Yazar: muhammet_bjk

Zamanın Ortasında

Bir garip duygu yaşamak. Yaşamak dediysem hakkıyla, kendini bilerek yaşamak. Ne sonunda ne de başında bir yaşam… Bilmezsinki sonundamısın yaşamın ve bilmezsin yaşamın başında kimdi benliğin. İşte şu an ortasındasın yaşamın. Yarın varlığını kanıtlayan bir ipucu var mı? Ya da bir nefes daha alacak vaktin var mı? Hepsi muamma… Dedim ya ortasındasın yaşamın. Çizginin bir adım ötesi gelecek, bir adım gerisi geçmiş. Sen tam çizgidesin; yaşamın tam ortasında… Şanslısın, hala vaktin var ve şanssızsın o vaktin belki de çok dar. Sevebilmek için, sevilebilmek için, duyabilmek, görebilmek için… Hala vaktin var az da olsa. Belki de çok! Peki şimdi düşün, hatta pencereden dışarıya bak, baktığında ne görüyorsun? Yoldan hızla geçen spor arabayı mı, yoksa o güzelim doğayı mı? Belki de seni sen yapan farkı gözlerin görecek, kulağın duyacak ve kalbin hissedecek. Yaşamında ortasındasın nasıl olsa. Ya vaktin yoksa bir an daha? Hala hazır değil misin yalnızlığa? Bir kez daha bakmak ister misin ardına? Heyhat… Geçtiğin hiçbir an gelmez bir daha… Baktığından ders çıkarabilirsen ne ala… Değil midirki yaşananlar ders çıkarmak içindir. Geçmişten ne öğrendiysen kar, geleceğine bir mimar. Mimarı görmezden gelip çizginin bir adım ötesinde misin hala yoksa bir adım gerisinde mi? Yoksa zamanın ortasında mısın...

Devamını Oku

Gidemem! Yapamam!

Bir ördek yavrusu doğumunudan itibaren yüzmeyi bilir ve annesinin peşinden hiç ayrılmaz. Ya da bir penguen henüz doğmamış yavrusunun yiyecek ihtiyacını karşılamak için aylarca yol kateder. Geri döndüğünde ise hiç görmediği yavrusunu kokusundan tanır. Ya da bir arının bal yapma yetisine doğuştan sahip olması… Ancak biz ne ördeğiz, ne pengueniz ne de arıyız. Biz insanız, insanlar öğrenir ve öğretirler. Ve bizim bu yoldaki ilk öğretmelerimiz ebeveynlerimizdir.Konu: ÖğrenmekAmaç: Öğretmek Bilinmesi gereken öğretilmeyen, daha basit anlatımıyla hiçbir şey bilmeyen birine bilgi aktarımı yapmak deveye hendek atlatmak daha zordur. Özellikle öğrenme yaşını geçmiş, çoktan kendi doğrularını kendine inandırmış insanlara karşı… İnsan öğretilmesi hem kolay hem de çok zor varlıktır. İşte bu yüzden insanı öğretmeye bebeklikten başlanır. Şimdi biz de bu yüzden en baştan başlayacağız. Bebeklikten… Çocuk doğar. Belli başlı öğretmenler kendilerine bebekte bir yer edinirler. Öğretmenler bir tarafta, öğrenilenler bir tarafta… İlk öğretmenler; anne, baba..İlk öğrenilenler; anne, baba.. Ve devam eder öğretmen-öğrenilen ilişkisi.. Derken sırada bekleyen dede, teyze, hala, abi, abla çıkagelir. Tabi onlara da yer ayırmak gerekir beyinde… Birkaç isim ezberi daha… Bebeklik dönemi neyse ki ufak tefek isim veya sıfat ezberlemekten öteye gitmez. Ta ki okul dönemine kadar.. Bu arada okuldan alınacak ezberden önce anne-babanın öğreteceği birkaç şey daha vardır. Mesela dışarıya çıkıp arkadaşlarıyla oyun oynamak isteyen çocuğa GİDEMEZSİN! diyerek sosyal olmasını engellemek gibi.. Ve sonra boyu yetişmediğinden televizyonu açmak için tüm yaratıcılığını kullanarak altına kitaplar koyarak yetişmeye çalışan çocuğa...

Devamını Oku

Gün Akşam Olsa

Gündüzün pek anlamı yok gözümdeAkşamı bekliyorumGözüm güneşte,Bir batsa diyorumya da ansızın güneş tutulması olsaAy gelseKapasa güneşin önünüHava kararsa birdenAyrılsa sokaktan insanlarBomboş kalsaBir senBir benBaşka kimse olmasaAh akşam olsaGüneş küsüp gitse meselaBir kez olsun erken batsaya da ne bileyimOlsun işte bir şeyHava kararsınHatta göz gözü görmesinDaha iyi görebileyim seniBir sen bir ben kalalım Gün akşam olsaKapasa karanlığın geniş havzasıGündüzün aydınlığını.Bi perde çekse güneşin önüneHer yer kararsaEvlerin ışıkları yansa birer birerSisler ardından ışıldasa sokak lambalarıKuşlar ötmeyi bırakıp yuvalarına dönselerSokakta oynayan çocuklar ise evlerine..Meyhanede rakı sofrasında kendinden geçenler dağılsalar birer birerİşte diyorum ya sanaGün akşam olsa Gün akşam olsa birdenÖzlemimi gidersemBiliyorsun, söyledim sana çok kez;Vakit geçmiyor sensizSen olunca da vakit durmaksızın ilerliyorİnadına hızlıİnadına akıp gitmeler Keşke gün akşam olsave senBir görünsen banaO en parlakO en güzel görüntünü bir görebilsem Gün akşam olsave sen belirsen gökyüzündeTüm benzerlerinden daha parlakEn parlakDaha büyükEn büyükDaha narinEn narinDaha sevilesiEn sevilesi yıldızımGün akşam olsave senve benBaşbaşa...

Devamını Oku

Ümitsizlik Üzerine…

Şuan yazdığım yazıyla alakalı hiçbir fikrim yok. Ne kadar uzun olur, devam edebilir miyim, güzel olur mu? Yoksa saçma sapan bir şey mi çıkacak ortaya… diye düşünmeye başladım. Hatta en önemlisi de başlığı yazmış olmama rağmen altını neyle dolduracağımı dahi bilmiyorum. İşte şimdi geldi aklıma. Haydi başlayalım… Birçok insanın içinde garip bir düşünce vardır. Ya da bu düşünce tam bir işe başlanacağı zaman çıkagelir. O an her şeyi alt üst eder. Sizin en heyecanlı, yapmakta kararlı, bir o kadar da arzulu olduğunuz bir zamanda… Belki de sizin için ilham perilerinin havada uçuştuğu anlardır. Ama yapacak bir şey yoktur… Elinizden...

Devamını Oku

Masum Aşk Kırıntısı

Elveda! Demiştin giderken… Ve hemen öncesinde eklemiştin: “Ben seni çocuksu kalbimle sevdim”Evet sen beni bir çocuğun kalbiyle sevdin… Her çarşamba sana aldığım çikolatayı yemeyi sevdin, Her hafta sonu gittiğimiz sinemalardaki filmleri sevdin, Her akşam attığım mesajlardaki sevgi sözcüklerini sevdin, Gittiğimiz lunaparklarda eğlenmeyi sevdin. Bense yediğin her çikolatadan sonra “sen de bu çikolata kadar tatlısın” demeni bekliyordum; Sense, “bu çikolata çok tatlı” diyordun en “tatlı” halinle… Sinemadan çıktığımızda “sen de bu kadar güzel, seyirliksin” demeni bekliyordum; Sense “bu film çok güzelmiş” diyordun en “güzel” halinle… İçine sana aşkımı gizlediğim mesajları attığımda, senin de bana aşkını haykırmanı bekliyordum; Sense “çok beğendim” demekle yetiniyordun en “aşksız” duygularınla… Lunaparktan ayrıldığımızda “seninle vakit geçirmek çok eğlenceli” demeni bekliyordum; Sense “lunaparkta olmak çok eğlenceli” diyordun en “eğlenceli” halinle… Her şey açık ve netti! Ben seni seviyordum “en yetişkin” halimle… Sen de beni seviyordun ama “en çocuksu yüreğinle…” Şimdi sana vermeyi cüret edemediğim “aşk” mektuplarını yakıyorum teker teker; Bir yandan da bana attığın mesajı okuyorum hiç ara vermeden… “Elveda” dan hemen sonra demişsin ki: “Anladım ki ben seni seviyorum. Hayır bu kez çocuksu değil. Seni gerçekten seviyorum. Sanırım sana alıştım ve aşık oldum…” Ardından bir de benim sana attığım mesajı açıp okuyorum tekrar tekrar: Telefonun ekranına akan yaş damlalarıyla: “Ben senin çocuksu yüreğinin sadece bir oyuncağıydım ve sen o oyuncağı o kadar çok yere düşürdün ki, artık oynanacak yeri kalmadı…...

Devamını Oku

Aşkın Dili Yoktur

Hikaye şehirlerarası bir yolculuk esnasında bir otobüste geçmektedir… Otobüsün orta kısımlarında arka arkaya oturan biri kız diğeri erkek iki genç bulunmaktadır ve bu iki gencin ortak özellikleri ise; ikisinin de dilsiz olmasıdır… Her iki gencin de yanlarında kendilerine yardımcı olmaları için birer yakınları bulunmaktadır.Bir diğer ayrıntı ise iki genç otobüse binerken birbirlerini görmemişlerdir ve birbirleri hakkında herhangi bir fikirleri yoktur… Yolculukları sırasında genç adam oturduğu koltuğun arka kısmını, genç kızın rahatsız olacağı seviyeye kadar indirir… Bir süre bu şekilde devam etmesine izin veren genç kız, buna dayanamaz ve sonunda yanında bulunan yakınına bu durumu izah eder; tabi kendi diliyle… Hemen yanındaki kadın önde oturan iki adama seslenir: “Lütfen koltuğu kaldırır mısınız!” Durumdan habersiz olan genç adamın yanındaki yakını, vaziyeti anlayınca genç adamdan koltuğu kaldırmasını ister.. Genç adam bu durumdan bir hayli rahatsızlık duyarak koltuğu hızlıca ileriye alır… Genç kız ise bir süredir duyduğu rahatsızlıktan kurtulmuş olmanın keyfiyle büyük bir “oh” çeker.. Ve genç kız önünde bulunan adamdan intikam almak için koltuğun arkasında bulunan servis için kullanılan yeri hızlıca indirip geri bırakır… O esnada uyumaya çalışan genç adam bu duruma fazlasıyla sinirlenir ve koltuğu tekrar eskisinden daha fazla geriye yaslar… Adeta aralarında birbirlerini tanımamalarına rağmen savaş çıkmıştır! Aynı şekilde altta kalmak istemeyen genç kız koltuğu tekmelemeye başlar… Ancak nihayet mola yerine gelmişlerdir ve kendilerini toplarlar… Ve Birbirlerine büyük bir nefret duymaktadırlar… İki genç birbirleriyle karşılaşmamak için biri ön kapıdan; diğeri...

Devamını Oku

Büyük Dünyadaki “Biri”nin Küçük Dünyası

Sabah kalkmışsındır, bugün her şey mükemmel olacaktır… – En azından öyle umut ediyorsundur. Önce pencereyi açıp derin bir nefes alırken yan taraftaki inşaat çalışmalarına gözün takılır, o kadar sesli bir çalışmadır ki bugün çalıştığınıza şükredersin neredeyse… Ve o neşe ile kahvaltını yapar, aceleyle çıkarsın dışarıya…Hava sen dışarı çıkıncaya kadar bozmuştur, bir koşu gidip telaşla şemsiyeni almaya gidersin. Dilinde bir nakarat az ötedeki otobüs durağına başlarsın yürümeye. Yolda yamanması unutulmuş çukurlara birikmiş suların oluşturduğu minik göletleri bir bir atlayarak sabah sporunu da yapmış olursun bir anlamda da… Aklında ise bir endişe: “Ya şimdi bir araba gelirde hızla yanımdan geçerse!” Ne hikmetse daha o anda dileğin gerçek olur. Hızla geçen arabanın ardından kıyafetlerin perişan… Önünde iki seçenek; ya eve gidip yeni bir şeyler giymek, geç kalma uğruna da olsa… Ya da “ne gerek var bugün geç kalmamalıyım, iş yerinde üstümü temizlerim”… En kolayı ikinci seçenek olduğu için devam edersin ikinci seçenekten… Otobüse binmişsindir; herkes balık istifi, ıslak saçlar, ıslak kıyafetler üstüne üstlük otobüsün tavanından ŞIP! ŞIP! Düşen yağmur damlaları… Ve ardından bir ses: “Beyefendi, ilerleyelim lütfen!”… Henüz otobüse yeni binmiş ve üzeriniz o halde iken o beyefendinin söylediği “ilerleyin lütfen” sözünden sonra her ne kadar ilerleyecek yer bulunmamasına rağmen ilerlemeye çalışmak ve kendi derdin yetmiyormuş gibi otobüs ücretlerini elden ele dolaştırmak… Öyle zor gelir ki… Otobüsten ininceye kadar kendini bir şekilde motive ediyorsun; şuan yine çok iyisin, neşelisin, olanların hepsi küçük...

Devamını Oku

Aşkın Harmanı Kalpte Tutuşur

Tarihin günümüze kadar anlatıla gelen ve hala bazen kitaplarda bazen de şiirlerde anlatılmaya devam edilen o ünlü aşkları, o ünlü aşıkları… Yani Leyla ile Mecnun’u, Yusuf ile Züleyha’sı, Kerem ile Aslı’sı, Ferhat ile Şirin’i, Arzu ile Kamber’i, Gül ile Bülbülü, Aşık ile Maşuk’u… Birbirinden farklı zamanlar, farklı mekanlar, farklı kimseler ve farklı acılar. Böylesine farkın bir araya geldiği yerde tek bir şey aynı: Tüm kahramanların birbirlerine olan sevgisi, tutkusu yani tarif edilemez aşkı… Senelerce büyük aşıkların, üstadların kaleminden okuduk Mecnun’a dönen Kays’ın çöllere düşüşünü, aşkının Allah aşkına dönüşmesini ve sonra mezarda sevgiliye kavuşmasını. Züleyha’nın Yusuf için kendini derbeder edişini, Yusuf’un terbiyesini ve sonra birbirlerine kavuşmalarını. Gülün bülbül için, bülbülün sesi için solmasını, yapraklarını döküşünü ve tomurcuk kalışını, bülbülün gül için içten ötüşünü, çaresizliğini…   Sevmek, aşık olmak için, ne erkendi vakit ne de geç. Tam vaktiydi sevmenin, kendilerini kalpleri için feda etmelerinin, sevdikleri için sevgilerini ifşa etmelerinin ya da Leyla’nın yaptığı gibi içlerinde tutabilmenin. Acısını da sevincini de yalnızca kalbiyle paylaşabilmenin zorluğuyla yaşamanın, öylece geleceği günün umuduyla kalabilmenin… Kendisi için değil kalbi için sevdiği için dayanabilmenin eşsiz örnekleriydi onlar. Fuzuli’nin deyimiyle onlar: Canı kim cananı için sevse cananın sever Canı için kim ki cananın sever canın sever Cananları için sevdiler. Canlarını cananları için feda ettiler. Zaten hiç kendileri için sevseler bu hallere düşerler miydi? Hiç Mecnun kendini Leyla’da bulmasaydı, Leyla kendini Mecnun’da bulmasaydı divane olurlar mıydı?   Aşıkların tüm...

Devamını Oku

Düşlerken Zamanı

Düşlerken zamanı, her geçen günün ardından. Siyah ile beyazın farkını, yani zıtlığı. Gülmeyi; gülmenin getirdiği ağlamayı, sevinci; sevincin getirdiği hüznü, güzeli; güzelin getirdiği çirkini ve yaşamayı; yaşamın getirdiği ölümü. Sabah akşamı, akşam sabahı düşünürken bulursun içinde düşlerini. Sonrasını düşünürken anlamazsın an’ın geçtiğini. Sevmeyi umut ederken mutlu olduğun vakit, eyleme geçmezsen yok olur gider; ölümüne kadar sevgisiz yaşarsın. Karanlığın içinde hapsolmaktan kaçarken fark edemezsin zifiri karanlığın içine doğru yol aldığını. Çocukken hayal ettiğin gençliği, genç iken hayal ettiğin yaşlılığı ölümün son anında hatırlarsın. Ölümü getiren yaşlılığı, yaşlılığı getiren gençliği ve gençliği getiren çocukluğunu. Anlarsın ki hayal ettiklerin yine hayallerin. Gün geçmiş, ay geçmiş, yıl geçmiş ve sen yine eski sen. “Zaman, sudan çıkarıp suya daldıran dolap;Bir varlık ve bir yokluk; her hasta bir inkilap…” diyor Necip Fazıl. Geldiğin yerden yine geldiğin yere gidersin. Hem var olursun hem yok. Doğduğunda var, öldüğünde yoksun. Varsın ama dünyada yoksun. İnce bir çizginin ötesinde bir yerdesin. Doğduğunda önüne alıp baktığın hayatın uzunluğunu çok bululursun. Ne kadar fazla seneler var önümde, ölene kadar yapacak çok şey var dersin. Hasılı öyle geçmez zaman. Yaşamın son nefesinde gösterir değerini zaman. Uçurumun kenarında ya da ip cambazlarının yaptığı gibi yüksekte bir yerde ipin üzerinde, yer çekimine meydan okumak değil zaman. İçine girdiğinde ya düşersin ya da ayakta kalırsın. Bir anlık hatada kaybolur gidersin. Ya geçmişte vardın ya da şimdi varsın. Thomas Brown’un: “Yaptığınız işin en iyisini, bir de...

Devamını Oku

Değişirsen Eğer

Yum gözlerini. Ve ben gidinceye kadar açma sakın. Ardımdan bakarda görürsem gözünün maviliğini ve görürsem bir damla gözyaşını üzülür, geri dönerim. Şimdi söz ver bana, ayak seslerim kesilinceye kadar usulca kalacaksın yerinde. Adımı anmayacaksın sokaklarında, adımı vermeyeceksin yabancı mekanlara. Sana yazdığım şiirleri, mektupları alıp yok edeceksin mavi sularında. Bir Kız Kulesi’ni andıracaksın yokluğumda. İçindeki Kız Kulesi olacaksın. Yalnız tek başına… Boğazın düğümlenmeyecek beni özlerken, sahiplenmeyeceksin tüm suçlarımı. Gündüz olmayacak en ihtiyaç duyduğun zamanlarda. Yaz hiç uğramayacak kapına. Bir bunalım nehrinde yüzüyor gibi olacaksın. Girdaplar içinde dönüp duracaksın yalnızlığında. Sahipsiz bir gemi bulacaksın sahilde, bir kenarda. Onunla bulmaya kalkışma beni, koskoca sen içinde kaybolur, yok olursun. Ben yokken dört bir yanını yabancılar saracak. Bir bir eski güzelliğini, o eski naifliğini yitirmeye başlayacaksın. Birileri çıkıp eserlerini çalmaya çalışacak. İzin verme onlara. Kaybetme Sultan Ahmet’ini, Ayasofya’nı. Kaybetme güngörmüş saraylarını, kültürünü. Gözyaşı akıtmak yerine eski bir türkü söyle bana. Yanında olmasamda duyarım, dinlerim seni can kulağıyla. Sabahlara kadar açık bırakma ışıklarını. Erken uyu ve erken karşıla diğer günü. İzin verme yeni nesil yetmelere, açmasınlar gece ışıklarını, ürkütmesinler dar sokaklarını. Karartmasın içini ne bataklığa saplanmış bir genç ne de iftiracı bir yabancı. Yalan söyleyipte leke sürülmesin saflığına. Özünle kal, özünle yaşa… Eski çınarlara kazımıştım isimlerimizin baş harflerini. Sen koca bir “İ” harfi olmuştun ağacın kabuğunda, bense koca bir “M” harfi olmuştum hemen yanı başında. Kesmelerine izin verme, yapmasınlar yeni bir ev daha boğaza nazır...

Devamını Oku

Yanmadımki Söneyim

Gerçek dünyayı henüz görmedim. Gerçek renkleri; mavinin mavisini, yeşilin yeşilini, sarının sarısını hala göremedim. Denizin deniz halini, ağacın ağaç halini, yağmurun yağmur halini göremedim. Çünkü ben gözle görüyorum kalple değil. Hiçbir şey bilmiyorum; ne okumayı, ne sevmeyi ne de yürümeyi. Yaşamayı bilmiyorum ki ölümü bileyim. Ağlamayı, gülmeyi, konuşmayı bile bilmiyorum. Doğru ile yanlışı karıştırdığım zamanlar oluyor. Çünkü ben akıl ile biliyorum kalple değil. Bir şeyler duyuyorum; böceğin, ağaç yapraklarının, yağmurun sesini… Ama onların konuşmalarını duyamıyorum, güneşin sesini, ayın sesini ve karın sesini duyamıyorum. Dallarda meyvelerin sesi gelmiyor bana. Çünkü kulağımla duyuyorum kalbimle değil. Her gün binlerce kelime çıkıyor ağzımdan. Sular seller gibi konuşuyorum. Bazen kendimi durduramadığım anlar oluyor. Ama anlatamıyorum. Orhan Veli de destek çıkıyor bana bu konuda: Her şeyi söylemek mümkün;Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;Anlatamıyorum. Ben de konuşuyorum ama anlatamıyorum. Çünkü ağzımla konuşuyorum kalbimle değil. Dünyanın her şeyi yalan gelir bazen. İşte gerçek dünya o. Gerçek dünya bizim bilmediğimiz türden. Gerçek dünyayı Mevlana’dan, Yunus Emre’den dinlemek gerek. Onlar için gerçek dünya; olmayan, yalan dünya. Tek gerçek kalpteki dünya. Bu yüzden ben de biliyorum ki Mevlana’nın Hamdım, Piştim, Yandım dediği türden değilim. Ben yanmadım ki...

Devamını Oku

Kendini Bul

İçine atma duygularını. Savur dışarıya rüzgar alsın götürsün. Duyguların dört bir yana dağılsın. Asla içine hapsolma. At kendini dışarıya. Kenetlenmiş vücudunu aç, rahat bırak birbirini sıkı sıkıya tutmuş parmaklarını. Gözlerini aç ve bir günün daha içinde olduğunu gör. Sabah erkenden kalk, sonuna kadar aç perdeleri. Pencereyi de açmayı unutma ardına kadar. Başını pencereden çıkar derin bir nefes al önce. Güneş varsa eğer; seyret onu, seni içine çeken büyüsünü hisset. Çok uzaklardan gönderdiği ışığının dokunduğu her şeyi iyi izle. Yaprakların bir anda nasıl parladığını, onu davet eden her eve misafir oluşunu, camlardan içeriye kimseye fark ettirmeden girişini gördün mü? Kimse bilmeden sessiz sedasız… Yağmur yağıyorsa eğer; yağmur damlalarının toprağa değişine bak, çiçeklerin üzerinde oluşturduğu şekilleri daha önce görüp görmediğini düşün. Sanmıyorum ki göresin. Ve kar yağıyorsa eğer; en tepeden bir kar tanesi seç kendine, yavaşça aşağıya inişini, inerken diğer kar tanelerine çarpmamak için kıvrak dansını seyret. Sonra tekrar başa dön bir kar tanesi daha seç. Gözünü alabildiğince uzaklara götür. En ötedeki ağacın büyüklüğünün nasıl da nokta kadar kaldığını, hafif sis altında uçmaya çalışan “V” çizmiş karga sürüsünü süz iyice. Yeşil tarları, rengarenk ağaçları olan ormanı hafızana al ki özleyince hatırına gelsin. İçini büyük bir huzur kaplamadıysa devam et doğayı seyretmeye. Kuş cıvıltılarını duy. Onlarca ses cümbüşü arasında yalnızca onları dinle. Her birinin ayrı ezgisini keşfet. Eğer hazırsa tüm bedenin maceraya, kapat pencereyi. Ya da dur kapatma. Akşama kadar açık kalsın....

Devamını Oku

Hayal Ettiklerim

Bir çok uzman ileride olmak istediğiniz her şeyi en ince ayrıntısına kadar hayal edin derler. Gelecekte hangi konumda, hangi ilde hangi işin başında olmak istersin gibilerinden. Gerçekten de yararı vardır bunun. Geçmişte neyi hayal etmişsen gelecekte de o olur. Tabi eğer verilenleri doğru kullanmışsan. Ben de bu konuda düşündüm. Ne yapacağımı, ne olmak istediğimi, gelecekteki konumumu. Sonra anladım ki ben bir şey değil bir çok şey olmak istiyorum. Mesela: Yağmur olmak istiyorum; toprağın su görmemiş kaskatı tenine değmek, onu yumuşatmak. İçindeki bin bir tane tohumu yetiştirmek, onlara can vermek istiyorum. Ben yağınca dört bir yanı toprağın kokusu yayılsın istiyorum. Kar olmak istiyorum; sessiz usulca yağmak. Beni en çok özleyen yerde sık, özlemeyen yerde ise seyrek yağmak istiyorum. Yağarken sevilmek erirken eziyet etmek istiyorum. Ama yine de özlenmek istiyorum. Şehir olmak istiyorum; içimde deniz, dağ, taş, toprak, yeşillik bol olsun. Korna, vapur sesleri tren sesiyle birlik olsun, göklerde çınlasınlar istiyorum. Dalga sesleri Mozartım olsun. İçimde şairlerim, yazarlarım, ressamların eksik olmasın. Her biri benim adımla anılsın. Manzaram hiç eksik olmasın. Kitap olmak istiyorum. Her türden konum olsun; deneme gibi bağımsız, makale gibi kanıtlanabilir olayım. Roman olayım uzun sürsün, hikaye olayım bir anda bitsin ve şiir olayım dillerde nakarat kalayım. Gül olayım sonra; kokumla herkesi hayran bırakayım. Birçok rengim olsun, her birinin anlamı ayrı olsun. İçimde en çok kırmızı olsun. Bazen solayım bazen açayım. Ayrıları kavuşturayım, küsleri barıştırayım. Bazen de hayran olunduğum...

Devamını Oku

İnanmıyordun Ya

Hani bazen diyorum ya, konuşacağım; içimi dökeceğim tamamiyle, her şeyi bir bir anlatacağım. Ancak pek inanmıyorsun bana, boşver deyip geçiştiriyorsun. Ya belki ya da hayal diyorsun… Ama bu kez gerçekten konuşacağım. Sözcüklerimin arasına ne bir virgül ne de soru işaretleri koyacağım. Özellikle noktayı aklımın ucundan bile geçirmeyeceğim. Hatta istersen sözcüklerimi kağıda dökeceğim.Sana kendimi, doğayı, yaşamı ve ölümü, kelebeğin bir günlük ömrünü, kardelenin güneşe özlemini anlatayım. Güzel ile çirkinden bahsedeyim. İstersen seni de yazayım. Pek zor olmayacak seni yazmak biliyorsun: İki göz, iki kulak, bir burun ve bir ağız. Başka neyin var ki? Yok yok en iyisi seni sana bakarak yazacağım. Önce kendimi anlatayım, elimdeki yara bere izlerini, soğuktan donmuş kırmızı burnumu, sıskalığımı ve de vurdumduymazlığımı anlatayım. Gözlerimin eksik olmayan nemini, duygusallığımı anlatayım. Doğayı anlatayım, maviliğini, kızıllığını, toprağını ve denizlerini… Yeşil güzelliklerini, denizin martısını, ordan oraya göç eden göçmen kuşlarını anlatayım. Ağacın kuru yapraklarını, dalların birden çiçek açışını, yeşermesini, taze bahar kokusunu, sessizliğini, gürültüsünü, heyecanını ve de durgunluğunu anlatayım. Yaşam ile ölümü anlatayım. Yaşamın tazeliğini, ölümün rengini, ikisinin arasındaki siyah ile beyazın tonlarını anlatayım. Karanlığını, aydınlığını yani yaşamın dönemlerini, ölümün geldiği anı hatırlatayım. Sevinçlerini acılarını anlatayım. Kelebeğin ömrünü anlatayım. Bir güne neler sığdırdığını, eşsiz güzelliğini, şeffaflığını, konduğu yeri incitmeyişini anlatayım. Çiçekler arasındaki büyüleyici dansından bahsedeyim. Kardeleni anlatayım. Karın altındaki sessiz iç çekişlerini, sessiz çığlıklarını, hüznünü anlatayım. Hayalini; sevdiği güneşini görünce sevincini ve sevinç içerisinde ölüşünü, toprağa gömülüşünü anlatayım. Son olarak...

Devamını Oku

Yazı Yazmak Hayata Benzer

Bir satırbaşı yapıp başlarsın yazmaya. Bu satırbaşı doğduğunda hayata attığın ilk adımdır. Yazının amacını belirtirsin ilk başlarda. Giriş cümlelerin çocukluğunu; emekleme, yürüme ve konuşma dönemlerini içerir. Bir paragraf bitmiştir. Artık diğer paragrafa geçme vakti deyip bir satırbaşı daha yaparsın. Bu sefer biraz daha yazını benimsemişsindir. Hafiften konunun özüne inersin. Hayatta ise çocukluk döneminin ardından hayatın zorluklarıyla karşılaşıyorsundur. Yeni başlangıçlar başlamıştır; okul, yeni arkadaşlar ve diğer birçok yabancı yüzler. Yazının bu bölümleri en can alıcı yerleridir. Yazının asıl güzelliğinin temeli buralarda atılır. Kullanacağın kelimeler özenle seçilmeli ve özenle cümle haline getirilmelidir. Açtığın her paragraf konuyu farklı açılardan ele almalıdır. Her paragrafın okunmayı değer olmalı. Okul yılları başarılı geçmelidir. İlkokulda temeli sağlam atmalısın ki ileride zorluk çekmeyesin. Her sınıf atlayışında başarılarından söz ettirmelisin. Her senen ayrı bir sen olmalı. Geleceğinin güzelliğini bu yıllar oluşturur. İyi bir meslek için bu yıllarda çok emek sarf etmelisin. Tıpkı her paragrafın birbirine bağlı fakat ayrı şeyler anlatması gibi okul yıllarında böyle olmalı. İlkokul ayrı, üniversite ise çok ayrı olmalıdır. Her dönemin ayrı bir başlangıç olmalıdır. Yazıda noktalama işaretleri çok önemlidir. Duracağın, duraksayacağın yerleri iyi belirlemelisin. Yaşamda da bazen durman gereken yeri iyi bilmelisin ve duraksayacağın yerleri. Bazen üç nokta koymak zorunda kalabilirsin, bazen ünlem ve bazen de soru işareti. Ancak o soru işaretlerinin cevaplarını bir bir vermek zorundasın. Çözümsüz soru bırakmamalısın. Yazıda da hayatta da… Artık yazının sonlarına yaklaşmışsındır. Sonuç cümlelerinden önce birkaç etkili cümle...

Devamını Oku

Affet Beni Anne

Martin 30 yaşında, dünyadan elini eteğini çekmiş, tek derdi kumar olan birisidir. Yolda yürürken insanların tiksinerek baktığı Martin’in tek dayanağı dünyalar iyisi annesidir. Fakat annesi onu kumarbaz, insanların nefret ettiği biri olarak değil, önemli bir şirkette gayet iyi gelirli bir üst düzey yönetici olarak bilmektedir. Çünkü, Martin her annesini ziyaret edişinde şık giyimli bir beyefendi rolünü üstlenir. Ziyaretlerinin hiçbirinde annesine alacağı bir buket gülü ve hediyelerini asla unutmaz. Martin yıllardır kumardan kazandığı paralarla geçimini sürdürdükten sonra bir anda her kumarbazın yaşadığı hazin sona yaklaşmaktadır. Önceden kazandığı paralar suyunu çekmekte ve yavaş yavaş tüm varlığını kaybetmeye başlamaktadır. Daha fazla bu duruma katlanamayan Martin bir an önce çözüm yolları aramaya başlar. Martin’i gerçek Martin olarak bilen hiç kimse ona yardım etmeyi kabul etmez. Geriye yalnızca sahte Martin’i tanıyan annesi kalır. Bu zamana kadar maddi yönden gayet iyi durumda olduğundan annesinden nasıl para isteyeceğini bilemez. Bir süre kararsız kaldıktan sonra annesine çalıştığı şirketin artık eskisi kadar iyi olmadığını ve artık kendisinin patron konumuna geçmek istediği yalanını söyler. Böyle bir şeyi gerçekleştirmek için de bir hayli para gerektiğini de ekler. Annesi çocuğunun asla yanlış bir şey yapmayacağını bildiğinden oğlu için banka kredisi çekmeyi kabul eder. Anne-oğul evrakların tamamlanması için birkaç gün sonra tekrar buluşma kararı alırlar. Geçen üç günün ardından Martin eksiksiz tamamlamış olduğu evraklarla annesinin evine gitmek için bir taksiye biner. Bir müddet sonra taksici yavaşlar ve birkaç metre önlerinde kaza meydana...

Devamını Oku

Sokak Çocuğu

Yine bir kuytu köşede rastlamıştım ona. Her zaman ki gibi yırtık bir gömlek, yamalarla dolu bir pantolon ve delik bir ayakkabı vardı ayaklarında. İki büklüm bir vaziyette kartonun üstünde uyuyordu yağan karlar eşliğinde. Duyulan her uğultu sonrasında sanki uyanır gibi oluyor ve tekrar dalıyordu derin uykusuna. Kim bilir kaçıncı rüyasını görüyordu o an. Hangi yemeklerin hayalini kuruyordu acaba ya da yeni aldığı ayakkabılarının parlaklığına mı hayran kalıyordu. Bir ara hafif tebessüm etti, sanırım kaybettiği anne ve babası ziyarete gelmişti onu rüyalarında. Sayıklarcasına sohbet ediyordu onlarla. O kadar içten konuşuyordu ki özlemini dile getirmek için çırpıyordu. Ve sonra…   Aniden...

Devamını Oku

Bir Hayalim Var Benim

“Bugün diyorum ki dostlarım, şu anın ve yarının getireceği güçlüklere ve engellemelere rağmen hala bir rüyam var benim. Amerikan Rüyası içinde derinden yer edinmiş bir rüya. Bir rüyam var: Gün gelecek bu ulus, ayağa kalkıp kendi inancını gerçek anlamıyla yaşayacak; “Şunu kendinden menkul bir gerçek kabul ederiz ki, bütün insanlar eşit yaratılmıştır.” Bir rüyam var: Gün gelecek eski kölelerin evlatlarıyla eski köle sahiplerinin evlatları, Georgia’nın kızıl tepelerinde kardeşlik sofrasına birlikte oturacaklar.Bir rüyam var: Gün gelecek, adaletsizliğin ve eziyetin sıcağıyla bunalıp çölleşmiş olan Missisippi Eyaleti bile, bir özgürlük ve adalet vahasına dönüşecek”… diye devam etmişti Martin Luther King. Onun bir hayali vardı yıllar önce. Uzun süren acıların ardından bu sözler dökülmüştü ağzından. O istiyordu ki bir gün yüzü beyaz olmayan insanlarda özgürlüğüne kavuşsun. Bir onlarda insan gibi yaşayabilsin. Ve onun istediği de gerçekleşti zaten. Yapılan zulümlere, yapılan haksızlıklara rağmen bugün doğduğu topraklara bir siyahi başkan oldu. Amerika’nın yeni başkanı siyahi oldu. Saygın bir yazarımız da hayallerle ilgili güzel sözler sarf etmişti verdiği bir konferansta. Demişti ki; her canlının hayali vardır; ”Her bir fidanın hayali vardır; dallanıp budaklanmak ve bir ağaç olmak. Her bir ağacın hayali vardır; çiçekler açıp meyveler vermek. Kardelen çiçeğinin de hayali vardır; yalnızca bir kez olsa da karların arasından özlemini duyduğu güneşi görmek”… İnsanın doğasında vardır ya zaten hayal kurmak. Kendini olduğu konumda daha üstün konumda görmek, belki hiç görmediği kainatı görmek, belki de hiç duymadığı doğanın...

Devamını Oku

O Gün Çok Geç Olmasın

Gecenin her şeyi gizlediği sıralarda semaya baktığımızda milyonlarca yıldızı, ayı görürüz. Peki neden gündüzün her yeri aydınlatan vakitlerinde göremeyiz de gecenin zifiri karanlığında görürüz gökyüzünün diğer yüzünü? Çünkü her şeyin bir zamanı olduğu gibi gökyüzünün de kusursuzca ayarlanmış bir zaman akışı vardır. Hiçbir şey zamanı gelmeden gerçekleşmez, zaten zamanı geçmişse de iş işten geçmiş olur. Bir karpuzun ucundaki küçük bağı daha ham iken koparırsanız çürümeye başlar. Oysa ki karpuz olgunlaştıktan sonra bağını kendisi kurutur. Karpuzun bağını daha gelişmeden koparmak çok zordur. Ama olgunlaştıktan sonra bağı kuruyup gider.Peki insan? İnsanda öyle değil midir? Yaşam boyu yaptıkları ve yapacaklarıyla sorumludur. Ya da yapamadıklarıyla… Yapamadıklarıyla çünkü; Öyle zamanlar olur ki bir şey yapmak zorundayızdır ama yapabileceğimize inancımız yoktur. Ya da bir şeyi yapmayı çok istiyoruzdur bu defa da canımız istemiyordur. En basit bir örnek ile; kitap okumayı hiç sevmeyiz ya da çok kitap okumak isteriz de bu seferde elimize kitabı almakta zorlanırız. Bazı insanlara 1 dakikada 1 sayfa kitap okuyabilir misin diye sorsanız cevap kesinlikle evet olur. Ama bu soruyu 1 saatte 60 sayfa kitap okuyabilir misin diye sorsanız cevap veremez, belki de okuyamam cevabını alırsınız. Oysa ki soru da ve sorunun gittiği yolda aynıdır. Gözümüze büyük görünen şeyler o kadar ufaktır ki aslında küçültmeyi bilmeyiz. Peki bu sorunların çözümü nedir ve nasıl çözülmelidir? Öncelikle insanın kendine inancı tam olmalıdır. Tabi ki bu inanma sözde değil. Gerçekten yapabildiğimize inanmadır. Büyük hayaller peşinde...

Devamını Oku

Geleceğe Mektup

Sevgili Gelecek, Öncelikle sana kendimi tanıtmak istiyorum. Ben insan. Son yüzyılın en çok çevreye zarar veren, suyu boş yere harcayan ve dünyanın en tehlikeli varlıklarından biri olarak ün yapmış bir canlıyım. Sana bu mektubu ne kadar kötü bir insan olduğumu söylemek için yazıyorum. Şuan neler yaptığımı ve size neler bırakacağımı anlatmak istiyorum. Anlatmak istiyorum ama aslında nereden başlayacağımı da bilmiyorum. En büyük marifetim olan suyu boş yere harcamaktan mı başlasam acaba yoksa denizi kirletmekten mi başlasam ya da en iyisi ben hava kirliliğinden bahsedeyim… Görüyorsun ki o kadar çok yaptığım şey var ki hangisinden başlasam bilemiyorum.Biliyor musun ben gökyüzünü...

Devamını Oku

Annelerin Değeri

Dünya da kaç kişi elleri olan fakat onu kullanamayan, ayakları olan ama yürüyemeyen, isteklerini ağlamasıyla bildiren, konuşamayan, altına yapan, geceleri tatlı uykulardan uyandıran birine bakmak ister? Kim bu kadar aciz biriyle hiç usanmadan ilgilenmek ister ya da bunu kim yapabilir? Ne kadar zor iş dediğimiz tüm bu işleri karşılık beklemeden, severek yapan tek canlı annelerdir. Dünyanın en kutsal varlıklarıdır anneler. En duygusal, en vefalı, en çok değeri bilinen ve haklarının ödenmesi imkansız olan meleklerimizdir. Gözlerimizi açtığımız ilk günde başlar onlara bağlılığımız. Daha hiçbir şeyin farkında değilken onların kucağında ağlamamız kesilir ve her ağlamamızda bilir ne derdimiz olduğunu. Bizim ağlamamız...

Devamını Oku

Hayatı Elinizde Tutabilir Misiniz?

Küçüklüğümüzün en güzel anlarından biridir geceleri gökyüzüne bakıp yıldızlara hayalimizi anlatmak ve o yıldızı avucumuza alıp saklamak. Hayalimizi hatırladığımız her vakit ellerimizi açıp onu orada görmek isteriz. Aslında yaptığımızın gerçek olmadığını o küçük yaşımıza rağmen biliyoruzdur ama o anı yaşamak büyük mutluluk verir bizlere. Bu yüzden görmezden geliriz gerçeği, bir kenara saklarız. Sonraları yavaş yavaş büyümeye başlarız ve artık gerçekleri gizlemek ağır gelmeye başlar. Yıldızların elimizde tutulamayacağı gerçeğini gizleyemeyiz, dünyanın gerçek yüzüne bakmayı başlarız bir anda. Nasıl elimizde suyu tutamıyor, parmaklarımız arasında akıp gidiyorsa tıpkı bunun gibi hayatında gittiğini, elimizde tutup saklayamayacağımızı anlarız. Yeni keşfettiğimiz hayatın bu yönüne alışmaya ve çok istediğimiz hayalleri yıldızlara anlatmayı bırakıp onun peşinden koşmaya başlarız. Bu uzun yolculukta yaşamın acı yönlerini de tadarız kimi zaman. İlk başta biraz bizi zorlar ama daha sonraları olgunluk katar içimize bu tatlar. Yorulduğumuz anlarda da küçüklüğümüzün o güzel anları gelir ve ne kadarda uzakta kaldığını görmek zamanı hatırlatır bizlere. Zaman durmuyor, ilerliyor devamlı diye iç çekeriz. Bizden neler aldı neler götürdü diye gözlerimizin önüne getirmeye çalışırız. Genelde şöyle bir sonuç çıkar; Kazandırdığı da çok olmuştur, kaybettirdiği de… Ama artık hepsi geride kalmıştır. Devam ediyordur zaman. Saatin pili bitince durması ya da bir araba yakıtı bitince durması gibi değildir zaman. Zamanın ne pili vardır ne de yakıtı durmaz devam eder. Zaman geçtiğine de üzülürüz bazı anlarda da. Çünkü en güzel anlarımızdan birini yaşıyoruzdur o anda. Çaresizce gözlerimizin önünden kayıp...

Devamını Oku

O’nun Gücünü Sınırlı Mı Sanıyorsunuz!

Hepimiz bazen endişeye kapılırız yaptığımız işlerde. Ya olmazsa, ya beceremezsem ya da son anda bir aksilik çıkarsa diye kendimizi içten içe inandırırız yapamayacağımıza. Tüm umudumuz kırılır, ümitsizleşiriz… Artık bundan sonrada zaten ne yaparsak yapalım başarılı olamayız. Çünkü kendimizi artık buna inandırmışızdır.Bazen de bize imkansız gelen bir şeyi isteriz. Öyle inandırırız ki kendimizi ne yapsam boş diye bir kenara çekiliveririz. Ama bir şeyi unuturuz… Allah’ın (c.c) kudreti o kadar sonsuzdur ki kapanan kapınızın yanında bir kapı daha açar. İmkansız dediğiniz şeyleri tek bir kelimesiyle gerçekleştiriverir; Kun Feyekün (O Ol Der Ve Oluverir) İmkansızın en imkansızını dileyin ve onu gönülden isteyin karşılığını alacaksınız. Böceği, çiçeği, hayvanları, tüm evreni düşündüğümüzde bu kadar eşsiz şekilde, bu kadar kusursuz şekilde nasıl oluştu deriz bu kadar varlık. Fakat O’nun gücü sınırsızdır hiçbir şeyi zorlanmadan tek kelimesiyle gerçekleştirir. Bazı zamanlarda öyle tesadüfi sandığımız olaylar yaşarız ki ne diyeceğimizi bilemeyiz. Anlam vermekte güçlük çekeriz olanlara. Peki olanlar gerçekten tesadüf mü yoksa Allah’ın (c.c) takdiri mi? İnanan her insanın bildiği gibi O’nun takdiridir hepsi. Yarattığı her şeyin bir nedeni vardır asla durduk yere yaratılmamıştır hiçbir şey. En ufak canlılardan zararlı olarak bildiğimiz bakterilerin bile birçok alanda faydalı yönleri vardır. Bazı virüsler hastalıkların tedavisi için kullanılıyor kimi zaman. Küçük canlılardan çoğu insanın korktuğu örümceklerden bahsedelim. Görmekten tiksindiğimiz o minik canlı avını yakalamak için kurduğu tuzağını kalitesiz ağ ile oluşturur gideceği yolunu ve yuvasını ise en kaliteli ağı ile inşa...

Devamını Oku

Çölde Su Olabilmek

Herkes tarafından tanınan biri olmak, birilerine faydasının dokunduğunu görmek, değerli olduğunu hissetmek ya da sıcak bir yaz günü dallarıyla serin bir köşe isteyenlere gölge yapan bir ağaç gibi olabilmek hayalidir insanın.İnsan sevilir olmayı ister, takdir görmeyi, alkışlanmayı ister. İster ama bunu yapmak için elinden geleni yapar mı? Hayal ettiği insan olduğunda kendinden başkasına yardımcı olur mu? İçinde yangını olanın ateşini söndürebilir mi? Onu koruyabilir mi? Yoksa hayalde mi kalır hepsi. Birini yangından kurtarırız ama; diğerini ateşe atarız ya da birini soğuktan kurtarırız ama; diğerini buzun içine atarız. Evet hayalidir insanın makam sahibi olabilmek, yardımcı olabilmek insanlara. Ama hayaldir gerçek değildir kimilerinde bu. Sadece hayal üretirler çalışmazlar, bir yardıma muhtaç insanı daha kurtarayım demezler, ama hayallerinde onlar kurtarıcı melekleri oluverirler… Herkes için bunu söylemek çok zor tabi ki. Diğer insanlardan bahsediyorum ben, kendinden başkasını düşünmeyen ahiret hayatına göçüp gittiğinde bile hesap vermekten korkmayan insandan bahsediyorum, dünyada bir iyilik daha yapayımda ahirete bir tuğla daha işleyeyim demeyen insandan bahsediyorum, hayaliyle kalan onu gerçekleştirmeyen insandan bahsediyorum… Sevgi bu kadar zor mu, paylaşmak bu kadar zor mu diye sormak istiyorum onlara. Cevapları ne olur acaba ben benden başkasını düşünmem mi olur. Eminim ki cevapları bundan farksız olmaz. Kışın şömine başında; acaba yazın nereye gitsem diye düşünmeyi bırakıp, acaba kış geçince yine beni sokağa bırakacaklar mı diye çocuk esirgeme kurumunun buğulu penceresinden dışarıyı seyreden sokak çocuğunu düşünür mü insan. Onun içinde danışman tutar mı...

Devamını Oku

Kışın Yazı, Yazın Kışı Özlemek

Ne büyük sevinçtir ki kışın bitiminde yazın gelmesi, yazın bitiminde ise kışın gelmesi. Her birinin ayrı bir güzelliği, ayrı bir tadı vardır. Hiç ayrı da kalamayız onlardan. Onlarda zaten bölüşmüşlerdir ayları; 3 ay birinde, 3 ay diğerinde yaşarız bazen de bu günler uzar tabi. Kışın kar topu oynamayı yazın denize girmeyi severiz. Kar topu oynarken hiç geçmesin isteriz kışın ya da güneşin altında denize girerken hiç geçmesin isteriz yazın. Birde öyle anlar olur ki; kışın soğuk havada üşüdüğümüzde, yolda arabamız kaldığında artık bitsin şu kış diye feryat ederiz ya da yazın bunaltıcı sıcaklarında yaz bitse de kış gelse deriz. İnsanın ruh haline göre değişsin isteriz kış ile yazın, bir gün yaz bir gün kış geçirecekmişçesine. Ama onlar hiç darılmazlar bu sözlerimize her sene gelmeye devam ederler.Her ikisini de kendine has özellikleri için özleriz. Kışın; beyazını, içtenliğini, saflığını… Yazın ise; güler yüzünü, her güne umutla başlamasını özleriz. Ayrı özellikleri olsa da ikisine de aynı değeri veririz. Onlar kimi zaman sevinçlerimize, kimi zaman ise üzüntülerimize ortak olurlar. Her yıl bizim sevgimize karşılık bir iyilik yaparlar gelmeden önce ben geliyorum diye haber verirler. Kış gelmeden önce sonbaharı yollar yeşil yapraklar yavaş yavaş sararıverir, hava geceleri serinleşir, gökyüzünü bazen siyah bulutlar kaplar. Bu durum biraz içimizde sıkıntı oluşturur, yazın gitmesine üzülürüz ama yine de kışın gelecek olması tekrar heyecanlandırır bizi. Ve kış gelir çok geçmeden ona da bağlanıveririz yazı unuturuz bir anda. Kışın...

Devamını Oku