titreyen bir keman teli havada basınç dalgaları oluşturur. Bu dalgalar iç kulaktaki tüycükleri uyarır ve yine titreşimler elektrik...

Devamını Oku

Allah'ın Kelimeleri Tükenmez

Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah’ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Lokman Suresi, 27) Yalnızca bir kaç dakikalığına bize hayat veren şeyleri dikkatlice düşündüğümüzde şaşkınlığa düşeriz. İnsan mucizevi büyüklükte galaksiler barındıran bir boşlukta, 300 milyar galaksiden birinin içinde bulunan, yaşam için özel yaratılmış bir gezegende yaşar. Bu gezegen, yani Dünya, devasa boşluğun içinde hiç durmadan döner, milyarlarca yıldızdan yalnızca biri olan Güneş’in yolladığı ışınlar sayesinde Dünya ısınır. Besin, su ve azot döngüsü gerçekleşir; insanlar, hayvanlar, bitkiler ve mikroorganizmalar, kısacası tüm canlılar sayısız sebep vesilesiyle yaşar. Milyarlarca ayrıntı bir arada, kusursuz bir şekilde Allah katından sunulur. Bu güzellik ve nimetlerin her biri ayrı bir yaratılış harikasıdır.   Rabb’i insana hayatı süresince nimetler sunar. Her an kopyalanan DNA’sı, aldığı nefes, bedenine sürekli kan pompalayan kalbi, yaşam kaynağı su, çeşitli yiyecekler gibi sayılamayacak detay vesilesiyle yaşamını sürdürür. İnsan, tüm bu nimetlerle birlikte kendi kusursuz yaratılışı üzerinde derin düşünmelidir.   Her canlı doğum anından ölene dek hiç durmadan nefes alır. Ancak nefes almak yalnızca havayı içine çekmek ardından dışarı bırakmak değildir. Solunan havanın tükenmemesi, bozulup, kirlenmemesi ve sürekli tazelenmesi üzerinde düşünülmesi gereken önemli detaylardır.   Hiçbir canlı nefes almak için çaba göstermez. İnsanın hem etrafındaki hem de bedenindeki tüm koşullar rahatça nefes alabileceği yaratılıştadır. Solunan hava, Yüce Allah’ın yarattığı her yönden mükemmel bir düzen...

Devamını Oku

Sunulan Güzelliklerin Farkında Mıyız?

Mükemmel bir imtihan ortamı olarak dünya hayatını yaratan Allah, insanlar için sayılamayacak kadar çok nimet lütfeder. İhtiyaç duyacağı, seveceği, zevk alacağı tüm koşulları daha var etmeden önce kulları için hazırlar. İçine çekeceği hava, gökyüzünde süzülen birbirinden güzel kuşlar, sayısız çeşitlilik ve güzellikteki bitkiler, ruhu etkileyen estetik çiçekler, eşsiz nimetler, sevdiği insanlar, yüreğini coşturacak derecede güzel ve sevimli canlılar, kusursuz sistemler, Allah’ın kulları için yarattığı detaylardır.İnsan yaşama gözünü açtığı anda, ihtiyacı olan her şeyi hazır bulur. Korunmaya, beslenmeye muhtaç bu canlının minik boyutlarına ve yaşam koşullarına uygun en ince detaylar bile düşünülmüştür. Tüm yiyecekler, tüm dünya, tüm evren, insanın yaşam koşullarına uygundur. İnsanın ise bunlara sahip olmak için hemen hiç çabası olmamıştır. Muhteşem bir denge ve düzen emrindedir. İnsana daha kendisi bile habersizken bunların tümünü bahşeden Allah’tır. Allah, yeryüzünü yarattıkları için yararlı ve elverişli olarak yaratandır. İmanı sevmek ve imanın verdiği coşkuyla maddi, manevi  güzelliklerden haz almak, inkârı ise çirkin görmek, -doğal gibi görünse de- gerçekte Allah’ın lütfuyla kavuşulan bir nimettir. Allah, imanı kalplerde süsleyip çekici kılar; inkarı ise çirkin gösterir… Allah’tan uzak yaşayanlar, imanî bakış açısının kazandırdığı güzellikleri göremez; iç karartıcı, karanlık şeytanî sistemden haz alırlar. İnk’ar sistemlerinin içerdiği tüm pislikler ve kötülükler, onlar için ‘süslü ve çekici’dir. Rabb’ine kesin bilgi ile iman eden, O’nun kuşatıcı rahmetini hisseden, sevdiği herşeyin O’nun katından bir nimet olarak sunulduğunu kavrayan insan, Rabb’ine olan aşkını doruğunda yaşar. Güçlü imana ulaşan kişi, Allah dışında...

Devamını Oku